Esas No: 2013/158
Karar No: 2014/33
Karar Tarihi: 22.01.2014
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2013/158 Esas 2014/33 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : Ankara 11.Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ : 27/04/2012
NUMARASI : 2011/159 E-2012/99 K.
Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 11.Asliye Ticaret (kapatılan Asliye 8.Ticaret) Mahkemesi"nce davanın reddine dair verilen 14.12.2005 gün ve 2000/167 E-2005/652 K. sayılı kararın incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 11.Hukuk Dairesi"nin 09.02.2010 gün ve 2008/5428 E-2010/1772 K. sayılı ilamı ile;
(...Davacılar vekili, müvekkillerinin davalı kooperatifin ortağı olduğunu, kooperatifin 14.09.1998 tarihinde arsa karşılığı inşaat sözleşmesi yaptığını, bu sözleşmeye göre arsa sahiplerine ait taşınmaz üzerine yapılacak inşaatın %25’inin arsa sahiplerine ait olacağını, arsa sahiplerine verilecek dairelerin ..nolu parsel üzerinde yapılan inşaattan karşılanacağını, ortaklara ise 58 ve 65 nolu taşınmazlar üzerinde yapılacak dairelerin verileceğini, kooperatifin arsa sahiplerine olan yükümlülüklerini yerine getirdiğini 58 ve 65 nolu taşınmazların kooperatife mal edildiğini, 18.01.1997 tarihli genel kurulda yönetim kuruluna seçilen davalılardan E.. B.., S.. Z.. ve T.A. genel kurulu yanlış yönlendirerek, anasözleşmeye aykırı olarak yetkileri de olmadığı halde 65 nolu parseli davalılar K.. Ü.., A. M.T.ve D.A.T. ve .nolu parseli de davalılar M. Y. ve H. T. el ve işbirliği ederek düşük bedelle sattıklarını, elde ettikleri paranın bir kısmını üyelere dağıttıklarını, paranın bankaya yatırılması için son yönetim kurulu davalılar M.. E.., H.. Y.. ve H. B.çekilen ihtarın sonuçsuz kaldığını, müvekkilleri adına ayrılan paranın 11 ay davalıların yedinde kaldığını, müvekkillerinin zarara uğramasına neden olduklarını ileri sürerek, fazlaya dair talep ve dava hakları saklı kalması kaydıyla şimdilik, 15.000.000.000.- TL"nın faizi ile davalılardan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalılar A.M. T. D.. A.., M.. Y.., K.. Ü.. ve H.. T.. vekili, arsa satışını emlakçıdan öğrendiklerini, yöneticilerle aralarında herhangi bir ilişkinin bulunmadığını savunarak, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı S.. Z.. vekili, davanın reddini talep etmiştir.
Davalı E.. B.. vekili, davanın reddini talep etmiştir.
Mahkemece, iddia, savunma, toplanan kanıtlar, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, davalı yöneticilerin, taşınmazların satışını rayicin altında da olsa genel kurulca belirlenen birim fiyatın üzerinde ilanlar yaparak açıklık ve rekabet şartlarını sağlayarak gerçekleştirdikleri ve Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi"nin beraat kararında yapılan tesbitlerin mahkemeyi bağlayıcı nitelikte bulunması nedeniyle rayicin altında gerçekleşen satışlardan taşınmazı alan davalılarla birlikte sorumlu tutulamayacağı, davalıların çektiği ihtarın davalılara ödemeden önce tebliğ edildiğine dair belge sunamadıkları gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacılar vekili temyiz etmiştir.
1-Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davacılar vekilinin taşınmaz satış sözleşmesini yapmayan yönetim kurulu üyeleri M.. E.., H.. Y.. ve H. B.yönünden yaptığı tüm temyiz itirazlarının reddine ve kooperatif yönetim kurulu üyelerinin kooperatife ait arsayı usulüne uygun olmayan satımları nedeniyle davacıların doğrudan zarara uğradığı iddiasını kapsayan davada kooperatif tüzel kişiliğine husumet düşmeyeceğinden davalı kooperatif yönünden, davanın pasif husumet nedeniyle reddi gerekirken esastan reddi sonucu itibariyle doğru olan hükmün bozulmasını gerektirmemesine göre, davacılar vekilinin davalı kooperatif tüzel kişiliği yönünden tüm temyiz itirazlarının reddine, diğer davalılar E.. B.., S.. Z.., Taner Atalay, K.. Ü.., A. M. T. D. A.T. M.. Y.. ve H.. T..’e yönelik olarak ise aşağıdaki bent dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.
2-Dava, kooperatif ortakları tarafından, kooperatifin arsalarının düşük bedelle satıldığı ve satım sonucu elde edilen bedelin davacı ortaklara geç ödendiği bu nedenle davacı ortakların zarara uğradığı iddiasına dayalı olarak, hem kooperatifin arsalarının satışını gerçekleştiren yönetim kurulu üyeleri, hem parayı geç ödediği iddia edilen yönetim kurulu üyeleri hem de, taşınmazları satın alanlar aleyhine açılan tazminat istemine ilişkindir.
Mahkemece davalı yöneticilerin, taşınmazların satışını rayicin altında da olsa genel kurulca belirlenen birim fiyatın üzerinde ilanlar yapmak suretiyle açıklık ve rekabet şartlarını sağlayarak gerçekleştirdikleri ve Ankara 4.Ağır Ceza Mahkemesi’nin beraat kararında yapılan tesbitlerin mahkemeyi bağlayıcı nitelikte bulunması nedeniyle rayicin altında gerçekleşen satışlardan taşınmazı satın alan davalılarla birlikte sorumlu tutulamayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya kapsamından, ilk olarak davalı kooperatifin 18.06.1996 tarihli genel kurulunda taşınmazların metrekaresinin 20.000.000.-TL’den aşağı olmamak üzere satış işlemi için yönetim kuruluna yetki verildiği, daha sonra 08.11.1997 tarihli genel kurul kararı ile bu kez metrekaresi 1.000.000.-TL’den aşağı olmamak üzere arsaların satışı için yönetim kuruluna yetki verildiği anlaşılmakta olup, yönetim kurulu bu son yetkiye dayalı olarak arsaları davalılara 27.02.1998 tarihli protokolden sonra tapuda 23.03.1998 tarihinde satmıştır. Mahkemece alınan bilirkişi raporunda belirtildiği üzere.nolu parsel metrekaresi 27.027.000.-TL’den toplam 13.000.000.000.-TL’na, .nolu parsel metrekaresi 23.988.000.- TL’den toplam 23.700.000.000.-TL’na satılmıştır. Satış bedelleri aynı gün kooperatif defterlerine kayıt edilmiş ve ibraname karşılığı ortakların kooperatife ödedikleri aidat oranında ödenmiştir. Yargılama sırasında davacılara da 22.02.1998 tarihinde paylarına düşen miktar ödenmiştir. Kooperatifin satıştan sonra 13.06.1998 tarihli genel kurulunda 1997 yılı faaliyet raporunda satış paralarının dağıtım şekli açıklanmış, ancak bu genel kurulda faaliyet raporu onaylanmamış ve hesap tetkik komisyonunun kurulmasına karar verilmiştir. Fakat hesap tetkik komisyonunun çalışmasının sonucunun ne olduğu dosya kapsamından anlaşılamamaktadır.
Kooperatifler Kanunu’nun 42/6.maddesi uyarınca kooperatife ait taşınmazların satış usulü ve fiyatını belirleme yetkisi münhasıran genel kurula bırakılmış olup, genel kurulda yasaya uygun şekilde alınacak bir kararla kooperatife ait taşınmazların satışı mümkündür. Ne var ki, yukarıda anılan genel kurullarda davaya konu taşınmazların asgari ne miktara satılacağı belirtilmesine rağmen satışın usulü belirlenmemiştir. Yine genel kurulda taşınmazların asgari ne miktara satılacağının belirtilmesi nedeniyle yönetim kurulunun bu asgari birim fiyat da dikkate alınmak suretiyle taşınmazı satış tarihinde emsallerine uygun bir fiyat ile satması gerekirdi. Ortakların satışın emsallerine göre düşük fiyatla yapıldığı iddiasının dinlenmesi, bu nedenle mümkün bulunmaktadır.
Ayrıca, yasa ve ana sözleşmenin kendilerine yüklediği görevleri gereği gibi yerine getirmeyen yönetim ve denetim kurulu üyeleri, bu yüzden oluşan zararlar nedeniyle ortaklığa, ortaklara ve ortaklık alacaklılarına karşı sorumludur. Bu sorumluluk, kusur ilkesine dayanmaktadır. Başka bir anlatımla, kusur yoksa yönetim ve denetim kurulunun da bir sorumluluğu söz konusu değildir. Sorumluluğun söz konusu olabilmesi için de öncelikle bir zararın doğması şarttır. Yöneticiler ve denetçiler aleyhine açılacak sorumluluk davasında asıl dava hakkı, ortaklığa aittir. Ancak, böyle bir davanın açılabilmesi, genel kurulun bu yönde bir karar almasına bağlıdır. Yukarıda açıklandığı üzere, zarar gören ortakların da yöneticiler ve denetçiler aleyhine dava açma hakkı bulunmaktadır. Dava hakkının kullanılması, ortaklığın dava açma hakkında olduğu gibi, genel kurul kararına bağlı değildir. Ortakların dava açma hakları da doğrudan doğruya zarar ve dolaylı zarar durumuna göre değişiklik içerir. Yönetim ve denetim kurulu üyelerinin yasa ve ana sözleşme hükümlerine aykırı davranışları ile ortaklığın malvarlığını azaltan veya kötüleştiren davranışları, ortaklar ve alacaklıların dolaylı zarar görmesine yol açar. Zira, bu tür tasarruflar payları oranında ortakları etkiler. Başka bir anlatımla, ortaklığın doğrudan doğruya zarar görmesi, ortakların dolaylı zararıdır. İkinci durum ise, doğrudan zarar halidir. Bu halde yöneticilerin veya denetçilerin eylemleri sonucunda ortakların ortaklığın zararından müstakil olarak gördükleri zararlar söz konusudur. Anılan zarar türünde ortaklığın zarar görüp görmemesinin bir önemi bulunmamaktadır. Esasen, bu zararın üçüncü kişinin gördüğü zarardan tek farkı, ortak olmanın sonucu olmasıdır. Bu dava türünde ise, ortaklar talep ettiği tazminatın kendisi adına hükmedilmesini isteyebilirler.
Somut olayda, kooperatife ait arsanın yönetim kurulu tarafından usulüne uygun satılmaması fiili nedeniyle kooperatif doğrudan zarar görmüş ise de, satım bedeli davacılar dışındaki ortaklara kooperatife ödedikleri payları oranında ödenmiş ve ortaklar tarafından ihtirazi kayıtta konulmadığından artık uyuşmazlık davacılara ödenecek bedel konusunda olduğundan bu durumda taşınmazları satan yöneticiler ve taşınmazı satın alan kişilerin neden olduğu doğrudan doğruya zarar sözkonusu olup davacıların doğrudan kendi adlarına dava açmaları mümkün bulunmaktadır. O halde mahkemece, davalı kooperatif defter ve kayıtları üzerinde aralarında kooperatifler hukuku uzmanı, muhasebeci ve mülk bilirkişisinin bulunduğu bilirkişi kurulu oluşturulup, davaya konu taşınmazların satış tarihindeki değerlerinin tesbit edilerek satış bedelinden fazla bir değere taşınmazların satılabileceği tesbit edilirse bundan kooperatif yöneticilerinin sorumlu tutulmalarının gerektiği sonucuna varılması halinde, davacıların hissesine düşen miktarın tahsiline, aksi halde davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş, kararın bozulması gerekmiştir...)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu"nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, kooperatif ortakları tarafından, kooperatifin arsalarının düşük bedelle satıldığı ve satım sonucu elde edilen bedelin davacı ortaklara geç ödendiği bu nedenle davacı ortakların zarara uğradığı iddiasına dayalı olarak, hem kooperatifin arsalarının satışını gerçekleştiren yönetim kurulu üyeleri, hem parayı geç ödediği iddia edilen yönetim kurulu üyeleri hem de, taşınmazları satın alanlar aleyhine açılan tazminat istemine ilişkindir.
Mahkemenin, davanın reddine dair verdiği karar davacılar vekilinin temyizi üzerine, Özel Daire"ce yukarıda yazılı gerekçelerle bozulmuş; yerel mahkemece, önceki kararda direnilmiştir. Hükmü davacılar vekili, temyiz etmiştir.
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; yerel mahkemece yapılan araştırmanın yeterli olup olmadığı ve ceza mahkemesi kararının bağlayıcı olup olmadığı, noktalarında toplanmaktadır.
Hemen belirtilmelidir ki, 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu"nun 62.maddesinde, yönetim kurulu üyelerinin görevleri belirtilmiş ve yönetim kurulunun, kooperatif amaçlarının gerçekleşmesi ve ortakların çıkarlarının korunması ile ilgili olarak yasalara, anasözleşme hükümlerine ve genel kurul kararlarına göre, işleri titizlikle ve en iyi şekilde yürütmekle ve kooperatifin başarısı ve gelişmesi yolunda gereken çabayı göstermekle görevli oldukları açıklanmış, ayrıca kendi kusurlarından ileri gelen zararlardan sorumlu oldukları da ifade edilmiştir.
Kooperatifler Kanunu ve anasözleşmede, yönetim kurulu üyelerinin bu sorumluluklarının niteliği yönünden açık bir hüküm mevcut değilse de, Kooperatifler Kanunu"nun 98.maddesi, kanunda aksine açıklama olmayan hususlarda, mülga 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu"ndaki anonim şirketlere ait hükümlerin uygulanacağını göstermiş olduğundan, anonim şirketlerle ilgili hükümlere bakmak gerekmektedir.
Anonim şirketlere ilişkin olan mülga 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu (eTTK)"nun m.336/1 ve 5.fıkrasında ise, kanun ve anasözleşmenin kendilerine yüklediği vazifeleri kasten veya ihmal neticesi olarak yapmayan yönetim kurulu üyelerinin müteselsilen sorumlu bulundukları belirtilmiştir. Bu tür sorumluluğun neticesi olarak, yönetim kurulu üyelerinin bütün kooperatif işlerine titizlikle ilgi göstermek, yönetim kurulu adına yapılan işlemleri ve harcalamaları kontrol etmek görevini kasıt veya ihmal sonucu yerine getirmemeleri halinde birlikte ve müteselsilen sorumlu olacakları tabiidir.
eTTK"nun 336 ve 338.maddelerine göre, yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğu, kusura dayanan bir sorumluluktur. Bu maddelere göre, yönetim kurulu üyelerinin sorumlu tutulabilmesi için kusurlu eylemlerinin bulunduğunun sabit olması gerekir. Ancak, kooperatiflerde de uygulanma olanağı bulunan eTTK"nun 338.maddesi, yönetim kurulu üyeleri aleyhine bir kusur karinesi kabul etmiştir. Yani, bir zarar doğmuş ise, bu zararın yönetim kurulu üyelerinin kusurlu eylemleri sonucu oluştuğunun kabulü asıldır. Şu halde, yönetim kurulu üyeleri, kusursuz olduklarını ispat etmeleri gerekir (Yönetim kurulu üyelerinin hukuki sorumluluğu hakkında ayrıntılı bilgi için bakınız. Ersin Çamoğlu, Anonim Ortaklık Yönetim Kurulu Üyelerinin Hukuki Sorumluluğu, İstanbul 1972, Sahife:12 vd.; Sait Kemal Mimaroğlu, Anonim Şirketlerde İdare Meclisi Azalarının Hukuki Mesuliyeti, Ankara 1967, Sahife:27 vd.; Gönen Eriş, Açıklamalı-İçtihatlı Uygulamalı Kooperatifler Hukuku, 3.Baskı, Ankara 2003, Sahife:979 vd.; Reha Poroy/Ünal Tekinalp/Ersin Çamoğlu, Ortaklıklar ve Kooperatifler Hukuku, 12.Bası, İstanbul 2010, Sahife:915).
Öte yandan, 1086 sayılı (mülga) Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK)"nun 275.maddesi; “Mahkeme, çözümü özel veya teknik bir bilgiyi gerektiren hallerde bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. Hakimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgi ile çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişi dinlenemez.” hükmünü içermektedir.
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun "Bilirkişiye başvurulmasını gerektiren hâller" başlığı altında düzenlenen 266/(1) maddesi de, az yukarıda belirtilen 1086 sayılı HUMK"nun 275.maddesine paralel bir düzenlemeyi içermektedir.
Görüldüğü üzere, genel hayat tecrübesi ve kültürünün sonucu olarak herkesin bilmesi gereken konularla, hakimlik mesleğinin gereği olarak hakimin hukuki bilgisi ile çözümleyebileceği konular dışında kalan ve çözümü özel veya teknik bir bilgiyi gerektiren hallerde bilirkişi oy ve görüşünü alması gerekir.
Nihayet, Ceza mahkemesi kararlarının hukuk davasına etkisi, hukukumuzda mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu"nun 53.maddesinde düzenlenmiştir. Anılan yasa maddesinde, “Hakim, kusur olup olmadığına yahut haksız fiilin faili temyiz kudretini haiz bulunup bulunmadığına karar vermek için ceza hukukunun sorumluluğa ilişkin hükümleri ile bağlı olmadığı gibi, ceza mahkemesinde verilen beraat kararı ile de mukayyet değildir. Bundan başka ceza mahkemesinin kararı, kusurun takdiri ve zararın miktarının tayini hususunda dahi hukuk hakimini takyit etmez.” hükmü öngörülmüştür (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu m.74).
Bu açık hüküm karşısında, ceza mahkemesince verilen beraat kararı, kusur ve derecesi, zarar tutarı, temyiz gücü ve illiyet gibi esasların hukuk hakimini bağlamayacağı konusunda duraksama bulunmamaktadır.
Ne var ki, hukuk hakiminin bu bağımsızlığı sınırsız değildir. Gerek öğretide ve gerekse Yargıtay’ın yerleşmiş içtihatlarında, ceza hakiminin tespit ettiği maddi olaylarla ve özellikle “fiilin hukuka aykırılığı” konusu ile hukuk hakiminin tamamen bağlı olacağı kabul edilmektedir. Diğer bir anlatımla, maddi olayları ve yasak eylemleri saptayan ceza mahkemesi kararı, taraflar yönünden kesin delil niteliğini taşır.
Ceza Mahkemesinde bir maddi olayın varlığı ya da yokluğu konusundaki kesinleşmiş kabule rağmen, aynı konunun hukuk mahkemesinde yeniden tartışılması olanaklı değildir. Bunun nedeni, ceza yargılamasındaki ispat araçları bakımından ceza hakiminin hukuk hakiminden çok daha elverişli konumda bulunmasıdır. Maddi olgu saptanarak beraat kararı verilmiş ise; bu yön, hukuk yargılaması sırasında dışlanamaz ve aksi benimsenemez. Yerleşik yargısal uygulamalar bu doğrultudadır (Hukuk Genel Kurulu"nun 24.05.2006 gün ve E:2006/9-280, K:319; 04.11.2009 gün ve E:2009/4-413, K:2009/481 sayılı ilamları).
Somut olaya gelince; Ankara 4.Ağır Ceza Mahkemesi"nin 30.12.1999 tarih ve E:1999/55, K:1999/295 sayılı ilamında; “...Sanıklar E. S.ve T. kooperatif genel kurulunca alınan arsalara ait satış kararları ve kendilerine verilen yetki ile arsaları gazetelere ilanlar vererek çeşitli şirket ve kişilerden teklif mektupları alarak sattıkları, satış işleminin açıklık ve rekabet ilkesine uygun olduğu, yaptırılan bilirkişi incelemesinden de anlaşılacağı üzere suça konu olan iki parsel taşınmazın satışından elde edilen bedelin 1998 yılı yevmiye defterine 23.03.1998 tarihi itibari ile kayıt edildiği, satış için günlük gazetelere çok sayıda ilan verildiği, bir çok kişi ve şirketten teklif alındığı, satışta uygulanacak usul genel kurulda belirnememiş ise de; çok sayıda ilan verilerek dört ayrı kişi ve kuruluştan teklif alınarak ihalede açıklık ve rekabetin sağlandığı, ...satış parasının satışın yapıldığı gün yevmiye defterine geçirilmiş olmakla, yönetim kurulu üyeleri olan sanıklar üzerinde tutulmadığı, bu nedenle zimmet suçunun unsurlarının oluşmadığı anlaşılmış, tüm dosya kapsamı, iddia, savunma, belgeler birlikte değrlendirildiğinde kooperatif yönetim kurulu üyesi olan sanıklar E.. B.., S.. Z.., T.. A.."ın üzerlerine atılı suçları, diğer sanıklarında sahtecilik suçunu işlediklerine ilişkin yeterli ve inandırıcı delil elde edilemediği...” gerekçesiyle delil yetersizliğinden sanıkların üzerlerine atılı zimmet, sahtecilik ve görevi kötüye kullanma suçlarından beraatlerine karar verilmiştir.
Görüldüğü üzere, anılan mahkeme kararının gerekçesinde davalı yönetim kurulu üyelerinin, diğer davalılara (alıcılara) kooperatife ait iki adet taşınmazı piyasa rayicinin altında satılmasının hukuka uygun olduğuna dair maddi ve hukuki bir tespite yer verilmemiştir. Sonuçta ceza mahkemesinin beraat kararı delil yetersizliğine dayandığı gibi, yukarıda yer verilen gerekçe içeriğinden de, davalı yönetim kurulu üyelerinin özel hukuk bakımından sorumluluklarını etkileyecek ve hukuk hakimini bağlayacak nitelikte bir olguyu içermemektedir.
Ayrıca dosyada bulunan bilirkişi raporları da, davalıların hukuki sorumluluklarının tespitinde mahkemece hüküm kurmaya yeterli olmadığı gibi, Yargıtay denetimine de elverişli değildir.
Buna göre, mahkemece eksik inceleme ve araştırma ile yazılı şekilde davanın reddine karar verilmiş olması isabetsizdir.
O halde, mahkemece yapılacak iş; yukarıda belirtilen açıklamalar gözetilmek suretiyle, kooperatif defter ve kayıtları üzerinde aralarında kooperatifler hukuku uzmanı, muhasebeci ve mülk bilirkişisinin bulunduğu bilirkişi kurulu oluşturulup, davaya konu taşınmazların satış tarihindeki değerlerinin tespit edilerek, satış bedelinden fazla bir değere taşınmazların satılabileceği tesbit edilirse, bundan kooperatif yöneticilerinin sorumlu tutulmalarının gerektiği sonucuna varılması halinde, davacıların hissesine düşen miktarın tahsiline, aksi halde davanın reddine karar verilmelidir.
Hal böyle olunca; yerel mahkemece, aynı yöne işaret eden ve Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmiş olması usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç : Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile; direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma ilamında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 Sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 1086 sayılı HUMK"nun 440/1.maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 22.01.2014 gününde oyçokluğu ile karar verildi.