10. Hukuk Dairesi 2017/3309 E. , 2019/5851 K.
"İçtihat Metni"Mahkemesi :İş Mahkemesi
Dava, rücuan tazminat istemine ilişkindir.
Mahkemece, yapılan yargılama neticesinde hükümde belirtilen gerekçelerle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Hükmün, davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
1-Mahkemece verilen karara ilişkin olarak davalı vekili tarafından, müvekkiline yapılan tebligatların geçersiz olduğundan bahisle temyiz dilekçesi verildiği, mahkemece, Tebligat Kanununun 21. madesine göre usulüne uygun tebligat yapıldığından bahisle Ek karar ile temyiz isteminin reddine karar verildiği, davalı vekilinin bu defa ek kararı süresi içinde temyiz ettiği anlaşılmaktadır;
7201 sayılı Tebligat Kanunu, 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6099 sayılı Kanunla değiştirildikten sonra, gerçek kişilere yapılacak tebligatla ilgili olarak iki aşamalı bir yol benimsenmiştir.
a) Bu kanun değişikliğine göre, muhatabın adres kayıt sistemindeki adresine, Kanunun 21/2. maddesi uyarınca doğrudan tebligat yapılması mümkün değildir. Muhataba çıkarılan ilk tebligatın, öncelikle bilinen veya gösterilen en son adresine, mavi renkli zarf kullanılmaksızın ve adres kayıt sistemindeki adres olduğuna ilişkin şerh verilmeksizin Kanunun 10. maddesine göre normal bir şekilde çıkarılması gerekir. Muhatabın bu adreste bulunmaması durumunda, tebliğ memurunca Kanunun 20 ve 21. maddesinin birinci fıkrası ile Tebligat Yönetmeliğinin 29. maddesi uyarınca, muhatap lehine olan araştırmalar yapılarak tebligatın kendisine ulaşması ve bilgilendirme işlemlerinin yerine getirilmesi gerekir.
b) Muhatabın gösterilen adresten sürekli olarak ayrılması ve yeni adresinin de tebliğ memurunca tespit edilememesi durumunda, tebliğ evrakının tebligatı çıkaran mercie geri gönderilmesi gerekir. Ancak bu aşamadan sonra, Kanunun 10/2 ve Yönetmeliğin 16/2. maddeleri nazara alınarak, tebliğ evrakının açık mavi renkli zarfla, adresin muhatabın adres kayıt sistemindeki yerleşim yeri adresi olduğu belirtilerek, Kanunun 21/2. maddesine göre tebliği mümkün olabilecektir.
Tebligat Kanununun 10/2 ve 21/2. maddeleri farklı şekilde yorumlanarak, muhatabın adres kayıt sistemindeki yerleşim yeri adresine doğrudan doğruya 21/2. maddesine göre tebligat çıkartılması muhatabın savunma hakkını kısıtlayacağından, Anayasanın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesine ve Tebligat Kanununun yukarıda bahsi geçen hükümlerine aykırı olacaktır.
Yukarıda açıklanan ilkeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde: Davalı ..." e yapılan gerekçeli karar tebligatının, 7201 sayılı Tebligat Kanununa aykırı olarak ilk seferde, doğrudan 21/2. maddesine göre, bu davalının adres kayıt sistemindeki adresine yapıldığı ve usulüne uygun olmadığı görülmekle,usulüne uygun olmayan bu tebligata dayanılarak temyiz isteminin reddine karar verilmesi isabetsiz bulunduğundan, 06.04.2017 tarihli EK KARARIN BOZULARAK ORTADAN KALDIRILMASINA,
2-Davalı vekilinin işin esasına ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesine gelince;
Dava, 20.02.2012 tarihli iş kazası sonucu sürekli iş göremezlik durumuna giren sigortalıya bağlanan peşin sermaye değerli gelir ile yapılan masraf ve ödemelerden oluşan Kurum zararının rücuan tahsili istemine ilişkin olup, davanın yasal dayanağı 5510 sayılı kanunun 21 ve 23. maddeleridir.
Rücu davaları, kusur sorumluluğuna dayanmakta olup, iş kazasında kusuru olanlar davacı Kurumun rücu alacağından kusurları karşılığında sorumludur. Kusurun belirlenmesinde ise; zararlandırıcı sigorta olayının ne şekilde oluştuğunun, dosya içeriğindeki tüm deliller taktir olunarak belirlenmesi ve kabul edilen maddi olgular doğrultusunda, konusunda uzman sayılacak kişilerden oluşturulacak bilirkişi heyetinden, aynı olay nedeni ile daha önce açılmış ve kesinleşmiş tazminat ve ceza davaları varsa, bu davalardaki kusur raporları ile çelişki oluşturmayacak şekilde kusur oran ve aidiyeti konusunda rapor alınması gereklidir. Kusur durumu saptanırken, iş güvenliği mevzuatına göre hangi önlemlerin alınması gerektiğinin, bu önlemlerin işverence alınıp alınmadığının ve alınmış önlemlere sigortalı işçinin uyup uymadığının, 5510 sayılı Kanunun 21. maddesi, iş kazası tarihinde yürürlükte olan 4857 sayılı İş Kanununun 77. maddesi çerçevesinde değerlendirilerek belirlenmesi gerekir.
Sigortalı veya hak sahipleri tarafından tazmin sorumluları aleyhine açılan tazminat davalarında alınan kusur tespitine ilişkin bilirkişi raporları ile ulaşılan sonuçlar, rücu davasında Kurumun taraf olmaması nedeniyle bağlayıcı nitelikte bulunmamakta ise de işçi sağlığı ve iş güvenliği kuralları yönünden ayrıntılı irdeleme içermesi halinde güçlü delil olarak kabul edilmektedir.
Dosya kapsamından, işyerinin 04.10.2011 de "bina dış cephe monteleme" mahiyeti ile kapsama alındığı, 20.02.2012 tarihli iş kazası tarihinde işe giriş bildirgesinin verildiği, kazalının nalburiye dükkanında çalıştığının iddia edildiği, kazanın ise dava dışı ..." na ait halen yapımı devam eden inşaat işyerinde meydana geldiği, kazalının yaptığı iş ve kazanın meydana geldiği inşaat sahibinin kusur durumunun Sosyal Güvenlik Kurumu Denetmen Raporunda ve mahkemece alınan kusur raporunda irdelenmediği, kazalı tarafından açılmış tazminat davası bulunup bulunmadığının araştırılmadığı anlaşılmaktadır.
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında Mahkemece, kazalının çalıştığı iş yeri ve kaza esnasında yaptığı iş ile tazminat dosyası araştırılmalı, varsa celp edilerek irdelenmeli, tazminat dosyasının kesinleşmesi halinde tazminat davasında verilen kararın güçlü delil oluşturduğu hususu gözetilmek ve davalı ile özellikle kazanın meydana geldiği dava dışı inşaat sahibi ve varsa diğer kişilerin kusur oran ve aidiyetleri; iş kazasının gerçekleştiği iş kolu ile iş güvenliği alanında uzman kişilerden seçilecek bilirkişi kurulundan yeniden kusur raporu aldırılmak suretiyle maddi oluşa ve kanuna uygun olarak belirlenmeli ve sonucuna göre karar verilmelidir.
Yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurulmaksızın, eksik inceleme ve araştırma sonucu, yazılı şekilde hüküm kurulması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O hâlde, davalı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davalıya iadesine, 04.07.2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.