Esas No: 2019/25
Karar No: 2019/874
Karar Tarihi: 04.07.2019
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2019/25 Esas 2019/874 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki “sözleşmenin iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 1. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 25.12.2012 tarihli ve 2012/21 E., 2012/227 K. sayılı karar davalılar vekili tarafından temyiz edilmekle Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 19.09.2014 tarihli ve 2013/6368 E., 2014/14107 K. sayılı kararı ile;
“…Davacı vekili davalılardan ... vekillerinin Antalya 3. Noterliğince düzenlenen 06.07.2009 gün ve 15892 yevmiye numaralı ihtarname ile taraflar arasındaki 09.02.2005 tarihli protokol gereğince müvekkili tarafından yazılan (Bitkilerdeki Sağlık Mucizesi) adlı kitaptan dolayı 09.02.2005 tarihinden sonra elde edilecek tüm gelir ve semerelerinin taraflar arasında paylaşılmasının gerektiğini bildirdiğini; ancak davacının bu şekildeki sözleşmeden haberdar olmadığını; müvekkilinin bila bedel bir sözleşme yapmayacağını; fakat benzerlik nedeniyle protokoldeki imzanın müvekkiline ait olabileceğini; çünkü davalılardan davacının eşi Arzu Saraçoğlu ile boşanma sırasında davacının adı geçen davalının boşanma protokolü yapması için birçok belge imzalatıp aldığını; ihtarnameye konu protokolün de davacı tarafından davalıya boş olarak verilen birkaç belgeden biri olabileceğini ve sonradan Arzu Saraçoğlu tarafından anlaşmaya aykırı olarak doldurulması suretiyle sözleşmeye dönüştürüldüğünü; protokol kapsamını kabul etmemekle birlikte ihtara ve davaya konu edilen protokolün kapsamının tetkikinden davacının bir bilim adamı olmasının da göz önünde bulundurulup bu hususların birlikte değerlendirilmesi sonucu, sözleşmenin geçerli kabul edilmesi halinde davacının ömür boyu yazdığı veya yazacağı tüm kitapları da kapsar bir şekilde sözleşme yapmasının akla uygun olmadığını; bu nedenlerle de davacının gerçek iradesini yansıtmadığını ve böyle bir durumun hayatın olağan akışına da aykırı olduğundan bahisle; ihtara konu ve varlığı iddia edilen sözleşme nedeniyle davacının davalılara borçlu olmadıklarının tespitine ve sözleşme ile davacının bağlı olmadığının saptanmasına, yok hükmünde olan sözleşmenin iptaline, sözleşmenin varlığının kabulü halinde müvekkili açısından yükümlülük ve borç doğurmadığının; doğmuş bir borcun olmadığının ve davacının mesleğine ilişkin yazdığı ve yazacağı diğer tüm kitapları ile bilimsel çalışmaları da kapsar şekilde genişletilemeyeceğinin tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalılar Atilla Han Umur ve ... vekili davanın reddini istemiştir.
Mahkeme iddia, savunma, dosyadaki kanıtlar ve bilirkişi raporuna göre, taraflar arasında düzenlenen sözleşmenin ağırlıklı olarak davacıya edimler yüklediği, ivazlar arasında aşırı oransızlık bulunduğu kişisel özgürlüğü (bilimsel yayın yapma, yaratılan eseri çoğaltma, dağıtma) aşırı şekilde baskı altına aldığı, dava konusu olayda 5846 sayılı yasanın 48/1 maddesinin uygulama yerinin olmadığı, zira sözleşmenin eserden kaynaklanan mali hakların (çoğaltma, yayma gibi) devri niteliğinde olmayıp telif bedelinin paylaşılması niteliğinde olduğu 5846 sayılı yasanın 48/3 maddesi kapsamında da bir sözleşme olmadığı sadece yaratılmış bir eserden elde edilen gelirin paylaşımı konusunda olduğu bu nedenle 48/3 maddesi gereğince vucuda getirilmemiş eserler veya tamamlanmamış eserler konusunda uygulanacak geçersizlik şartının bu sözleşme kapsamında konusunu oluşturan bir madde bulunmadığından uygulanmasına gerek olmadığı dava konusu telif gelirinin paylaşılması ile ilgili sözleşmenin şeklen geçerli bir sözleşme olsa bile içerik itibariyle ivazlar arasındaki aşırı oransızlık gözönünde bulundurulduğunda davacının iktisaden mahvına sebebiyet verecek şekilde ve kişilik haklarına aykırı bir sözleşme olduğu gerekçeleriyle BK"nun 26.ve 27.maddeleri uyarınca davanın kabulüne karar verilmiştir.
Karar davalılar vekilince temyiz edilmiştir.
1- Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına ve 09.02.2005 tarihli protokol başlıklı belgenin 4.paragrafında düzenlenen "Bitkilerde Sağlık Mucizesi" adlı eserin telif haklarının davalılara devrini içeren bölümünün 5846 sayılı FSEK"nun 52.maddesine uygun nitelik taşımamasına ve 818 sayılı BK"nun 19/2.maddesi uyarınca kanunun kati bir surette emreylediği hukuki kaidelere veya kanuna aykırı sözleşmelerin hükümsüz olmasına ve aynı yasanın 20/2.maddesi uyarınca sözleşmenin kısmi butlanına hükmedilmesinin mümkün bulunmasına göre,davalılar vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazları yerinde değildir.
2- Ancak uyuşmazlık konusu 09.02.2005 tarihli sözleşmenin ikinci,üçüncü ve beşinci paragraflarında davacının eser sahibi olduğu "Bitkilerde Sağlık Mucizesi" adlı eserin protokolün imza tarihinden sonra elde edilecek bütün gelirlerinin sözlşmenin tarafları arasında pay edileceği, bu paylaşıma anılan eserin Saraçoğlu.info.tr adresindeki internet sitesinden sağlanacak gelirlerin ve hatta maddi değere sahip ödüllerin ve danışmanlık ücertinin de dahil olduğu belirtilmiştir.
Anılan sözleşmenin ikinci, üçüncü ve beşinci paragraflarına konu olan eser üzerindeki mali haklar nedeniye protokol tarihinden sonra elde edilecek gelirin belli oranlarda davalılara verilmesi 818 sayılı BK"nun 234.maddesi anlamında hibe sözleşmesi niteliğinde olup , bu hususta sözleşme düzenlenmesine yasal bir engel bulunmamaktadır.
Öte yandan aynı protokolün altıncı ve yedinci paragraflarında da yine anılan eserle ilgili olarak yapılacak sözleşmeler ve bu sözleşmeler sonucunda elde edilecek gelirin idaresi ve paylaşımının düzenlendiği anlaşılmaktadır.Bu düzenleme meydana getirilmiş bir esere yönelik olduğundan eser sahibinin yaratıcı faaliyeti üzerinde olumsuz etki doğuran sözleşme olarak nitelenemez ,bu bakımdan BK hükümlerine göre sözleşme özgürlüğü kapsamında taraflar diledikleri şekilde tasarrufta bulunabilirler,anılan sözleşmenin yukarıda birinci bentte belirtilen butlan nedeni dışında yasal süresi içerisinde BK"nun 31.maddesi hükümlerine dayalı olarak iptali de talep edilmediğine göre; mahkemece yazılı gerekçe ile protokolün 1.bentte belirtilen 4. paragrafı dışında (bu hükmün davacının diğer yükümlülüklerine bir etkisi olmadığı da gözetilmeksizin) tümünün iptaline karar verilmesi doğru görülmemiş ve kararın davalılar yararına bozulmasına karar vermek gerekmiştir…”
gerekçesiyle oy çokluğu ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3’üncü maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla değişikliği öncesi hâliyle 438’inci maddesinin ikinci fıkrası gereğince direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağından davalılar vekilinin duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, sözleşmenin iptali istemine ilişkindir.
Davacı vekili; müvekkilinin eski eşinin kardeşi olan ... tarafından müvekkiline 06.07.2009 tarihli ihtarname gönderildiğini, ihtarnamede müvekkili tarafından imzalandığı iddia edilen 09.02.2005 tarihli bir protokolden bahsedildiğini ve bu protokol gereğince müvekkili tarafından yazılan “Bitkilerdeki Sağlık Mucizesi” adlı kitaptan dolayı elde edilecek tüm gelir ve semerelerinin protokolün tarafları arasında paylaştırılmasının talep edildiğini, oysa ihtarnamede bahsedilen protokolün müvekkili tarafından imzalanmadığını ve müvekkilinin bu protokolden haberdar olmadığını, ancak müvekkilinin eski eşi olan Arzu Saraçoğlu’nun boşanma sırasında boşanma protokolü yapması için müvekkiline birçok belge imzalatıp aldığını, ihtarnameye konu protokolün de müvekkili tarafından imzalanıp boş olarak verilen kâğıtların sonradan Arzu Saraçoğlu tarafından doldurulması suretiyle protokole dönüştürüldüğünü, müvekkilinin ömür boyu yazdığı veya yazacağı tüm kitapları da kapsar bir şekilde protokol yapmasının hayatın olağan akışına da aykırı olduğunu, ihtarnameye konu protokolün müvekkilinin gerçek iradesini yansıtmadığını ileri sürerek ihtarnameye konu olan ve varlığı iddia edilen 09.02.2005 tarihli sözleşme nedeniyle müvekkilinin davalılara borçlu olmağının tespitine ve müvekkilinin sözleşme ile bağlı olmadığının saptanmasına, yok hükmünde olan sözleşmenin iptaline, sözleşmenin varlığının kabulü hâlinde müvekkili açısından yükümlülük ve borç doğurmadığının, doğmuş bir borcun olmadığının ve davacının mesleğine ilişkin yazdığı ve yazacağı diğer tüm kitapları ile bilimsel çalışmaları da kapsar şekilde genişletilemeyeceğinin tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalılar vekili; 09.02.2005 tarihli sözleşmenin tarafların iradeleri doğrultusunda ve beş nüsha olarak düzenlendiğini, buna rağmen davacının sözleşmede öngörülen edimlerini yerine getirmediğini savunarak davanın reddini istemiştir.
Yerel mahkemece; davacının 09.02.2005 tarihli protokolü boşanma davası sırasında boşanma yönünde anlaşma sağlanması için imzalanan belgeler arasında imzalattırılarak davacının zor durumundan ve bilgisizliğinden yararlanılarak düzenlendiği intibaının uyandığı, protokolün şekil olarak Borçlar Kanunu kapsamında sözleşme serbestisi kurallarına göre düzenlendiği düşünülse ve yine davacının sözleşmeden haberi olmadığı, boşanma sırasında düzenlenen belgeler arasında beyaza atılan imza nedeniyle sonuçlarına katlanması gerektiği kabul edilse dahi protokolün meydana getirilmiş bir eserden elde edilen gelirin paylaşımını düzenlediği ve içerik itibariyle ivazlar arasındaki aşırı oransızlık göz önünde bulundurulduğunda davacının iktisaden mahvına sebebiyet verecek şekilde ve kişilik haklarına aykırı bir sözleşme olduğu, bu hâliyle protokolün kesin olarak hükümsüz olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Davalılar vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle oy çokluğu ile bozulmuştur.
Yerel mahkemece; önceki gerekçelerle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı, davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; taraflar arasında imzalanan 09.02.2005 tarihli protokolün dördüncü paragrafı haricindeki diğer içeriğinin davacının kişilik haklarına aykırılık teşkil edip etmediği, buradan varılacak sonuca göre anılan protokolün geçerli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle sözleşme hukukunun temel prensiplerinden olan sözleşme serbestisi ilkesine değinilmesinde fayda bulunmaktadır.
Somut olaya uygulanması gereken 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 19/1’inci (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 26’ncı) maddesinde bir sözleşmenin içeriğinin, bu sözleşmenin taraflarınca kanunda öngörülen sınırlar içerisinde özgürce belirlenebileceği düzenlemesi yer almaktadır. Bu temel kuralın istisnası ise 818 sayılı BK’nın 19/2’nci (6098 sayılı TBK’nın 27/1’inci) maddesinde; ahlâka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı veya konusu imkânsız olan sözleşmelerin kesin olarak hükümsüz olduğu belirtilmek suretiyle açıklanmıştır.
Sözleşme serbestisi kavramının temeli irade özgürlüğüne dayalıdır. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın irade özgürlüğüne ilişkin hükümleri (m.12/1, 13, 17/1, 19, 35/1, 48/1, vb.) göstermektedir ki; hukuk sistemimiz kişilerin irade özgürlüğüne sahip olduğunu temel bir ilke olarak benimsemiştir.
İrade özgürlüğü, kişilerin her alanda özgürleştirilmesini ilke edinmiş ekonomik ve politik bir doktrindir. Bu ilkenin borçlar hukukundaki yansıma şekli olan sözleşme özgürlüğü modern hukuk sistemlerine esas alınmış ise de, yirminci yüzyılda yoğun bir biçimde yaşanan savaşlar ve devletlerin sosyal devlet rolünü benimsemeleri, bu ilkenin yeniden ele alınarak değerlendirilmesine sebep olmuş ve bu bağlamda sözleşme özgürlüğüne önemli birtakım sınırlandırmalar getirilmiştir ve bu sınırlamalar artarak devam etmektedir. Özellikle bir sözleşmenin her iki tarafı da sözleşme özgürlüğüne sahip olmasına rağmen, ekonomik gücü nedeniyle, içeriğini önceden tek başına belirlediği sözleşmeleri, ihtiyaçları nedeniyle birçok kişiye koşulsuz olarak kabul ettirebilen teşebbüslerin ortaya çıkması, karşılarındaki kitlelerin korunabilmesi adına kanun koyucuların bu meseleye yoğun bir biçimde müdahil olmalarına yol açmıştır (Ercoşkun Şenol, H. Kübra: Sözleşmenin İçeriğini Belirleme Özgürlüğü ve Bunun Genel Sınırı-TBK m. 27, İÜHFM, C. LXXIV, 2016, s. 2).
Sözleşme içeriğinin özgürce belirlenmesinin sınırlarından birisi sözleşme içeriğinin kişilik haklarına aykırı olmasıdır. Gerçekten kişilik haklarının en iyi şekilde korunması, modern hukuk sistemlerinin temel amaçlarından biridir. Bu nedenle kanunlarımızda kişiliği koruyan birçok düzenleme bulunmaktadır. Örneğin 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 23’üncü maddesinde; kimsenin kısmen de olsa hak ve fiil ehliyetinden, özgürlüklerinden vazgeçemeyeceği ve özgürlüklerini hukuka veya ahlaka aykırı olarak sınırlayamayacağı düzenlenmiştir.
Bir bütün olarak kişilik hakkı ve içerdiği değerler sözleşme özgürlüğünün sınırını oluşturduğundan bu hakka ve bu hakkın içerdiği değerlere aykırı sözleşmeler kesin hükümsüzdür. Bu durumda kişilik hak ve özgürlüklerini konu edinen sözleşmesel kısıtlamalar hakkında TMK’nın 23’üncü ve 818 sayılı BK’nın 19/2’nci (6098 sayılı TBK’nın 27/1’inci) maddeleri gözetilerek değerlendirme yapılacak ve sözleşme hükümleri anılan kanun maddelerinin koruma amaçlarına aykırı düştüğü ölçüde kişilik hakkını ihlâl nedeniyle geçersiz olacaktır. Örneğin sözleşmenin taraflarından birinin ekonomik özgürlüğünü aşırı derecede kısıtlayarak, onu çok uzun bir süre için bağlayan sözleşmeler, kişilik hakkının ihlali nedeniyle geçersiz sayılmalıdır.
Bu aşamada dava konusu protokolün niteliğinin belirlenmesi için bağışlama sözleşmesinden de bahsedilmesi gerekmektedir.
818 sayılı BK’nın 234’üncü (6098 sayılı TBK’nın 285/1’inci) maddesinde bağışlama sözleşmesi, “hayatta olan kimseler arasında bir tasarruftur ki onunla bir kimse, mukabilinde bir ivaz taahhüt edilmeksizin malının tamamını veya bir kısmını diğer bir kimseye temlik eder” şeklinde tanımlanmıştır. Öğretide de; “Bağışlama, bağışlayanın bir muadil karşılık (ivaz) almaksızın, bağışlananın malvarlığında bir artış sağlamak amacıyla malvarlığından belirli değerleri ona vermeyi üstlenmesi ya da vermesi yoluyla bu iki kişi arasında yapılan tek tarafa borç yükleyen sözleşme” olarak tanımlanmaktadır (Aydoğdu, Murat/Kahveci, Nalan: Türk Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri, İzmir, 2013, s. 344).
Bağışlamanın unsurları öğretide çeşitli şekillerde ortaya konulsa da, somut uyuşmazlık açısından “causa donandi” unsuru önemlidir. “Causa donandi” ilkesi yani kazandırmanın bağışlama sebebiyle yapılmış olması; bağışlayanın bağışlanana kazandırmayı bir ivaz (karşılık) almaksızın, onu zenginleştirme amacıyla yapmasını ifade eder (Yavuz, Cevdet: Türk Borçlar Hukuku Özel Hükümler, İstanbul, 2002, s. 222). Bu nedenledir ki, bir kısım kazandırmalar, bağışa benzese de salt kazandırmanın bağışlama amacıyla yapılmaması nedeniyle bağışlama olarak nitelendirilemez.
Bağışlama sözleşmesinin konusunu her türlü mal varlığı değeri ve hak oluşturur. Buradaki mal varlığı değeri maddi bir mal olabileceği gibi, gayri maddi bir mal da olabilir. Maddi mallara menkul ve gayrimenkul mallar ile para örnek olarak gösterilirken gayri maddi mallara ise ayni haklar, alacak hakları, fikri ve sınai haklar ve bu haklardan elde edilebilecek gelirler örnek olarak gösterilebilir.
Bağışlama sözleşmesinin şeklini Kanun’daki düzenlemeye uygun olarak elden bağışlama ve bağışlama taahhüdü ayrımına göre incelemek gerekir. 818 sayılı BK’nın 237/1’inci (6098 sayılı TBK’nın 289’uncu) maddesi gereğince elden bağışlama, bağışlayanın bir şeyi bağışlanana teslimiyle vücut bulur. Elden bağışlama borç doğuran bir sözleşme olup, bunun kurulmasıyla ifası aynı anda gerçekleşir. Elden bağışlama sadece menkullerin ve alacakların bağışlanmasında söz konusu olup, tapuya kayıtlı gayrimenkuller ve bunlar üzerindeki ayni haklar elden bağışlamaya konu olmazlar. Alacakların elden bağışlanmasında yazılı bir temlik sözleşmesine ihtiyaç vardır.
Elden bağışlamadan farklı olarak, bağışlama taahhüdünde sözleşmenin ifası, kurulması safhasından sonra gerçekleşmektedir. Başka bir deyişle borç doğuran sözleşme ile tasarruf işlemi açık bir şekilde birbirinden ayrılmaktadır. Bağışlayanın acele ve düşünmeden hareket etmesini önlemek amacıyla 818 sayılı BK’nın 238’inci (6098 sayılı TBK’nın 288/1’inci) maddesi gereğince bağışlama taahhüdünün geçerliliği kural olarak yazılı şekil şartına bağlanmıştır. Menkuller ile alacaklara ilişkin bağışlama taahhütleri için adi yazılı şekil yeterli iken gayrimenkullere ve bunlar üzerindeki ayni haklara ilişkin bağışlama taahhüdünün geçerli olması için resmi şekilde yapılması şarttır. Öngörülen şekil tarafların adlarını, bağışlama konusunu ve bağışlayanın karşılıksız kazandırmada bulunma iradesini ihtiva etmelidir.
818 sayılı BK’nın 244’üncü ve 245’inci (6098 sayılı TBK’nın 295’inci ve 296’ncı) maddelerinde bağışlamanın geri alınması düzenlenmiştir. Buna göre bağışlayan kanunda belirtilen geri alma sebeplerinin gerçekleşmesi hâlinde elden bağışlama veya bağışlama taahhüdünde bağışlamayı geri alabilir. Bağışlayanın geri alma hakkı, geri alma sebeplerinin öğrenilmesinden itibaren bir yıl içinde kullanılabilir. Bu süre hak düşürücü süredir.
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; dava konusu 09.02.2005 tarihli protokolün konusunu “Bitkilerde Sağlık Mucizesi” adlı davacıya ait eserin mali haklarından elde edilecek gelirin ve eserle ilgili olarak yapılacak sözleşmeler ve bu sözleşmeler sonucunda elde edilecek gelirin protokolün tarafları arasında paylaşımı oluşturmaktadır. Protokol, davacı ile birlikte davacının boşandığı eşi Arzu Saraçoğlu, boşandığı eşinin annesi ve boşandığı eşinin iki erkek kardeşi tarafından imzalanmıştır. Protokolde yalnızca davacının yükümlülüğüne yer verilmiş, protokolde imzası bulunan diğer kişilerin yükümlülüğüne işaret dahi edilmemiştir. Başka bir deyişle protokolde davacı dışındaki diğer imzası bulunan kişiler doğrudan veya dolaylı bir biçimde asli bir yükümlülük üstlenmemişler; taraflarca öngörülebildiği kadarıyla anılan eserin tüm gelir getirici faaliyetlerinden diğer kişilere belli oranda (%75) pay verilmesi davacı tarafından taahhüt edilmiştir. Protokol bu hâliyle tek tarafa borç yükleyen bir sözleşme yapısına sahiptir.
Protokolde sadece “Bitkilerdeki Sağlık Mucizesi” adlı davacının eser sahibi olduğu eserin mali haklarından ve eserin sair surette değerlendirilmesinden elde edilecek gelirin paylaşımı öngörülmektedir. Bu husus protokolün ikinci paragrafında “Bitkilerde Sağlık Mucizesi adlı eserin bütün gelirleri bu protokolün imzalanmasından sonra isimleri yazılı kişiler arasında paylaşılacaktır” şeklinde ve üçüncü paragrafında ise “bu paylaşım “Bitkilerde Sağlık Mucizesi” adlı eserin protokolün imzalanmasından sonraki bütün baskıları, internet ortamında “saracoglu.info.tr” adresinden sağlanacak gelirini de kapsayacaktır” şeklinde belirtilmiştir.
Dava konusu protokolün sadece dördüncü paragrafında eserden kaynaklanan mali hakların devrine ilişkin düzenleme yapılmıştır. Ancak 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun 52’nci maddesi gereğince, mali haklara dair sözleşme ve tasarrufların yazılı olması ve konuları olan hakların ayrı ayrı gösterilmesi şarttır. Protokolün dördüncü paragrafında hangi mali hakların devredildiği belirtilmediğinde bu paragraf anılan Kanun maddesine aykırıdır. Bu durumda 818 sayılı BK"nın 19/2’nci (6098 sayılı TBK’nın 27/1’inci) maddesi gereğince; kanunun kati bir surette emreylediği hukuki kaidelere veya kanuna aykırı sözleşmelerin hükümsüz olması ve aynı Kanun’un 20/2’nci maddesi gereğince sözleşmenin kısmi butlanına hükmedilmesinin mümkün bulunması karşısında protokolün dördüncü paragrafı geçersizdir. Bu husus Özel Dairece ile mahkeme arasında uyuşmazlık konusu da değildir.
Yukarıdaki hususlar hep birlikte değerlendirildiğinde, dava konusu protokolün dördüncü paragrafı hariç diğer içeriğinin sözleşme serbestisi kapsamında kaldığı, dördüncü paragrafın geçersiz olmasının diğer protokolün diğer içeriğini etkilemediği ve protokolün dördüncü paragrafı hariç diğer içeriğinin ahlâka, kamu düzenine ve davacının kişilik haklarına aykırılık teşkil etmediği gibi konusunun da imkânsız olmadığı anlaşılmaktadır. Gerçekten protokol ile anılan eserin mali haklarından elde edilecek gelirin ve eserle ilgili olarak yapılacak sözleşmeler ve bu sözleşmeler sonucunda elde edilecek gelirin idaresi ve paylaşımı düzenlenmiş olup, bu düzenleme meydana getirilmiş bir esere yönelik olduğundan eser sahibinin kişilik hakları ve yaratıcı faaliyeti üzerinde olumsuz etki doğuran sözleşme olarak nitelenemez.
Bu hâliyle protokol, dördüncü paragrafı hariç diğer içeriği itibariyle geçerli olup, davacının “Bitkilerdeki Sağlık Mucizesi” adlı eserinden elde ettiği gelirin %75’ini protokolde imzası olan kişilere ivazsız olarak vermeyi taahhüt ettiği bir bağışlama sözleşmesi niteliğindedir. Zira protokolde yalnızca davacının yükümlülüğüne yer verilmiş olması ve protokolde imzası bulunan diğer kişilerin yükümlülüğüne yer verilmemesi, ayrıca davacının malvarlığında bulunması gereken “Bitkilerdeki Sağlık Mucizesi” adlı eserinden elde ettiği gelirin %75’ini ivazsız olarak vermeyi taahhüt etmesi protokolün bağışlama sözleşmesi niteliğinde olduğunun göstergesidir. Protokolden davacı tarafından verilen taahhüdün bağışlama sebebiyle yapıldığı, davacının aynı zamanda protokolde imzası bulunan diğer kişilere yapacağı kazandırmayı bir ivaz (karşılık) almaksızın, onları zenginleştirme amacıyla yaptığı anlaşılmaktadır.
Hemen belirtilmesi gerekir ki, davacı tarafından ileri sürülen ve dava konusu protokolden ihtarname ile haberdar olunduğu, protokolün boşanma aşamasında imzalanıp boş olarak verilen kağıtların sonradan eski eşi tarafından doldurulması suretiyle oluşturulduğu yönündeki iddiası ve iradesinin fesada uğradığı yönündeki iddiası dosya kapsamı ile ispatlanamamıştır. Bu nedenle protokolün 09.02.2005 tarihinde imzalandığının ve bağışlamayı geri alma süresinin de geçtiğinin kabulü gerekmektedir.
O hâlde, dava konusu protokolün dördüncü paragrafı hariç diğer içeriğinin “Bitkilerde Sağlık Mucizesi” adlı eserin mali haklarından elde edilecek gelirin ve eserle ilgili olarak yapılacak sözleşmeler ve bu sözleşmeler sonucunda elde edilecek gelirin idaresi ve paylaşımı düzenlenmiş olduğu, bu hâliyle protokolün eser sahibinin kişilik hakları ve yaratıcı faaliyeti üzerinde olumsuz etki doğurmayacağı ve protokolün dördüncü maddesi hariç diğer içeriği geçerli olup, 818 sayılı BK’nın 234’üncü (6098 sayılı TBK’nın 285’inci) maddesi anlamında bağışlama sözleşmesi niteliğinde olduğu gözetilerek sonucuna göre karar verilmelidir.
Hâl böyle olunca; yerel mahkemece, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3’üncü maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429’uncu maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde peşin alınan temyiz harcının yatıranlara iadesine, aynı Kanun’un 440’ıncı maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 04.07.2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.