Hukuk Genel Kurulu 2013/751 E. , 2014/333 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ : Samsun 2.Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 21/03/2013
NUMARASI : 2013/67 E-2013/190 K.
Taraflar arasındaki "Tapu iptali ve tescil" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Samsun 2.Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın kabulüne dair verilen 02.02.2011 gün ve 2010/228 E.-2011/53 K. sayılı kararın incelenmesi davalılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1.Hukuk Dairesi’nin 31.10.2011 gün ve 2011/9604 E.-2011/11134 K. sayılı bozma ilamı ile;
(...Dava, muris muvazaası ile akde aykırılık hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil olmadığı takdirde tazminat isteklerine ilişkindir.
Mahkemece; yapılan temlikin 01.04.1974 tarih, ½ sayılı İçtihadı birleştirme Kararı uyarınca muvazaa ile illetli olduğu gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir.
Gerçekten de; akde aykırılıktan dolayı açılacak davaların miras bırakan tarafından açılması gerektiği bu yönde mirasçıların dava açmaya haklarının bulunmadığı gözetilerek mahkemece; bu isteğe hukuki netice bağlanmaması isabetlidir.
Ancak; iptal ve tescil davaları son kayıt malikine karşı açılır ve her dava açıldığı tarihteki koşullara tabidir. Eldeki dava 21.05.2010‘da 15.04‘de Bahtınur’a karşı husumet tevcih edilerek ikame edilmişse de bu saat itibariyle kendisine husumet yöneltilen davalı taşınmaz maliki değildir. Dava tarihinde davalı kayıt maliki olmadığına göre açılan davanın dinlenme olanağından söz edilemez. Dâhili dava yoluyla da bir kimseye taraf sıfatı verilmesine de olanak yoktur. Ne var ki; 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Yasada öngörülen hükümler usule ilişkin olup kamu düzeni ile ilgilidir. Ayrıca bu Yasanın geçici 3.maddesi 1086 sayılı HUMK’nun 427 ila 434.maddelerinin temyiz aşamasında uygulanacağını bir başka ifadeyle anılan maddeler dışındaki yasal düzenlemelerin eldeki davalara da tatbik edilmesi gerekeceğini öngörmüştür. Buna göre; dava tarih ve saatinden 24 dakika önce taşınmazın satış yoluyla temlik edilmesi ve temellük eden Hasan’ın davaya dâhil edilerek işin esası bakımından neticeye gidilmiş olması 6100 sayılı HMK’nun 124/3.maddesi hükmüne uygundur.
Öte yandan; ölünceye kadar bakıp gözetme sözleşmesi, taraflarına karşılıklı hak ve borçlar yükleyen bir bağıttır. (B.K.m.5ll). Başka bir anlatımla ivazlı sözleşme türlerindendir. Bu sözleşme ile bakım alacaklısı, sözleşme konusu malın mülkiyetini bakım borçlusuna geçirme, bakım borçlusu da bakım alacaklısına yasanın öngördüğü anlamda ölünceye kadar bakıp gözetme yükümlülüğü altına girer.(B.K.m.5l4).
Hemen belirtmek gerekir ki, bakıp gözetme koşulu ile yapılan temliki işlemin geçerliliği için sözleşmenin düzenlendiği tarihte bakım alacaklısının özel bakım gereksinimi içerisinde bulunması zorunlu değildir. Bu gereksinmenin sözleşmeden sonra doğması ya da alacaklının ölümüne kadar çok kısa bir süre sürmüş bulunması da sözleşmenin geçerliliğine etkili olamaz.
Kural olarak bu tür sözleşmeye dayalı bir temlikinde muvazaa ile illetli olduğunun ileri sürülmesi her zaman mümkündür. En sade anlatımla muvazaa, irade ile beyan arasında kasten yaratılan aykırılık olarak tanımlanabilir. Böyle bir iddia karşısında, asıl olan tarafların akitteki gerçek ve müşterek amaçlarının saptanmasıdır.(B.K.m.l8). Şayet bakım alacaklısının temliki işlemde bakıp gözetilme koşulunun değil de, bir başka amacı gerçekleştirme iradesini taşıdığı belirlenirse (örneğin mirasçılarından mal kaçırma düşüncesinde ise), bu takdirde akdin ivazlı (bedel karşılığı) olduğundan söz edilemez; akitte bağış amacının üstün tutulduğu sonucuna varılır. Bu halde de Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu"nun 0l.04.1974 gün ve l/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararı olayda, uygulama yeri bulur.
Miras bırakanın, ölünceye kadar bakıp gözetme karşılığı yaptığı temlikin muvazaa ile illetli olup olmadığının belirlenebilmesi içinde, sözleşme tarihinde murisin yaşı, fiziki ve genel sağlık durumu, aile koşulları ve ilişkileri, elinde bulunan mal varlığının miktarı, temlik edilen malın, tüm mamelekine oranı, bunun makul karşılanabilecek bir sınırda kalıp kalmadığı gibi bilgi ve olguların göz önünde tutulması gerekir.
Eldeki davada; yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde bir değerlendirme yapılarak sonuca varıldığından söz edebilme olanağı yoktur.12.05.2010 tarihinde ölen murisin yedi kızı, bir oğlu bulunmaktadır. Kızlardan beşi davacı, tek oğlu Ahmet’in eşi miras bırakının gelini olan Bahtınur ise davalıdır. Muris 97 yaşında ölmüştür. Ölünceye kadar davalı gelini ve onun eşi Ahmet’le birlikte aynı çatı altında hayatını idame ettirmiş, maddi ve manevi, sosyal beşeri her türlü ihtiyacı davalı tarafından karşılanmış ve bakım koşulları yerine getirilmiştir. Esasen temlikten sonra muris, 6 yıl daha yaşamış bu süre içerisinde miras bırakan akde aykırılıktan da bir dava açmamıştır. Ayrıca miras bırakının davalının eşi olan oğlu Ahmet’e yaptığı temliklere ilişkin olarak açılan muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı davaların kabulle sonuçlanmış olması davalıya yapılan temlikin de muvazaalı olduğunu göstermez ve karine teşkil etmez.
Öyle ise; yukarıda açıklanan ilke ve olgular çerçevesinde somut olaya bakıldığında; miras bırakanın gerçek iradesinin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı olmadığı kabul edilmelidir. Buna göre ikinci el konumundaki taşınmazı temellük edenin iyiniyetli olup olmadığı neticeye etkili değildir.
Hal böyle olunca; davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile davanın kabulüne karar verilmesi doğru olmadığı gibi kabul tarzı itibari ile de davalı ile ondan temellük eden Hasan’ın el ve işbirliği içinde oldukları kabul edildiğine göre gerek yargılama giderlerinden gerekse avukatlık ücretinden birlikte sorumlu tutulmalarının gözetilmemesi de isabetli değildir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava; muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil, olmazsa tazminat istemine ilişkindir
Davacılar vekili; miras bırakan Muhammet Aydın"ın sahibi olduğu 4904 ada 1 parsel sayılı taşınmazını 2004 yılında "ölünceye kadar bakma akdi" karşılığında davalı gelini Bahtınur’a temlik ettiğini, onun da muvazaayı gizlemek amacı ile dâhili davalı Aydın’a devrettiğini, yapılan işlemlerin diğer mirasçılardan (kız çocuklarından) mal kaçırma amacıyla yapıldığını ileri sürerek, tapunun iptali ile davacılar adına miras payları oranında tescile, aksi durumda tazminata karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalılar vekili; iddiaların yersiz olduğunu, davalı Bahtınur’un bakım görevini yerine getirildiğini, dâhili davalı Hasan’ın da iyiniyetli olduğunu bildirip davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece; yapılan temliklerin 01.04.1974 tarih, 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca, muvazaa ile illetli olduğu gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiş, davalılar vekilinin temyizi üzerine, Özel Dairece yukarıda açıklanan nedenlerle karar bozulmuştur.
Yerel Mahkemece, önceki gerekçeler genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiş, direnme kararı davalılar vekili tarafından temyiz edilmiş, direnme kararı YHGK’un 05.12.2012 gün ve 2012/1-1132-1080 sayılı ilamı ile kısa karar gerekçeli karar çelişkisinden bozulmuş; Yerel Mahkemece bu bozma ilamına uyularak aynı gerekçelerle Özel Daire bozma ilamına tekrar direnilmiş, karar davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; miras bırakan tarafından davalı gelinine ölünceye kadar bakım koşulu ile yapılan temlik işleminin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle, muvazaa kavramı üzerinde durulmasında yarar vardır. İrade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanan muvazaa, pozitif hukukumuzda mülga 818 sayılı BK’nun 18.maddesinde düzenlenmiştir. BK’nun 18.maddesinde “bir akdin şekil ve şartlarını tayinde, iki tarafın gerek sehven, gerek akitteki hakiki maksatlarını gizlemek için kullandıkları tabirlere ve isimlere bakılmayarak, onların hakiki ve müşterek maksatlarını aramak lazımdır” ifadeleri mevcuttur. (Benzer hükmede 6098 sayılı TBK’nun 19.maddesinde yer verilmiştir.) Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada bu konu kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır
Gerek öğretide, gerek uygulamada muvazaa; mutlak ve nispi muvazaa şeklinde iki gruba ayrılmaktadır. “Muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibarıyla nispi muvazaa türüdür. Muris muvazaasında miras bırakan, mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla gerçekte bağışladığı taşınmazını, görünüşteki sözleşmede satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi gibi göstererek temlik etmektedir (01.04.1974 tarih, 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı).
Bu noktada; görünürdeki ölünceye kadar bakım sözleşmesi tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli sözleşme de şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar resmi sözleşmenin muvazaa nedeniyle geçersizliğinin tespitini ve tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtilmelidir ki; burada bakım borçlusuna yapılan temlikin gerçek yönünün, eş söyleyişle miras bırakanın irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılması önemlidir. Bunun için de, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul nedeninin bulunup bulunmadığı, bakım borçlusu ve diğer mirasçılarla ilişkileri, murisin yaşı, sağlık durumu, temlik edilen malın tüm mamelekine oranı gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Somut olayda, mülga BK"nun 511. ve takip eden maddelerinde öngörülen ölünceye kadar bakma akdi mevcut olup, bu tür akitlerde; bakım alacaklısının mutlaka akit tarihinde bakıma muhtaç olması şart değildir. Diğer taraftan bakım borçlusunun temlik edenin gelini olmasının, kendisine bakım koşuluyla temlik yapılmasına mani olmadığı gibi, aksine yasal bir düzenleme de bulunmamaktadır. Ayrıca, miras bırakanın ölümünden önceki son üç ayını yatalak halde geçirdiği, davalı gelini Bahtınur’un gerek hastalık dönemi, gerekse sair zamanlarda bakım alacaklısının tüm ihtiyaç ve gereksinimlerini eşi Ahmet’le birlikte karşıladığı, miras bırakanın da temlikten sonra 6 yıl daha yaşadığı, bu süre içerisinde bakım koşulunun yerine getirilmediğine dair bir ihtaratı veya açtığı bir davanın bulunmadığı dosya kapsamıyla sabittir. Bu durumda davalının bakım görevini murisin sağlığında yerine getirdiğinin kabulü gerekir.
Bunun yanında, kural olarak, miras bırakanın elinde bulunan mal varlığının miktarı, temlik edilen malın, tüm mamelekine oranı, bunun makul karşılanabilecek bir sınırda kalıp kalmadığı gibi bilgi ve olguların göz önünde tutulması gerekmektedir. Ne var ki, mahkemece bu yönde bir değerlendirme yapılmamış ise de, dosya içeriğinden, özellikle davacılar tarafından davalının eşi olan mirasçı Ahmet’e yapılan temliklere ilişkin olarak açılan muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı davaların kabulle sonuçlandığı gözetildiğinde, bakım alacaklısının kendisiyle ilgilenilmesi, ihtiyaçlarının kısmen ya da tamamen karşılanmasını teminen temlik ettiği dava konusu taşınmazın makul ölçüde kaldığı da anlaşılmaktadır.
Ayrıca miras bırakının davalının eşi olan oğlu Ahmet’e yaptığı temliklere ilişkin olarak açılan muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı davaların kabulle sonuçlanmış olması nedeniyle davalıya yapılan temlikin de muvazaalı olduğuna karine teşkil edeceği, miras bırakanın iradesinin bölünemeyeceği yönündeki görüşün, anılan davalara konu taşınmazlar ile eldeki davaya konu taşınmazın farklı akitlerle temlik edildiği gözetildiğinde yasalarca teminat altına alınan akit yapma serbestîsi ile bağdaşabileceği söylenemez. Kaldı ki, somut olayda murisin davacılardan mal kaçırmasını gerektiren bir olgunun ve sebebin varlığı da kanıtlanmış değildir.
Tüm bu olgu ve ilkeler karşısında; temlikteki asıl amacın mirasçıdan mal kaçırmak değil, ölünceye kadar bakıp gözetme olduğu, muvazaa ile illetli bulunmadığı anlaşıldığından, Özel Daire bozma kararına uyularak davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçelerle önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı görülmüştür.
Yapılan görüşmeler sırasında, bir kısım üyelerce, mirasbırakanın davalı gelinine yaptığı temlikteki asıl amacın, davalının eşi olan oğlunu diğer mirasçılardan üstün tutmak olduğunu, nitekim diğer dosyalarda mirasbırakanın oğlu Ahmet’e yaptığı devirlerin muvazaalı olduğu hususunun da kesinleşen mahkeme kararları ile belirlendiğini, bu bakımdan davanın kabulüne karar verilmesinin usul ve yasaya uygun bulunduğu ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğunca yukarıda belirtilen nedenlerle benimsenmemiştir.
Bu bakımdan, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olduğundan direnme kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç : Davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Hukuk Genel Kurulu tarafından da benimsenen Özel Dairenin bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı kanunun 440/I.maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 19.03.2014 gününde yapılan görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.