Hukuk Genel Kurulu 2016/573 E. , 2019/1086 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
Taraflar arasındaki “cezai şartın tahsili” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İzmir 5. İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 26.01.2015 tarihli ve 2014/627 E., 2015/14 K. sayılı kararın temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 01.06.2015 tarihli ve 2015/12335 E., 2015/19834 K. sayılı kararı ile;
“…Davacı İsteminin Özeti:
Davacı banka, davalının 09.03.2010 tarihli hizmet sözleşmesi ile çalışmaya başladığını, 29.04.2011 tarihinde hiçbir gerekçe göstermeksizin işten ayrıldığını, iş sözleşmesinin 11. maddesi gereğince davalının 3 yıllık çalışma süresi dolmadan görevden ayrılması halinde aylık brüt maaşının 5 katı tutarında cezai şart ödemeyi kabul ettiğini, davalının 3 yıl çalışma süresine uymadan işten ayrıldığını, bu nedenle cezai şartı ödemesi gerektiğinden bahisle fazlaya ilişkin hakkın saklı tutulması kaydıyla 1.000,00 TL cezai şartın 17/05/2011 tarihli ihtarnamenin tebliğinden itibaren yasal faizi ile birlikte hüküm altına alınmasını talep etmiştir.
B) Davalı Cevabının Özeti:
Davalı, 08.03.2010 tarihli iş sözleşmesinde cezai şartın yer almadığını, böyle bir hüküm olsa bile işçi aleyhine olan bu hükmün uygulanamayacağından bahisle davanın reddini talep etmiştir.
C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, cezai şartın karşılıklı düzenlenmediğinden geçerli olmadığı gerekçesi ile davanın reddine ilişkin verilen karar Dairemizce “dosyada mevcut hizmet sözleşmesinin “Sorumluluklar” başlıklı 11. Maddesinin 4. Fıkrasında davacı banka aleyhine de cezai şart öngörüldüğü gözden kaçırılarak yanılgılı değerlendirme ile talebin reddedilmesi hatalı olup mahkemece yapılacak iş, hizmet sözleşmesi hükümlerinin incelenerek davacı bankanın talebi yönünden sonuca gitmektir.” şeklindeki gerekçe ile bozulmuş olup mahkemece bozmaya uyularak taraflar arasında düzenlenen iş sözleşmesinin sorumluluklar başlıklı 11.maddesinin 3 ve 4.maddelerinde karşılıklı cezai şartın öngörüldüğünün tespiti ile cezai şart talebinin kabulüne karar verilmiştir.
D) Temyiz:
Kararı davalı vekili yasal süresi içinde temyiz etmiştir.
E) Gerekçe:
1- Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2- Mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama sonunda davacı bankanın brüt 8750 TL cezai şart alacağına hak kazandığı kabul edilerek taleple bağlılık kuralı nedeniyle 1770 TL net cezai şart alacağına hükmedilmiştir. Taraflar arasında düzenlenen iş sözleşmesinin sorumluluklar başlıklı 11.maddesinin 3 ve 4. fıkralarında mahkemece kabul edildiği üzere cezai şart, eğitim gideri karşılığı 3 yıl çalışma taahhüdünün yerine getirilmemesine bağlıdır. Bu nedenle cezai şart alacağı hesaplanırken davalı işçinin çalışmadığı süreye göre kıstevyemli hesaplama yapılmalıdır. Buna göre gerekçede davacının sorumlu olduğu miktar olarak belirtilen brüt 8750 TL cezai şart hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir...”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, eğitim giderinden kaynaklanan cezai şartın tahsili istemine ilişkindir.
Davacı vekili; müvekkili bankada çalışmakta olan davalının taraflar arasında imzalanan iş sözleşmesinde kararlaştırılan üç yıllık çalışma süresini tamamlamadan istifa ederek iş yerinden ayrıldığını belirterek sözleşme gereği belirlenen cezai şartın tahsilini talep etmiştir.
Davalı vekili; müvekkili ve davacı banka arasında imzalanan iş sözleşmesinin cezai şart hükmü içermediğini bununla birlikte sözleşme belirsiz süreli olduğundan cezai şart düzenlenmesinin mümkün olamayacağını, bu şekilde bir cezai şart hükmünün denklik ilkesine de aykırılık teşkil edeceğini ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece 17.07.2012 tarih 2011/596 E., 2012/549 K. sayılı kararı ile; iş hukukunda işçi yararına yorum ilkesinin bir sonucu olarak sadece işçi aleyhine yükümlülük öngören cezai şart hükümlerinin geçersiz sayıldığı ve bu yönde yerleşmiş içtihatların öğretide de benimsendiği, taraflar arasında imzalanan sözleşmenin ise yalnızca davalı çalışan yönünden cezai şart hükmü içerdiği, bu nedenle geçerli olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Hükmün davacı vekili tarafından temyizi üzerine;
Özel Dairece 20.10.2014 tarih 2012/33825 E., 2014/30276 K. sayılı kararı ile; dosyada mevcut iş sözleşmesinin “Sorumluluklar” başlıklı 11. maddesinin 4. fıkrasında davacı banka aleyhine de cezai şart öngörüldüğü gözden kaçırılarak yanılgılı değerlendirme ile talebin reddedilmesinin hatalı olduğu gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Mahkemece bozmaya uyulması yönünde karar verildikten sonra, davalı işçi sözleşmeye aykırı olarak 3 yıllık süre dolmadan ve haklı bir sebebe dayanmadan istifa ederek iş sözleşmesini feshettiğinden kararlaştırıldığı üzere aylık ücretinin beş katı tutarında cezai şarttan sorumlu olacağı gerekçesiyle talebin kabulüne karar verilmiştir.
Davalı vekilinin temyizi üzerine hüküm, Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece; sözleşmenin “Sorumluluklar” başlıklı 11. maddesinin 3. fıkrasında davalının fiili çalıştığı süre bakımından kıstelyevm uygulamasının yapılamayacağının açıkça düzenlendiği, bu düzenlemenin de İş Kanunu ve kamu düzenine aykırılık teşkil etmediği, davacıyı bağlayıcı nitelikte olduğu gerekçesiyle önceki kararda direnilmiş, direnme kararı davalı vekilince temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, cezai şarttan indirim yapılamayacağına ilişkin sözleşme hükmünün davalı işçi yönünden bağlayıcı olup olmadığı buna göre de hüküm altına alınan cezai şarttan çalışılan ve çalışılması gereken süreye göre indirime gidilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
Sözleşme ve dava tarihi itibariyle uyuşmazlığa uygulanması gereken kanun, 818 sayılı Borçlar Kanunudur. Anılan Kanunda cezai şart (ceza koşulu) düzenlenmiş (m. 158-161) ancak tanımlanmamıştır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17.02.1971 tarih 1970/1505 E., 1971/85 K. sayılı kararında ceza koşulu için "..geçerli bir borcun yerine getirilmemesi veya eksik yerine getirilmesi ya da belli bir yerde, belli bir zamanda yerine getirilmemesi durumunda borçlunun ödemesi gereken ve malca değeri olup, bir hukuk işlemi ile belli edilen götürü bir edimdir." denilmiştir.
Öğretide ise ceza koşulu, bir borcun ifa edilmemesi veya eksik ifa edilmesi hâlinde ödenmesi gerekli, parasal değer taşıyan ve hukuki işlemle kararlaştırılmış bir edim olarak tanımlanmaktadır (Tunçomağ, K. :Türk Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, Cilt:I, İstanbul 1976, s.853 vd.).
Ceza koşulunun asıl borcun ferî olup ona bağlı fakat ayrı bir edim niteliği taşıdığı da Hukuk Genel Kurulunun 20.03.1974 tarih, 1970/ 1053 E., 1974/222 K. sayılı kararında belirtilmektedir.
Ceza koşulu sözleşmeyle, tarafların serbest iradelerine ve sözleşme serbestisine bağlı olarak tespit edilir. Taraflar bu çerçevede ceza miktarını serbestçe kararlaştırabilir (818 s. BK m. 161/I). Ahde vefa ilkesinin sonucu olarak taraflar serbest iradeleriyle meydana getirdikleri sözleşmelere aynen uymakla yükümlüdürler. Ancak gerek sözleşmenin yapıldığı sırada gerekse sonradan ortaya çıkan bir takım şartların sözleşmeler üzerindeki etkisi, söz konusu ilkeye bir takım sınırlamalar getirilmesini zorunlu kılmıştır. Özellikle modern hukuk sistemlerinde hâkime sözleşmeye müdahale etme yetkisi tanınarak taraflar arasında başlangıçta mevcut bulunan menfaat dengesinin korunması amaçlanmıştır. Kanunen hâkime tanınmış olan bu yetki, onun normal görevleri dışında olup, istisnai niteliktedir. Böyle istisnai durumlarda hâkim, sözleşmeye müdahale ederek onu ya değiştirir ya da tamamen ortadan kaldırabilir.
Sözleşmede kararlaştırılan ceza koşulunun alacaklının uğradığı zarara oranla bir miktar yüksek olması onun geçersiz olması sonucunu doğurmayacağı gibi salt bu durum bir indirim nedeni de değildir. Kaldı ki alacaklının hiçbir zararı olmasa bile ceza koşulu yine de ödenmelidir. Ceza koşulunun miktarı bazen ahlâk sınırlarını aşacak nitelikte olmamakla beraber tarafların menfaat durumlarıyla karşılaştırıldığında abartılı ve bundan dolayı adalet duygularını incitecek derecede aşırı olabilir. Hatta kararlaştırılan ceza koşulunun miktarı, borçlunun borca uygun olarak ifada bulunması amacına hizmet etmekten çıkıp ekonomik bir yıkım aracı hâline de gelebilir. Bu nedenle 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda olduğu gibi 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda da hâkime ekonomik yönden zayıf olanın sömürülmesini engellemek ve taraf menfaatleri arasında adil bir denge sağlamak amacı ile aşırı gördüğü ceza koşulunu indirme mükellefiyeti yüklenmiştir ve bunun için 818 s. BK’nın 161/3 (TBK 182/3) maddesiyle “Hakim fahiş gördüğü cezaları tenkis ile mükelleftir.” hükmü getirilmiştir. Bu düzenlemeden de anlaşıldığı üzere taraflar talep etmese bile hâkim ceza koşulundan indirim yapılıp yapılmayacağını resen değerlendirmekle yükümlüdür. Bununla birlikte Türk Ticaret Kanunu’nun 24. maddesi “Tacir sıfatını haiz bir borçlu, Borçlar Kanununun 104 üncü maddesinin 2 nci fıkrasıyla 161 inci maddesinin 3 üncü fıkrasında ve 409 uncu maddesinde yazılı hallerde, fahiş olduğu iddiasıyla bir ücret veya cezanın indirilmesini mahkemeden isteyemez.” hükmünü taşımaktadır. Her iki kanun hükmünün emredici, dolayısıyla da resen gözetilmesi gereken hükümler olduğu açıktır.
Somut olayda, davacı banka ile davalı işçi arasında 08.03.2010 tarihinde imzalanan iş sözleşmesinin “Sorumluluklar” başlıklı 11. maddesinin 3 ve 4. fıkralarında eğitim gideri karşılığı 3 yıl çalışma taahhüdünün yerine getirilmemesine bağlı olarak cezai şart kararlaştırıldığı, davalı işçinin üç yıllık süre dolmadan ve haklı bir sebebe dayanmaksızın 29.04.2011 tarihinde istifa ederek iş sözleşmesini sonlandırdığı anlaşılmaktadır. Mahkemece yine sözleşmenin 11. maddesinin 3. fıkrasındaki düzenleme doğrultusunda davalı işçinin brüt aylık ücretinin 5 katı tutarında cezai şarttan sorumlu olacağı belirtilerek davacı bankanın brüt 8.750,00TL cezai şart alacağına hak kazandığı kabul edilmiş ancak taleple bağlılık kuralı gereğince net 1.750,00TL alacağa hükmedilmiştir.
Özel Dairenin davalı işçinin sorumlu olduğu miktar olarak belirlenen 8.750,00TL cezai şart alacağının hatalı olduğu, davalı işçinin çalışmadığı süreye göre kıstevyemli hesaplama yapılması gerektiği yönündeki bozmasına karşın, mahkemece aynı sözleşmede davalının fiili çalıştığı süre bakımından kıstelyevm uygulamasının yapılamayacağının düzenlendiği, dolayısıyla kabul edilen cezai şart miktarından sözleşmedeki hüküm gereği indirim yapılamayacağını, bu düzenlemenin işçiyi bağladığı, kanuna ve kamu düzenine aykırılık teşkil etmediği belirtilmiştir.
Gerçekten de iş sözleşmesinin “Sorumluluklar” başlıklı 11. maddesinin 3. fıkrasında davalı işçi için aylık brüt ücretinin 5 katı tutarında cezai şart ödeyeceği kararlaştırıldıktan sonra belirtilen ödemelerle ilgili herhangi bir biçimde kıstelyevm uygulaması talep ve iddiasında bulunulamayacağını, maddede sözü edilen şartların fahiş olmadığı, bu konuda herhangi bir itiraz ileri sürülemeyeceğinin düzenlendiği görülmektedir. Ancak direnme gerekçesinde açıklandığının aksine sözleşmede yer alan bu hükmün davalı işçi açısından bağlayıcılığı bulunmamaktadır. Nitekim kamu düzenine ilişkin Borçlar Kanununun 161/3. maddesi karşısında sözleşme hükmünün geçersiz olduğu açıktır.
Borçlar Kanunu’nun 161/3. maddesindeki emredici düzenleme nedeniyle hâkim fahiş gördüğü takdirde ceza koşulundan resen indirim yapmak zorunda olduğundan davalı işçinin sorumlu olduğu miktar olarak belirlenen tutardan çalışılan ve çalışılmayan süreler göz önüne alınarak indirime gidilmelidir.
O hâlde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 17.10.2019 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.