14. Hukuk Dairesi 2016/12188 E. , 2017/2047 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Davacı vekili tarafından, davalı aleyhine 02.10.2013 gününde verilen dilekçe ile inanç sözleşmesinden kaynaklı tazminat talebi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın kabulüne dair verilen 12.01.2015 günlü hükmün Yargıtayca incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacı 02.10.2013 tarihli dilekçesi ile davalı ile aralarındaki güvene dayanarak 806 parsel sayılı tarla cinsli taşınmaz 1/2"şer paylı olarak aldıklarını, taşınmazı birlikte almış olmalarına rağmen tapunun 16.10.1992 tarihinde kardeşi olan davalı ...’in tapuda hazır bulunması nedeni ile davalı adına tescil edildiğini ileri sürerek tapunun iptaliyle 1/2 oranında adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.
Davacı 07.01.2014 tarihli dilekçe ile davalı ... tarafından taşınmazın devredildiği sebebi ile, davaya Tapu iptali ve tescil davasında gösterilen 2.000,00 TL bedel üzerinden tazminat davası olarak devam edilmesi istemi ile ıslah talebinde bulunmuştur,
Davalı, dava konusu yerde davacının hakkı olmadığını taşınmazı tek başına satın aldığını ve sattığını savunmuş, davanın reddini talep etmiştir.
Mahkemece; Tapu İptali ve Tescil davasının ıslahla tazminat davasına dönüştüğü taşınmazın davacı ve davalı tarafından birlikte alındığı, kardeş oldukları için taşınmazın tapu kaydının davalı üzerine yapıldığının tanık beyanları ile sabit olduğundan davanın kabulü ile davacının talebi ile bağlı kalınarak 2.000,00 TL nin davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiştir.
Hüküm, davalı vekili tarafından davacının yazılı delile dayanmadığı taşınmazın 1/2 sinin kendisine ait olduğu, taşınmazın tamamının kendisi üzerineymiş gibi karar verilmesinin hatalı olduğu tanık beyanlarının çelişkili olduğu sebepleri ile temyiz etmişlerdir.
Dava, inanç sözleşmesine dayalı tapunun 1/2 oranında iptali ile davacı adına tescili isteğine ilişkin iken davacı vekili tarafından verilen 7.01.2014 tarihli dilekçe ile inanç sözleşmesine dayanan tazminat isteğine dönüşmüştür.
İnançlı işlemler, inananın teminat oluşturmak veya yönetilmek üzere mal varlığı kapsamındaki bir şey veya hakkını, inanılana devretmesi ve inanılanın da inanç anlaşmasındaki koşullara uygun olarak inanç konusu şeyi kullanmasını, amaç gerçekleştiğinde ise belirlenen şekilde inanana iade etmesini içeren işlemlerdir.
İnançlı bir işlem ile inanan, sahibi olduğu bir mülkiyet veya alacak hakkını inanılana kazandırıcı bir işlemle devretmekte ancak borçlandırıcı bir sözleşme ile de onu bazı yükümlülükler altına sokmaktadır.
İnançlı işlemin taraflarını, inanan ve inanılan oluşturur. Bir hakkı ya da nesneyi, güvendiği bir kişiye inançlı olarak devreden kimseye “inanan” adı verilir. Devredilen hak veya nesneyi, kendisine ait bir hak olarak kendi yararına, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak kullanan kişiye de “inanılan” denir. İnananın, inanılana inançlı olarak kazandırdığı hak ya da nesne ise “inanç konusu şey” olarak nitelenir. İnançlı bir işlemde, kazandırıcı işlemin tarafları ile borç doğuran anlaşmanın tarafları aynıdır.
İnançlı işlemde inanılan, hakkını kullanırken kararlaştırılan koşullara uymayı, amaç gerçekleşince veya süre dolunca hak veya nesneyi tekrar inanana (veya onun gösterdiği üçüncü kişiye) devretmeyi yüklenmektedir. İnançlı işlem, kazandırmayı yapan kişiye yani inanana belirli şartlar gerçekleşince, kazandırmanın iadesini isteme hakkı sağlayan bir sözleşmedir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir.
İnanç sözleşmesi, 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca ancak, yazılı delille kanıtlanabilir. Bu yazılı delil, tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olmalıdır.
Açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa da, yanlar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber söz konusu hukuki işlemi muhtemel gösteren ve kendisine karşı ileri sürülen kimse veya temsilcisi tarafından verilmiş veya gönderilmiş delil başlangıcı niteliğinde bir belge varsa HMK’nun 202. maddesi uyarınca inanç sözleşmesi “tanık” dahil her türlü delille ispat edilebilir.
Yazılı delille veya delil başlangıcı yoksa inanç sözleşmesinin ikrar (HMK m.188) yemin (HMK m.225 vd) gibi kesin delillerle de ispat edilmesi olanaklıdır. Davacının yemin deliline dayanması halinde mahkemenin davacıya bu hakkını hatırlatması gerekir.
Somut olayda dava, inanç sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil, ıslahla tazminat istemine ilişkindir. Davacı tarafların imzalarını taşıyan yazılı bir bir belgeye dayanmadığı gibi söz konusu hukuki işlemi muhtemel gösteren ve davalı tarafından verilmiş veya gönderilmiş delil başlangıcı niteliğinde bir belgeye de dayanmadığı halde mahkemece taşınmazın davacı ve davalı tarafından birlikte alındığı, kardeş oldukları için taşınmazın tapu kaydının davalı üzerine yapıldığının tanık beyanları ile sabit olduğundan bahisle davanın kabulüne karar verilmiştir.
05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı karşısında inanç sözleşmesinin sadece tanık beyanları ile ispat edilmesi mümkün olmadığından davanın reddine karar verilmesi gerekirken kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş, hükmün bu nedenle bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle hükmün BOZULMASINA, peşin yatırılan harcın istek halinde yatırana iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,
16.03.2017 tarihinde gününde oyçokluğu ile karar verildi.
(Muhalif)
K A R Ş I O Y
Dava, davalı adına kayıtlı bulunduğu iddia olunan Kırıkkale İli, Keskin İlçesi, Barakobası Köyü, 806 parsel sayılı taşınmazın satış bedelinin yarısının davacı tarafından karşılandığı, kardeş olan davacı ve davalı arasında inanç sözleşmesi bulunduğu iddiasına dayalı tapu iptali ve tescil davası olarak açılmış, devamında ıslah edilerek tescil talebinden vazgeçilerek tazminat talep edilmiştir.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Davalı, temyiz dilekçesinde özetle, tapu kaydına göre dava konusu taşınmazın tamamının kendisine ait olmayıp ½ payın kendisine ait olduğunu, oysa mahkemece tamamının kendisine ait olduğu kabul edilerek çelişkili tanık beyanları ile hüküm kurulduğunu, iddiaların yazılı belgeyle ispatlanamadığını belirterek hükmün bozulmasını talep etmiştir.
Bilindiği gibi, 12/01/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun;
1- “İspat hakkı” kenar başlıklı 189. maddesinin üçüncü fıkrasında, “(3) Kanunun belirli delillerle ispatını emrettiği hususlar, başka delillerle ispat olunamaz.”,
2- “Kanunda düzenlenmemiş deliller” kenar başlıklı 192. maddesinde, “(1) Kanunun belirli bir delille ispat zorunluluğunu öngörmediği hâllerde, Kanunda düzenlenmemiş olan diğer delillere de başvurulabilir.”,
3- “Senetle ispat zorunluluğu” kenar başlıklı 200. maddesinde, “(1) Bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan hukuki işlemlerin, yapıldıkları zamanki miktar veya değerleri ikibinbeşyüz Türk Lirasını geçtiği takdirde senetle ispat olunması gerekir. Bu hukuki işlemlerin miktar veya değeri ödeme veya borçtan kurtarma gibi bir nedenle ikibinbeşyüz Türk Lirasından aşağı düşse bile senetsiz ispat olunamaz.
(2) Bu madde uyarınca senetle ispatı gereken hususlarda birinci fıkradaki düzenleme hatırlatılarak karşı tarafın açık muvafakati hâlinde tanık dinlenebilir.”,
4- “Senede karşı tanıkla ispat yasağı” kenar başlıklı 201. maddesinde, “(1) Senede bağlı her çeşit iddiaya karşı ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemler ikibinbeşyüz Türk Lirasından az bir miktara ait olsa bile tanıkla ispat olunamaz.”,
5- “Delil başlangıcı” kenar başlıklı 202. maddesinde, “(1) Senetle ispat zorunluluğu bulunan hâllerde delil başlangıcı bulunursa tanık dinlenebilir.
(2) Delil başlangıcı, iddia konusu hukuki işlemin tamamen ispatına yeterli olmamakla birlikte, söz konusu hukuki işlemi muhtemel gösteren ve kendisine karşı ileri sürülen kimse veya temsilcisi tarafından verilmiş veya gönderilmiş belgedir.”,
6- “Senetle ispat zorunluluğunun istisnaları” kenar başlıklı 203. maddesinin birinci fıkrasının “a” bendinde “(1) Aşağıdaki hâllerde tanık dinlenebilir:
a) Altsoy ve üstsoy, kardeşler, eşler, kayınbaba, kaynana ile gelin ve damat arasındaki işlemler.”,
Hükümlerine yer verilmiştir.
Kayden maliki bulunduğu taşınmazı, inançlı işlemle inanılana devreden tarafın, şartlar gerçekleştiğinde mülkiyet hakkına dayanarak iade talep etmesi durumunda, taraflar arasında çıkan uyuşmazlıkların çözümünde dayanak yapılan 5.2.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında, HMK’nın 201 madde hükmü uyarınca inançlı işlemin ispatı için yazılı delil aranmış olup, inançlı işlemin geçerliliği için şekil şartı aranmamıştır.
6100 sayılı Kanunun 189. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca, bir hususun belirli delillerle ispatını ancak kanun emredebilir. Bu hüküm uyarınca, içtihadı birleştirme kararı ile dahi bir hususun belirli bir delille ispatı şart koşulamaz, yargılama ispat konusundaki kanun hükümlerine göre yapılmalıdır.
Davaya konu inançlı işlem, mülkiyet hakkına değil şahsi hakka dayanmaktadır. Zira dava konusu taşınmazın mülkiyetinin önceden üçüncü bir kişide olduğu, taşınmazın birlikte satın alındığı ancak, davalı adına tescil edildiği belirtilerek, taraflar arasında tapu memuru önünde yapılmış bir taşınmaz devri sözleşmesi bulunmadığı iddia olunmaktadır. Davanın tarafları arasında, resmi bir taşınmaz devir sözleşmesi bulunmadığına göre, HMK’nın 201. maddesinin davada uygulanması söz konusu olamayacak, uyuşmazlığın çözümünde diğer ispat kuralları ve HMK’nın 203. maddesi uygulama alanı bulacak ve davacı davasını şahitle ispatlayabilecektir.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş ise de, dava konusu taşınmazın iddianın aksine tamamının değil 1/2’sinin davalı adına kayıtlı bulunduğu; davacı şahitlerinden Mahir ile Şakir’in beyanlarında dava konusu taşınmazın üç kardeşin birlikte aldığı, diğer şahit Ali Durmuş’un beyanında ise ise dört kardeşin birlikte alındığının belirtildiği; tapu kaydı ile şahitlerin ve şahitlerin kendi beyanları arasındaki çelişkinin giderilemediği, bu farklı gerekçelerle hükmün bozulması gerektiği görüşünde olduğumdan, sayın çoğunluğun farklı bozma görüşüne katılamıyorum.