
Esas No: 2017/2765
Karar No: 2019/954
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/2765 Esas 2019/954 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki “kamulaştırmasız el koymadan kaynaklanan tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Yenişehir Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 27.05.2013 tarihli ve 2012/554 E., 2013/214 K. sayılı karar, davalı idare vekili tarafından temyiz edilmekle Yargıtay (Kapatılan) 18. Hukuk Dairesinin 12.06.2014 tarihli ve 2014/8697 E., 2014/10349 K. sayılı kararı ile;
“...Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasal gerektirici nedenlere ve özellikle kanıtların takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre sair temyiz itirazları yerinde değildir.
Ancak;
1-Taşınmazın tarım arazisi niteliğinde kabulü doğru olup, yasa gereği bu taşınmaza kamulaştırma tarihindeki mevki ve şartlarına göre olduğu gibi kullanılması halinde getireceği net geliri esas tutularak değerlendirilir. Kamulaştırma Yasası"nın 11. maddesinin (i) bendine göre de, bedelin tespitinde etkisi olacak diğer objektif ölçüler de dikkate alınır. Doğaldır ki bu objektif ölçülerin neler oldukları taşınmazın niteliği dikkate alınarak ve değerlendirme esasları gözönünde bulundurulmak suretiyle belirlenir.
Yargıtay"ın yerleşmiş uygulamalarına göre tarım arazisinde değer, taşınmazın yıllık tarımsal gelirinin kapitalizasyon faizine oranlanması suretiyle bulunmaktadır. Kapitalizasyon faizi ise %3-%15 arasında değişmekte olup, bu aynı zamanda arazinin rantı ile satış değeri arasındaki oranı belirlediğinden, uygulanacak kapitalizasyon faiz oranı saptanırken arazinin verimine etkili olan (sulu, taban arazisi, toprağın terkibi, ekilebilecek ürünler) faktörler yanında, satış değerine etkili olabilecek faktörler de (önemli yerleşim birimlerine yakınlığı, tarımsal amaçlı alt yapı olanakları, pazarlama ve ulaşım probleminin olmaması, yerleşim merkezine yakınlığı vs.) dikkate alınır. Maddenin, sözü edilen (i) bendi bu hususlar dışında olup, arazinin değerine etkili olabilecek objektif ölçülere ilişkindir. Bunlar da, Yargıtay"ın yerleşmiş uygulamalarına göre, tarımsal faaliyet ve gerekleri ile ilgili niteliklerdir.
Bu nedenle, dava konusu taşınmazın Bursa-Yenişehir-Bilecik yolu ile bağlantılı olup, Yenişehir ilçe merkezinin yakınında bulunması, mevzii imarlı olarak sanayi yapıları ve özellikle de eğitim, sağlık, eğlence, su ve yem depoları, arıcılık, hububat depoları gibi tesislerin yapılmasının mümkün olması, Yenişehir ilçesinin ihracaat merkezi özelliği taşıması vs. hususların objektif artış nedeni olamayacağı gözetilmeden %10 oranında objektif nedene dayalı olarak bedelde artış yapılması,
2-Dava konusu taşınmazın tapu kaydında Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü lehine tesis edilen irtifak hakkının devam edip etmediği araştırılarak devam ettiğinin tespiti halinde bu irtifak nedeniyle taşınmazın tamamında meydana gelecek kaçınılmaz değer kaybı ile ilgili olarak bilirkişi heyetinden ek rapor alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerektiğinin düşünülmemesi,
Doğru görülmemiştir.
Bundan ayrı olarak;
3-11.06.2013 tarihinde yürürlüğe giren 6487 sayılı Yasa ile 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun değiştirilen Geçici 6. maddesinin 7 ve 13. fıkraları ile "Bu madde kapsamında açılan davalarda mahkeme ve icra harçları ile her türlü vekalet ücretleri bedel tespiti davalarında öngörülen şekilde maktu olarak belirlenir." ve "...bu fıkra kapsamında kalan taşınmazlar hakkında açılan ve kesinleşmeyen davalarda da uygulanır." şeklinde düzenleme getirildiğinden maktu vekalet ücreti yerine nispi vekalet ücretine hükmedilmesi nedeniyle de kararın bozulması gerekmiştir…”
gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava; kamulaştırmasız el konulan taşınmaz bedelinin tahsili istemine ilişkindir.
Davacı vekili; müvekkilinin Bursa ili, Yenişehir ilçesi, Barcın köyü 2745 parsel sayılı taşınmazın maliki olduğunu, dava konusu taşınmaza davalı tarafından karayolu yapımı suretiyle el atıldığını, bu nedenlerle fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile 10.000TL tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiş, 24.04.2013 tarihli ıslah dilekçesi ile talebini arttırmıştır.
Davalı idare vekili; açılan davayı kabul etmediklerini, talebin zamanaşımına uğradığını savunmuştur.
Yerel Mahkemece; davalı kurum tarafından alınan kamu yararı kararına dayanarak karayolu yapımı nedeni ile dava konusu taşınmazlara el atıldığı, bedelinin malik adına bankaya yatırılmadığı, kamulaştırma işlemlerinin tamamlanmadığı, zira anlaşmazlık tutanağından itibaren hüküm tarihi itibari ile makul bir süre içerisinde davalı kurum tarafından kamulaştırma davası açılmadığı, bu nedenle dava konusu yere kamulaştırmasız el atıldığı, bu tür davalarda kamulaştırma bedelinin tespitine ilişkin usullerin uygulanacağı, bu itibarla mahallinde bilirkişi kurulu eşliğinde keşif yapıldığı, taşınmazın el atıldığı tarihteki vasfı dikkate alınarak dava tarihindeki ilçe tarım müdürlüğü verileri gözetilmek sureti ile söz konusu taşınmazın tarla niteliğinde olduğu ve olduğu gibi kullanılması hâlinde getireceği net gelirin hesaplandığı, hesaplamanın 2942 sayılı Kanun’un 11. maddesine uygun olduğu gerekçesiyle kamulaştırmasız el atma bedeli olarak 89.572,45TL’nin davalıdan alınıp davacıya ödenmesine, Bursa ili Yenişehir ilçesi Barcın köyü 2745 parselde bilirkişi raporunda A harfi ile gösterilen 1875,47 m2’lik kısmın davacı adına olan tapusunun iptal edilerek davalı adına tapuya tesciline ve yol olarak terkinine karar verilmiştir
Davalı idare vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece önceki gerekçelere ek olarak; mahkemece rapor değerlendirilirken Hukuk Genel Kurulunun yerleşik içtihatları ve Yenişehir ilçe çevresindeki somut yatırımların dikkate alındığı ve objektif değer artışının belirlenmesinde dikkate alınan gerekçelerin kapitalizasyon faiz oranının belirlenmesinde esas alınmadığı, ayrıca bozma ilamının ikinci bendi yönünden ise, her ne kadar 6847 sayılı Yasa ile Kamulaştırma Kanunu’nda yapılan değişiklik ile ücreti vekâlet, mahkeme harç ve giderlerinin maktu olarak belirleneceği hükme bağlanmış ise de, Yargıtay bozmasına karşı direnildiği için bu hususun kararda aynen bırakıldığı, yine Yargıtay bozmasında DHMİ lehine tesis edilen irtifak hakkının kamulaştırma bedelinden düşülmesi gerektiği yönünden bozma yapılmış ise de Yargıtay bozmasına karşı direnildiği için bu hususun zorunlu olarak önceki karardaki gibi aynen bırakıldığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davalı idare vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık;
I) Dava konusu taşınmazın Bursa-Yenişehir-Bilecik yolu ile bağlantılı olması, Yenişehir ilçe merkezine yakınlığı, mevzii imarlı olarak sanayi yapıları ve özellikle de eğitim, sağlık, eğlence, su ve yem depoları, arıcılık, hububat depoları gibi tesislerin yapılmasının mümkün olması, Yenişehir ilçesinin ihracat merkezi özelliği taşıması vs. niteliklerin objektif değer artışına neden olup olamayacağı,
2) Taşınmazın tapu kaydında Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü lehine tesis edilen irtifak hakkının akıbeti araştırılarak kaçınılmaz değer kaybı konusunda bilirkişiden ek rapor alınmasının gerekip gerekmediği,
3) 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 6487 sayılı Kanunla değiştirilen geçici 6. maddesinin 12 ve 13. fıkralarının, 13.03.2015 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan Anayasa Mahkemesinin 13.11.2014 tarihli ve 2013/95 E., 2014/176 K. sayılı kararıyla iptal edildiği ve bu nedenle 04.11.1983 tarihinden sonra el atılan taşınmazlar yönünden, kamulaştırmasız el atma nedeniyle açılan davalarda, mahkeme ve icra harçları ile her türlü vekâlet ücretinin nispi olarak uygulanması gerektiğinin anlaşılması karşısında, söz konusu iptal kararının kamulaştırmasız el koyma bedelinin tahsili istemiyle açılan eldeki davada uygulanıp uygulanamayacağı noktalarında toplanmaktadır.
I- Birinci bentte gösterilen uyuşmazlık yönünden yapılan temyiz incelemesinde;
16.5.1956 tarihli ve 1/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere, usulü dairesinde verilmiş bir kamulaştırma kararı olmadan ve bedeli ödenmeden taşınmazına el konulan kimse, ilgili kamu tüzel kişisi aleyhine el atmanın önlenmesi davası açabileceği gibi, değer karşılığının verilmesini de isteyebilir.
Kamulaştırmasız el koyma nedeniyle ister el atmanın önlenmesi davası isterse yer bedeli veya tazminat ya da ecrimisil davası açılmış olsun, davacının iddiasının araştırılması bilirkişi incelemesine bağlıdır (Arcak, A. / Doğrusöz, E.: Kamulaştırmasız Elkoyma, Ankara 1992, s. 55).
Bu noktada, bilirkişilerin taşınmazın değerinin tespitine ilişkin değer biçme esaslarını düzenleyen herhangi bir yasal düzenleme mevcut değildir.
Ancak, öteden beri Yargıtay İçtihatlarında kamulaştırma hukukunda olduğu gibi, kamulaştırmasız el atma davalarına da kamulaştırma davalarındaki değer biçme esasları uygulanır. Bu kriterlere de, Kamulaştırma Kanunu’nun 11. maddesinde yer verilmiştir.
Kamulaştırma bedelinin tespiti esaslarını düzenleyen 4650 sayılı Kanun ile değişik 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 11. maddesinde; taşınmazın cins ve nevinin, yüzölçümünün, kıymetini etkileyebilecek bütün nitelik ve unsurların, her unsurun ayrı ayrı değerinin, kamulaştırma tarihindeki resmi makamlarca yapılmış kıymet takdirlerinin ve özellikle yapılarda resmi birim fiyatları ve yapı maliyet hesaplarının ve yıpranma payının, ayrıca bedelin tespitinde etkili olacak diğer objektif ölçülerin esas alınarak bedel takdiri gerektiği öngörülmüştür. Söz konusu 11. maddede, kamulaştırılan taşınmazın bedeli belirlenirken taşınmazın değerini etkileyen tüm unsurların dikkate alınması ilkesi getirilmiştir.
Kanunun lafzı ve ruhu göz önüne alındığında; ana ilke taşınmazın ve üzerinde bulunan muhdesatın gerçek değerinin tespit edilmesidir.
16.5.1956 tarihli ve 1956/1 E., 1956/6 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararına göre taşınmazına el konulan kimse mülkiyet hakkının kamu tüzel kişiliğine devrine razı olarak, taşınmaz malın bedelini dava ettiği takdirde ödenecek bedel, taşınmazın el koyma tarihindeki özelliklerine göre, dava tarihindeki değeri olacaktır. Dolayısıyla kamulaştırmasız el koyma nedeniyle tazminat davalarında da amaç taşınmazın gerçek değerinin tespiti olup, kamulaştırma ile denklik sağlanabilmesi için Kamulaştırma Kanunu’nun değer tespitine ilişkin hükümleri kısmen uygulanmaktadır.
Somut olayda dosya içeriği ve toplanan delillerden; dava konusu taşınmazın konumu ve bilirkişi kurulu raporunda belirtilen özellikleri dikkate alınarak, tespit edilen metrekare birim fiyatına objektif değer artışı uygulanması yerindedir.
Açıklanan nedenlerle yerel mahkeme kararı usul ve yasaya uygun olup direnme kararının birinci bentte gösterilen uyuşmazlık yönünden onanması gerekir.
II- İkinci bentte gösterilen uyuşmazlık yönünden yapılan temyiz incelemesinde;
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nun 297. maddesi bir mahkeme hükmünün kapsamının ne şekilde olması gerektiğini açıklamıştır. Buna göre;
“(1) Hüküm "Türk Milleti Adına" verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:
a) Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini,
b) Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adreslerini,
c) Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri,
ç) Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini,
d) Hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını,
e) Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi,
(2) Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.”
Bu düzenleme uyarınca bir mahkeme hükmünde tarafların iddia ve savunmalarının özetinin, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususların, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delillerin, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesinin, sabit görülen vakıalarla, bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebeplerin birer birer şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.
Bu kısım, hükmün gerekçe bölümüdür. Gerekçe, hâkimin (mahkemenin) tespit etmiş olduğu maddi vakıalar ile hüküm fıkrası arasında bir köprü görevi yapar. Gerekçe bölümünde hükmün dayandığı hukuki esaslar açıklanır. Hâkim, tarafların kendisine sundukları maddi vakıaların hukuki niteliğini (hukuk sebepleri) kendiliğinden (resen) araştırıp bularak hükmünü dayandırdığı hukuk kurallarını ve bunun nedenlerini gerekçede açıklar.
Hâkim, gerekçe sayesinde verdiği hükmün doğru olup olmadığını, yani kendini denetler. Üst mahkeme de, bir hükmün hukuka uygun olup olmadığını ancak gerekçe sayesinde denetleyebilir. Taraflar da ancak gerekçe sayesinde haklı olup olmadıklarını daha iyi anlayabilirler. Bir hüküm, ne kadar haklı olursa olsun, gerekçesiz ise tarafları doyurmaz (Kuru, B./Arslan, R./Yılmaz, E.: Medeni Usul Hukuku, Ankara 2011, s. 472).
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası"nın (Anayasa) 141. maddesi gereğince bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olması gereklidir. Gerekçenin önemi anayasal olarak hükme bağlanmakla gösterilmiş olup, gerekçe ve hüküm birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.
Yasanın aradığı anlamda oluşturulacak kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar; kararın gerekçesinin de sonucu ile tam bir uyum içinde o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak; kısaca maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterecek nitelikte olması gerekir.
Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtayın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması zorunludur.
Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 31.05.2017 tarihli ve 2015/22-1236 E., 2017/1044 K.; 06.11.2018 tarihli ve 2017/12-2826 E., 2018/1619 K.; 06.12.2018 tarihli ve 2017/11-101 E., 2018/1869 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.
Ayrıca 07.06.1976 tarihli ve 1976/3-4 E., 1976/3 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde yer alan “Gerekçenin ilgili bilgi ve belgelerin isabetle takdir edildiğini gösterir biçimde geçerli ve yasal olması aranmalıdır. Gerekçenin bu niteliği yasa koyucunun amacına uygun olduğu gibi, kararı aydınlatmak, keyfiliği önlemek ve tarafları tatmin etmek niteliği de tartışma götürmez bir gerçektir” şeklindeki açıklama ile de aynı ilkeye vurgu yapılmıştır.
Bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerektiğini öngören Anayasa’nın 141. maddesinin üçüncü fıkrası ve ona koşut bir düzenleme içeren HMK’nın 297. maddesi işte bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir.
Öte yandan mahkeme kararlarının taraflar, bazen de ilgili olabilecekleri başka hukuki ihtilaflar yönünden etkili ve bağlayıcı kabul edilebilmeleri, başka bir dava yönünden kesin hüküm, kesin veya güçlü delil oluşturup oluşturamayacağı gibi hukuksal değerlendirmeler de bu kararların yukarıda açıklanan nitelikte bir gerekçeyi içermesiyle mümkündür.
Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, mahkemelerin direnme kararları da bir davayı sona erdiren (nihai), temyizi mümkün son kararlardan olup, mahkemece bozmaya uyulması yönünde oluşturulan karar ise, bozma lehine olan taraf yararına usulü kazanılmış hakkın gerçekleşmesine neden olmaktadır.
Bu nedenle, bir davanın taraflarının o dava yönünden, mahkemece hangi nedenle haklı veya haksız bulunduklarını anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtayın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş kuşkuya yer vermeyecek bir açıklık taşıyan direnme ya da uyma kararının bulunması zorunludur.
6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile HMK’ya eklenen geçici 3. maddesi uyarınca uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK)’nun bozma sonrası mahkemece yapılacak işlemleri düzenleyen 429/2. maddesinde, “…Mahkeme, temyiz edenden 434. madde uyarınca peşin alınmış olan gideri kullanmak suretiyle, kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip dinledikten sonra, Yargıtay’ın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verir” yönünde düzenleme bulunmaktadır.
Bu açık düzenleme karşısında, mahkemece tarafların beyanlarının alınmasından sonra yapılacak iş; açıkça bozma nedenlerine uyulması ya da eski kararda direnilmesine dair ara kararı oluşturmak olmalıdır. Bunun yanında mahkeme, 1086 sayılı HUMK"nın 429. maddesindeki yetkisini kullanırken, bozma nedenlerinden her birine, ne sebeple uyduğunu ya da uymadığını gerekçesiyle ortaya koymakla ödevlidir.
Zira direnme kararlarının hukuksal niteliklerinin doğal sonucu ve gereği olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun yapacağı inceleme ve değerlendirme, bozma üzerine yerel mahkemelerce verilmiş direnme kararlarına münhasır olduğundan inceleme sırasında gözeteceği temel unsurlardan birini bozmaya karşı tarafların beyanlarının tespiti ile uyulup uyulmama konusunda verilen ara kararları ile sonuçta hüküm fıkrasını içeren kısa ve gerekçeli kararların birbiriyle tam uyumu ve buna bağlı olarak kararın ortaya konulan sonucuna uygun gerekçesi oluşturmaktadır. Bunlardan birisinde ortaya çıkacak farklılık ya da aksama çelişki doğuracaktır ki, bunun açıkça usul ve yasaya aykırılık teşkil edeceği kuşkusuzdur.
Başka bir ifadeyle, mahkemece düzenlenecek kısa ve gerekçeli kararlara ilişkin hüküm fıkralarında Özel Daire bozma kararına hangi açılardan uyulup hangi açılardan uyulmadığının hüküm fıkrasını oluşturacak kalemler yönünden tek tek ve anlaşılır biçimde kaleme alınması, kararın gerekçe bölümünde bunların nedenlerinin ne olduğu, bozmanın niçin yerinde bulunmadığı ve dolayısıyla mahkemenin bozulan önceki kararının hangi yönleriyle hukuka uygun olduğunun açıklanması kararın yargısal denetimi açısından aranan ön koşuldur.
Direnme kararları yapıları gereği yasanın hukuka uygunluk denetimi yapmakla görevli kıldığı bir Yargıtay Dairesinin bu denetimi sonucunda hukuka aykırı bularak, gerekçesini açıklamak suretiyle bozduğu mahkeme kararının aslında hukuka uygun bulunduğuna, dolayısıyla bozmanın yerinde olmadığına ilişkin iddiaları içerdiklerinden o iddiayı yasal ve mantıksal gerekçeleriyle birlikte ortaya koymak zorundadırlar (Hukuk Genel Kurulunun 21.10.2009 tarihli ve 2009/9-397 E., 2009/453 K.; 19.03.2008 tarihli ve 2008/15-278 E., 2008/254 K.; 22.06.2011 tarihli ve 2011/11-344 E.,2011/436 K. ile 29.02.2012 tarihli ve 2011/9-754 E., 2012/102 K. sayılı kararları).
Anılan husus kamu düzeni ile ilgili olup, gözetilmesi yasa ile hâkime yükletilmiş bir ödevdir. Aksine düşünce ve uygulama gerek yargı erki ile hâkimin, gerek mahkeme kararlarının her türlü düşünceden uzak, saygın ve güvenilir olması ilkesi ile de bağdaşmaz.
Ayrıca Yargıtayca bozulan yerel mahkeme kararı ortadan kalkar ve hukuki geçerliliğini yitirir. Bozulan karar sonraki kararın eki niteliğinde olmadığından bu karara atıf yapılarak hüküm kurulması isabetsiz olduğu gibi, bozulan karardaki gerekçeye atıf yapılması da yasal dayanaktan yoksundur (Hukuk Genel Kurulunun 22.06.2011 tarihli ve 2011/11-344 E., 436 K.; 29.02.2012 tarihli ve 2011/9-754 E., 2012/102 K. sayılı kararları).
Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olayın değerlendirilmesine gelince; Mahkemece verilen ilk kararın Özel Daire bozma kararının ikinci bendi ile; “…dava konusu taşınmazın tapu kaydında Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü (DHMİ) lehine tesis edilen irtifak hakkının devam edip etmediği araştırılarak devam ettiğinin tespiti hâlinde bu irtifak nedeniyle taşınmazın tamamında meydana gelecek kaçınılmaz değer kaybı ile ilgili olarak bilirkişi heyetinden ek rapor alınarak sonucuna göre karar verilmesi…” gerekçesiyle bozulduğu, mahkemece Yargıtay bozma kararında DHMİ lehine tesis edilen irtifak hakkının kamulaştırma bedelinden düşülmesi gerektiği yönünden bozma yapılmış ise de Yargıtay bozmasına karşı direnildiği için bu hususun zorunlu olarak önceki karardaki gibi aynen bırakıldığı gerekçesi ile direnme kararı verildiği, Özel Daire bozma kararı ikinci bendinin hangi neden ya da nedenlerle yerinde olmadığına ilişkin açıklama ve gerekçeye yer verilmediği görülmüştür.
O hâlde, Mahkemece yapılacak iş, Anayasa’nın 141/3 ve ona koşut bir düzenleme içeren HMK’nın 297. maddelerindeki hükümler gözetilerek ve özellikle bozma kararında yer verilen bozma gerekçelerine karşı, direnmenin gerekçesini de (gerekirse yeni bir hüküm oluşturmayacak şekilde yasal sınırlarda genişleterek) açıkça kaleme alarak kararda göstermek olmalıdır.
Hâl böyle olunca, yukarıda açıklanan yasal düzenleme ve ilkeler gözetilerek anlaşılabilir ve denetlenebilir nitelikte direnme kararı verilmek üzere direnme kararının Özel Daire bozma kararın ikinci bendinde yer alan uyuşmazlık yönünden usulden bozulmasına karar verilmiştir.
III- Üçüncü bentte gösterilen uyuşmazlık yönünden yapılan temyiz incelemesinde;
2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 6487 sayılı Kanun’la değiştirilen geçici 6. maddesinin 12 ve 13. fıkraları ""09.10.1956 ile 04.11.1983 tarihini kapsayan dönemde oluşan mağduriyetlerin giderilmesi amacıyla getirilen ve malikler aleyhine bir takım hükümler içeren bu istisnai düzenlemenin 04.11.1983 tarihinden sonraki dönem içinde uygulanmasının hukuk güvenliğini zedeleyeceği"" gerekçesiyle ve Anayasanın 2 ve 35. maddelerine aykırı bulunarak 13.03.2015 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan Anayasa Mahkemesinin 13.11.2014 tarihli ve 2013/95 E., 2014/176 K. sayılı kararıyla iptal edilmiş, böylece 04.11.1983 tarihinden sonra el atılan taşınmazlar yönünden, kamulaştırmasız el koyma nedeniyle açılan davalarda, mahkeme ve icra harçları ile her türlü vekâlet ücretinin nispi olarak uygulanması gerektiği şeklinde düzenleme getirilmiştir. Bu düzenleme görülmekte olan, yani karara bağlanmamış veya kararı kesinleşmemiş tüm davalarda da uygulanacaktır.
Buna göre dava konusu 2745 parsel sayılı taşınmaza el koyma tarihi 04.11.1983 tarihinden sonra olup, el koyma tarihi dikkate alındığında davacı lehine nispi vekâlet ücretine hükmedilmesi gerekmektedir.
Hâl böyle olunca mahkemenin davacı lehine hükmedilen nispi vekâlet ücretine ilişkin direnme kararı sonucu bakımından yerinde olup, yerel mahkeme kararı yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ile onanmalıdır.
SONUÇ: Yukarıda (I) numaralı bentte yer alan uyuşmazlık yönünden; davalı idare vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA, davalı idare harçtan muaf olduğundan harç alınmasına yer olmadığına, 24.09.2019 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy birliği ile,
Yukarıda (II) numaralı bentte yer alan uyuşmazlık yönünden; davalı idare vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle usulden BOZULMASINA, bozma nedenine göre davalı vekilinin esasa dair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, 17.09.2019 tarihinde yapılan birinci görüşmede oy birliği ile,
Yukarıda (III) numaralı bentte yer alan uyuşmazlık yönünden; davalı idare vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ile ONANMASINA, davalı idare harçtan muaf olduğundan harç alınmasına yer olmadığına, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliği tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 24.09.2019 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy birliği ile karar verildi.