Hukuk Genel Kurulu 2013/624 E. , 2014/322 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ : İstanbul Anadolu 14. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 28/12/2012
NUMARASI : 2012/797-2012/715
Taraflar arasındaki "el atmanın önlenmesi, ecrimisil" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kartal Asliye 3.Hukuk Mahkemesi"nce davanın kısmen kabulüne dair verilen 13/10/2011 gün ve 702 E., 473 K. sayılı kararın incelenmesi taraf vekillerince istenilmesi üzerine, Yargıtay 1.Hukuk Dairesi"nin 17/04/2012 gün ve 14620 E., 4409 K. sayılı ilamıyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra davanın niteliği gereği duruşma isteğinin reddine karar verilip gereği görüşüldü:
Hukuk Genel Kurulu"nca işin esasının görüşülmesinden önce Mahkemece kısa kararda faize hükmedilmemesine rağmen, direnmeye ilişkin gerekçeli kararda faize hükmedilmesinin 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun 297. (mülga 1086 s. HUMK m.388) maddesi uyarınca kısa karar- gerekçeli karar çelişkisi niteliğinde bulunup bulunmadığı hususu önsorun olarak tartışılmıştır.
Mahkeme kararlarında nelerin yazılacağı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun 297.maddesinde belirtilmiştir. Hüküm sonucu kısmında gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin isteklerin her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların sıra numarası altında açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir.
HMK.nun 294.maddesinin 3. fıkrasında ise “Hükmün tefhimi herhalde hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçirilerek okunması suretiyle olur” hükmüne yer verilmiştir.
Somut olayda; mahkemece kısa kararda faize hükmedilmemesine rağmen, gerekçeli kararda faize hükmedilmek suretiyle kısa karar ile gerekçeli karar çelişkili oluşturulmuştur.
Bu durumda gerekçeli kararın, tefhim edilen karar yanlışta olsa, buna uygun düzenlenmesi gerekmektedir. Yanlışlık ancak Yargıtay yoluna başvurulması ve kararın bozulması halinde düzeltilebilir. Bu aykırılık kamu düzenine ilişkin olup diğer yönler incelenmeden tek başına bozma sebebi olur.Kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki bulunmasının bozma sebebi olduğu ise, 10.4.1992 gün 1991/7-4 K. sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararı gereğidir.
Bu nedenle mahkemece yapılacak iş, tefhim edilen kısa karara uygun gerekçeli karar ve buna uygun hüküm oluşturmak olup buna aykırı direnme kararı usul yönünden bozulmalıdır.
S O N U Ç : Direnme kararının yukarıda gösterilen nedenden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı H.U.M.K."nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcın yatırana geri verilmesine, aynı Kanun"un 440. maddesi uyarınca hükmün tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 19.03.2014 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı miras payı oranında tapu iptali ve tescil olmadığı taktirde tazminat isteğine ilişkindir.
Somut olayda, davacılar miras bırakanın dört kızı ve bir erkek evladıdır. Davalı ise murisin küçük erkek evladı A.. A..’ın resmi nikahlı eşi murisin gelinidir. Miras bırakanın dava dışı kalan iki kız çocuğu daha bulunmaktadır. Ortak miras bırakan M.. A.. 1913 doğumludur. 12.5.2010 tarihinde dul olarak ölmüştür. Eşi ise 2003 yılında ölmüştür. Miras bırakan eşinin ölümünden tahmini bir yıl kadar sonra dava konusu 4904 ada 1 parsel sayılı, 627 m2 miktarlı, tapuda arsa nitelikli, fiilen üzerinde üç katlı bina olan ve bu binanın giriş katında küçük oğlu Ahmet Aydın ile davalı gelininin market işletmekte olduğu dükkan, birinci katta muris, ikinci katta ise davalı gelini ve oğlunun ikamet etmekte olduğu taşınmazını, tapu memuru huzurunda 7.12.2004 tarihinde, ölünceye kadar bakma akdi ile gelinine temlik etmiştir. Davalı gelin, söz konusu taşınmazı miras bırakanın ölümünden dokuz gün sonra tapuda eşinin arkadaşı olan dahili davalı Hasan Serdar isimli kişiye tapuda satış göstererek devrini yapmıştır. Bu kez, davacılar dava konusu taşınmazın üçüncü kişiye satışının iyi niyetli olmadığını, öncelikle iptal ve tescil, mümkün olmadığı taktirde bedel istemişlerdir.
Davalı gelin ve dahili davalının vekili, ortak dilekçe ile davacıların iddialarının gerçeği yansıtmadığını, davalı gelin ile bakım alacaklısı murisin aynı binada ayrı ayrı bağımsız bölümlerde altlı-üstlü ikamet ettiklerini, murisin ihtiyaçları ve bakımının davalı gelin tarafından karşılandığını, davaya dahil edilen son malikin varlıklı bir kişi olduğunu bedelini ödeyerek satın aldığını davanın reddini savunmuştur.
Yerel mahkemece temlik işleminin muvazaalı olduğu anlaşılmakla davanın kabulüne, davalı son malik adına olan tapu kaydının iptali ile miras payları oranında davacılar adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmiştir.
Söz konusu karar davalı ve dahili davalının ortak vekili tarafından bozma istekli olarak temyiz edilmiştir.
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 31.10.2011 tarih 2011/9604-11134 Esas ve Karar sayılı kararıyla mahalli mahkemenin kararının kesin olarak bozulmasına, bir başka anlatımla davanın reddine karar verilmesi gerekirken, kabulünün isabetsiz olduğundan bahisle bozulmuştur.
Davacılar vekili, yerel mahkemece önceki kararda ısrar edilmesini talep etmiştir.
Davalılar vekili ise, bozma ilamına uyulmasını istemiştir.
Yerel mahkeme, 12.3.2012 günü önceki kararda ısrar edilmesine kararını vermiştir.
Mahalli mahkeme de, yargılamalar yapılırken, keşif yapılmış, bilirkişiler ilk akit tarihine ve dava tarihine göre taşınmazın değerlerini belirlemişlerdir. Açıklanan olgular yanların ve mahkemenin kabulündedir. Uyuşmazlık, miras bırakan tarafından tapu memuru huzurunda ölünceye kadar bakım sözleşmesiyle davalı gelin adına yapılan temlikin muvazaalı olup olmadığında toplanmaktadır.
Gerçekten de, bakım alacaklısı olan miras bırakan, sağlığında, kendisine bakılmadığı yolunda, bakım borçlusu gelini aleyhine herhangi bir dava açmamıştır. Bakım alacaklısının açmadığı bu tür bir davayı ölümlüyle mirasçılara açamaz. Yada, mirasçıların bu nitelikte açmış oldukları davanın dinlenme olanağı bulunmamaktadır.
Ancak, buna karşılık ölümünden sonra beş mirasçısı işlemin muvazaalı olduğunu ileri sürerek iptal ve tescil istemiştir. Burada murisin gerçek irade ve arzusunun mirasçıdan mal kaçırmak mı yada ölünceye kadar bakım koşuluyla mı işlem yapıldığının belirlenmesi gerekir. Bunun için murisin yaşı, tüm malvarlığı gibi ölçütlerin bir arada değerlendirilmesi gerekir. Dinlenen davacı tanıkları özetle; murisin varlıklı olduğunu arsalarının bulunduğunu, sosyal güvencesinin olmadığını, evi olması nedeniyle kira ödemediğini, bu evinde davalı ile altlı-üstlü yaşadığını tüm çocuklarıyla dargınlığının bulunmadığını, murisin davalı gelinin kocası Ahmet’i çok sevdiğini, davalı gelinin ev hanımı olduğunu, kocası Ahmet’le market işlettiğini, murisin ölmeden üç yıl kadar önce hastalandığını ve son üç ayında yatalak olduğunu, yatalak olduğu süresi içinde tüm çocuklarının murisin evinde kalarak dönüşümlü olarak bakımını yaptıklarını, murisin birçok gayrimenkulünü satarak hayır işlerinde bedelini harcadığını söylemişlerdir. Buna karşılık murisin dava açmayan diğer iki kızı ve davalı tanıkları murisin maddi durumunun iyi olduğunu, paraya ihtiyacının bulunmadığını, büyük oğlu davacılardan Şefik ile dargın olduğunu, son 5-6 ayında yatağa bağımlı kaldığını, hastalığı döneminde tüm kızlarının dönerli şekilde murisin evinde yatıya kalarak baktığını söylemişlerdir.
Bundan öte, miras bırakan, sağlığında, davalı gelininin kocası ve murisin küçük oğlu Ahmet Aydın’a tapudaki doğrudan veya vekalet yoluyla yaptığı ayrı ayrı temliklerle altı adet çaplı taşınmazını devir etmiştir. Bu temliklerle ilgili olarak davacıların davalı küçük oğlu Ahmet aleyhine yada Ahmet’in muvazaalı olarak devir ettiği ve iyi niyet savunmasında bulunan emanetçiye yapmış olduğu devirlerle ilgili olarak açılan muvazaa iddiasına dayalı iptal ve tescil ve HUMK.nun 186. maddesine dayalı özgüleme sonucunda yerel mahkemece verilen kararlarda bu davalardan beş adeti kabulle sonuçlanmış temyiz edilmekle, Yargıtay 1. Hukuk Dairesince onanmıştır. Altıncı davanın da kabulle sonuçlandığı ancak henüz Yargıtay denetimine gelmediği anlaşılmaktadır. Eldeki derdest davada ise mahkemece ortak miras bırakan üzerinde bulunan diğer tapulu taşınmazların resen araştırması yapılmadığı gibi davacılar yada davalılar bu konuda herhangi bir iddia ve savunmada bulunmamışlar ve temyiz dilekçelerinde de bu konuyu gündeme getirmemişlerdir.
Somut olayın bir benzeri Yargıtay Kararlar Dergisinin Cilt:40, Şubat -2014, Sayı:2, Sayfa:265 ila 268 arasında yayınlandığı üzere kısaca açıklamak gerekirse: miras bırakanlar Tahir ve Selimi’ye (anne ve baba) o davaya konu toplam 13 adet çaplı taşınmazlarını üç ayrı tarihte tapuda ölünceye kadar bakma akdi ile davalı gelini Gülseren ile Gülseren’in nikahlı eşi miras bırakanların erkek çocukları olan Necmettin’e temlik ettikleri, miras bırakan Selimiye’nin 2005 yılında, diğer miras bırakan Tahir’in ise 2010 yılında öldüğü murislerin diğer kızı Fatma olduğu, kendisine miras bırakanlar tarafından temlik yapılan erkek çocuk Necmettin’in bu taşınmazları üçüncü kişilere sattıkları, davacı kız çocuğu tarafından tapuda yapılan bu temliklerin kendisinden mal kaçırmak amacıyla muvazaalı olduğu iddiasıyla iptal ve tescil davası olduğu, Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin bu tür uyuşmazlıklar için ilkesinin “…davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılması, bir içi sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan; bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesinin de büyük ama önem taşıdığı, bunun için ülke ve miras bırakanların yaşadıkları yerin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı tarafın satın alma gücünün olup olmadığı, tapudaki devir bedeli ile sözleşmenin yapıldığı tarihteki gerçek bedel arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasının zorunlu olduğu…” araştırılmaktadır. Bu zorunlu ilke ve kurallar konulduktan sonra Yargıtay Karar Dergisindeki 12.6.2013 gün 2013/9933-9763 Esas ve Karar sayılı bozma kararındaki Dairenin gerekçesi: somut olaya gelince, miras bırakanların tüm malvarlığına yakın bölümünü teşkil edecek nitelikteki eldeki davaya konu 13 adet taşınmazını davalılara ölünceye kadar bakım akdiyle temlik ettikleri kayden sabittir. Somut bu olgu yukarıda değinilen ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde miras bırakanlar Tahir ve Selimiye’nin ölünceye kadar bakma akdini daha az miktarda taşınmaz devrederek sağlama imkanı varken, çok fazla sayıda taşınmazları temlik etmekte ki gerçek iradelerinin aslında bakım sözleşmesi yapmak değil, davacı kız çocuğu olan mirasçıdan temliki yaptıkları davalı erkek çocuğuna ve gelinine mal kaçırmak amaçlı olduğu sonucuna varılmaktadır. Hal böyle olunca yerel mahkemece davanın reddi doğru olmamıştır. Davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, reddi isabetsizdir. Bozma yapılmıştır.
Elbette ki, bir olay diğer olaya emsal teşkil etmez. Ancak, olaylara uygulanacak hukuk kurallarının sapma gösterilmeden her olaya eşit olarak uygulanması gerekir. Bir başka anlatımla Hukuk Genel Kurulunun da bir diğer görevi içtihatlar arasındaki aykırılığı gidererek yerel mahkemeler için bağlayıcı Yargıtay Hukuk Daireleri için yol gösterici nitelikte içtihat yaratmaktır.
Hukuk Genel Kurulunda görüşülen eldeki dosya ki ısrar kararına konu olan 1. Hukuk Dairesinin kararıyla az yukarıda atıfta bulunulan ve kısmen değinilen aynı Dairenin kararında miras bırakanlar, davacının cinsiyeti, ölünceye kadar temlik yapılan kişiler ve emanetçiler ile az yukarıda değinilen ilkeler ve deliller göz önünde bulundurulduğunda; somut olayda miras bırakan aynı çatı altında ve başlangıçta murise ait olan ayrı ayrı dairelerde ikamet ettikleri, murisin varlıklı olduğu, davalının eşi olan küçük oğlu Ahmet’i çok sevdiği ve onu diğer evlatlarından üstün tuttuğu, Ahmet ile birlikte davalı gelinine toplam yedi adet çaplı taşınmazını devrettiği, daha az bir taşınmazını devir ederek bakılma imkanının söz konusu olabileceği, murisin gerçek amacının davacı kızları ile sevmediği diğer erkek çocuğundan malvarlığının büyük bir kısmını kaçırdığı anlaşılmakla direnme kararının doğru olduğu kanaatindeyim.
Açıkladığım tüm bu nedenlerle ve atıfta bulunduğum aynı dairenin bir diğer kararı ve emsal birçok kararı dikkate alındığında temlik işlemi murisin dört adet kızı ve bir erkek çocuğundan mal kaçırmak amacıyla muvazaalı temlik yaptığı, bu muvazaa olgusunun lehine temlik yapılan kişinin de murisin ölümünü müteakip kısa bir süre içerisinde emanetçiye devrettiği sonuç ve kanaatine varılmaktadır.
Tüm bu nedenlerle yerel mahkemenin ısrar kararının somut olaya, dosyadaki delillere, oluşan vicdani kanaatine ve az yukarıda değindiğim aynı dairenin bire bir örtüştüğünü düşündüğüm diğer kararına uygun olduğundan onanması gerektiği kanaatindeyim. Bu nedenlerle sayın çoğunluğun karşı yönde tezahür eden görüşlerine katılamıyorum.