Esas No: 2013/1933
Karar No: 2015/2360
Karar Tarihi: 23.10.2015
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2013/1933 Esas 2015/2360 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 06.05.2010 gün ve 2009/466 E. 2010/157 K. sayılı kararın incelenmesi davalılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 16.01.2012 gün ve 2010/12521 E. 2012/279 K. sayılı ilamı ile;
“...Dava, basın yoluyla kişilik haklarına saldırı nedeniyle uğranılan manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir.
Davacı ...; 31.12.2009 günlü Zaman Gazetesinde, "Gazeteci Uğur Mumcu, Perinçek ve Küçük"ün talimatıyla öldürüldü" başlığı ile yayınlanan haberin, kişilik haklarına saldırı oluşturduğunu, Uğur Mumcu"nun öldürülmesi için talimat veren kişilerden biri olarak gösterildiğini belirterek kişilik haklarına saldırıdan dolayı davalıların manevi tazminatla sorumlu tutulmalarını istemiştir.
Davalılar ise; dava konusu yazının başlığında okuyucunun ilgisini ve dikkatini çekmek amacıyla kullanılan çarpıcı nitelikteki ifadenin, yazımın içeriğinde internet sitesinde yer alan bir iddiaya dayalı olduğunun açıkça vurgulandığını, basın özgürlüğü sınırları içinde kalındığını belirterek, istemin reddedilmesi gerektiğini savunmuşlardır.
Yerel mahkemece, "dava konusu yazının başlığında kullanılan ifade ile haberin veriliş biçimi itibariyle basın özgürlüğünün sınırlarının aşıldığı" gerekçesi ile istemin bir bölümü kabul edilmiştir. Karar, davalılar tarafından temyiz olunmuştur.
Basın özgürlüğü, Anayasanın 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Yasasının 1. ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin amacı; toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durum da halkın dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Bunun içindir ki, bu tür davaların çözüme kavuşturulmasında ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerekmektedir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir.
Ne var ki basın özgürlüğü sınırsız olmayıp, yayınlarında Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile Türk Medeni Kanununun 24 ve 25. maddesinde yer alan ve yine özel yasalarla güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması da yasal ve hukuki bir zorunluluktur.
Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.
Davaya konu olayda;
Davalı şirkete ait Zaman Gazetesi"nin 31.12.2009 günlü sayısında, diğer davalı tarafından kaleme alınan ve "Gazeteci Uğur Mumcu, Perinçek ve Küçük"ün talimatıyla öldürüldü" başlığı ile yayınlanan dava konusu yazının içeriğinde; "...Terör örgütü PKK"nın eski yöneticilerinden Şükrü Gülmüş"ün yönettiği internet sitesi, Uğur Mumcu cinayetiyle ilgili ilginç bir iddia ortaya attı. * Nasname" isimli sitede, Azat Ararat imzasıyla yayınlanan yazıda, " Yalçın Küçük, ... ve Öcalan, Mumcu"nun ortadan kaldırılmasına karar verdi..., denildi..." biçimindeki anlatımlara yer verilmiş ve başlıkta kullanılan ifadelerin, sadece başkası tarafından ortaya atılan bir iddia niteliğinde olduğu da açıkça vurgulanmıştır.
Başlığın çarpıcı olması, gazetecilik mesleğinin bir gereğidir. Okuyucunun ilgisini artırmak amacıyla, habercilik tekniğine uygun olarak, özle biçim arasındaki denge korunarak kullanılan çarpıcı başlık kişilik haklarına saldırı oluşturmaz. Dava konusu yazı, yukarıda açıklanan ilkeler nazara alınarak haberde kullanılan başlık, haberin içeriği ile birlikte bir bütün olarak değerlendirildiğinde; özle biçim arasındaki dengenin korunduğu, yazının içeriğinde, başlıkta kullanılan ifadenin, başkası tarafından ortaya atılan bir iddia olduğunun açıklandığı, hukuka aykırılık unsurunun gerçekleşmediği ve davacının kişilik haklarına saldırı oluşturmadığı sonucuna varılmaktadır. Yerel mahkemece, açıklanan yönler gözetilerek, istemin tümden reddedilmesi gerekirken, yerinde olmayan yazılı gerekçeyle, davalıların manevi tazminatla sorumlu tutulmuş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir...”
gerekçesiyle oyçokluğuyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, basın yoluyla kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir.
Davacı vekili, davalıya ait gazetede yer alan haberin gerçeği yansıtmadığı, yanıltma haber olduğundan bahisle manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
Mahkemece dava konusu yazıda basın özgürlüğünün sınırlarının aşıldığı, gerçeklik kriterinin bulunmadığı ve objektiflikten uzak bir yazı olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne dair verilen karar, davalılar vekilinin temyizi üzerine yukarıda açıklanan gerekçelerle oyçokluğuyla bozulmuş, mahkemece yazıda öz ile biçim arasında dengenin korunmadığı, sadece iddiadan ibaret bir haberin veriliş şekli ile bile hukuka aykırılık unsurunun gerçekleştiği, gerçeklik kriterinin bulunmadığı ve objektiflikten uzak bir yazı olması nedeniyle davacının kişilik haklarına ağır ve haksız saldırı bulunduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne ilişkin kararda direnilmiştir.
Direnme kararı davalılar vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
Uyuşmazlık; dava konusu yazının davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Bilindiği üzere basın özgürlüğü, Anayasanın 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Kanunu"nun 1. ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin amacı; toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durum da halkın dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Basın olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Bunun içindir ki, bu tür davaların çözüme kavuşturulmasında ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerekmektedir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir.
Ne var ki basın özgürlüğü sınırsız olmayıp, yayınlarda Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile Türk Medeni Kanununun 24 ve 25. maddesinde yer alan ve yine özel yasalarla güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması da yasal ve hukuki bir zorunluluktur.
Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.
Yeri gelmişken uluslararası metinlerde ifade özgürlüğünün ne şekilde yer aldığının incelenmesinde de yarar bulunmaktadır.
1982 Anayasasının 90. maddesinin son fıkrasında; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7/5/2004-5170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.” hükmü yer almaktadır. Bu durumda mahkemelerin önlerine gelen uyuşmazlıklarda, usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar ile iç hukukun birlikte yorumlanması ve uygulanması gerekmektedir.
Hal böyle olunca; Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gözetilerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının incelenmesi gerekmektedir.
İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun önemli özelliklerinden biri olup, toplumun ilerlemesinin ve her bir bireyin gelişmesinin temel koşullarından birini oluşturur. Bu özgürlük AİHS’nin 10/2. maddesine tabi olmak kaydıyla, sadece olumlu karşılanan ya da kimseye saldırgan gelmeyen ya da insanların kayıtsız kalabildiği “bilgi” ve “fikirler” için değil, Devlet veya halkın herhangi bir kesimi için saldırgan görünen sarsıcı nitelik taşıyan ya da rahatsız edici olan fikirler için de geçerlidir (Handysıde V.Birleşik Krallık, 7 Aralık 1976, Başvuru No: 5493/72, Seri A No. 24, s.23, paragraf 49). Çoğulculuk, hoşgörü ve açık düşünce bunu gerektirir ve bunlar olmaksızın "demokratik bir toplum" olamaz. 10. maddede benimsenen ifade özgürlüğü bu şekilde olmakla birlikte yine de bu dar bir yorum gerektiren istisnalar içermektedir ve bu hakkı kısıtlama ihtiyacının ikna edici bir biçimde ortaya konması gerekmektedir (Pakdemirli - Türkiye Davası (Başvuru No: 35839/97).
Basın özgürlüğü ise, ifade özgürlüğünün en önemli unsurlarından birisidir. AİHM basın ile ilgili kararlarında, ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun esaslı temellerinden birisini oluşturduğuna değinildikten sonra, basına tanınması gereken güvencelerin özel bir öneme sahip bulunduğu belirtilmektedir. Basın ve diğer medya organlarının ifade özgürlüğü, kamuoyuna yöneticilerin görüş ve davranışlarını tanıtmak ve yargılamak için en iyi araçlardan birisini sunmaktadır. Basına siyasal arenada ve kamunun ilgilendiği diğer alanlarda tartışma konusu olan bilgi ve görüşleri iletme görevi düşer. Basının bu görevi, kamuoyunun da bilgi ve görüşleri alma hakkı ile tanımlanır (Handysıde V.Birleşik Krallık, 7 Aralık 1976, Başvuru No: 5493/72, 49, Centro Europa 7 S.R.L. And Dı Stefano V. İtalya, Başvuru No: 38433/09, 131).
O halde basın özgürlüğü, bir yönüyle halkı ilgilendiren haber ve görüşleri iletme özgürlüğüdür; diğer yönüyle de halkın bu bilgi ve görüşleri alma hakkıdır. Mahkeme’ye göre basın ancak bu şekilde, kamuoyunun bilgi edinme hakkı bakımından yaşamsal önemi bulunan “halkın gözcülüğü” ya da “bekçisi” görevi yapabilir. Basın özgürlüğü söz konusu olduğunda, ulusal makamlara tanınan takdir yetkisi demokratik bir toplumun yararı dikkate alınarak sınırlandırılır (Édıtıons Plon V. Fransa, Başvuru No: 58148/00, 44; Bladet Tromsø And Stensaas V. Norveç, Başvuru No: 21980/93, 59).
Burada şu hususun da ifade edilmesi gerekir ki Sözleşmenin 10. maddesi sadece ifade edilen haber ve fikirlerin içeriğini değil, fakat aynı zamanda bunların nakledilme biçimlerini de korur. (Oberschlıck V. Avusturya, Başvuru No: 20834/92, 57). AİHM’nin yerleşik içtihadına göre; gazetecilik özgürlüğü ve mesleği, belirli ölçüde abartma, hatta kışkırtma unsurunu da içerir (Prager And Oberschlıck V. Avusturya, Başvuru No: 15974/90, 38).
Basın özgürlüğünün tartışılmasında dikkat edilmesi gereken bir diğer husus ise “değer yargısı” ile “olaya dayalı bilgilendirme” arasında ayırım yapmaktır. Bir olayın olup olmadığı kanıtlanabilir bir husus iken, bir değer yargısının kanıtlanması istenemez ve bu durum kanaat özgürlüğüne müdahale oluşturur. AİHM’ne göre ulusal hukukun bu ayrımı öngörmemesi kendi başına ifade özgürlüğüne aykırılık oluşturabilir.
İfade özgürlüğü geniş bir şekilde yorumlanmakta ise de, sınırsız olmadığı da Sözleşme’nin 10. maddesinin 2. fıkrasında ifade edilmiştir. Hukuken öngörülmüş olma ve meşru amaçlar kapsamında ifade özgürlüğünün sınırlandırılması mümkündür.
Hukuken öngörülebilen bir ifade özgürlüğünün sınırlandırılması için meşru bir amacın bulunup bulunmadığının tartışılması gereklidir. AİHS’nin 10. maddesinin 2. fıkrasına göre “bu özgürlüğün kullanılması, …demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, suçun veya düzensizliğin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin otorite ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.” Burada çözülmesi gereken temel sorun ifade özgürlüğü ile kişilik haklarına yönelik saldırı arasındaki sınırın hangi ölçütlere göre saptanacağı sorunudur (Hukuk Genel Kurulunun 28.03.2014 gün ve E:2013/4-768, K:2014/402 sayılı ilamı).
Bu ilkelerin ışığında somut olaya baktığımızda; davalılardan şirkete ait gazetenin 31.12.2009 günlü sayısında, diğer davalı tarafından kaleme alınan ve "Gazeteci Uğur Mumcu, Perinçek ve Küçük"ün talimatıyla öldürüldü" başlığı ile yayınlanan dava konusu yazının içeriğinde; "...Terör örgütü PKK"nın eski yöneticilerinden Şükrü Gülmüş"ün yönettiği internet sitesi, Uğur Mumcu cinayetiyle ilgili ilginç bir iddia ortaya attı. "Nasname" isimli sitede, Azat Ararat imzasıyla yayınlanan yazıda, " Yalçın Küçük, ... ve Öcalan, Mumcu"nun ortadan kaldırılmasına karar verdi..., denildi..." şeklinde açıklama içeren yazının yayınlandığı anlaşılmaktadır.
Yukarıda belirtilen yazının başlığı ile birlikte bir bütün olarak değerlendirilmesinde; yazı ile davacının doğrudan hedef alındığı ve yazıda davacının toplumda infial yaratan bir cinayetle irtibatlandırıldığı, davacı hakkında yapılan yayının davacının şöhretini zedelediği ve yazı içeriğinde davacının kişilik haklarına saldırı teşkil edecek ifade kullanıldığı belirlenmiştir.
Davacının toplumda infial yaratan bir cinayetle irtibatlı birisi gibi gösterilmek suretiyle eleştiri sınırları aşılarak öz ile biçim arasındaki denge bozulmuş ve hukuka aykırılık unsuru gerçekleşmiş, dava konusu yazı ile davacının kişilik haklarına haksız bir saldırı oluşmuştur.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında bir kısım üyelerce, gazetede yer alan haberin yanlış anlamaya meydan vermeyecek şekilde kaleme alınması; haber kaynağının belirtilmesi ve dayanılan internet sitesinin mevcut olmadığı yönünde bir iddia da bulunmaması; başlığın çarpıcı olmasının, gazetecilik mesleğinin bir gereği olması olması; yazının içeriğinde, başlıkta kullanılan ifadenin, başkası tarafından ortaya atılan bir iddia olduğunun açıklanması nedenleriyle hukuka aykırılık unsurunun gerçekleşmediği ve davacının kişilik haklarına saldırı oluşturmadığından bahisle istemin tümden reddedilmesi ve direnme kararının bozulması gerektiği yönünde görüş belirtilmiş ise de bu görüş çoğunluk tarafından benimsenmemiştir.
Buna göre dava konusu yazı ile basın özgürlüğünün sınırlarının aşılması, gerçeklik kriterinin ispatlanamaması ve davacının bir cinayetle irtibatlı gösterildiği bir yazı olması nedeniyle davacının kişilik haklarına ağır ve haksız saldırı bulunmakta olup; bu durum davacının Borçlar Kanunu 49. maddesi uyarınca manevi tazminat talebini haklı kılmaktadır.
Hal böyle olunca, mahkemenin davacının kişilik haklarına saldırının varlığını kabul eden direnme kararı yerindedir.
Ne var ki, Özel Dairece tazminat miktarı yönünden inceleme yapılmadığından bu yöne ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
S O N U Ç : Yukarıda yazılı gerekçelerle direnme uygun olup, davalılar vekilinin tazminat miktarı yönünden mahkemenin kurduğu hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 4. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE 23.10.2015 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.