Esas No: 2017/243
Karar No: 2019/1061
Karar Tarihi: 15.10.2019
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/243 Esas 2019/1061 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
Taraflar arasındaki “ödeme emrinin iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Sakarya 2. İş Mahkemesince davanın reddine dair verilen 26.05.2015 tarihli ve 2015/957 E., 2015/264 K. sayılı karar davacının temyizi üzerine Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 17.11.2015 tarihli ve 2015/16765 E., 2015/20439 K. sayılı kararı ile;
“... Dava, ödeme emrinin iptali istemine ilişkindir.
Mahkemece, 6183 sayılı Kanun"un 58. maddesi gereğince 7 günlük hak düşürücü süre içerisinde açılmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Dosyadaki kayıt ve belgelerden, davaya konu ödeme emirlerinin davacının işçisi Selçuk Ekinci imzasına 17/12/2014 tarihinde tebliğ edildiği, davanın ise 26/12/2014 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır.
7201 sayılı Tebligat Kanunu"nun Muhatabın muvakkaten başka yere gitmesi başlıklı 20. maddesi" 13, 14, 16, 17 ve 18 inci maddelerde yazılı şahıslar, kendisine tebliğ yapılacak kimsenin muvakkaten başka yere gittiğini belirtirlerse; keyfiyet ve beyanda bulunanın adı ve soyadı tebliğ mazbatasına yazılarak altı beyan yapan tarafından imzalanır ve tebliğ memuru tebliğ evrakını bu kişilere verir. Bu kişiler tebliğ evrakını kabule mecburdurlar. Kendisine tebliğ yapılacak kimsenin muvakkaten başka bir yere gittiğini belirten kimse, beyanını imzadan imtina ederse, tebliğ eden bu beyanı şerh ve imza eder. Bu durumda ve tebliğ evrakının kabulden çekinme halinde tebligat, 21 inci maddeye göre yapılır. (Değişik son cümle: 19/3/2003-4829/4 md.) Bu maddeye göre yapılacak tebligatlarda tebliğ, tebliğ evrakının 13, 14, 16, 17 ve 18 inci maddelerde yazılı kişilere verildiği tarihte veya ihbarname kapıya yapıştırılmışsa bu tarihten itibaren onbeş gün sonra yapılmış sayılır." hükmünü içermektedir. Bu durumda muhatabın geçici olarak tebligat evrakında yazılı adreste bulunmaması halinde muhatabın geçici olarak başka bir yerde olduğu ve bu durum hakkında beyanda bulunanın adı ve soyadının da tebliğ mazbatasına yazılması gerekmektedir.
Somut olayda, davacı hakkında çıkartılan ödeme emirlerine ilişkin tebliğ evrakında davacının adreste bulunup bulunmadığı, belirtilen adreste bulunmaması halinde bu durumun tebliğ mazbatasına yazılmadığı, bu haliyle davacı hakkında çıkartılan ödeme emri tebliğinin usulüne uygun olmadığı açıktır.
Mahkemece yapılacak iş, davanın süresinde açıldığının kabul edilerek, yargılamaya devamla işin esasına girerek sonucuna göre karar vermekten ibarettir.
Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular nazara alınmaksızın yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde davacının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır..."
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanun"la değişikliği öncesi hâliyle 438. maddesinin 2. fıkrası hükmü gereğince direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağından davacının duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, ödeme emrinin iptali istemine ilişkindir.
Davacı; davalı Kurum tarafından gönderilen 2009/13563, 2009/13564 ve 2009/13565 takip sayılı ödeme emirlerinin tarafına 19.12.2014 tarihinde tebliğ edildiğini, söz konusu ödeme emirlerinin haksız ve hukuka aykırı olduğunu ileri sürerek dava konusu ödeme emirlerinin iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı ... vekili; davacıya ödeme emirlerinin 17.12.2014 tarihinde tebliğ edildiğini, davanın ise 6183 sayılı Kanun"da öngörülen 7 günlük süreden sonra açıldığını, davacının iddialarının yerinde olmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Yerel Mahkemece; 6183 sayılı Kanun"un 58. maddesinde ödeme emrine karşı dava açma süresinin 7 gün ile sınırlandırıldığı, iptali talep edilen 2009/13563, 13564 ve 13565 takip sayılı ödeme emirlerinin davacıya 17.12.2014 tarihinde tebliğ edildiği, davanın ise 7 günlük hak düşürücü süre geçtikten sonra 26.12.2014 tarihinde açıldığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacının temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece; davacının dava dilekçesinde ve yargılama aşamasında ödeme emrinin tebliğinin usulsüz olduğuna ilişkin herhangi bir iddia ve talebinin bulunmadığı, ödeme emri tebliğinin usulüne uygun olarak yapılıp yapılmadığı hususunun maddi hukuka dayalı bir sebep olmayıp takip hukukuna ilişkin olduğu, bu nedenle bu yöndeki irdelemenin mahkeme tarafından resen yapılmasının mümkün olmadığı, 6100 sayılı HMK"nın 25. maddesinin 1. fıkrasında açıkça düzenlendiği gibi hâkimin iki taraftan birinin ileri sürmediği hususları kendiliğinden dikkate alamayacağı, aynı Kanun"un 26. maddesinin 1. fıkrasında da hâkimin tarafların talep sonuçları ile bağlı olup fazlasına veya başka bir şeye karar verilemeyeceğinin açıkça düzenlendiği, ödeme emri tebliği usulsüzlüğünün kamu düzenine ilişkin hususlardan da olmadığı, ödeme emri tebliğinin usulsüz olduğunun resen nazara alınamayacağı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olay bakımından ödeme emri tebliğ işleminin usulüne uygun olup olmadığının yerel mahkemece resen dikkate alınıp alınamayacağı, yapılan tebligatın geçerli olup olmadığı ve burada varılacak sonuca göre ödeme emirlerinin iptali istemli davanın süresinde açılıp açılmadığı noktasında toplanmaktadır.
Somut olayda, dava dışı Özel Karasu Bilgi Eğitim Hizmetleri Tic. Ltd. Şti."ne ait 2 8531 01 01 1039623 054 05-07 sicil numaralı işyerinin 2008/4. ayı ile 2009/7. ayları arasındaki çeşitli dönemlere ait prim, işsizlik sigortası primi ve damga vergisi borçları nedeniyle Kurum tarafından 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun kapsamında takip başlatıldığı, söz konusu takip nedeniyle düzenlenen ödeme emirlerinin şirket ortağı olması nedeniyle davacıya 17.12.2014 tarihinde tebliğ edildiği, davanın 26.12.2014 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere, “Türk Sosyal Sigortalar Sistemi” ağırlıklı olarak primli rejime dayanmaktadır. Kurumun sosyal sigorta yardımlarını sağlaması, en önemli gelir kaynağı olan sigorta primlerinin zamanında ve eksiksiz olarak ödenmesine bağlıdır.
Bu konudaki ilk yasal düzenlemeyi içeren mülga 506 sayılı Kanun’un 80. maddesinin ilk şeklinde prim alacağının tahsili İcra ve İflas Kanunu hükümlerine göre yapılmakta iken, 01.12.1993 tarihli ve 3917 sayılı Kanun’un 1. maddesi uyarınca yapılan değişiklik ile 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında Kanun hükümlerine tabi kılınmış; 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 88. maddesinde de Kurumun prim ve diğer alacaklarını 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkındaki Kanun uyarınca takip ve tahsil edeceği düzenlemesine yer verilmiştir.
Prim borçları, bu düzenlemeler ile kamu alacağı derecesine getirilerek, takip ve tahsilinde, icra ve iflas hukukuna göre çabukluk ve sadelik sağlanmak istenmiştir. Gerek mülga 506 sayılı Kanun, gerekse yürürlükte bulunan 5510 sayılı Kanun"da yer alan aynı yöndeki düzenlemeler primlerin zamanında ve düzenli olarak tahsilini sağlamaya yöneliktir. Takip yetkisinin bizzat Kuruma tanınmış olması da aynı amaca hizmet etmektedir.
Davanın yasal dayanağını oluşturan 6183 sayılı Kanun’un 58. maddesine göre; kendisine ödeme emri tebliğ olunan şahıs, böyle bir borcu olmadığı veya kısmen ödediği veya zamanaşımına uğradığı hakkında tebliğ tarihinden itibaren yedi (7) gün içinde alacaklı tahsil dairesine ait itiraz işlerine bakan vergi itiraz komisyonu nezdinde itirazda bulunabilir. İtiraz etmezse borç kesinleşmiş olur.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 10.04.2001 tarihli ve 2002/21-201 E., 2002/297 K. ve 24.03.2004 tarihli ve 2004/10-164 E., 2004/170 K. sayılı kararlarında da benimsendiği üzere itiraz davası için öngörülen yedi (7) günlük sürenin hak düşürücü nitelikte olduğu konusunda kuşku bulunmamaktadır.
Hak düşürücü süre hak sahibinin hakkın korunması için kanun veya sözleşme ile belirlenen süre içerisinde belirlenen eylem veya işlemleri yapmaması nedeniyle hakkın sona ermesi sonucunu doğuran süredir.
Hak düşürücü sürelerin kanunla düzenlenmesi asıldır. Tarafların sözleşme ile hak düşürücü süreleri belirlemeleri, bu süreleri değiştirmeleri veya ortadan kaldırmaları mümkün değildir. Hak düşürücü süreler hakkı tamamen sona erdiren, yok eden, düşüren sürelerdir. Hak sahibi alacaklı kanunla veya sözleşme ile belirlenen süre içerisinde öngörülen eylem veya işlemleri yapmadığı takdirde o hak tamamen ortadan kalkmakta, silinmekte düşmektedir. Artık o hakkın istenmesi, dava ve takip edilmesi mümkün değildir.
Hak düşürücü sürenin sonunda hakkın sona ermesi için karşı tarafın borçlunun bir eylem veya işlem yapmasına gerek yoktur. Hak düşürücü süre geçmekle kendiliğinden son bulur (Tekinay/Akman/ Burcuoğlu/Altop: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C. 2, İstanbul 1985-1988, s. 1385 vd , Reisoğlu, S.: Genel Hükümler, İstanbul 2002, s. 348).
Hak düşürücü süreler itiraz niteliği taşırlar. Taraflar hak düşürücü süreyi davanın her aşamasında hatta kararın bozulmasından sonra da ileri sürülebilirler. Ayrıca hak düşürücü sürelerin incelenmesi tarafların iradelerine bırakılmamıştır. Hâkim tarafından kendiliğinden göz önünde tutulması, araştırma ve inceleme konusu yapılması gerekmektedir (Feyzioğlu, N. F.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C. 1-2, İstanbul 1976, s. 521).
6183 sayılı Kanun açısından ödeme emrinin tebliği ise özellik arz etmektedir. Kanun"un 8. maddesine göre, aksine hüküm bulunmadıkça bu kanunda yazılı tebliğlerin yapılmasında 213 sayılı Vergi Usul Kanunu hükümlerinin uygulanması gerekmektedir ve tebliğe ilişkin hükümler 213 sayılı Kanun"un 93 vd. maddelerinde düzenlenmiştir.
Dava konusu ödeme emirlerinin tebliğine ilişkin olarak 213 sayılı Kanun"un 94. maddesinin 3. fıkrasında; “Tebliğ, kendisine tebligat yapılacak kimsenin bulunmaması hâlinde ikametgâh adresinde bulunanlardan veya işyerlerinde memur ya da müsdahdemlerinden birine yapılır. (Muhatap yerine bu şekilde kendisine tebliğ yapılacak kimsenin görüşüne nazaran 18 yaşından aşağı olmaması ve bariz bir surette ehliyetsiz bulunmaması gerekir.)” düzenlemesine yer verilmiştir.
Ancak, mülga 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu"nun 132. maddesinde, “Bu kanun gereğince yapılacak bildiriler hakkında 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümleri uygulanır.” hükmü yer almaktadır. Benzer bir düzenlemeye 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu"nun 99. maddesinde yer verilmiş olup “Bu kanun gereğince yapılacak bildiriler hakkında 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümleri uygulanır.” denilmiştir.
Ayrıca 7201 sayılı Tebligat Kanunu"nun 1. maddesi " ... (IV) sayılı cetvelde yer alan sosyal güvenlik kurumları ... tarafından yapılacak elektronik ortam da dâhil tüm tebligat, bu Kanun hükümlerine göre Posta ve Telgraf Teşkilatı Genel Müdürlüğü veya memur vasıtasıyla yapılır" şeklindedir. (IV) sayılı cetvelde de Sosyal Güvenlik Kurumu yer almaktadır.
Söz konusu Kanun hükümleri dikkate alındığında, 506 sayılı Kanun ve 5510 sayılı Kanun"lardan kaynaklanan ve dolayısıyla iş mahkemesinde görülmesi gereken prim alacağına ilişkin eldeki uyuşmazlıkta 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerinin uygulanması ve prim alacağına ilişkin olarak yapılan takipler nedeniyle düzenlenecek ödeme emirlerinin 7201 sayılı Kanun hükümlerine göre tebliğ edilmesi gerekmektedir.
Yeri gelmişken tebligat kavramının da açıklanmasında fayda vardır. Tebligat bilgilendirme yanında belgelendirme özelliği de bulunan bir usul işlemidir. Gerek tebliğ işlemi ve gerekse tebliğ tarihi ancak yasa ve yönetmelikte emredilen şekillerle tevsik ve dolayısıyla ispat olunabilir.
Tebligat ile ilgili 7201 sayılı Tebligat Kanunu ve buna bağlı olarak çıkarılan yönetmelik hükümleri tamamen şeklidir. Kanun ve yönetmeliğin amacı, tebligatın muhatabına en kısa zamanda ulaşması, konusu ile ilgili olan kişilerin bilgilendirilmesi ve bu hususların belgeye bağlanmasıdır. Hâl böyle olunca, yasa ve yönetmelik hükümlerinin en ufak ayrıntılarına kadar uygulanması zorunludur. Kanunun ve yönetmeliğin belirlediği şekilde yapılmamış ve belgelendirilmemiş olan tebligatların geçerli olmayacağı Yargıtay içtihatlarında açıkça vurgulanmıştır.
Uyuşmazlığın çözümünde usulsüz tebligat kavramının da açıklanması gerekmektedir. Tebligatların, Tebligat Kanunu"na ve yönetmelik hükümlerine uygun olarak düzenlenip tebliğe çıkarılması gerektiğinden, Kanun veya yönetmeliğe uygun düzenlenmeyen veya tebliğ edilmeyen tebligat usulsüz tebligattır.
Önemle belirtilmelidir ki tebligatın, 7201 sayılı Kanun ile Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelikte emredildiği gibi yapılmasına yönelik şekli özelliği nedeniyle usulüne uygun yapılıp yapılmadığının resen dikkate alınması gerekmektedir.
Nitekim aynı ilkeler Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 21.03.2019 tarihli ve 2015/21-781 E., 2019/338 K. sayılı kararında da benimsenmiştir.
7201 sayılı Tebligat Kanunu"nun "muhatabın muvakkaten başka yere gitmesi" başlıklı 20. maddesi;
"13, 14, 16, 17 ve 18 inci maddelerde yazılı şahıslar, kendisine tebliğ yapılacak kimsenin muvakkaten başka yere gittiğini belirtirlerse; keyfiyet ve beyanda bulunanın adı ve soyadı tebliğ mazbatasına yazılarak altı beyan yapan tarafından imzalanır ve tebliğ memuru tebliğ evrakını bu kişilere verir. Bu kişiler tebliğ evrakını kabule mecburdurlar. Kendisine tebliğ yapılacak kimsenin muvakkaten başka bir yere gittiğini belirten kimse, beyanını imzadan imtina ederse, tebliğ eden bu beyanı şerh ve imza eder. Bu durumda ve tebliğ evrakını kabulden çekinme halinde tebligat, 21 inci maddeye göre yapılır. (Değişik son cümle: 19/3/2003-4829/4 md.) Bu maddeye göre yapılacak tebligatlarda tebliğ, tebliğ evrakının 13, 14, 16, 17 ve 18 inci maddelerde yazılı kişilere verildiği tarihte veya ihbarname kapıya yapıştırılmışsa bu tarihten itibaren onbeş gün sonra yapılmış sayılır." hükmünü içermektedir.
Bu durumda muhatabın geçici olarak tebligat evrakında yazılı adreste bulunmaması hâlinde muhatabın geçici olarak başka bir yerde olduğu hususunun ve bu durum hakkında beyanda bulunanın adı ve soyadının da tebliğ mazbatasına yazılması gerekmektedir.
Yapılan bu açıklamalar ışığında ödeme emri tebligatı incelendiğinde; İncilli Mah. 619 Sok. Lahna Apt. Sitesi No:13/7 Karasu/Sakarya adresine davacı adına çıkarılan tebligatın "işçisi Selçuk Ekinci" şerhiyle 17.12.2014 tarihinde tebliğ edildiği, ancak davacının adreste bulunup bulunmadığı ve bulunmaması hâlinde bu durumun tebliğ mazbatasına yazılmadığı görülmektedir.
Bu nedenlerle, 7201 sayılı Kanun"un 20. maddesi ile 6183 sayılı Kanun"un 8. maddesinde yer alan düzenleme kapsamında yapılan gönderme dolayısıyla 213 sayılı Kanun"un 94. maddesinde belirtildiği şekilde usulüne uygun bir tebligatın yapıldığını kabul etmek mümkün olmadığından, ödeme emirlerinin iptaline ilişkin eldeki davanın 6183 sayılı Kanun"un 58. maddesinde öngörülen hak düşürücü süre içerisinde açıldığının kabulü gerekir.
Hukuk Genel Kurulunca yapılan görüşmeler sırasında, 7 günlük hak düşürücü sürenin geçip geçmediğinin mahkemece kendiliğinden dikkate alınacağı, ancak tebligat usulsüzlüğü ileri sürülmemiş ise tebligatın usulsüz olduğunun kendiliğinden dikkate alınamayacağı, davacının borçlu olarak gösterildiği 2009/013563 takip sayılı ödeme emri yönünden mahkemenin süreden ret kararı vermesinin doğru olduğu, ancak dava konusu diğer ödeme emirlerinde davacı borçlu olarak gösterilmediğinden davacının ödeme emrinin değil ödeme emri tebligatının iptalini istemekte hukuki yararı bulunduğu ve bu istemin süreye tabi olmadığı, mahkemenin bu dosyalara ilişkin süreden ret kararının bu değişik gerekçe ile bozulması ve davacının talebinin ödeme emri tebligatının iptali olarak değerlendirilerek sonuca gidilmesi gerektiği gerekçesiyle direnme kararının 2009/013563 nolu ödeme emri yönünden onanması, diğer ödeme emirlerine ilişkin dosyalar yönünden ise değişik gerekçeyle bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
Hâl böyle olunca, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davacının temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 15.10.2019 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.
KARŞI OY
Davacı, Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından kendisine ödeme emri tebliğ edildiğini borcun bulunmadığını, ödeme emirlerinin iptalini talep etmiştir.
6183 sayılı Amme Alacakları Tahsil Usulü Hakkındaki Kanunun 58. maddesi uyarınca ödeme emrinin tebliğinden itibaren 7 gün içinde vergi itiraz komisyonu nezdinde borcu olmadığı veya ödendiği veya zamanaşımına uğradığı itirazında bulunacağını öngörmektedir. 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemeleri kuruluş ve görevleri hakkında kanunla kurulan vergi mahkemelerinin faaliyete geçmesi ile itiraz komisyonlarının görevleri son bulmuş, olup 2576 sayılı Kanunun 13. ve 15. maddeleri uyarınca madde metninde geçer “itiraz komisyonu” terimi, “vergi mahkemeleri” itiraz terimi ise “dava” olarak anlaşılmaktadır. Mülga 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunun 80. maddesi uyarınca prim alacağının tahsili 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu hükümlerine göre yapılmakta iken 1.12.1993 tarih ve 3817 sayılı Kanunun 1. maddesi ile yapılan değişiklik ile 6183 sayılı kanun hükümlerine tabi kılınmıştır. Prim borçları bu düzenleme ile kamu alacağı derecesine getirilerek takip ve tahsilinde çabukluk ve sadelik sağlanmak istenmiştir. Takip yetkisinin bizzat kuruma tanınmış olması da aynı amaca yöneliktir.
Mülga 506 sayılı Kanun’un 80. maddesinin “Kurum alacaklarının tahsilinde 21.7.1953 tarih ve 6183 sayılı Kanunun uygulanmasından doğacak uyuşmazlıkların çözümlenmesinde alacaklı sigorta müdürlüğünün bulunduğu yer iş mahkemesi yetkilidir” düzenlemesi ile halen yürürlükte olan 5510 sayılı Kanunun 88. maddesinin “kurum prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının tahsili usulü hakkında Kanunun uygulanmasından doğacak uyuşmazlıkların çözümlenmesinde kurumun alacaklı olduğu birimin bulunduğu yer iş mahkemesi yetkilidir ” hükümleri birlikte değerlendirildiğinde ise davalı kurum bünyesinde 6183 sayılı Kanunun itiraz mercii olarak belirttiği vergi itiraz komisyon bulunması hususları da göz önüne alındığında, maddede belirtilen vergi itiraz komisyonuna itiraz yolunun, Sosyal Güvenlik Kurumu alacaklılarının tahsili yönünden 6183 sayılı Kanunu uygulamasından doğacak uyuşmazlıklarda iş mahkemesine dava açılması yolu olarak kabulünün zorunlu olduğu Hukuk Genel Kurulunun 26.4.2006 tarih 2006/21-198 E., 2006/249 K. sayılı kararında belirtilmiştir. Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık ödeme emri tebliğinden itibaren 7 gün içerisinde iş mahkemesine dava açılmasının yasal dayanağı ile ilgili olmadığından bu konuda bir değerlendirmede bulunulmamıştır.
5510 sayılı Kanunun 88. maddesinde kurumun prim ve diğer alacaklarını 6183 sayılı Kanuna göre takip ve tahsil edeceği düzenlemesine yer verilmiştir. Kurum kimin hakkında takip yapmak istiyor ise o kişi için icra takip dosyası açıp ödeme emrinde o kişiyi borçlu göstermelidir. Birden fazla borçlu için takip yapılmak isteniyor ise tüm borçlular ödeme emrinde gösterilmeli ve bu kişilere ödeme emri tebliğ edilmelidir. Bu anlamda İcra ve İflas kanunu hükümlerine göre yapılan takiplerle arada bir fark yoktur. Ödeme emrinin tebliğinden itibaren ödeme emrinde ismi yazılı borçlu 7 gün içinde yetkili iş mahkemesinde ödeme emrinin iptali davası açması gerekmektedir. Süresi içinde bu dava açılmaz ise ödeme emrinde gösterilen borçlu hakkındaki takip kesinleşir ve kurumun borçlunun mallarına haciz koyma yetkisi doğar. Ancak ödeme emrinde borçlu gösterilmeyen kişiye ödeme emrinin tebliği ile bu kişinin takip borçlusu haline gelmesi söz konusu olmadığı için üçüncü kişinin ödeme emrine karşı iş mahkemesinde iptal davası açmasında hukuki yararı yoktur. Kaldı ki ödeme emrinde borçlu olarak yazılı olmadığından ödeme emrini iptal ettirme hakkı da bulunmamaktadır.
6183 sayılı Kanunun 58. maddesi uyarınca ödeme emrinin tebliğinden itibaren 7 günlük hak düşürücü sürede iş mahkemesine açılan dava “ menfi tespit” niteliğinde olduğu Hukuk Genel Kurulunun 19.3.2019 tarih 2015/21-3047 E., 2019/311 K. sayılı kararında da belirtilmektedir.
İİK’nın 72/1 maddesine göre borçlu icra takibinden önce veya takip sırasında borçlu bulunmadığını ispat için menfi tespit davası açabilir. Ancak takip öncesi menfi tespit davası açılabilmesi için davacının korunmaya değer güncel bir hukuki yararının olması gerekir.
Hukuk Genel Kurulu bir kararında borçlunun kendisini takiple tehdit eden (Noterden borcu öde ihtarı gönderilmesi gibi) bir kimseye karşı menfi tespit davası açmasında hukuki yararı bulunduğu kabul edilmiştir (HGK’nun 18.1.2012 tarih, 2012/19-622-9 sayılı kararı).
Bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde Sosyal Güvenlik Kurumunun ödeme emirlerinde dava dışı limitet şirketi gösterdiği, sadece 2009/013563 nolu ödeme emrinde borçlu olarak şirketle birlikte davacının adının yazılı olduğu bütün ödeme emirlerinin 19.12.2014 tarihinde “davacı ...’e” işçisi Selçuk Ekinci imzasına” tebliğ edildiği ve davanın ise yedi günlük hak düşürücü süre geçtikten sonra 26.12.2014 tarihinde açıldığı görülmektedir.
Yedi günlük hak düşürücü sürenin geçip geçmediği mahkemece kendiliğinden dikkate alınır ancak tebligat usulsüzlüğü ileri sürülmemiş ise tebligatın usulsüz olduğu kendiliğinden dikkate alınarak davacının süresinde olduğu sonucuna varılamaz. Somut olayda davacının dava dilekçesinde ödeme emrinin kendisine 19.12.2014 tarihinde tebliğ edildiğini beyan etmiş olması ödeme emrinin usulsüz olduğu ve 19.12.2014 tarihinde tebligatı öğrendiği şeklinde yorumlanamaz. Nitekim HGK’nun 27.1.2010 tarih 2019/12-540-2010/17 sayılı kararında borçlunun (haricen haberdar olduğu) na dair beyanının usulsüz tebligat iddiasını kapsadığına ilişkin düşüncenin kabulüne olanak bulunmamaktadır) denilmektedir. Bu nedenle davacının borçlu olarak gösterildiği 2009/013563 nolu dosya yönünden mahkemenin davacının sürede red kararı vermesi doğru olup bu dosya yönünden mahkeme kararının onanması yerine 21. Hukuk Dairesince davanın süresinde olduğu işin esasına girilmesi gerektiğinden bozulması görüşüne katılmıyorum. Özel Dairenin TK. m. 17. maddesi yerine TK 20. maddesi uyarınca tebligatın yapılmaya çalışıldığı ve tebligatın TK 20. madde şartlarına uymadığı yönündeki gerekçesi de doğru değildir.
5510 sayılı Kanunun 91. maddesine göre “ Bu kanun gereğince yapılacak bildirimler iş veren hakkında 11.2.1951 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümleri uygulanır” hükmü düzenlenmiştir. Anılan Kanunun 17. maddesi uyarınca iş yerinde tebligat yapılması için muhatabın bulunmadığının tebligat parçasına yazılması öngörülmüş olup somut olayda muhatabın olmadığı tebligat parçasına tevsik edilmeden doğrudan muhatabın işçisine yapıldığı için usulsüzdür. Tebligat kanunun 20. madde hükmü ise Tebligat Kanunun 13,14,16,17,18, madde hükümlere göre tebligatın yapılması sırasında adreste bulunan şahısların muhatabın geçici olarak başka bir yere gittiğini beyan etmeleri halinde yapılacak tebligat usulünü düzenlemekte olup olayda uygulama yeri yoktur. Çünkü tebligatı alan kişinin muhatabın geçici olarak başka bir yere gittiğine dair bir beyan olmadığından TK 20. maddesine göre yapılmak istenen bir tebligat yoktur. Muhatap sadece tebliğ yapıldığı sırada adreste olmayıp tevziat saatlerinden sonra adrese dönecek ise TK 20 uygulanmaz.
Diğer takip dosyaları yönünden ise davacı ödeme emrinde borçlu olarak yer almadığı halde kendisine ödeme emri tebliğ edildiği için haciz tehdidi altında olduğundan davacının ödeme emrini değil ödeme emrinin tebliğinin iptalini istemekte hukuki yararı bulunmaktadır. Davacının bu istemi süreye tabi olmadığından mahkemenin bu dosyalara ilişkin sürede red kararının bu gerekçe ile bozulması ve davanın talebinin ödeme emri tebligatının iptali olarak değerlendirilerek sonuca gidilmesi gerekmektedir. Davacı bu şekilde mevcut takip dolayısı ile maruz kalabileceği haciz tehditlerinden kurtulabileceğinden menfi tespit davası açmada hukuki yararı yoktur. Öte yandan kurumun daha sonra davacıyı borçlu göstererek takip yapma tehdidi altında bulunduğundan bu davanın takip öncesi açılan menfi tespit davası olarak nitelendirilmesi de düşünülemez. Çünkü davacı şirket ortağı konumunda olup 5510 sayılı Kanunun 88. maddesinde öngörülen ve şirketle müteselsil sorumlu olan kişilerden ve yöneticilerden değildir. 6183 sayılı Kanunun 22.7.1998 tarihli 4369 sayılı Kanunun 21. maddesi ile değişik 35’inci maddesinin birinci fıkrası aynen “limited şirket ortakları, şirketten tamamen veya kısmen tahsil edilmeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacağından sermaye hisseleri oranında doğrudan doğruya sorumlu olurlar ve bu kanun hükümleri gereğince takibe tabi tutulurlar” hükmünü düzenlemektedir. Bu hükme göre limited şirket ortaklığından kurumun prim ve diğer alacaklarının tahsili için öncelikle şirket aleyhine takip yapması şirketten alacağın tahsil edilmemesi durumunda şirket ortaklarını hisseleri oranında sorumluluğu söz konusu olduğundan şirket ortakları aleyhine takip yapılması gerekmektedir. Prim borçlusu olan limited şirket takip edilip alacağın tahsil edilip edilmeyeceği tespit edilmeden şirket ortağının sorumluluğu doğmaz. O hâlde açılan davanın takip öncesi açılmış menfi tespit davası olduğu bir an için düşünülse dâhi bu aşamada borçlu ortağa karşı bir icra tehdidi olmadığından menfi tespit davası açılmasında güncel ve korunmaya değer bir hukuki yarar bulunmamaktadır. Kaldı ki davacının dava dilekçesinde talebi menfi tespit olmayıp ödeme emirlerinin iptalidir. Davacı 13.7.2015 tarihli temyiz dilekçesinde açtığı davanın menfi tespit olmayıp ödeme emrinin iptali davası olduğunu açıkça belirtmiştir. Ancak davacının borçlu olarak yer almadığı ödeme emri tebligatların kendisine yapılması nedeniyle açılan davanın menfi tespit değil ödeme emri tebligatının iptali olarak nitelendirilmesi bu istem süreye bağlı olmadığından işin esasına girilerek tebligatların iptali ile yetinilmesi gerekmektedir. Bu takip dosyaları yönünden davacının ödeme emri tebligatını iptal ettirmede hukuki yarar olduğu için mahkemenin süreden reddine ilişkin kararının değişik gerekçe ile bozulması gereklidir.
Yukarıda açıkladığımız gerekçelerle davacının borçlu gösterildiği 2009/013563 nolu takip dosyası yönünden süreden redde ilişkin mahkeme kararının onanması gereklidir. Bu nedenlerden sayın çoğunluğun bozma yönündeki görüşüne katılamıyorum.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.