Abaküs Yazılım
Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2015/2796
Karar No: 2015/2669

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2015/2796 Esas 2015/2669 Karar Sayılı İlamı

Hukuk Genel Kurulu         2015/2796 E.  ,  2015/2669 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

    Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı Kadıköy 4. Asliye Hukuk Mahkemesinden verilen 28.12.2012 gün ve 2012/450 E., 2012/678 K. sayılı kararın; bozulmasını kapsayan ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulundan çıkan 06.03.2015 gün, 2013/14-1139 E. 2015/995 K. sayılı ilamın, karar düzeltilmesi yoluyla incelenmesi davalı ... End. A.Ş. vekili ve feri müdahil ... vekili tarafından verilen dilekçe ile istenilmiştir.

    HUKUK GENEL KURULU KARARI

    Hukuk Genel Kurulunca dilekçe, düzeltilmesi istenen ilam ve dosyadaki ilgili bütün kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
    Dava, gayrimenkul satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
    Davacı vekili; davalı şirketin, Beyoğlu 20. Noterliği’nin 24.06.1997 tarihli satış vaadi sözleşmesi ile 2425 parsel numaralı taşınmazın 65515/285149 payının yarısını müvekkiline satmayı vaat etiğini, taşınmazın tescili talep edilmesi rağmen yerine getirilmediğini, satış vaadi sözleşmesinin 22.12.1999 tarihinde tapuya şerh verildiğini, ancak 5 yıllık sürenin dolduğunu belirterek, sözleşmeye konu payın müvekkili şirket adına tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
    Davalı vekili; 4389 sayılı Bankalar Kanunu’nun 15/7-a maddesi gereğince TMSF"nin fon alacaklarının tahsili bakımından müvekkili şirkete el koyduğunu, sözleşme tarihinden bu yana 8 yıl geçtiğinden zamanaşımı süresinin dolduğunu, sözleşmenin tarafların gerçek iradesini yansıtmadığını, sözleşme yapıldıktan çok uzun zaman sonra Balkaner Grubuna TMSF tarafından el konulmasını müteakip, davacı tarafından noterden ihtarname keşide edilip, akabinde bu davanın açıldığını, satış vaadinin davalı bakımından üçüncü kişilere karşı bir önlem niteliğinde tesis edildiğini, bu sebeple muvazaa ile batıl olduğunu ve satış vaadi karşılığı bir bedel de alınmadığını, sözleşmede yer alan bedelin de taşınmazın rayicinden noksan olduğunu belirterek, davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
    Fer’i müdahil ... vekili; davalı şirketin Balkaner Grubu şirketlerinden olduğunu, 09.06.2005 tarihinde fon alacaklarının tahsilini teminen Balkaner Grubu şirketlerine ve bu arada davalı ...Ş’ye el konulduğunu, vaat borçlusu şirketin taşınmazı Yurtbank kaynaklarını kullanmak suretiyle kazandığını, davalı şirket kayıtlarında satış bedelinin ödendiğine dair bir bilginin olmadığını, taraflar arasında gerçek bir satış iradesi bulunmadığını, nitekim TMSF’nin 01.03.2007 tarihli ve 93 sayılı kararı ile dava konusu satış vaadi sözleşmesinin mal kaçırmak amacıyla muvazaalı olarak yapıldığı gerekçesiyle fon bakımından geçersiz sayılmasına karar verildiğini, taşınmazın tapu kaydına da kamu haczi şerhinin işlendiğini, bu sebeple eldeki davanın artık konusuz kaldığını belirterek, karar verilmesine yer olmadığına şeklinde karar verilmesini istemiştir.
    Yerel mahkemece, TMSF tarafından 01.03.2007 tarih ve 93 sayılı karar ile satış vaadi sözleşmesinin geçersiz sayılmasına karar verildiği, bu kararın iptali için İstanbul 7. İdare Mahkemesinde dava açıldığı ancak davanın reddine karar verildiği ve bu kararında Danıştay 13. Dairesince onandığı, Bankalar Kanunu’nun 15. maddesinde yer alan yetkiye göre oluşturulmuş kararın tarafları bağlayıcı hale geldiği gerekçesiyle konusu kalmayan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
    Davacı vekilince temyiz edilen karar, Özel Dairece “idari yargı kararları ile sözleşmenin fon alacağını teminen ve ... yönünden geçersizliğine karar verildiği, satış vaadi sözleşmesinin bir taahhüt işlemi olarak tarafları arasında hüküm ve sonuç meydana getirmeye devam edeceği, hiç kimsenin kendi muvazaalı işleminin sonuçlarından yararlanamayacağı, bu durumda davacının mülkiyet aktarımı istemi kabul edilerek dava konusu taşınmazın mevcut yükümlülükleri ile birlikte davacı şirket adına tesciline karar verilmesi gerektiği” gerekçesiyle bozulmuştur.
    Yerel mahkemece, bozma ilamına uyularak davanın kabulüne karar verilmiştir. Davalı vekili ve fer"i müdahil TMSF vekilince temyiz edilen ikinci karar, Özel Dairece “muvazaalı olarak düzenlendiği yargı kararlarıyla kesinleşen ve geçerli olmayan satış vaadi sözleşmesine dayalı olarak tescil istenemeyeceğinden davanın reddine karar verilmesi gerektiği” gerekçesiyle bozulmuştur.
    Yerel mahkemece, ikinci bozma kararına da uyularak, bu kez davanın reddine karar verilmiştir.
    Kararın davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine, 17/4/2013 tarih ve 6460 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1. maddesiyle 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 439 uncu maddesinin beşinci fıkrasından ve 1086 sayılı Kanun’un 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un 16 ncı maddesi ile değiştirilmeden önceki 429 uncu maddesinin üçüncü fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen fıkra uyarınca dosya kendisine gelen Hukuk Genel Kurulu;
    “…Somut olayda; Özel Dairece yapılan hukuki değerlendirme sonucu “idari yargı kararları ile sözleşmenin fon alacağını teminen ve ... yönünden geçersizliğine karar verildiği, satış vaadi sözleşmesinin bir taahhüt işlemi olarak tarafları arasında hüküm ve sonuç meydana getirmeye devam edeceği, hiç kimsenin kendi muvazaalı işleminin sonuçlarından yararlanamayacağı, bu durumda davacının mülkiyet aktarımı istemi kabul edilerek dava konusu taşınmazın mevcut yükümlülükleri ile birlikte davacı şirket adına tesciline karar verilmesi gerektiği” gerekçesiyle ilk bozma kararı verildiği halde, ikinci bozma kararında ise hukuki görüş değiştirilerek “muvazaalı olarak düzenlendiği yargı kararlarıyla kesinleşen ve geçerli olmayan satış vaadi sözleşmesine dayalı olarak tescil istenemeyeceğinden davanın reddinde karar verilmesi gerektiği” gerekçesiyle yerel mahkeme kararı bozulmuştur.
    Az yukarda belirtildiği üzere hukuki görüş değişikliğinin maddi hata olarak kabulü, dolayısıyla usuli kazanılmış hakkın istisnası olduğunun kabulü mümkün değildir.
    Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında bir kısım üyelerce Özel Daire bozma kararının maddi hataya dayalı olduğu, maddi hatanın usuli müktesep hakkın istisnası olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de; çoğunlukça yukarıda belirtilen gerekçelerle bu görüş kabul edilmemiştir.
    Bu durumda, yerel mahkemece verilen “karar verilmesine yer olmadığına” dair verilen ilk kararın Özel Dairece davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulması üzerine, yerel mahkemece bozma ilamına uyulmakla davacı yararına usuli kazanılmış hak doğmuştur.
    Öyleyse, bu aşamadan sonra yerel mahkemenin bozma ilamına uyarak davanın kabulüne dair verdiği kararın Özel Dairece, usulü kazanılmış hakka aykırı olarak önceki bozma ilamının aksine muvazaalı olarak düzenlendiği yargı kararlarıyla kesinleşen ve geçerli olmayan satış vaadi sözleşmesine dayalı olarak tescil istenemeyeceğine işaretle bozulması hukuken olanaklı değildir.
    Hal böyle olunca, yerel mahkemece birinci bozma ilamına uyulmakla davacı yararına usuli kazanılmış hakkın oluştuğu gözetilerek davanın kabulü ile dava konusu taşınmazın mevcut yükümlülükleri ile birlikte davacı şirket adına tesciline karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş, kararın salt bu nedenle bozulması gerekmiştir…” gerekçesiyle Yerel Mahkeme kararının bozulmasına karar vermiş; davalı ... End. Aş. vekili ve feri müdahil ... vekili karar düzeltme talebinde bulunmuşlardır.
    Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 04.02.1959 gün ve 1957/13-1959/5; 09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı ilamlarında açıklandığı üzere, bir mahkemenin Yargıtayca verilen bozma kararına uyması sonunda kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince karar verme mükellefiyeti meydana gelir ve bu itibarla mahkemenin sonraki hükmünün bozmada gösterilen esaslara aykırı bulunması, usule uygun sayılamaz ve bozma sebebidir; meğer ki, bu aykırılık sadece bozma kararında gösterilen bir usul kaidesine ilişkin bulunsun ve son kararın neticesini değiştirecek bir mahiyet arz etmesin. Mahkemenin bozma kararına uymasıyla meydana gelen durum uyarınca muamele yapma ve hüküm verme durumu, taraflardan birisi lehine ve diğeri aleyhine hüküm verme neticesini doğuracak bir durumdur ve buna usuli kazanılmış hak yahut usule ait kazanılmış hak denilmektedir.
    Hemen belirtelim ki; bir mahkemenin Yargıtay Dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü doğar. “Usuli kazanılmış hak” olarak tanımlayacağımız bu olgu mahkemeye, hükmüne uyduğu Yargıtay bozma kararında belirtilen çerçevede işlem yapma ve hüküm kurma zorunluluğu getirdiği gibi, mahkemenin kararını bozmuş olan Yargıtay Hukuk Dairesince de, sonradan, ilk bozma kararı ile benimsemiş olduğu esaslara ve dolayısı ile oluşan usuli kazanılmış hakka aykırı bir şekilde ikinci bir bozma kararı verilmesini yasaklamaktadır.
    Usul Kanunumuzda usule ait kazanılmış hakka ilişkin açık bir hüküm konulmuş değilse de Yargıtayın bozma kararının hakka ve usule uygun karar verilmesini sağlamaktan ibaret olan gayesi ve muhakeme usulünün hakka varma ve hakkı bulma maksadıyla kabul edilmiş olması yanında, hukuki alanda istikrarı sağlamak amacına ermek üzere kabul edilmiş bulunması bakımından usule ait kazanılmış hak müessesesi, usul kanununun dayandığı ana esaslardandır ve kamu düzeni ile de ilgilidir.
    Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usuli kazanılmış hak” olgusunun, birçok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır:
    Bunlar; mahkemece Yargıtay bozma kararına uyulduktan sonra görülmekte olan davaya uygulama imkanı bulunan yeni bir İçtihadı Birleştirme Kararı çıkması; mahkemece bozmaya uyulmasından sonra, o konuda yürürlüğe giren (geçmişe etkili) yeni bir kanun çıkması; bozmaya uyulmasından sonra, o konuda uygulanması gereken kanun hükmünün hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptal edilmesi ve iptal kararının yürürlüğe girmesi; 04.02.1959 tarih 13/5 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararında da vurgulandığı üzere hükmüne uyulan bozma kararından sonra görevine ilişkin yeni bir yasal düzenlemenin getirilmiş olması, maddi yanılgıya dayalı olan bir bozma kararına uyulmuş olması gibi hususlar sayılabilir.
    Somut olayda; davacı, 24.06.1997 tarihinde düzenlenen gayrimenkul satış vaadi sözleşmesine dayanarak satış vaadi sözleşmesine konu payın adına tescilini istemiştir. Mahkemece, TMSF tarafından davalı şirket yönetimine el konulduğu ve dava konusu satış vaadi sözleşmesinin muvazaalı olarak yapıldığı hususunun İstanbul 7. İdare Mahkemesinin 2007/1055 E., 2008/1826 K. sayılı kararı ile belirlendiği gerekçesiyle “karar verilmesine yer olmadığına” dair birinci karar verilmiştir. Kararın davacı vekilince temyizi üzerine Özel Dairece; “fon alacağının temini bakımından ve sadece fon yönünden taşınmaz satış vaadi sözleşmesi şeklinde yapılan tasarrufun geçersizliğine karar verildiği ve bu kararla alacaklı olan TMSF satış vaadi sözleşmesi suretiyle yapılan tasarrufa konu olan şey (dava konusu taşınmaz) üzerinde, taşınmaz mal kimin adına kayıtlı olursa olsun alacağını elde etme olanağı sağladığı, kesinleşen idari yargı kararları karşısında, satış vaadine konu taşınmaz mal mülkiyetinin davacı şirket üzerine geçirilmesinin TMSF bakımından bir öneminin bulunmadığı ve hiç kimse kendi muvazaalı işleminin sonuçlarından yararlanamayacağından, davacının mülkiyet aktarımı isteminin kabulü ve dava konusu taşınmazın mevcut yükümlülükleri ile birlikte davacı şirket adına tescili gerektiği” gerekçesi ile karar bozulmuştur.
    Mahkemece, Özel Dairece verilen birinci bozma ilamına uyularak davanın kabulüne dair verilen ikinci karar, davalı ...Ş. vekili ve feri müdahil TMSF vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece “muvazaalı olarak düzenlendiği yargı kararlarıyla kesinleşen ve geçerli olmayan satış vaadi sözleşmesine dayalı olarak tescil istenemeyeceğinden davanın reddinde karar verilmesi gerektiği” gerekçesiyle ikinci kez bozulmuştur. Yerel Mahkemece ikinci bozma ilamına da uyularak davanın reddine karar verilmiştir.
    Hemen belirtmek gerekir ki, mülga 4389 sayılı Bankalar Kanunu’nun 15/7-(b) maddesinde, Fona tanınan yetkilerin Fon tarafından başkaca bir işleme gerek olmaksızın Fonun karar alması ile tekemmül edeceği, yapılan işlemlerden tescile tabi olanların Fonun talebi üzerine tescil ve gerektiğinde ilan olunacağı düzenlemesine yer verilmiş olup, Kanun koyucu bu hüküm ile kamu alacağının tahsili bakımından Fona mutlak bir yetki tanımıştır.
    Nitekim Fon Kurulu tarafından 01.03.2007 tarihli ve 93 sayılı karar ile dava konusu satış vaadi sözleşmesinin Fon yönünden geçersiz sayılmasına ve satış vaadi sözleşmesi şerhinin terkinine karar verilmiş olup, davacı tarafından kararın iptali için idare mahkemesine dava açılmış ise de yapılan yargılama sonucu dava konusu satış vaadi sözleşmesinin satış amacıyla değil muvazaalı olarak alacaklılardan mal kaçırmak amacıyla yapıldığı gerekçesi ile davanın reddine dair verilen karar Danıştayca da onanarak kesinleşmiştir.
    Hal böyle olunca, muvazaalı şekilde düzenlendiği kesinleşmiş yargı kararı ile belirlenmiş olan dava konusu 24.06.1997 tarihli satış vaadi sözleşmesinin geçerli olmadığı ve mülkiyeti nakletmeyeceği hususunun Özel Dairece verilen birinci bozma ilamında maddi hata sonucu gözden kaçırıldığı anlaşılmaktadır. Her ne kadar yerel mahkemece Özel Dairenin birinci bozma kararına uyularak davanın kabulüne karar verilmiş ise de az yukarda belirtildiği üzere maddi hata sonucu verilen bozma ilamlarına uyularak verilen mahkeme kararları usuli müktesep hak oluşturmayacağından yerel mahkemenin Özel Dairenin aynı hususa işaret eden ikinci bozma ilamına uyarak davanın reddine dair verdiği karar usul ve yasaya uygun bulunmaktadır.
    Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında bir kısım üyelerce Özel Dairece yapılan hukuki değerlendirme sonucu ilk bozma kararı verildiği halde, ikinci bozma kararında ise hukuki görüş değiştirilerek “muvazaalı olarak düzenlendiği yargı kararlarıyla kesinleşen ve geçerli olmayan satış vaadi sözleşmesine dayalı olarak tescil istenemeyeceğinden davanın reddine karar verilmesi gerektiği” gerekçesiyle yerel mahkeme kararının bozulduğu, hukuki görüş değişikliğinin maddi hata olarak kabulü, dolayısıyla usuli kazanılmış hakkın istisnası olduğunun kabulünün mümkün olmadığı görüşü ileri sürülmüş ise de; çoğunlukça yukarıda belirtilen gerekçelerle bu görüş kabul edilmemiştir.
    Bu nedenle, bozma yönündeki Hukuk Genel Kurulunun 06.03.2015 gün, 2013/14-1139 E. 2015/995 K. sayılı kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme kararının yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı onanmasına karar vermek gerekmiştir.
    SONUÇ: Davalı ... End. Aş. vekili ve feri müdahil ... vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü ile Hukuk Genel Kurulunun 06.03.2015 gün, 2013/14-1139 E. 2015/995 K. sayılı kararının kaldırılmasına; yerel mahkeme hükmünün yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, istek halinde karar düzeltme harcının yatırana geri verilmesine, 25.11.2015 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğuyla karar verildi.

    - KARŞI OY -

    Dava, gayrimenkul satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
    Davacı vekili; davalı şirketin, Beyoğlu 20. Noterliği’nin 24.06.1997 tarihli satış vaadi sözleşmesi ile 2425 parsel numaralı taşınmazın 65515/285149 payının yarısını müvekkiline satmayı vaat etiğini, taşınmazın tescili talep edilmesine rağmen yerine getirilmediğini, satış vaadi sözleşmesinin 22.12.1999 tarihinde tapuya şerh verildiğini, ancak 5 yıllık sürenin dolduğunu belirterek, sözleşmeye konu payın müvekkili şirket adına tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
    Davalı vekili; 4389 sayılı Bankalar Kanunu’nun 15/7-a maddesi gereğince TMSF"nin fon alacaklarının tahsili bakımından müvekkili şirkete el koyduğunu, sözleşme tarihinden bu yana 8 yıl geçtiğinden zamanaşımı süresinin dolduğunu, sözleşmenin tarafların gerçek iradesini yansıtmadığını, sözleşme yapıldıktan çok uzun zaman sonra Balkaner Grubuna TMSF tarafından el konulmasını müteakip, davacı tarafından noterden ihtarname keşide edilip, akabinde bu davanın açıldığını, satış vaadinin davalı bakımından üçüncü kişilere karşı bir önlem niteliğinde tesis edildiğini, bu sebeple muvazaa ile batıl olduğunu ve satış vaadi karşılığı bir bedel de alınmadığını, sözleşmede yer alan bedelin de taşınmazın rayicinden noksan olduğunu belirterek, davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
    Fer’i müdahil ... vekili; davalı şirketin Balkaner Grubu şirketlerinden olduğunu, 09.06.2005 tarihinde fon alacaklarının tahsilini teminen Balkaner Grubu şirketlerine ve bu arada davalı ...Ş’ye el konulduğunu, vaat borçlusu şirketin taşınmazı Yurtbank kaynaklarını kullanmak suretiyle kazandığını, davalı şirket kayıtlarında satış bedelinin ödendiğine dair bir bilginin olmadığını, taraflar arasında gerçek bir satış iradesi bulunmadığını, nitekim TMSF’nin 01.03.2007 tarihli ve 93 sayılı kararı ile dava konusu satış vaadi sözleşmesinin mal kaçırmak amacıyla muvazaalı olarak yapıldığı gerekçesiyle fon bakımından geçersiz sayılmasına karar verildiğini, taşınmazın tapu kaydına da kamu haczi şerhinin işlendiğini, bu sebeple eldeki davanın artık konusuz kaldığını belirterek, karar verilmesine yer olmadığına şeklinde karar verilmesini istemiştir.
    Yerel mahkemece, TMSF tarafından 01.03.2007 tarih ve 93 sayılı karar ile satış vaadi sözleşmesinin geçersiz sayılmasına karar verildiği, bu kararın iptali için İstanbul 7. İdare Mahkemesinde dava açıldığı ancak davanın reddine karar verildiği ve bu kararında Danıştay 13. Dairesince onandığı, Bankalar Kanunu’nun 15. maddesinde yer alan yetkiye göre oluşturulmuş kararın tarafları bağlayıcı hale geldiği gerekçesiyle konusu kalmayan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
    Davacı vekilince temyiz edilen karar, Özel Dairece “idari yargı kararları ile sözleşmenin fon alacağını teminen ve ... yönünden geçersizliğine karar verildiği, satış vaadi sözleşmesinin bir taahhüt işlemi olarak tarafları arasında hüküm ve sonuç meydana getirmeye devam edeceği, hiç kimsenin kendi muvazaalı işleminin sonuçlarından yararlanamayacağı, bu durumda davacının mülkiyet aktarımı istemi kabul edilerek dava konusu taşınmazın mevcut yükümlülükleri ile birlikte davacı şirket adına tesciline karar verilmesi gerektiği” gerekçesiyle bozulmuştur.
    Yerel mahkemece, bozma ilamına uyularak davanın kabulüne karar verilmiştir. Davalı vekili ve fer"i müdahil TMSF vekilince temyiz edilen ikinci karar, Özel Dairece “muvazaalı olarak düzenlendiği yargı kararlarıyla kesinleşen ve geçerli olmayan satış vaadi sözleşmesine dayalı olarak tescil istenemeyeceğinden davanın reddinde karar verilmesi gerektiği” gerekçesiyle bozulmuştur.
    Yerel mahkemece, ikinci bozma kararına da uyularak, bu kez davanın reddine karar verilmiştir. Kararın davalı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya kendilerine gelen Özel Dairece; 30.04.2013 tarihli Resmi Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 6460 sayılı Kanun"un birinci maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 373. maddesinde yapılan değişiklik ile anılan maddenin beşinci fıkrasından sonra gelmek üzere ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun değiştirilmeden önceki 429.maddesinde yapılan değişiklik ile anılan maddenin üçüncü fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen fıkra uyarınca temyiz inceleme görevinin Hukuk Genel Kuruluna ait olduğu gerekçesi ile temyiz incelemesinin yapılması için dosya Hukuk Genel Kuruluna gönderilmiştir.
    Sayın çoğunlukla aramızdaki görüş uyuşmazlığı somut olayda ilk bozma kararına uyulmakla usulü kazanılmış hakkın doğup doğmadığı noktasında toplanmaktadır.
    Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu’nda “usuli kazanılmış hak” kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamaktadır.   Bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri haline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin yada tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.  
    Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 04.02.1959 gün ve 1957/13-1960/5; 09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı ilamlarında açıklandığı üzere, bir mahkemenin Yargıtayca verilen bozma kararına uyması sonunda kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince karar verme mükellefiyeti meydana gelir ve bu itibarla mahkemenin sonraki hükmünün bozmada gösterilen esaslara aykırı bulunması, usule uygun sayılamaz ve bozma sebebidir; meğer ki, bu aykırılık sadece bozma kararında gösterilen bir usul kaidesine ilişkin bulunsun ve son kararın neticesini değiştirecek bir mahiyet arz etmesin. Mahkemenin bozma kararına uymasıyla meydana gelen durum uyarınca muamele yapma ve hüküm verme durumu, taraflardan birisi lehine ve diğeri aleyhine hüküm verme neticesini doğuracak bir durumdur ve buna usuli kazanılmış hak yahut usule ait kazanılmış hak denilmektedir.  
    Hemen belirtelim ki; bir mahkemenin Yargıtay Dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü doğar. “Usuli kazanılmış hak” olarak tanımlayacağımız bu olgu mahkemeye, hükmüne uyduğu Yargıtay bozma kararında belirtilen çerçevede işlem yapma ve hüküm kurma zorunluluğu getirdiği gibi, mahkemenin kararını bozmuş olan Yargıtay Hukuk Dairesince de, sonradan, ilk bozma kararı ile benimsemiş olduğu esaslara ve dolayısı ile oluşan usuli kazanılmış hakka aykırı bir şekilde ikinci bir bozma kararı verilmesini yasaklamaktadır.  
    Usul Kanunumuzda usule ait kazanılmış hakka ilişkin açık bir hüküm konulmuş değilse de Yargıtayın bozma kararının hakka ve usule uygun karar verilmesini sağlamaktan ibaret olan gayesi ve muhakeme usulünün hakka varma ve hakkı bulma maksadıyla kabul edilmiş olması yanında, hukuki alanda istikrarı sağlamak amacına ermek üzere kabul edilmiş bulunması bakımından usule ait kazanılmış hak müessesesi, usul kanununun dayandığı ana esaslardandır ve kamu düzeni ile de ilgilidir.  
    Gerçekten, mahkemenin doğru bularak uyduğu ve yahut kanun gereğince uymak zorunda olduğu bozma kararı ile dava, usul ve kanuna uygun bir çığıra sokulmuş demektir. Buna aykırı karar verilmesi, usul ve kanuna uygunluktan uzaklaşılması manasına gelir ki, böyle bir netice asla kabul edilemez. Bundan başka, mahkemenin bozma kararına uygun karar vermesine rağmen Yargıtayın ilk bozmasıyla benimsenmiş olan kanuna veya usule ait hükümlere aykırı şekilde ikinci bir bozma kararı vermesi, usul hükümleriyle hedef tutulan amacı zedeler ve hatta kararlara karşı duyulması gereken genel güveni dahi sarsar.  
    Esasen, hukukun kaynağı, sadece kanun olmayıp, mahkeme içtihatları dahi hukukun kaynaklarından oldukları cihetle, söz konusu, usuli kazanılmış hak için kanunda açık hüküm bulunmaması, onun kabul edilmemesini gerektirmez.
    Kazanılmış haklar Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan en önemli unsurlardandır. Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar Anayasanın 2.maddesinde açıklanan “Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve kabul edilemez.  
    Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usuli kazanılmış hak” olgusunun, birçok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır:
    Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı (09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı YİBK) ya da geçmişe etkili yeni bir kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma ilamına uyulmuş olmakla oluşan usuli kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır.  
    Benzer şekilde; uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilirse, usuli kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir (Hukuk Genel Kurulunun 21.01.2004 gün ve E:2004/10-44, K:2004/19; 20.12.2013 gün ve E:2013/23-131, K:2013/1681sayılı ilamları).  
    Bu sayılanların dışında ayrıca; görev konusu, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı ve harç gibi kamu düzeni ile ilgili konularda usuli kazanılmış haktan söz edilemez (Baki, Kuru: age, Cilt:5, s:4738 vd).
    Usuli kazanılmış hakkın hukuki sonuç doğurabilmesi için; bir davada, ya taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan bir hakkın varlığından söz edilebilmesi gerekir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 12.07.2006 gün ve E:2006/4-519, K:527; 31.05.2006 gün ve E:2006/10-307, K:337; 10.05.2006 gün ve E:2006/4-230, K:288; 04.03.2009 gün ve E:2009/10-34, K:104; 14/07/2010 gün ve E:2005/8-368, K:2010/385;20.12.2013 gün ve E:2013/23-131, K:2013/1681sayılı ilamları).
    Bu kapsamda vurgulanmalıdır ki, maddi hataya dayalı olan bir bozma kararına uyulmuş olunması halinde oluşan usuli kazanılmış hakka değer verilmesi mümkün değildir. Maddi hataya dayalı bozma kararına uyulmuş  olması itibarıyla kazanılmış hakkın bulunmadığından söz edilebilmesi için ancak, Yargıtay Dairesinin vardığı sonuç her türlü değer yargısının dışında hiçbir suretle başka biçimde yorumlanamayacak, tartışmasız ve açık bir maddi hata olarak belirlenmesi gerekir. Yine özellikle belirtilmelidir ki, bozma kararında hukuki yönden bir niteleme yapılmış veya deliller belli bir doğrultuda değerlendirilerek bozma kararı verilmişse, bu karara uyulması halinde bozmayı yapan Daire hukuki görüş değiştirirse yada delil değerlendirmesinin yanlış olduğunu sonradan benimsese dahi maddi hatadan söz edilemez ve usuli kazanılmış hakkın doğduğunun kabulü gerekir(Hukuk Genel Kurulunun 25.02.2015 gün ve 2014/8-2485 E., 2015/850 K. sayılı ilamı).
    Nasıl ki, usuli kazanılmış hak kurumu Yargıtay içtihatları ile benimsenmişse, bu kuralın istisnaları da yine Yargıtay içtihatları ile benimsenmiştir. Yukarıda usuli kazanılmış hak kuralının istisnaları sayılmış olmakla birlikte; konu, bu sayılanlar ile sınırlı değildir. Usuli kazanılmış hak kuralının istisnaları saptanırken genel ilke, kamu düzenidir. Bu nedenle kamu düzeninin gerektirdiği durumlarda, başkaca istisnalar da gündeme gelebilir.  
    Somut olayda; Özel Dairece yapılan hukuki değerlendirme sonucu “idari yargı kararları ile sözleşmenin fon alacağını teminen ve ... yönünden geçersizliğine karar verildiği, satış vaadi sözleşmesinin bir taahhüt işlemi olarak tarafları arasında hüküm ve sonuç meydana getirmeye devam edeceği, hiç kimsenin kendi muvazaalı işleminin sonuçlarından yararlanamayacağı, bu durumda davacının mülkiyet aktarımı istemi kabul edilerek dava konusu taşınmazın mevcut yükümlülükleri ile birlikte davacı şirket adına tesciline karar verilmesi gerektiği” gerekçesiyle ilk bozma kararı verildiği halde, ikinci bozma kararında ise hukuki görüş değiştirilerek “muvazaalı olarak düzenlendiği yargı kararlarıyla kesinleşen ve geçerli olmayan satış vaadi sözleşmesine dayalı olarak tescil istenemeyeceğinden davanın reddinde karar verilmesi gerektiği” gerekçesiyle yerel mahkeme kararı bozulmuştur.
    Az yukarda belirtildiği üzere hukuki görüş değişikliğinin maddi hata olarak kabulü, dolayısıyla usuli kazanılmış hakkın istisnası olduğunun kabulü mümkün değildir.
    Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında bir kısım üyelerce Özel Daire bozma kararının maddi hataya dayalı olduğu, maddi hatanın usuli müktesep hakkın istisnası olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de; çoğunlukça yukarıda belirtilen gerekçelerle bu görüş kabul edilmemiştir.
    Bu durumda, yerel mahkemece verilen “karar verilmesine yer olmadığına” dair verilen ilk kararın Özel Dairece davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulması üzerine, yerel mahkemece bozma ilamına uyulmakla davacı yararına usulü kazanılmış hak doğmuştur.  
    Öyleyse, bu aşamadan sonra yerel mahkemenin bozma ilamına uyarak davanın kabulüne dair verdiği kararın Özel Dairece, usulü kazanılmış hakka aykırı olarak önceki bozma ilamının aksine muvazaalı olarak düzenlendiği yargı kararlarıyla kesinleşen ve geçerli olmayan satış vaadi sözleşmesine dayalı olarak tescil istenemeyeceğine işaretle bozulması hukuken olanaklı değildir.
    Hal böyle olunca, yerel mahkemece birinci bozma ilamına uyulmakla davacı yararına usuli kazanılmış hakkın oluştuğu gözetilerek davanın kabulü ile dava konusu taşınmazın mevcut yükümlülükleri ile birlikte davacı şirket adına tesciline karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde direnme kararı verilmesinin doğru olmadığı ve kararın salt bu nedenle bozulması gerektiğini belirten yüksek Hukuk Genel Kurulu"nun 06.03.2015 tarih, 2013/14-1139 E, 2015/995 K. sayılı bozma kararına karşı yöneltilen karar düzeltme taleplerinin 6100 sayılı HMK"nun geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK"nun 440. maddesindeki sebeplerden hiçbirine uymadığı gerekçesiyle karar düzeltme taleplerinin reddi gerektiğini düşündüğümüzden sayın çoğunluğun aksi yöndeki görüşüne katılamıyoruz.

    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi