1. Hukuk Dairesi 2015/14149 E. , 2018/13554 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
ASIL DAVACADA
BİRLEŞTİRİLEN
DAVADA DAVACI :
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL
Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı vekili tarafından yasal süre içerisinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 16.10.2018 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davalı asil ... ve vekili Avukat ... Kayoğlu geldi, davetiye tebliğine rağmen davacı ... vekili Avukat ... ve davacı ... vekili Av.... gelmediler, yokluğunda duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekilin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
-KARAR-
Asıl ve birleştirilen dava, tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde bedel isteğine ilişkindir.
Asıl davada davacı, 1422 ada 21 parsel sayılı taşınmazdaki 8 nolu bağımsız bölümün maliki olduğunu, komşu daire sahibi dava dışı ...’ın dairesini davalıya satmak istediğini ancak aynı katta bulunan üç dairenin tapusu tapuda tek daire olarak gösterildiğinden kredi verecek olan bankanın paydaş olarak görünen diğer 1/3 pay maliklerinin ileride şuf’a davası açmaması için yandaki iki daire sahibinden muvafakat alınması için vekalet getirmeleri gerektiğini şart koştuğunu, araya giren dava dışı emlakçının ikna etmesi üzerine 14.05.2007 tarihli vekaletname ile dava dışı İrfan ... ’yu vekil tayin ettiğini, diğer daire sahibinin taşınmazını satılığa çıkarması nedeniyle tapuya gittiklerinde durumu öğrendiğini, taşınmazın hata veya karşı tarafın hilesi ile davalı adına tescil edildiğini ileri sürerek, tapu kaydının iptali ile adına tesciline, olmazsa rayiç bedelin tahsiline; birleştirilen davada ise davacı, aynı hukuksal nedenlerle iptal tescil, olmadığı takdirde bedele karar verilmesini istemiştir.
Davalı, taşınmazın tüm paylarını bedeli karşılığında satın aldığını, satış bedelini bir kısmı için kredi kullandığını, bedelin maliklerin vekillerine ödendiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, iddianın sabit olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden, çekişme konusu 1422 ada 21 parsel sayılı taşınmazdaki 8 nolu bağımsız bölümün 1/3’er payla davacılar adlarına kayıtlı iken, 14.05.2007 ve 15.05.2007 tarihli vekaletnamelerle vekil kıldıkları dava dışı İrfan Topal tarafından 2/3 payın 02.07.2007 tarihli resmi akitle davalıya satış suretiyle temlik edildiği anlaşılmaktadır.
Hemen belirtilmelidir ki, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun 26 ve 33. maddelerine göre; olayları bildirmek ve ileri sürmek taraflara, bu kapsamda nitelemeyi yapmak ve belirlenecek hukuki tavsifle ilgili olarak tatbik edilecek kanun hükümlerini tesbit ve tayin ederek uygulamak hakime aittir.
Vekaletin hile ile alındığı iddiasının aynı zamanda vekalet görevinin kötüye kullanıldığı iddiasını da kapsayacağı gerek Yargıtay uygulamalarında ve gerekse doktrinde benimsenmiştir. O halde eldeki davada, dava dilekçesinin içeriği ve iddianın ileri sürülüş biçiminden vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayanıldığı görülmektedir.
Borçlar Kanununun temsil ve vekalet aktini düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
6098 s. Türk Borçlar Kanununda (TBK) sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 506. maddesinde (818 s. Borçlar Kanununun 390.) maddesinde aynen; "Vekil, vekâlet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hâllerde vekil, işi başkasına yaptırabilir.
Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür.
Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Vekâletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse, görülecek işin niteliğine göre belirlenir. (TBK"nin 504/1) Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin son fıkrası uyarınca sorumlu olur. Bu sorumluluk BK"de daha hafif olan işçinin sorumluluğuna kıyasen belirlenirken, TBK"de benzer alanda iş ve hizmetleri üslenen basiretli bir vekilin sorumluluğu esas alınarak daha da ağırlaştırılmıştır.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 s. Türk Medeni Kanunu"nun (TMK) 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK"nin 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Somut olayda, mahkemece dava yanılma (hata) hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil olarak nitelendirilmiş olup belirtilen hukuki nedene ilişkin araştırma ve inceleme yapılmamıştır.
Hal böyle olunca, yukarıda belirtilen ilkeler ve olgular doğrultusunda araştırma ve inceleme yapılması, toplanacak delillerin toplanan delillerle birlikte değerlendirilerek varılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken hatalı nitelendirmeye dayanılarak noksan soruşturma ile yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru değildir.
Davalının yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK"un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 30.12.2017 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesi gereğince gelen temyiz eden davalı vekili için 1.630.00.-TL. duruşma vekâlet ücretinin temyiz edilenlerden alınmasına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 16/10/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.