Esas No: 2018/318
Karar No: 2019/957
Karar Tarihi: 26.09.2019
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2018/318 Esas 2019/957 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki dava nedeniyle yapılan yargılama sonunda Muğla 1. Asliye Hukuk Mahkemesince davalı Mustafa Bayar ve mirasçıları yönünden davanın usulden reddine, diğer davalı ... yönünden ise esastan reddine dair verilen 02.04.2015 tarihli, 2014/71 E., 2015/235 K. sayılı karar davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 13.04.2017 tarihli, 2015/39518 E., 2017/4461 K. sayılı kararı ile;
“...Davacı, davalı Mustafa Bayar"dan avukatlık ücreti ve taşınmaz satış vaadi sözleşmesi uyarınca alacaklı olduğunu, davalının tüm malvarlığını diğer davalıya danışıklı olarak devrettiğini ileri sürerek, 16.736 tazminatın veya satış vaadine konu taşınmazın sürüm bedelinin yarısının müteselsilen tahsilini istemiştir.
Davalı ..., davanın reddini dilemiş, diğer davalının davadan önce öldüğü anlaşılmıştır.
Mahkemece, davalı Mustafa Bayar yönünden ölü kişiye karşı dava açılamayacağından reddine, diğer davalı yönünden davanın esastan reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.
1-Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2-Davacı, davalı ... hakkında açmış olduğu davada borçlu Mustafa Bayar"ın satış vaadine konu taşınmazı danışıklı biçimde devrettiğini, bu nedenle davalının sorumlu olduğunu iddia etmiştir. Davacı, davasını tasarrufun iptali sebebine dayandırmıştır. Satış vaadi sözleşmesi tapuya şerh verilmediğinden bu davalı hakkındaki dava reddedilmiştir. Mahkemece, hukuki değerlendirme hakkına sahiptir. Mahkemece, bu davalı hakkında tasarrufun iptali sebeplerinin bulunup bulunmadığı araştırılıp, inceleme ve değerlendirme yapılarak sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekirken, yanlış değerlendirme ve eksik inceleme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir...”
gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Davacı vekili, Mustafa Bayar’ın eşi olan ...’ın, avukat olan müvekkilinin yanına gelerek eşinin, sahip olduğu arazilerin imara açılması için aracılık etmeleri karşılığında satış vaadinde bulunduğu ve teminaten senet verdiği dava dışı Süleyman Yakar ve Muammer Yıldırım isimli kişilerin vaat ettikleri edimleri ifa edememelerine rağmen Mustafa Bayar aleyhine takibe girişildiğini, bunun üzerine dolandırıcılık suçundan şikâyetçi oldukları gibi (Muğla Ağır Ceza Mahkemesi, 2000/147 E.) menfi tespit davası (Ula Asliye Hukuk Mahkemesi, 1999/238 E.) da açıldığını belirterek hukuki yardım talep ettiğini, avukatlığı üstlenmeyi kabul eden müvekkilinin davalıyı davaların kaybedileceği yönünde uyardığını, buna rağmen ...’ın ısrarla Muammer Yıldırım isimli kişinin bu işi halledeceğini ancak karşılığında taşınmazın yarısını istediğini söylediğini, kendisinden de aracılık yapmasını talep ettiğini, bu doğrultuda Mustafa Bayar’a ait taşınmazın yarısının müvekkiline, yarısının da eşi Gülsiye’ye satışı yönünde taşınmaz satış vaadi sözleşmesi yapıldığını, davacı ve davalının oğlu Erson’un görüşmek için Muammer Yıldırım’ın yanına gittiğini, satış vaadi sözleşmesi örneğinin verilerek arkasına güvence mahiyetinde bono düzenlediklerini, iş halledilip taraflar anlaştırıldığında kalan hissenin de Gülsiye tarafından devredileceğinin kararlaştırıldığını, söz konusu bononun yediemin olarak bir başka avukata teslim edildiğini, ancak Muammer Yıldırım’ın tarafları anlaştıramadığını ve menfi tespit davasının da reddedildiğini, bu süreçte davalının aleyhine olan icra dosyalarının takipsiz bırakılması, verdiği senetlerin zamanaşımına uğraması gibi sebeplerle borcundan kurtulduğunu, avukatlık ücretini almayan müvekkili taşınmaz satış vaadinden yararlanmayı hiç düşünmemişken Mustafa Bayar borçlarından bir şekilde kurtulduğuna göre üstlendiği işi halletmiş sayan Muammer Yıldırım’ın 2007 yılında müvekkili aleyhine satış vaadi ve teminat senedine dayanarak tazminat davası açtığını (Denizli 2. Asliye Hukuk Mahkemesi, 2007/108 E.), 2011 yılı sonunda aleyhe sonuçlanan bu dava nedeniyle müvekkilinin mahkemece hükmolunan tazminat ve ferileri ile davaya gidip gelmek için yapılan harcamalar toplamı olan 16.736TL kadar zarara uğradığını, müvekkilini ısrarla bu işin içine sokan Gülsiye’nin eşi davalı Mustafa Bayar’ın tüm mal varlığını yaşanan olaylardan en başından beri haberdar olan diğer davalı ...’e devrettiğinin öğrenildiğini, aslında satış vaadi sözleşmesine göre taşınmazın sürüm değerinin yarısını hak eden müvekkilinin uğradığı zarardan bu davalının da Mustafa Bayar ile birlikte sorumlu olduğunu ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere “16.736TL tazminatın veya satış vaadine konu taşınmazın günümüz sürüm bedelinin yarısının dava gününden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan” tahsili ile davacıya ödenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiş, mahkemece dava dilekçesinin ve talebin açıklanması istendiğinde ise dava ile istenenin “satış vaadine dayalı rücuen tazminat nedeniyle tasarrufun iptali” olarak tanımlamış, davalılar arasındaki muvazaalı ilişkinin ispatı için delillerinin toplanmasını istemiştir.
Davalı Mustafa Bayar’ın dava tarihinden önce vefat ettiğinin anlaşılması üzerine mirasçıları davaya dâhil edilmiş, bu mirasçılar ve davalı ... vekili davaya cevabında ölü kişi hakkında dava açılamayacağını, mirasın reddedildiğini, davacının üstlendiği vekâlet görevi yönünden ağır ceza mahkemesindeki dava lehe sonuçlanmadığından ücrete hak kazanamayacağını, bir avukat olarak müvekkili ve eşini arazi sorunlarını ne şekilde halledileceği dava dilekçesinde açıklanmayan bu kişilere karşı uyarması gerektiğini, bunu yapmadan doğrudan satış vaadine taraf olmasının gerçekten bir bedel almış olduğunu, lehe sonuçlanmayan davadan dolaylı olarak ücret aldığını gösterdiğini, buna ek olarak taraf olduğu satış vaadinin tapuya işlenmemiş olması nedeniyle de mesnetten yoksun olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece ölü kişiye karşı dava açılamayacağı ve sonradan mirasçıların davaya dâhil edilmesinin de mümkün olmadığı gerekçesi ile bu kişiler yönünden davanın reddine, diğer davalı ...’e karşı açılan davanın ise, tapuya şerh verilmemiş satış vaadi sözleşmesinin üçüncü kişiye karşı ileri sürülmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle reddine karar verilmiştir.
Davacı vekilinin temyiz itirazları üzerine Özel Dairece yukarıda karar başlığında yazılı gerekçelerle sair temyiz itirazları reddedilerek davalı ...’e ilişkin istem yönünden hüküm bozulmuştur.
Bozma kararına karşı Yerel Mahkeme önceki gerekçelerini tekrar etmek suretiyle direnme kararı vermiştir.
Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, eldeki davada davacının isteminin hukuki mahiyetinin ne olduğu, satış vaadi sözleşmesine dayalı tazminat mı yoksa danışıklılık nedeniyle tasarrufun iptali olarak mı değerlendirilmesi gerektiği, burada varılacak sonuca göre mahkemenin salt sözleşmenin tapuya şerh verilmemiş olduğu gerekçesiyle davayı reddetmesinin yerinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle belirtilmelidir ki; davalı Mustafa Bayar ve mirasçıları yönünden davanın reddine ilişkin karar temyiz incelemesinden geçerek kesinleşmiş olup Yerel Mahkeme ve Özel Daire arasındaki uyuşmazlık dışında kaldığından bu hususa ilişkin davacı tarafın temyiz itirazlarının Hukuk Genel Kurulunca yeniden incelenmesi mümkün değildir.
Bu tespitten sonra uyuşmazlığa dönüldüğünde;
Temel bir usul hukuku kuralı olarak vakıa ve delillerin taraflarca getirileceği ve hukuki nitelendirmenin hâkim tarafından yapılacağı konusunda tartışma bulunmamaktadır. Buna göre hâkim, tarafların sunduğu vakıalar, talep ve cevap sonuçları incelemeli fakat dava ya da şikâyetin vasıflandırılmasında onların beyanlarına bakmayıp bu belirlemeyi kendisi yapmalıdır.
Somut olayda davacı, davalı Mustafa Bayar ile aralarındaki ilişki çerçevesinde duyulan ihtiyaç üzerine kendisine satışı vaat edilen taşınmaz hissesinin satışını dava dışı Muammer Yıldırım’a vaat ettiğini, bu kişinin kendisinin herhangi bir borcu bulunmazken aleyhine dava açıp kazanması sonucu ilamlı icrada ödemek zorunda kaldığı bedel ile vekâlet ücreti, yargılama ve yol giderleri gibi harcamalar nedeniyle toplam 16.736TL zarara uğradığını, aslında davalı Mustafa Bayar ile aralarındaki gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi gereğince taşınmazın yarı hissesi karşılığı bedelin kendisine ait olduğunu ancak davalı Mustafa Bayar’ın tüm mal varlığını danışıklı şekilde davalı ...’e devrettiğini, bu kişinin en başından beri yaşananlardan haberdar ve olayların içinde olması nedeniyle kendisinin uğradığı zarardan sorumlu olduğunu ileri sürmüş ve ...’ün mal varlığındaki bu danışıklı ilişki çerçevesinde gerçekleştiğini iddia ettiği artışın, Mustafa Bayar ve mirasçılarının bu davalı ile aralarındaki muvazaalı ilişkinin aydınlatılması gerektiği iddiasıyla bir kısım delillerinin toplanmasını istemiş, terditli şekilde öncelikle 16.736TL’lik zararının, bu olmazsa satış vaadine konu taşınmazın yarı hissesinin güncel değerinin tespit edilerek davalılardan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davacının açıklanan bu iddiası genel muvazaa nedenine dayalı bir istem mahiyetinde olduğu gibi, bunun yanı sıra aşamalarda davacı vekili taleplerinin 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun (İİK) 278. maddesi çerçevesinde tasarrufun iptali olduğunu da ifade etmiştir.
Konunun aydınlatılması bakımından genel olarak mülga 818 sayılı Borçlar Kanununun (BK) 18. maddesinde (6098 s. Türk Borçlar Kanunu, m. 19) düzenlenen genel muvazaa ile 2004 sayılı İcra İflas Kanununun 277 ve devamı maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali davalarına değinilmesinde yarar bulunmaktadır:
818 sayılı mülga BK’nın 18. maddesinde;
“Bir akdin şekil ve şartlarını tayininde, iki tarafın gerek sehven gerek akitteki hakiki maksatlarını gizlemek için kullandıkları tabirlere ve isimlere bakılmıyarak, onların hakiki ve müşterek maksatlarını aramak lazımdır. Tahriri borç ikrarına istinat ile alacaklı sıfatını iktisabeden başkasına karşı, borçlu tarafından muvazaa iddiası dermeyan olunamaz.” hükmü ile genel muvazaa düzenlenmiştir.
Bilindiği üzere tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile gerçek durumu onlardan gizleyerek kendi gerçek iradelerine uymayan ve kendi aralarında geçerli olmayan bir hususta anlaşmalarına muvazaa ve bu şekilde yapılan işlemlere de muvazaalı işlemler denilir. Bir başka söyleyişle muvazaa açıklanan beyanlarının gerçek maksatlarına uymadıklarını bildikleri hâlde, tarafların kastettikleri durumdan başka bir ilişkide kendilerini anlaşmış gibi göstermeleri hâli (7.10.1953 Tarih, 8/7 Sayılı Yargıtay içtihadı Birleştirme Kararı), tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla kendi gerçek iradelerine uymayan haksız eylem niteliğinde anlaşmalarıdır.
Muvazaalı bir hukuki işlemden bahsedebilmek için;
a)Tarafların iradeleri ile beyanları arasında isteyerek yaratılmış bir uygunsuzluk,
b) Üçüncü kişileri aldatmak (muvazaa) niyeti,
c) Taraflar arasında gizli işlemi yaratan muvazaa sözleşmesi bulunmalıdır.
Muvazaa davası, yani yapılan işlemin muvazaa nedeniyle hükümsüz olduğunu belirtmek için açılan dava ile tasarrufun iptali davası amaçları bakımından birbirlerine yaklaşırlarsa da gerçekte nitelikleri, koşulları, doğurduğu sonuçlar bakımından birbirinden farklıdırlar.
İİK’daki düzenlemeler çerçevesinde tasarrufun iptali davası; borçlunun alacaklısını zarara uğratmak kastıyla mal varlığından çıkarmış olduğu, mal ve hakların veya bunların yerine geçen değerlerin tasarruftan zarar gören alacaklının alacağını elde etmesi amacıyla dava açarak tekrar borçlunun mal varlığına geçmesini sağlayan bir dava, daha kısa bir anlatımla borçlunun alacaklılarından mal kaçırmak için yaptığı tasarruflarını, alacaklının alacağı ile sınırlı olarak hükümsüzleştirmeye yönelik bir dava şeklinde tanımlanabilir.
Bu tür davaların dinlenebilmesi için, davacının borçludaki alacağının gerçek olması, borçlu hakkındaki icra takibinin kesinleşmiş olması, iptali istenen tasarrufun takip konusu borçtan sonra yapılmış olması ve borçlu hakkında alınmış kesin veya geçici aciz belgesinin (İİK, m.277) bulunması gerekir. Bu ön koşulların bulunması hâlinde ise İİK’nın 278, 279 ve 280. maddelerinde yazılı iptal şartlarının bulunup bulunmadığı araştırılmalıdır.
Tasarrufun iptali davası, borçlunun tasarruf işlemlerinden zarar gören ve elinde aciz belgesi bulunan alacaklılar tarafından açılabilir. Ne var ki, tasarrufun iptali davası, borçlu tarafından geçerli olarak yapılan tasarruf işlemlerin davacı bakımından hükümsüz olduğunu tespit ettirmek için açıldığı hâlde, muvazaa davasında borçlunun yaptığı tasarruf işleminin gerçekte hiç yapılmamış olduğunun tespiti istenir. Yani yapılan işlemin geçersizliği ileri sürülür.
Tasarrufun iptali davası, ayni nitelikte olmayıp kişisel (şahsi) bir dava olduğu hâlde, muvazaa davası ayni nitelikte bir davadır. Muvazaanın kanıtlanması hâlinde dava konusu mal, borçlunun mal varlığından hiç çıkmamış hâle gelir. Taşınmaza ilişkin muvazaa davalarında hâkim tapu kaydının da borçlu adına tesciline karar verir. Muvazaa iddiası, zamanaşımına bağlı olmadan ileri sürülebildiği hâlde, iptal davasının tasarrufun yapıldığı tarihten itibaren en geç hak düşürücü süre olan beş yıl içinde açılması gerekir (İİK, m. 284).
Bu açıklamalardan sonra somut olaya dönüldüğünde;
Mahkemece yukarıda izah edildiği üzere tarafların iddia ve talepleri ile bağlı kalınarak dava konusu istemin hukuki nitelendirilmesinin yapılması, davacının tapu iptal ve tescil isteminin bulunmadığı da gözden kaçırılmayarak davacının genel muvazaa nedenine dayalı olarak yahut İİK çerçevesinde tasarrufun iptali davası şeklinde ...’e karşı eldeki davayı açmasının mümkün ve yerinde olup olmadığı taraf ve Yargıtay denetimine açık şekilde tartışılıp değerlendirilmeli, yerinde olduğu sonucuna varılacak olur ise davacının bu yöne ilişkin delilleri toplanmalı ve varılacak neticeye göre hüküm kurulmalı iken davacının danışıklılık iddiası karşılanmadan salt taraf olduğu taşınmaz satış vaadi sözleşmesinin tapuya şerh verilmemesi nedeniyle üçüncü kişi konumundaki davalı ...’e karşı istemde bulunulamayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Hâl böyle olunca direnme kararının Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararında gösterilen ve yukarıda açıklanan ilâve gerekçe ve nedenlerle bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
S O N U Ç: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen ve yukarıda açıklanan ilave gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 26.09.2019 tarihinde oy birliği ile karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.