Esas No: 2018/991
Karar No: 2019/1048
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2018/991 Esas 2019/1048 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
Taraflar arasındaki “işçilik alacakları” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bakırköy 13. İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 13.03.2014 tarihli ve 2012/594 E., 2014/91 K. sayılı kararın davalılar vekili tarafından temyizi üzerine Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 01.10.2015 tarihli ve 2014/14066 E., 2015/27172 K. sayılı kararı ile;
(…A) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı; 17.01.2005 tarihinde Özen Alışveriş Hizm. Teks. İnş. San. Tic. Ltd. Şti. Genel Müdürlüğü"nde muhasebe şefi olarak işe başladığını, 22.05.2011 tarihine kadar aralıksız ve ihtilafsız olarak burada 6 yıl çalıştığını, davacının aylık 1.200,00 TL net maaş aldığını, davacıya işçilik alacaklarının ödeneceği vaadiyle kandırarak istifa dilekçesi imzalatıldığını ve işten çıkartıldığını iddia ederek, kıdem ve ihbar tazminatı, fazla mesai ve genel tatil alacaklarının davalılardan tahsilini talep etmiştir.
B) Davalılar Cevabının Özeti:
Davalı Özen Alışveriş Hiz.Ltd. Şti.; zamanaşımı itirazında bulunduklarını, davacının 22.05.2011 tarihinde başka bir iş bulduğunu ve kendi isteği ile işten ayrılmak istediğini belirterek istifa dilekçesi verip işten ayrıldığını, işten ayrılma talebi ile ilgili çıkış mülakat formunda yeni bir iş bulduğunu belirttiğini, işverenden hiçbir şekil ve nam altında bir alacağının kalmadığını belirterek işvereni ibra ettiğini, davacının son aldığı ücretin brüt 797,00 TL olduğunu savunarak davanın reddini talep etmiştir.
Davalı Onur Ekspres Marketçilik A.Ş.’ye usulüne uygun tebligat yapılmış, davaya cevap vermemiştir.
C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
D) Temyiz:
Kararı, davalılar vekili temyiz etmiştir.
E) Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre davalıların aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2- Davacı, iş akdini 22/05/2011 tarihli istifa dilekçesi ile sona erdirmiş, istifa dilekçesinde haklı bir neden ileri sürmemiştir. Dava, istifadan yaklaşık 1,5 yıl sonra açılmış olup dava dilekçesinde iddia edilen hususlar, soyut istifayı haklı kılmaya yöneliktir. Davacı istifa ettiğinin ertesi günü yeni bir işe girmiş, bu durum tanık beyanları ve hizmet döküm cetveliyle de ispatlanmıştır. Ayrıca istifa dilekçesinin irade fesadı ile alındığı iddia ve ispat edilememiştir. Bu nedenle sebepsiz istifa dilekçesine değer verilerek kıdem tazminatı talebinin reddi gerekirken kabulü hatalıdır.
3- Davacı, dava dilekçesinde hafta içi 08.30-18.30 saatleri arasında, cumartesi günü de 8.30-15.30 saatleri arasında çalıştığını iddia ederek fazla mesai ücreti talebinde bulunmuştur. Davacı tanıkları da davacının haftada 3 gün 1’er saat fazla mesai yaptığını beyan etmişlerdir. Hükme esas alınan bilirkişi raporunda yapılan fazla mesai hesaplamasında, davacının dava dilekçesindeki çalışma saatlerine davacı tanıklarının haftada 3 gün 1’er saat fazla mesai yaptığı beyanları da eklenerek hesap yapılıp hüküm altına alınması, HUMK. nun 74. (HMK. 26) maddesinde belirtilen taleple bağlılık kuralına aykırıdır.
Davacının fazla mesai talebi ücreti dava dilekçesindeki saatler esas alınarak hesaplanıp hüküm altına alınmalıdır.
4- Hükmedilen miktarların net mi yoksa brüt mü olduğunun hükümde belirtilmemesinin infazda tereddüde yol açacağının düşünülmemesi de hatalı olup bozmayı gerektirmiştir...)
gerekçesiyle karar bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda kısmen direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkindir.
Davacı vekili; müvekkilinin iş sözleşmesinin haklı neden olmaksızın feshedildiğini ileri sürerek kıdem ve ihbar tazminatları ile fazla çalışma ve genel tatil ücretlerinin davalılardan tahsilini talep etmiştir.
Davalılar vekili; davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece; davalılar arasında organik bağ bulunması nedeniyle işçilik alacaklarından birlikte sorumlu oldukları, davacının işçilik alacaklarının bulunması nedeniyle iş sözleşmesinin davacı tarafından haklı olarak feshedildiği gerekçesiyle kıdem tazminatı ile fazla çalışma ve genel tatil alacaklarının kabulüne, ihbar tazminatının ise reddine karar verilmiştir.
Hükmün davalılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine karar Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece; bozma kararının iki ve üç no’lu bentleri yönünden bozma kararına uyulmasına ancak dört no’lu bozma nedeni yönünden ısrar edilerek yeniden yapılan yargılama sonucunda; iş mahkemelerinden verilen kararlarda hükmedilen alacağın, diğer mahkemelerde olduğu gibi net mi brüt mü olduğunun belirtilmesine gerek olmayıp, alacağın net olduğunun anlaşılması gerektiğinden bozma kararının buna dair kısmına uyulmayıp önceki kararda ısrar edildiği gerekçesiyle kısmen direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararının davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Hukuk Genel Kurulunun (HGK) 17.01.2018 tarihli ve 2016/9-2414 E., 2018/54 K. sayılı kararı ile, direnmeye esas kısa karar ile direnme kararının hüküm fıkrası arasında çelişki bulunduğundan yerel mahkemece usule uygun direnme hükmü kurulması için, işin esasına yönelik temyiz itirazları incelenmeksizin kararın usulden bozulmasına karar verilmiştir.
Mahkemece; HGK’nın bozma kararına uyularak usuli eksiklik giderildikten sonra önceki gerekçelerle kısmen direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olayda işçilik alacakları hüküm altına alınırken net mi brüt mü olduğunun hükümde açıkça belirtilmesi gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
I-Direnme Kararının Temyizi Yönünden:
Öncelikle işçi ücretlerinin tespit şekli ve vergilendirilmesi üzerinde durulmalıdır.
1- İşçi ücretinin tespit şekli ve vergilendirilmesi
193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun 1"inci maddesinde gelir tanımlanmış olup, gerçek kişilerin gelirlerinin gelir vergisine tabi olduğu, gelirin ise bir gerçek kişinin bir takvim yılı içinde elde ettiği kazanç ve iratların safi tutarı olduğu belirtilmiştir. Aynı Kanun’un 2’nci maddesinde ise geliri oluşturan bu kazanç ve iratlar sayılmış, “ücret”in de bu kazanç ve iratlar arasında olduğu açıkça belirtilmiştir. Gelir Vergisi Kanunu’nun 3’ncü maddesine göre Türkiye’de yerleşmiş olanlar ile resmî daire ve müesseselere veya merkezi Türkiye’de bulunan teşekkül ve teşebbüslere bağlı olup adı geçen daire, müessese, teşekkül ve teşebbüslerin işleri dolayısıyla yabancı memlekette oturup bulundukları memlekette elde ettikleri kazanç ve iratları dolayısıyla gelir vergisine veya benzeri bir vergiye tabi tutulmamış Türk vatandaşlarının Türkiye içinde ve dışında elde ettikleri kazanç ve iratların tamamı üzerinden vergilendirilecekleri belirtilerek tam vergi mükellefi tarif edilmiştir.
Bununla birlikte 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 8’inci maddesinde mükellefin, vergi kanunlarına göre kendisine vergi borcu terettübeden gerçek veya tüzel kişiler olduğu; vergi sorumlusunun ise, verginin ödenmesi bakımından alacaklı vergi dairesine karşı muhatap olan kişi olduğu, bu Kanun’un müteakip maddelerinde geçen “mükellef” tabirinin, vergi sorumlularına da şamil bulunduğu belirtilmiştir. Bu düzenlemeler karşısında vergi mükellefinin işçi, vergi sorumlusunun ise işveren olduğu tartışmasızdır.
Gelir Vergisi Kanunu’nun 61’inci maddesinde ücret, işverene tabi belirli bir iş yerine bağlı olarak çalışanlara hizmet karşılığı verilen para ve ayınlar ile sağlanan ve para ile temsil edilebilen menfaatler şeklinde tanımlanmış olup, ücretin ödenek, tazminat, kasa tazminatı (mali sorumluluk tazminatı), tahsisat, zam, avans, aidat, huzur hakkı, prim, ikramiye, gider karşılığı veya başka adlar altında ödenmiş olmasının veya bir ortaklık münasebeti niteliğinde olmamak şartı ile kazancın belli bir yüzdesi şeklinde tayin edilmiş bulunmasının onun mahiyetini değiştirmeyeceği belirtilmiştir.
4857 sayılı İş Kanunu’nun 32’nci maddesinin birinci fıkrasında ise ücret, bir kimseye bir iş karşılığında işveren veya üçüncü kişiler tarafından sağlanan ve para ile ödenen tutar olarak tanımlanmıştır.
İş hukukundaki ücret tanımı ile vergi hukukundaki ücret tanımı mukayese edildiğinde, vergi hukukundaki tanımın çok daha geniş kapsamlı olduğu görülecektir. Zira; vergi hukukunda, hizmet karşılığı olarak yapılan nakden ödemeler yanında, işverence sağlanan her türlü menfaat de ücret kapsamında değerlendirilmektedir (Ekin, A./Topçu, M.: İş Alacakları Açısından Gelir Vergisi ve Yasal Kesintiler, Uyuşmazlık Mahkemesi Dergisi, S.8, Aralık 2016, s. 117).
Kural olarak 4857 sayılı İş Kanunu kapsamındaki işçiler, gerçek usulde vergilendirilirler. Bununla birlikte ücretlerin tamamının gerçek usulde vergilendirilmesi her zaman mümkün olmadığından "Diğer ücretler" başlıklı 193 sayılı Kanun"un 64"üncü maddesinde bu maddede yazılı olduğu şekilde vergilendirilecek kişiler sayılmıştır.
Gerçek usulde matrah saptanırken, işçinin normal gayrisafi aylık ücretinin yanı sıra para veya para ile ifade edilmesi mümkün bulunan kanun, iş sözleşmesi veya toplu iş sözleşmesinden kaynaklanan menfaatler, hafta tatili ücreti, fazla çalışma ücreti ile ihbar tazminatı, prim ve ikramiyeler de gayrisafi ücret kapsamında değerlendirilir. Bu nedenle Kanun kapsamında, işveren tarafından işçiye sağlanan her türlü menfaat, ücret olarak kabul edilirken, sağlık sigortası, sendika aidatları, engelli indirimi gibi çok sayıda ödeme, gelir vergisi matrahının tespitinde indirim konusu yapılabilir. Ayrıca gerçek usulde vergilendirilen işçiler asgari geçim indiriminden de faydalanır. İşverenler tarafından işçilerin ücret gelirlerinden kesilen ve gelir vergisinden mahsup edilen asgari geçim indirimi tutarının, o ayki ücretiyle birlikte işçiye nakden ödenmesi gerekir (Ekin/Topçu, s. 118).
Gerçek usulde işçi ücreti vergilendirilirken ücretin safi tutarı, kaynakta kesintiye tabi tutulacak olup kesintiyi de işveren yapacaktır. Bu husus Gelir Vergisi Kanunu’nun 94’ncü maddesinde şu şekilde ifade edilmiştir: "Kamu idare ve müesseseleri, iktisadi kamu müesseseleri, sair kurumlar, ticaret şirketleri, iş ortaklıkları, dernekler, vakıflar, dernek ve vakıfların iktisadi işletmeleri, kooperatifler, yatırım fonu yönetenler, gerçek gelirlerini beyan etmeye mecbur olan ticaret ve serbest meslek erbabı, zirai kazançlarını bilanço veya zırai işletme hesabı esasına göre tespit eden çiftçiler aşağıdaki bentlerde sayılan ödemeleri (avans olarak ödenenler dahil) nakden veya hesaben yaptıkları sırada, istihkak sahiplerinin gelir vergilerine mahsuben tevkifat yapmaya mecburdurlar. "
Yapılacak vergi kesintisi Gelir Vergisi Kanunu’nun 103’üncü maddesinde belirlenen artan oranlı tarifeye göre belirlenecektir. İşçinin elde ettiği ücret üzerinden gelir vergisi kesintisi dışında ayrıca 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 80’nci maddesi uyarınca SGK primi yanında işsizlik sigortası primi ve damga vergisi kesintisi de yapılmalıdır. Dolayısıyla bu kesintilerden herhangi birinin yapılmaması hâlinde belirlenecek net tutar hatalı olacaktır.
213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 11’nci maddesine göre yaptıkları veya yapacakları ödemelerden vergi kesmeye mecbur olanlar yani işverenler, verginin tam olarak kesilip ödenmesinden ve bununla ilgili diğer ödevleri yerine getirmekten sorumludurlar. Yine işçilik alacaklarının mahkeme kararı ile hüküm altına alınıp icra baskısı olmadan işverence ödenmesi hâlinde işverenin sorumluluğu devam edecektir. Buna karşın hüküm altına alınan alacakların işverence ödenmemesi nedeniyle icra takibi başlatılarak ödemenin bu yolla yapılması durumunda icra dairesi vergi sorumlusu olacaktır.
Vergi Usul Kanunu’nun 19’ncu maddesine göre, “Vergi alacağı, vergi kanunlarının vergiyi bağladıkları olayın vukuu veya hukuki durumun tekemmülü ile doğar. Vergi alacağı mükellef bakımından vergi borcunu teşkil eder”. Bu düzenlemeden anlaşılacağı üzere vergilendirme sürecinin başlaması, vergiyi doğuran olayın gerçekleşmesine bağlıdır. Dolayısıyla vergiyi doğuran olayın muafiyet ve istisna sınırları içinde kalması hâli dikkate alındığında, bu hâlde vergilendirme sürecinin başlaması da mümkün olmayacaktır.
İş sözleşmesine tâbi olarak çalışan işçinin, iş görme edimi karşılığı olarak elde ettiği bazı gelirleri Gelir Vergisi Kanunu ya da diğer bazı kanunlar ile istisna kapsamında tutulmuştur. Bu istisnalar ücretten olabileceği gibi tazminat ve yardımlar yönünden de mümkündür. Ücret yönünden istisnalara örnek olarak Gelir Vergisi Kanunu’nun 15’nci maddesi uyarınca yabancı devletlerin Türkiye’de bulunan elçi, maslahatgüzar ve konsolosları ile elçilik ve konsolosluklara mensup olan ve o memleketin uyruğunda bulunan memurları dışında kalan kişilerin yalnızca bu işlerinden dolayı aldıkları ücret vergiden muaf tutulmuştur. Benzer düzenleme Kanun’un 16’ncı maddesinde düzenlenmiş olup buna göre, yabancı elçilik ve konsoloslukların 15"inci maddeye girmeyen memur ve hizmetlilerinin yalnız bu işlerinden dolayı aldıkları ücretler karşılıklı olmak şartıyla gelir vergisinden istisnadır.
Gelir Vergisi Kanunu’nun 25’nci maddesinde sosyal amaçlı bazı tazminat ve yardımların gelir vergisinden istisna edileceği de açıkça belirtilmiştir. Bu madde uyarınca sayılan diğer nedenler yanında kıdem tazminatının da gelir vergisinden müstesna tutulacağı belirtilmiştir. Aynı şekilde kıdem tazminatından sosyal güvenlik primi ile işsizlik sigortası kesintisi de yapılması mümkün olmayıp sadece damga vergisi kesintisi yapılacaktır.
İhbar tazminatı hesaplanırken brüt ücret üzerinden yapılan hesaplamadan gelir ve damga vergisi kesintisi yapılacak ancak 5510 sayılı Kanun’un 80’inci maddesi uyarınca sosyal güvenlik primi ve işsizlik sigortası kesintisi yapılamayacaktır.
Diğer işçilik alacakları (fazla çalışma, genel tatil, hafta tatili vs.) yönünden ise gelir ve damga vergisi kesintisi ile SGK primi, işsizlik sigortası kesintilerinin yapılarak hesaplanması gerekmektedir.
İşçinin ücretinin tespiti ve vergilendirilmesi yukarıda açıklanmış olup, dava dilekçesindeki talep ile hükmün kapsamı üzerinde de durulması uygun olacaktır.
2- Talep ve hükmün kapsamı
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı HMK/HMK) 119’uncu maddesinde dava dilekçesinin içeriği belirtilmiştir. Buna göre “açık bir şekilde talep sonucu”nun dava dilekçesinde gösterilmesi gereklidir.
Talep sonucu çok açık bir şekilde yazılmalıdır (m. 179/3). Talep sonucu çok açık olmalı ki, mahkeme, davayı kabul edince, talep sonucunu aynen hüküm fıkrası olarak (m. 388/6) kararına alabilsin. Esasen, mahkeme davacının talep ettiğinden fazlasına hüküm veremez (m. 74). Bu nedenle davacı, nelerin hüküm altına alınmasını (davalının neye mahkûm edilmesini) istediğini, açık ve noksansız bir şekilde dava dilekçesinin talep sonucu (neticeî talep) bölümünde bildirmelidir (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, C:2, 2001, s. 1607 vd).
6100 sayılı HMK"nın 119’uncu maddesinin ikinci fıkrasında dava dilekçesinde açık bir talep sonucunun bulunmaması hâlinde mahkemece eksikliğin giderilmesi için davacıya bir haftalık kesin süre verileceği, bu süre içinde eksikliğin giderilmemesi durumunda davanın açılmamış sayılmasına karar verileceği belirtilmiştir.
Yine 6100 sayılı HMK"nın 294’üncü maddesinin birinci fıkrasına göre mahkeme, usule veya esasa ilişkin bir nihai kararla davayı sona erdirir. Yargılama sonunda uyuşmazlığın esası hakkında verilen nihai karar, hükümdür.
Hükmün kapsamı ise 6100 sayılı HMK’nın 297’nci maddesinde belirtilmiştir. Buna göre;
“(1) Hüküm “Türk Milleti Adına” verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:
a) Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini.
b) Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adreslerini.
c) Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri.
ç) Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini.
d) Hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını.
e) Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi.
(2) Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.”
Bir davanın temelini, taraflarca ileri sürülen iddia ve savunmalar oluşturur. Dolayısıyla, dava konusunun ve çekişmenin ne olduğunun karardan anlaşılması, bu iddia ve savunmalara gerekçeli kararda yer verilmesiyle mümkün olur (Tutumlu, M. Akif: Hukuk Yargılamasında Hüküm ve Gerekçeli Karar, Ankara 2007, s. 61).
Hüküm sonucu veya kısa karar olarak da ifade edilen hüküm fıkrası, kararın en önemli bölümüdür. Öğretide hüküm fıkrasının, kararın vücut bulmuş hâli olduğu; kararın kalbi ve özü niteliğinde bulunduğu ifade edilmektedir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu gereğince, hüküm fıkrasında, gerekçeye ait hiçbir söz tekrar edilmeksizin, talep sonuçlarından her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların sıra numarası altında açık, şüphe ve tereddüt yaratmayacak şekilde (HMK m. 297/2) gösterilmelidir (Güneysu, N. Boran: Medeni Usul Hukukunda Karar, Ankara 2014, s. 225 vd).
Davacının dava dilekçesinde belirttiği tüm talepleri mahkemece hüküm fıkrasında ayrı ayrı sıra numarası altında gösterilmek suretiyle her biri hakkında karar verilmelidir. Mahkemece verilen hüküm fıkrasının açık ve icra edilebilir olması da gereklidir. Aksi hâlde hukuki belirlilik gereği açık ve infaz kabiliyeti bulunması gereken hüküm fıkrasının özellikle icrası sırasında şüphe veya tereddütler doğmasına ve hükmün icra edilememesi gibi durumlarla karşılaşılır.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, davacının dava dilekçesinde işçilik alacaklarını talep ettiği, talep edilen miktarların net mi yoksa brüt mü olduğunun dilekçede belirtilmediği, hükme esas alınan bilirkişi raporunda ise alacakların hem brüt hem de net tutarları gösterilmek suretiyle hesaplandığı, Mahkemece ise hüküm fıkrasında kabul edilen alacakların net mi yoksa brüt mü olduğu belirtilmeksizin ancak hesaplanan net tutarlar üzerinden hüküm kurulduğu anlaşılmaktadır.
Kural olarak işçilik alacakları brüt olarak hüküm altına alınmalıdır. Ancak davacının alacaklarını net miktarlar üzerinden talep etmesi hâlinde hüküm fıkrasında talep dikkate alınarak alacaklara net olarak hükmedilmelidir. Başka bir deyişle, ister brüt, ister net miktarlar talep edilsin her iki durumda da hüküm altına alınan alacak miktarları gösterildikten sonra net mi yoksa brüt mü olduğu hüküm fıkrasında açıkça belirtilmelidir.
Aksi hâlde mahkemece hüküm altına alınan işçilik alacaklarının hesaplama sırasında gerekli vergi kesintilerinin ve diğer hususların doğru uygulanıp uygulanmadığı, başka bir deyişle hükme esas alınan bilirkişinin hesaplama şekli sonucunda tespit edilen net miktarların doğru belirlenip belirlenmediğinin temyiz mercii olan Yargıtay tarafından denetimi de mümkün olmayacaktır.
Bu durumda mahkemece gerekçede hüküm altına alınan miktarların net mi brüt mü olduğunun belirtilmesi yeterli olmayıp hüküm fıkrasında da hüküm altına alınan alacakların net ya da brüt olduğu açıkça yazılmalıdır.
Şu hâlde Mahkemece hüküm fıkrasında kabul edilen işçilik alacakları miktarlarının net ya da brüt olduğunun açıkça gösterilmemesi 6100 sayılı HMK’nın 297’nci maddesinin ikinci fıkrasına aykırılık teşkil etmektedir.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
II- Mahkemece Uyulmak Suretiyle Verilen Karara İlişkin Temyiz Yönünden:
Dosya kapsamından Mahkemece, Özel Daire bozma kararına kısmen uyulup kısmen direnildiği ve uyulan yönlere ilişkin bozma doğrultusunda işlem yapılarak karar verildiği anlaşılmıştır.
Davacı vekilinin direnme kararına yönelik temyiz itirazları dışında kalan diğer itirazlarının Mahkemece uyularak bozma doğrultusunda işlem yapılmak suretiyle verilen yeni hükme yönelik bulunduğu görülmüştür.
Bu durumda, bozma kararına uyularak oluşturulan yeni hüküm Özel Dairesince incelenmediğinden, bu yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Özel Daireye gönderilmelidir.
S O N U Ç: Yukarıda (I) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA,
(II) numaralı bentte açıklanan nedenlerle uyulan kısımlar yönünden davacı vekilinin yeni hükme yönelik olan temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 9. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere oy birliğiyle ve kesin olarak 10.10.2019 tarihinde karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.