1. Hukuk Dairesi 2015/9528 E. , 2018/8929 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL-TAZMİNAT
Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece asıl ve birleştirilen davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacılar vekilince yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ... "nün raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
-KARAR-
Asıl ve birleştirilen dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil, mümkün olmadığı takdirde bedel isteğine ilişkindir.
Asıl davada davacı ..., 1779 parsel sayılı taşınmazın mirasbırakan babası ... adına tescilli iken, ... 24. Noterliğinin 13.06.2001 tarih ve 16160 yevmiye nolu vekaletnamesine istinaden, vekil davalı ... tarafından kızı davalı ...’e temlik edildiğini, vekalet görevinin kötüye kullanıldığını, temliğin muvazaalı olduğunu ileri sürerek tapu kaydının iptali ile mirasbırakan adına tescile, olmazsa davalı ... satış bedeli ile özenli bir ifa neticesinde elde edilmesi beklenebilecek olan değer arasındaki farkı da tazmin etmekle yükümlü olduğundan davanın devamı süresinde hesaplanacak zararın ve satış bedelinin miras payı oranında faizi ile tazminine karar verilmesini istemiş, birleştirilen davada davacılar ise aynı istekte bulunmuşlardır.
Davalılar, İsmet yönünden davanın husumetten reddi gerektiğini, kanunda öngörülen zamanaşımı süresi geçtiğinden davanın ikame edilmesinin hukuka aykırı olduğunu, muvazaalı bir işlem olmadığını, ..."ın özel vekaletname vermek sureti ile vekil tayin ettiğini, vekil sıfatıyla tarla nitelikli taşınmazı önce ... adına satın aldığını, isteği üzerine taşınmazı kızına devrettiğini, taşınmazın işlem anındaki satış bedelinin elden ve peşin olarak ödendiğini belirterek davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, iddianın ispat edilemediği ve tazminat bakımından sebepsiz zenginleşmeye ilişkin zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle asıl ve birleştirilen davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden, mirasbırakan ...’ın 11.05.2007 tarihinde ölümü ile geriye mirasçıları kızları davacılar ..., ... ve ...’nın kaldığı, başka mirasçısı olmadığı, mirasbırakanın taşınmaz satış yetkisi de içeren ... 24. Noterliğinin 13.06.2001 tarih ve 16160 yevmiye nolu geniş yetkili vekaletname ile davalı kız kardeşi ...’i vekil tayin ettiği, vekil ... tarafından 10.06.2002 tarihinde 1665 ve 1666 parsel sayılı taşınmazın 2milyar bedelle dava dışı ...’den satın aldığı, taşınmazların tevhiden 1779 parsel(yenileme ile 193 ada 6 parsel) sayılı 1200m2 miktarlı tarla nitelikli taşınmaz olduğu, davalı vekil tarafından 23.02.2004 tarihinde 3milyar bedelle davalı kızı ...’e temlik edildiği, 23.05.2012 tarihinde yapılan keşifte taşınmaz üzerinden yedi yıllık iki katlı bir ev ve ağaçların bulunduğu, dinlenen tanık beyanlarından mirasbırakanın Almanya’da yaşadığı, ülkeye kesin dönüş yaptığında yerleşmek için taşınmaz alıp üzerine ev yaptırmak istediği, zamanı olmadığından davalıya işlemleri yapması için vekaletname verdiği, evin yapımı sırasında davalı ... ve eşinin ilgilendiği, halen davalılarca kullanıldığı anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet akdini düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
6098 s. Türk Borçlar Kanununda (TBK) sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 506. maddesinde aynen; "Vekil, vekâlet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hâllerde vekil, işi başkasına yaptırabilir.
Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür.
Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Vekâletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse, görülecek işin niteliğine göre belirlenir. (TBK"nin 504/1) Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin son fıkrası uyarınca sorumlu olur. Bu sorumluluk BK"de daha hafif olan işçinin sorumluluğuna kıyasen belirlenirken, TBK"de benzer alanda iş ve hizmetleri üslenen basiretli bir vekilin sorumluluğu esas alınarak daha da ağırlaştırılmıştır.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 s. Türk Medeni Kanunu"nun (TMK) 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK"nin 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Somut olaya gelince; toplanan delillerden ve tüm dosya içeriğinden özellikle davalı ve dinlenen tanık beyanlarından mirasbırakanın Türkiye’deki işlerini takip etmek üzere 13.06.2001 tarihinde ... verdiği genel vekaletnameye istinaden vekil tarafından üçüncü kişiden satın alınan taşınmaz üzerine iki katlı ev inşa edilip, ağaç dikildiği, 24.02.2004 tarihinde vekil İsmet tarafından kızı ...’e satış suretiyle temlik edildiği, mirasbırakanın taşınmazın satışı için vekile talimat verdiği ve satış bedelinin mirasbırakana ödendiğinin kanıtlanamadığı, davalı ...’in de vekilin kızı olduğu, yakın akrabalık ilişkisi gözetilerek durumu bilen veya bilmesi gereken kişi konumunda olduğu açıktır.
Bu somut olgular yukarıdaki ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde vekalet görevinin kötüye kullanıldığı sonucuna varılmaktadır.
Hâl böyle olunca; davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere davanın reddi doğru değildir.
Davacıların yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK"un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma sebebine göre davalıların temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 11.04.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.