Abaküs Yazılım
Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2019/63
Karar No: 2019/985
Karar Tarihi: 01.10.2019

TMK madde 1007 ye dayalı tazminat davası - Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2019/63 Esas 2019/985 Karar Sayılı İlamı

 

 

Hukuk Genel Kurulu         2019/63 E.  ,  2019/985 K.

  •  


"İçtihat Metni"

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi




Taraflar arasındaki “tazminat (TMK m.1007)” davasından dolayı, bozma kararı üzerine direnme yoluyla İzmir 2. Asliye Hukuk Mahkemesinden verilen 25.03.2014 tarihli ve 2014/69 E., 2014/108 K. sayılı kararın bozulmasını kapsayan ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulundan çıkan 06.06.2018 tarihli ve 2017/5-2022 E., 2018/1168 K. sayılı kararın, karar düzeltme yoluyla incelenmesi davalı Hazine vekili tarafından verilen dilekçe ile istenilmiş olmakla Hukuk Genel Kurulunca dilekçe, düzeltilmesi istenen karar ve dosyadaki ilgili bütün belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Hukuk Genel Kurulunun bozma kararında yer alan açıklamalara göre 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesinde sayılan sebeplerden hiçbirisine uygun olmayan karar düzeltme isteminin REDDİNE, aynı Kanunun 442/3. ve 4421 sayılı Kanunun 4/b-1 maddeleri gereğince takdiren 370TL para cezasının karar düzeltme isteyenden alınarak Hazineye gelir kaydedilmesine, 01.10.2019 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.


KARŞI OY


Devletin tapu sicilinin tutulmasından doğan zararlardan sorumluluğu 4721 sayılı TMK 1007. maddede düzenlenmiş olup maddenin 1. fıkrasında; "Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur." hükmü yer almaktadır.
Maddede düzenlenen sorumluluk kusur sorumluluğu olmayıp kusursuz sorumluluktur. Kusur şartı bulunmayan bu sorumluluk tehlike sorumluluğu olarak da adlandırılmaktadır.
Hukukumuzda kusur sorumluluğunu esas alan düzenlemeler bulunduğu gibi, kusursuz sorumluluğu esas alan hükümler de bulunmaktadır. Haksız fiil düzenlemeleri kusur sorumluluğu ise de haksız fiil hükümleriyle açıklanamayan hatta haksız fiil hükümlerinin yeterli gelmediği bazı sorumluluk hâlleri de kusursuz sorumluluk esasına dayanmaktadır.
Hukukumuzda yer alan kusursuz sorumluluk hâllerine örnek vermek gerekirse, ayırt etme gücü bulunmayan kişinin verdiği zarara ilişkin hakkaniyet sorumluluğu (TBK 65, BK 54), adam çalıştıranın sorumluluğu (TBK 66, BK 55), Hayvan bulunduranın sorumluluğu (TBK 67 BK 56), Yapı malikinin sorumluluğu (TBK 69, BK 58), Tehlike arzeden işletme faaliyetinden doğan zarar sorumluluğu (TBK 71), araç işleteninin sorumluluğu (KTK 85), ev başkanının sorumluluğu (TMK 369) hükümleri verilebilir. Bu hükümler gibi tapu sicilinin tutulmasından doğan zararlardan devletin sorumluluğu da bir kusursuz sorumluluk (tehlike sorumluluğu) düzenlemesidir.
818 sayılı Borçlar Kanununda kusur unsuru içermeyen sorumluluk hâlleri bulunmasına rağmen kusursuz sorumluluğun esaslarına yer verilmemiştir. Hukukumuzda kusursuz sorumluluğun hukuki altyapısına ilişkin temel ilkelere esas olarak, adam çalıştıran kimsenin sorumluluğuyla ilgili olan 27.3.1957 tarih ve 1/3 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararında yer verilmiş ve 22.6.1966 tarih 7/7 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararında da bu ilkeler tekrarlanmıştır.
01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı TBK"da ise yukarıda sözünü ettiğimiz sorumluluk hâlleri kusursuz sorumluluk üst başlığı altında düzenlenmiş ve yeni bir hüküm olarak tehlike sorumluluğu ve denkleştirme başlığı altında 71. maddede tehlike arzeden işletme faaliyetinden doğan zarar düzenlenmiştir.
27.3.1957 tarih ve 1/3 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararında kusursuz sorumlulukla ilgili olarak; 19. yüzyılın ortalarına doğru tatbik sahasına giren yeni keşifler ve bu arada sanayiin ve ziraatın gösterdiği olağanüstü gelişmeler ve iktisadi hayata hakim olan makineleşme hareketi, insanlar arasındaki münasebetleri eskisine göre çok sıklaştırdığı gibi tehlike ihtimallerini eskisine göre pek çok artırdığı cihetle kusura dayanan sorumluluk sistemi ile zararların karşılanmasına bir çok hâllerde imkân kalmadığı görüldüğünden, kanunlara, sırf zarar tehlikesinin mevcut olması esasına dayanan bir takım sorumluluk hükümleri konulmasına zaruret duyulduğu, bunlara kusursuz sorumluluk hükümleri yahut tehlike esasına dayanan sorumluluk hükümleri denildiği belirtilmiştir.
Haksız fiil sorumluluğundan söz edebilmek için gerekli beş koşul, eylem, hukuka aykırılık, zarar, illiyet bağı ve kusurdur. Tehlike sorumluluğunda ise bu koşullar, eylem, hukuka aykırılık, zarar ve illiyet bağı yönünden aynı olup kusur şartı aranmamaktadır.
Belirtilen sorumluluk şartlarıyla birlikte değerlendirdiğimizde kusursuz sorumluluk illiyete dayalı sorumluluk olduğundan illiyet bağının bulunmaması hâlinde sorumluluk doğmayacaktır. Zarar görenin ağır kusuru illiyet bağını keseceğinden kusursuz sorumluluk nedeniyle tazminat isteme hakkı ortadan kalkacaktır.
TMK 1007. maddedeki sorumluluk bir yönüyle TBK 66. maddeye göre daha özel bir adam çalıştıranın sorumluluğu düzenlemesidir.
Bu sorumluluğun esaslarına yer verilmiş olan Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 11.7.2007 T. 2007/4-422 E. 2007/536 K. sayılı kararında da belirtildiği üzere;
"Burada, kusursuz sorumluluğun dayanağı, tapu siciline bağlı büyük çıkarların ve yanlış tesciller sonucunda sicile güven ilkesi yüzünden ayni hakların yerinin doldurulmaz biçimde değişmesi ve bu hakların sahiplerinin onlardan yoksun kalmaları tehlikesinin varlığı ile açıklanabilir.
Gerçekten, tapu sicilinin tutulmasını üzerine alan Devlet, tapu siciline tanınan güvenden ötürü, hak durumuna aykırı kayıtlardan doğan tehlikeyi de üstlenmektedir.
Devletin sorumluğunun dayandırıldığı tapu sicilinin doğru tutulmasına ilişkin güvenin devamını sağlama amacı, tapu siciline güven ilkesinden daha geniş bir anlam taşımaktadır. Söz konusu ilkenin uygulanamadığı ve yolsuz tescile güvenen iyiniyetli üçüncü kişilerin iktisaplarının korunamadığı bazı hâllerde dahi, onların bu yüzden uğradıkları zarardan da Devlet sorumlu tutulur.
Görülmektedir ki; kusursuz sorumluluğun bir biçimi olan tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanan Devletin sorumluluğu, bir tehlike sorumluluğudur.
Tapu sicil müdür yada memurunun kusuru olsun olmasın, tapu sicilinin tutulmasında kişilerin mameleki çıkarlarını koruyan hukuk kurallarına aykırı davranılmış olması yeterlidir. Kusurun varlığı yada yokluğu Devletin sorumluluğu için önem taşımamakta, sadece Devletin memuruna rücuu halinde iç ilişkide etkisi söz konusu olmaktadır. Tapu sicilinin tutulmasında kişi çıkarlarının korunması bakımından uyulması gereken kurallar tapu mevzuatı ile sınırlı olmayıp, bu mevzuat dışındaki hukuk kurallarına ve hukukun genel ilkelerine de uyulması gerekmektedir. Tapu müdür yada memurlarının ihlal ettikleri hukuk kuralları ister genel olsun ister salt sicilin tutulmasıyla ilgili olsun her iki halde de ortaya çıkan sonuç tapu sicilinin hukuka aykırı tutulmuş olmasıdır (Dr.Lale Sirmen, Tapu Sicilinin Tutulmasından Doğan Zararlardan Devlet"in Sorumluluğu, Ankara, 1976 Sh.63 vd ). Bu nedenle sicilin hukuka uygun tutulması kavramı tapu mevzuatına uygunlukla sınırlı bir kavram olmayıp, hukukun genel ilkelerine uygunluk da gerekmektedir. Bunun dışına çıkan her hukuka aykırı davranıştan Devletin sorumluluğu asıldır."
Somut olaydaki önemi bakımından hukukumuzdaki ormanların mülkiyetine ilişkin hususlara da değinmek gerekmektedir.
6831 sayılı Orman Kanunu 1. maddeye göre, tabii olarak yetişen ve emekle yetiştirilen ağaç ve ağaççık toplulukları yerleriyle birlikte orman sayılır. Bu hükmün istisnaları maddenin 2. fıkrasında gösterilmiş olup, F bendine göre, orman sınırları içinde veya bitişiğindeki tapulu, orman sınırları dışında ise her türlü tasarruf belgeleriyle özel mülkiyette bulunan ve tarım arazisi olarak kullanılan, dağınık veya yer yer küme ve sıra hâlindeki her nevi ağaç ve ağaçcıklarla örtülü yerler ise orman sayılmaz. Bu istisna hükmüne göre ağaç ve ağaççık toplulukları yerleriyle birlikte orman sayılır hükmünün uygulanmaması yani tapulu yerin orman sayılmaması için özel mülkiyette bulunan ve tarım arazisi olarak kullanılan, dağınık veya yer yer küme ve sıra hâlindeki her nevi ağaç ve ağaçcıklarla örtülü yerler olması gerekir. Bu koşul bulunmuyorsa tapulu yer de olsa ağaç ve ağaççık toplulukları bulunuyorsa ve bu yer ormana bitişik veya orman içinde ise orman sayılacaktır.
Ormanlar zilyetlikle kazanılamayacağı gibi, bu yere ilişkin tapu kaydı oluşturulmuş olması taşınmaz zilyedine mülkiyet hakkı vermez. Tapu kaydı bulunması bu yerin orman sayılmamasını gerektirmez. Orman olduğu hâlde orman sınırları dışında bırakılan bir yerin daha sonra orman sınırları içine alınması da mümkündür.
Orman sayılan yere ilişkin tapu kaydı oluşturulup tescil edilmesi yolsuz tescildir. 4721 sayılı TMK 1024. madde gereğince bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz. Aynı ilke önceki Medeni Kanunun 932. maddesinde de yer almıştır. Zira Kanun tapuya itimat prensibinden yararlanabilmek için iyi niyet koşulu getirmiştir. İyi niyetli olmak Kanuna göre orman niteliğinde olan bir yerin mülkiyetini yine de kazandırmaz. Böyle bir yer için kayıt maliki iyi niyetli olsa bile Hazinenin açtığı davada tapu iptali ve tescil kararı verilmesi mümkün olup, iyi niyetin malike sağlayacağı sonuç TMK 1007. maddeye dayanarak tazminat isteme hakkı olabilecektir.
Yukarıda yapılan açıklama ve sözü edilen kurallarla birlikte somut olay değerlendirildiğinde; tazminat talebine konu taşınmazın orman niteliğinde olduğu ve 1988 yılında yapılan orman kadastrosunda orman sınırları içine alındığı anlaşılmaktadır. Orman kadastrosunda taşınmaz ve komşu taşınmazların eylemli biçimde meşe ve kızılçam ağaçlarıyla kaplı olduğu belirtilerek taşınmaz orman sınırları içinde bırakılmıştır.
Dava konusu taşınmaz tapulu olduğundan, tapu sahiplerinin 10 yıl içinde orman kadastrosunu itiraz davası açması mümkündür. Bu konuda İksaş... A.Ş. tarafından açılan dava reddedilerek kesinleşmiştir. Bu kararı inceleyen Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin kararında 1987 yılında geniş çevresi ile birlikte meşe ve kızılçam ağaçları ile kaplı olan taşınmazın 4885 sayılı yasa gereğince Devletleştirilmiş orman olduğunun kabulü gerekeceği gerekçesine de yer verilmiştir. 10 yıllık hak düşürücü süre dolduğundan dava açmayan tapu maliklerinin dava açma hakkı da kalmamıştır.
Daha sonra açılan davacının da taraf olduğu tapu iptali ve tescil davasında İzmir 8. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2005/410 esas, 2008/53 karar sayılı kararı ile taşınmazın orman niteliğinde olduğu kabul edilerek davacı tapusu iptal edilmiş ve taşınmazın orman niteliğiyle hazine adına tesciline karar verilmiştir. Bu kararı onayan Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 2008/13471 esas, 2008/13723 karar sayılı kararında "...eylemli orman olduğu ve özel mülkiyete konu olmayan yer olduğu açıkça belli olan taşınmazın davalılar tarafından bu durum bilinerek kötü niyetle satın alındığı, dava dosyası içinde bulunan ve arazinin son durumunu gösteren fotoğraflardan da görüldüğü gibi, birinci derecede doğal sit alanı ve orman arazisi tahrip edilerek Türkiye"nin üçüncü büyük kenti olan İzmir"in hemen yanında bulunan yerde taşınmaz üzerinde taş ve kireç ocağı işletmesi yapılarak, çevre ve doğa katliamı yapılarak büyük kişisel kazanç sağladığı..." açıklamalarına yer verilmiştir.
Tüm bu aşamalar itibarıyla davacının eylemli olarak orman niteliğinde bulunan ve özel mülkiyete konu olamayacak yer olduğu açıkça belli olan bir yeri satın aldığı anlaşılmış olup, satın aldığı tarihte yolsuz tescili bilebilecek durumda olduğu, ve taşınmazın orman niteliğini bilerek satın aldığı açıkça anlaşılmaktadır. Taşınmazın bu niteliğini bilerek satın alan kimse ağır kusurlu olup, ağır kusurun varlığı hâlinde illiyet bağı kesilmiş olacağından, TMK 1007. madde gereğince kusursuz sorumluluk koşulları gerçekleşmemiştir. Koşulları oluşmadığından tazminata hükmedilmesi mümkün olmayıp mahkemenin vardığı sonuç yasal düzenlemelere ve somut olayın mahiyetine uygun bulunmaktadır. O nedenle karar düzeltme talebinin kabulüyle davanın reddine dair mahkeme kararının onanması gerektiği görüşünde olduğumuzdan karar düzeltme talebinin reddi yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyoruz.







 

 

 

Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


Avukat Web Sitesi