Dava, taşınmaz üzerinde bulunan muhdesatın aidiyetinin tespiti ve tapu kütüğünün beyanlar hanesinde gösterilmesi istemine ilişkindir.
Mahkemece tespit isteminde hukuki yarar bulunmadığı, muhtesatın tapu kütüğünün beyanlar hanesinde gösterilemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ise de gösterilen gerekçe ve varılan sonuç davanın niteliğine, toplanan delillere ve yasal düzenlemelere uygun düşmemiştir.
4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 1006"ncı maddesinde hangi hakların tapu kütüğüne tescil, 1009, 1010 ve 1011"inci maddelerinde de hangi hakların şerh edilebileceği, 1012"nci maddesinde ise taşınmazın eklentilerinin malikin istemi üzerine kütükteki beyanlar sütununa yazılacağı, bu sütuna yazılabilecek diğer hususların tüzükle belirleneceği açıklanmış, özel kanun hükümleri saklı tutulmuştur. Benzer hükümler yürürlükten kaldırılan 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi"nde de mevcuttur.
3402 sayılı Kadastro Kanununun 19"uncu maddesinin birinci fıkrasında ise tapuda kayıtlı taşınmaz malın zilyet lehine tespitinde, mevcut ve her türlü takyid ile sınırlı ayni hakların saklı tutulacağı, eski tapu kayıtlarındaki bu tür hak ve mükellefiyetlerin, kadastro tutanağında belirtilerek yeni kütüklere aynen geçirileceği, ikinci fıkrasında da taşınmaz üzerinde malikinden başka bir kimseye veya paydaşlarından birine ait muhdesat mevcut ise bunun sahibi, cinsi, ihdas tarihi ve iktisap sebebi belirtilerek tutanağın ve kütüğün beyanlar hanesinde gösterileceği belirtilmiştir. Bu maddeye dayanılarak taşınmaz üzerinde bulunan muhtesatın kadastro tutanağının ve taşınmazın tapu kütüğünün beyanlar hanesinde gösterilmesine karar verilebilmesi için muhtesatın kadastro tespit gününden önce meydana getirilmiş olması ve aynı Kanunun 12/3. maddesinde öngörülen hakdüşürücü sürenin geçmemiş bulunması gerektiği, açılacak bu davanın eda davası niteliğinde olacağı kuşkusuzdur. Kadastro Kanununun anılan bu ayrık hükmü dışında kanunlarımızda ve Tapu Sicil Tüzüğünde taşınmaz üzerinde bulunan muhtesatın tapu kütüğüne tescil veya şerh edilebileceğine veya kütüğün beyanlar hanesinde gösterilebileceğine ilişkin başka bir hüküm bulunmamaktadır.
Somut olaya gelince; dosya içeriğinde toplanan delillerden davaya konu muhtesatın üzerinde bulunduğu “betonarme iki katlı ev ve bahçe” nitelikli 145 parsel sayılı taşınmazın kadastro tespitinin 19.01.2010 tarihinde yapıldığı ve 27.04.2010 tarihinde kesinleşmesi üzerine tapuya tescil edildiği, davaya konu muhtesatın ise kadastro tespitinden önce 2007 yılında meydana getirildiği, kadastro tespitinin kesinleştiği gün ile davanın açıldığı gün arasında 10 yıllık hakdüşürücü sürenin de geçmediği anlaşılmaktadır. Bu ve az yukarıda açıklanan hukuksal olgular birlikte değerlendirildiğinde somut olayda 3402 sayılı Kadastro Kanununun 19. maddesi hükmündeki ayrık hükmün uygulanma koşullarının oluştuğu, muhtesatı meydana getirdiğini öne süren davacının muhtesatın tapu kütüğünün beyanlar hanesinde gösterilmesi istemiyle dava açma hakkının bulunduğu kuşkusuzdur. Bu yönde açılacak davanın eda nitelikli bir dava olacağı açıktır. Her ne kadar mahkemeye açılan işbu dava da muhdesatın aidiyetinin tespitinden söz edilmiş ise de davanın hukuki nitelemesinin hakime ait olduğu dikkate alındığında, sözü edilen talebin bağımsız bir tespit davası niteliğinde olmadığı, tapu kütüğüne şerh verilmesi davasında görülecek bir önsorun niteliği taşıdığı ortadadır. Hakim açılan davayı eda davası olarak görüp, muhdesatın aidiyeti konusunu bu davada önsorun olarak değerlendirip, karara bağlamalıdır.
Bağımsız bir tespit davası söz konusu olmadığına göre, bağımsız tespit davalarında hukuki yarar açısından aranan derdest ortaklığın giderilmesi davasının bulunup bulunmaması somut olayda sonuca etkili değildir.
Hal böyle olunca, mahkemece toplanan deliller değerlendirilerek davanın esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken yersiz gerekçelerle yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsiz, davacının temyiz itirazları bu nedenle yerinde görüldüğünden kabulü ile hükmün BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair yönlerin incelenmesine şimdilik yer olmadığına, peşin alınan 108,40 TL temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, 13.03.2012 gününde oybirliği ile karar verildi.