Hukuk Genel Kurulu 2014/212 E. , 2015/2352 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Adana 1. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 09.10.2012 gün ve 2011/640 E. 2012/512 K. sayılı kararın incelenmesi taraf vekillerince istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 25.03.2013 gün ve 2013/1755 E. 2013/5394 K. sayılı ilamı ile;
“...Dava, manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm, taraflarca temyiz olunmuştur.
Kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken veya görevlerini yaparken kişilere zarar vermesi ilgili kamu kurumunun hizmet kusurunu oluşturur. Bu durumda sorumlu, kamu görevlisinin emrinde çalışmakta olduğu kamu kurumu olup dava o kurum aleyhine açılmalıdır. (T.C. Anayasası 40/III, 129/V, 657 Sy.K.13, HGK 2011/4-592 E., 2012/25 K.) Bu konuda yasal düzenlemeler emredici hükümler içermektedir. Diğer yandan Sorumluluk Hukukunun temel ilkeleri açısından bakıldığında da bu şekilde düzenlemenin mevzuatta yer almış olması zarar görenin zararının karşılanması yönünde önemli bir teminattır.
Çukurova Üniversitesi rektörü olan ve kamu görevlisi sıfatını taşıyan davalının, görev gereklerine uygun davranmadığı ileri sürülerek tazminat isteminde bulunulmuştur. Yukarıda açıklanan ilkeler ışığında, davanın idari yargı yerinde ve idareye karşı açılması gerekir. Davalıya husumet yöneltilemez. Mahkemece, husumet yokluğu nedeniyle davanın reddi yerine işin esasının çözümlenmesi doğru görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir....)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir.
Davacı, Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarımsal Yapılar ve Sulama Başkanlığı ve öğretim üyeliğinden emekli olduğunu, davalının üniversitenin rektörü olduğunu, 30 yıl boyunca öğretim üyesi olarak görev yaptığını, başarılı bir bilim adamı olarak emekli olduğunu, görev yaptığı dönemde üniversite yönetiminin akademik ve idari uygulamalarını eleştirdiğini, davalının her yerde ve yüzüne karşı “... emekli olduğunda arkasından davul çaldıracağım.” şeklinde aşağılayıcı sözler sarf ettiğini, 01/07/2011 tarihinde de müvekkilinin de bulunduğu Tarımsal Yapılar ve Sulama Bölümü önünde davul zurna çaldırdığını, kendisini aşağıladığını, basın ve medyanın haber yapmasını sağladığını, davalının bu eyleminin mesleki ve kişilik haklarına saldırı oluşturduğunu ileri sürerek 10.000,00 TL manevi tazminat isteminde bulunmuştur.
Davalı, davaya konu olayın kendisi tarafından yapılmadığını, başka birisinin başka bir amaçla davul zurna çaldırmış olabileceğini, davacının beyanları üzerine basın ve medyanın haber yaptığını belirterek, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Yerel mahkemece; davacının rektör olan davalının uygulamalarını eleştirdiği, davalının eleştirilerden rahatsız olduğu, “... emekli olduğunda arkasından davul çaldıracağım.” şeklinde sözler sarf ettiği, olay günü de davacının görev yaptığı bölümün önünde davul zurna çaldırdığı, ulusal ve yerel basına da duyurarak haber yaptırdığı, davalının bu eyleminin davacının mesleki itibarını zedelediği, kişilik haklarına saldırı oluşturduğu kabul edilerek 5.000,00 TL manevi tazminatın yasal faizi ile tahsiline karar verilmiştir.
Yerel mahkemece, davanın kısmen kabulüne dair verilen karar taraf vekillerinin temyizi üzerine, Özel Dairece yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Direnme kararını, davalı vekili temyize getirmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davaya konu eylemin hizmet kusuru mu yoksa hizmetten ayrılabilen kişisel kusur mu olduğu, varılacak sonuca göre de somut olayda rektör olan davalı hakkındaki davanın, Anayasa’nın 129/5 ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 13. maddesi uyarınca husumet yokluğundan reddinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle konuyla ilgili yasal düzenlemeler ortaya konularak somut olayda davalının eyleminin görevden ayrılabilir salt kişisel kusur mu, yoksa görev kusuru mu oluşturduğu irdelenmeli, husumet ehliyeti de buna göre ele alınmalıdır.
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 129/5. maddesinde; “Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir.” denilmektedir.
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu (657 sayılı Kanun)"nun “kişilerin uğradıkları zararlar” başlıklı 13.maddesinin 06.06.1990 tarih 3657 sayılı Kanunun 1 maddesi ile değişik birinci fıkrasında; “Kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar. Kurumun, genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkı saklıdır.” kuralı getirilmiştir.
Anayasanın sözü edilen hükmü tüm kamu personelini içermekte olup, kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak, zarara uğrayan kişilerin açacakları tazminat davalarında pasif husumeti düzenleyen usulü bir kural niteliğindedir. 657 sayılı Kanunun yukarıda açıklanan 13. maddesi de aynı doğrultudadır.
Bu bağlamda; anılan maddeler ile yasa koyucunun, memur ve kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken, işledikleri fiillerden dolayı haklı-haksız yargı önüne çıkarılmalarını önlemek ve kamu hizmetinin sürekli, eksiksiz görülmesini sağlamak, mağdur için de daha güvenilir bir tazminat sorumlusu tespit etmek amacını güttüğü söylenebilir.
Ne var ki, personelin kişisel eylem ve davranışlarının idari eylem ve işlem sayılmadığını da burada hemen belirtmek gerekir. Gerçekten de Anayasa’nın 125/son fıkrasında “İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.” denilmekte, yine Anayasa’nın 137. maddesinde “...konusu suç olan emri yerine getiren kimsenin sorumluluktan kurtulamayacağı” belirtilmektedir. Diğer yandan memur veya kamu görevlisinin tamamen kendi iradesi ile kasten ya da yasalardaki açık hükümler dışına çıkarak ve bunlara aykırı olarak suç sayılan eylemiyle verdiği zararlarda eylem ile kamu görevinin yürütülmesi arasında objektif bir illiyet bağının varlığından söz edilemez. Bu gibi hallerin 657 sayılı Kanunun 13.maddesinin hukuksal alanı dışında tutulduğunda şüphe olmamalıdır.
Zira, görevden kolayca ayrılabilen ve görev dışında kalan kusurlu eylem ile kamu görevi arasındaki bağ kesilerek salt memurun ya da kamu görevlisinin kişisel kusuru ile karşı karşıya kalınmaktadır. İşte bu noktada görev kusuru ile kişisel kusurun ayrımında kişisel kusurun alanı ve unsurlarının açık bir biçimde saptanması önem taşımaktadır.
Bilindiği gibi, görev kusuru daha çok kamu görevlisinin görevinden ayrılamayan kişisel kusuru olarak kendini gösterir. Bu kişisel kusur, görev içinde ve dolayısıyla idarenin ajanına yüklediği ödev, yetki ve araçlarla işlenmektedir. Kişisel kusurda ise; kamu görevlisinin eyleminde açıkça ve kolayca görevinden ayrılabilen tasarruf ve hatalar görülür. Bir başka deyişle, kişisel kusurda idare nam ve hesabına hareket eden bir kamu görevlisinin idareye atıf ve izafe olunacak yerde, doğrudan doğruya kendi şahsına isnat olunan ve kişisel sorumluluğunu intaç eden hukuka aykırı eylem ve işlemleri belirgindir ve burada kamu görevlisi zarar doğurucu eylemini kamusal görevin yerine getirilmesi saiki ile ancak salt kişisel kusuru ile işlemiştir. Gerek öğretide gerekse yargısal kararlarda personelin kişisel eylem ve davranışları idari eylem ve işlem sayılmamış, kişisel kusura dayanan davaların inceleme yerinin adli yargı olduğu, hasmının da kişinin kendisi olduğu kabul edilmiştir (Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 7. Bası, İstanbul 1993, s. 505; tanım yönünden Cüneyt Ozansoy, Tarihsel ve Kuramsal Açıdan İdarenin Kusurdan Doğan Sorumluluğu, Doktora Tezi, 1989, s. 330)
Sonuç olarak, Anayasa’nın 129/5. maddesi ile 657 sayılı Kanunun 13/1.maddesi gereğince memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken kusurlu eylemleri nedeniyle oluşan zararlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve yasada gösterilen biçim ve koşullara uygun olarak idare aleyhine açılabilir. İdare aleyhine böyle bir davanın açılabilmesi, hizmet kusurundan kaynaklanmış, idari işlem ve eylem niteliğini yitirmemiş davranışlar ile sınırlıdır. Kamu görevlisinin, özellikle haksız eylemlerde, Anayasa ve özel yasalardaki bu güvenceden yararlanma olanağı bulunmamaktadır.
Bu genel açıklamalar ışığında somut olay ele alındığında; davacının Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarımsal Yapılar ve Sulama Başkanlığında öğretim üyesi, davalının ise üniversitenin rektörü olduğu, davacı ile davalı arasında üniversitede kamu hizmetinin işleyişi ile ilgili fikir ayrılıklarının bulunduğu, davalının davacının yüzüne karşı ve kendisinin bulunmadığı ortamlar da “... emekli olduğunda arkasından davul çaldıracağım.” şeklinde beyanda bulunduğu, olay günü de davacının görev yaptığı bölümün önünde davacının da bölümde bulunduğu sırada davul zurna çaldırdığı, ulusal ve yerel basına haber vererek olayın kamuoyuna aktarılmasını sağladığını beyanla mesleki ve kişilik haklarının zedelendiğini belirterek manevi tazminat isteminde bulunmaktadır.
Davacının istemini dayandırdığı bu maddi olgulardan, davalının salt kişisel kusuruna dayanıldığı anlaşılmaktadır .Anayasanın 129/5.maddesi gereğince memurların ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken meydana gelen zararlara ilişkin davaların idare aleyhine açılabilmesi için eylemin hizmet kusurundan kaynaklanmış olması koşuluna bağlı bulunmasına göre dava dilekçesinde sıralanan maddi olguların davalının salt kişisel kusuruna dayanıldığını göstermesi karşısında davanın adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği gibi husumetin davalıya yöneltilmesinde de bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
Nitekim Hukuk Genel Kurulu"nun 15.11.2000 gün ve 2000/4-1650 E. 2000/1690 K; 26.09.2001 gün ve 2001/4-595 E. 2001/643 K.; 29.03.2006 gün ve 2006/4-86 E. 2006/111 K.; 17.10.2007 gün ve 2007/4-640 E. 2007/725 K.; 20/02/2008 gün ve E:2008/4-156, K:2008/140; 11.11.2009 gün ve 2009/4-411 E., 2009/491 K.; 18.11.2009 gün ve E:2009/4-448, K:2009/545; 30.10.2013 gün ve 2013/4-44-1512 E., K. sayılı ilamlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.
Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında bazı üyeler, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken kusurlu eylemleri nedeniyle oluşan zararlardan doğan tazminat davalarının, kast ve kusur aranmaksızın kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve yasada gösterilen biçim ve koşullara uygun olarak idare aleyhine açılabileceğinden husumet nedeni ile davanın reddine karar verilmesi gerektiğini ileri sürmüş iseler de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
Açıklanan nedenlerle davanın kısmen kabulüne ilişkin direnme kararında isabetsizlik bulunmamaktadır.
Ne var ki, bozma nedenine göre, davanın esasına yönelik diğer temyiz itirazları Özel Dairece incelenmediğinden, bu yönde inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
S O N U Ç : Yukarıda açıklanan nedenlerle; direnme uygun bulunduğundan dosyanın işin esasına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için 4. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE 23.10.2015 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.