Hukuk Genel Kurulu 2015/525 E. , 2015/2931 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
Taraflar arasındaki “sigortalılık süresinin tespiti” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 12.İş Mahkemesince davanın reddine dair verilen 10.06.2013 gün ve 2013/139 E.-2013/350 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21.Hukuk Dairesinin 24.10.2013 gün ve 2013/17039 E.-2013/19014 K. sayılı ilamı ile;
(...1) Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenlere ve temyiz nedenlerine göre davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki diğer temyiz itirazlarının reddine,
2) Dava, davacının yurt dışında çalışmaya başladığı tarihin ülkemizde sigortalılık başlangıç tarihi olarak kabulü ile davacının yurt dışında geçen süreyi 5510 sayılı Kanun"un 4/1-(a) bendi kapsamında borçlanma hakkı bulunduğunun tespiti istemine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
5510 sayılı Kanun"un 38.maddesine göre malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarının uygulanmasında dikkate alınacak sigortalılık süresinin başlangıcı; sigortalının, 5417, 6900, 506, 1479, 2925, 2926, 5434 sayılı Kanunlar ile 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun geçici 20 nci maddesi kapsamındaki sandıklara veya 5510 sayılı Kanuna tâbi olarak malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tabi olarak ilk defa kapsama girdiği tarih olarak kabul edilir. Uluslararası sosyal güvenlik sözleşmeleri hükümleri saklıdır.
Bu Kanunun uygulanmasında 18 yaşından önce malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tâbi olanların sigortalılık süresi, 18 yaşını doldurdukları tarihte başlamış kabul edilir. Bu tarihten önceki süreler için ödenen malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primleri, prim ödeme gün sayılarının hesabına dahil edilir.
3201 sayılı Kanun"un 17.04.2008 tarih ve 5754 sayılı Kanun ile değişik 5.maddesinin son fıkrasında "Sosyal güvenlik sözleşmesi yapılmış ülkelerdeki hizmetlerini, bu Kanuna göre borçlananların, sözleşme yapılan ülkede ilk defa çalışmaya başladıkları tarih, ilk işe giriş tarihi olarak dikkate alınmaz." hükmü bulunmakta ise de Anayasa"nın 90.maddesi uyarınca yöntemine göre yürürlüğe girmiş uluslararası sözleşme hükümleri 3201 sayılı Kanunun 5.maddesinden önce uygulanma önceliğine sahip olduğundan ülkemiz ile sosyal güvenlik sözleşmesi bulunan ülkelerde ilk defa çalışmaya başlanılan tarihin ülkemizde sigortalılık başlangıç tarihi olarak kabul edilmesi gerekmektedir.
Ülkemiz ile sosyal güvenlik sözleşmesi bulunan ülkelerde ilk defa çalışmaya başlanılan tarihin ülkemizde sigortalılık başlangıç tarihi olarak kabul edilebilmesi için 3201 sayılı Yasa kapsamında borçlanma talebinde bulunulması veya kısmen de olsa borçlanma bedelinin ödenmesi zorunlu değildir.
Uluslararası sözleşmelere konulan bu yöndeki hükümlerin amacı; yurtdışında çalışan Türk vatandaşlarının ülkemize dönmesi halinde uzun vadeli sigorta kollarından sağlanan haklar yönünden önem arz eden sigortalılık başlangıç tarihinin belirlenmesinde ülkemizde çalışan sigortalılar ile aynı koşullara tabi tutmak olup bu hüküm 3201 sayılı Yasa"da yer alan yurtdışı borçlanma hükümlerinden bağımsız bir sosyal güvence olduğundan uygulanması için borçlanma koşulu da aranmaz.
Yurtdışında çalışan Türk vatandaşlarının yurtdışında geçen hizmetlerinin borçlandırılarak ülkemiz sosyal güvenlik mevzuatına malullük, yaşlılık ve ölüm (uzun vadeli sigorta kolları) hallerinde Türkiye’de geçmiş hizmet gibi değerlendirilmesini sağlamak amacıyla yürürlüğe giren 30.05.1978 tarih ve 2147 sayılı Kanun ile 08.05.1985 tarih ve 3201 sayılı Kanun"ların kendilerinden önce yürürlüğe giren uluslararası sözleşmeler ile yabancı bir ülkede çalışan Türk vatandaşlarına tanınan sosyal güvenlik haklarını koşula bağlaması, ortadan kaldırması veya sınırlaması da Anayasa"nın 90.maddesinin açık hükmü karşısında mümkün değildir.
Mahkemece, yukarıda yer alan maddi ve hukuki olgular ile taleple bağlılık kuralı da gözetilerek davacının fiili çalışmasının bulunduğu ve 18 yaşını ikmal ettiği tarihin ülkemizde sigortalılık başlangıç tarihi olarak tespitine karar verilmesi gerekirken 3201 sayılı Yasa kapsamında borçlanmaya bağlı prim ödemesi bulunmadığı gerekçesiyle istemin reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde davacının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır...)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, davacının, yurt dışında geçen çalışmalarının Türkiye’de sigortalılık başlangıç tarihi sayılması istemine ilişkindir
Davacı vekili, müvekkilinin yurtdışında geçen çalışma sürelerinin 3201 sayılı Yasa kapsamında borçlanılması için yapılan başvurunun davalı Kurum tarafından, borçlanılan sürenin 5510 sayılı Yasanın 4/b maddesi kapsamında değerlendirileceğinin bildirildiğini belirterek, müvekkilinin Almanya"da ilk işe giriş tarihinin sigortalılık başlangıcı olarak tespitine ve Almanya’da işe başlama tarihi esas alınarak 5510 sayılı Yasanın 4-1/a maddesi kapsamında SSK olduğunun tespitine karar verilmesini talep etmiştir..
Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) vekili, Türkiye"de sigortalılıkları bulunan kişilerin borçlanma istemlerinin en son sigortalılık haline göre, sigortalılığı bulunmayanların ise 5510 sayılı Yasanın 4/b maddesine göre sigortalılık değerlendirmesine tabi tutularak 3201 sayılı Yasa kapsamında borçlanma yapabilecekleri yönündeki 3201 sayılı Yasanın 5.maddesinin açık hükmü karşısında Kurum tarafından gerçekleştirilen işlemde yasaya aykırılık bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
.Mahkemece, Türkiye"de hizmet sözleşmesine dayalı çalışmadan kaynaklanan sigortalılık tescili bulunmayan davacının, 5510 sayılı yasanın 4/a maddesi kapsamında değerlendirme yapılarak borçlanma işlemi gerçekleştirmesine yasal olanak bulunmadığı; ve ödenmiş borçlanma prim tutarı bulunmayan ve buna bağlı olarak gerçekleşmiş sigortalılık süresi olmayan davacının sigortalılık başlangıcının tespitinde de hukuki yararı bulunmadığı gibi sözleşme hükümleri uyarınca iki ülkede birlikte değerlendirilmesi gereken sigortalılık süreleri bulunmayan davacının sigortalılık başlangıcı yönünden hüküm kurulmasına da yasal olanak bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine dair verilen karar, davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Daire tarafından yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuş, mahkemece, direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunda işin esasının görüşülmesinden önce; davacı vekili tarafından, direnme kararının temyizi talep edildikten sonra davadan feragat beyanı içeren dilekçesi verilmesi hususu ön sorun olarak değerlendirilmiştir.
Ön sorunun çözümü için öncelikle feragate ilişkin açıklama yapılmalıdır:
Davaya son veren taraf işlemlerinden biri olan feragat, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 307. ve devamı maddelerinde düzenlenmiş olup, anılan yasa hükmüne göre feragat; davacının, talep sonucundan kısmen veya tamamen vazgeçmesidir.
Bilindiği gibi, feragat yalnız mevcut davadan değil, o dava ile istenen haktan da vazgeçme anlamına gelmektedir. Davadan feragat neticesinde feragate konu teşkil eden hak tamamen düşer ve artık bir daha dava konusu yapılamaz.
Hiçbir kimse kendi lehine olan bir davayı açmaya zorlanamayacağı gibi, davacı da açmış olduğu bir davayı sonuna kadar takip etmeye zorlanamaz. Usul hukukumuzda kural olarak hüküm kesinleşinceye kadar her davadan feragat edilebilir (HMK. m.310).
Bir usul hukuku kavramı olarak davadan feragatin açık, kesin ve koşulsuz olması, yasa gereğidir. 6100 sayılı HMK’nın 309.maddesi aynen;
“(1)Feragat ve kabul, dilekçeyle veya yargılama sırasında sözlü olarak yapılır.
(2)Feragat ve kabulün hüküm ifade etmesi, karşı tarafın ve mahkemenin muvafakatine bağlı değildir.
(3)Kısmen feragat veya kabulde, feragat edilen veya kabul edilen kısmın, dilekçede yahut tutanakta açıkça gösterilmesi gerekir.
(4)Feragat ve kabul, kayıtsız ve şartsız olmalıdır” şeklindedir.
Davadan feragatin, kesin hükmün sonuçlarını doğurucu nitelikte olması nedeniyle bütün bu özellikleri içermesi zorunludur.
Hükmün kesinleşmesinden önceki herhangi bir aşamada davadan feragat edilebilir. Temyiz edilen ve fakat henüz Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca görüşülmeyen bir direnme kararı, usul hukuku çerçevesinde kesinleşmiş olmadığından, bu aşamada davadan feragat mümkündür.
Böyle bir durumda, direnme kararı Hukuk Genel Kurulu’nca temyizen incelenemez.
11.04.1940 gün ve 1939/15 Esas, 1940/70 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca, hükümden sonra ortaya çıkan ve temyiz incelenmesine usulen engel oluşturan bu durumun yerel mahkemece değerlendirilip karara bağlanması gerekmektedir.
Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 05.10.2012 gün ve 2012/17-429 E. 2012/679 K. ile 29.04.2009 gün ve 2009/13-76 E., 2009/120 K. sayılı ilamlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.
Somut olayda, direnme kararının davalı vekili tarafından temyizinden sonra ancak, temyiz isteminin Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca görüşülmesinden önce vekaletnamesinde davadan feragat yetkisi verilmiş olan davacı vekili, davadan feragat ettiğini bildirdiğinden, bu beyan çerçevesinde işlem yapılması zorunludur.
Bu durumda, mahkemece; ortaya çıkan yeni durum değerlendirilerek bir karar verilmesi gerektiğinden, direnme kararının bu değişik gerekçeyle bozulması gerekmiştir.
S O N U Ç : Davacı vekilinin temyiz isteminin kabulü ile mahkeme kararının yukarıda açıklanan değişik nedenlerle BOZULMASINA, bozma nedenine göre davacı vekilinin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 02.12.2015 gününde oybirliği ile karar verildi.