11. Hukuk Dairesi 2016/11340 E. , 2018/3519 K.
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
(ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ SIFATIYLA)
Taraflar arasında görülen davada Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen 03/05/2016 tarih ve 2013/335-2016/295 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davalılar vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, tarihsiz sözleşme ile davalılar ... ve ...’ın 01/09/2010-01/09/2011 tarihleri arasında müvekkilini davalı şirketin ortak oluduğu ... isimli işyerine % 7 hisse karşılığı 105.000 TL bedelle 1 yıl ortak yaptıklarını, davalı ...’in davalı şirketin imzaya yetkili temsilcisi olduğunu, bir yıllık sözleşmede müvekkilinin isteği doğrultusunda devam etme hükmünün bulunduğunu, müvekkilinin rızası dışında davalılar ... ve ...’ın ortaklığını sona erdirdiğini, müvekkilinin bu sözleşmeden doğan asıl alacağını alamadığını, anlaşma gereği ödenmesi gereken asıl ortaklık payı müvekkili tarafından 31/08/2010 tarihinde ...Şubesinden davalı şirketin hesabına 105.000 TL olarak yatırıldığını ileri sürerek, ortaklık sözlemesinden doğan 105.000 TL’nın icra takibine başladıkları tarihten itibaren yasal faizi ile müvekkiline iadesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, tarihsiz sözleşmede bu sözleşmenin devamının amaçlandığını, davalı tarafça hiçbir ihtar ve bildirimde bulunmaksızın müvekkillerine karşı icra takibine girişilerek yapılan işlemlerin art niyetli olduğunu, ihtarname dahi çekmeden alacak davası açıldığını, ortada hiç anlaşmazlık yok iken müvekkillerine karşı icra takibi başlatıldığını, müvekkilleri şirket birlikteliğinin bir göstergesi olarak bu sözleşmeyi imzaladıklarını, fakat davacı tarafın hisse payını yatırdıktan sonra sürekli müvekkillerinden elden para alarak ödediği 105.000 TL"yi 6 ay gibi kısa bir sürede geri aldığını, davacının temsilcisi olan ....’nun ise sürekli iş yerinde adaba mugayir hareketler yaparak müvekkillerini zarara uğrattığını savunarak, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, davalı tarafından sunulmuş olan 2007-2008-2010 ve 2011 yıllarına ait ticari defterlerinin açılış tasdiklerinin yasal süresinde yaptırılmış olduğu, ancak kapanış tasdik zorunluluğu bulunan yevmiye defteri ve envanter defterlerinin kapanış tasdiklerinin yaptırılmamış olduğu, defter kayıtlarının tek düzen muhasebe sistemi uygulama genel tebliğine ve muhasebe ilke ve kurallarına uygun olarak tutulduğu, davalı şirketin toplam % 7"lik payının davacıya devrine ilişkin yapılan sözleşmenin geçersiz olduğu, davalı şirketin paylarını devreden ortaklar olan davalılar ... ve ..."ın her birinin toplam 105.000,00 TL alacağın yarısından sorumlu olduğu ve sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre iadesi gerektiği gerekçesiyle, davanın kabulüne, 105.000,00 TL’nın dava tarihinden itibaren yasal faizi ile davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmiştir.
Kararı, davalılar vekili temyiz etmiştir.
1-Dava, davacı ile davalı gerçek kişiler arasında akdedilen hisse devir sözleşmesinden kaynaklı ödenen bedelin istirdatı istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Ancak,... Cumhuriyeti Anayasası yargılamanın açıklığı ilkesini kabul etmiştir. Gerek mülga 1086 sayılı HUMK 382 ve devamı maddelerinde gerekse yürürlükte bulunan 6100 sayılı HMK"nın 294 ve devamı maddelerinde hükmün nasıl tesis edileceği ve sonrasında kararın nasıl yazılacağı etraflıca hükme bağlanmıştır. Yargılamanın açık bir şekilde yapılması ve tesis edilen hükmün açıkça belirtilmesi ilke olarak kabul edilmiştir. Bu nedenle hükmün açık, anlaşılır ve şüpheye yer vermeyecek şekilde infazı kabil olarak kurulması ve de en önemlisi sonradan yazılacak gerekçeli kararın kısa karara uygun bulunması gerekir. Aksi halde, yargılamanın açıklığı ilkesi dolayısıyla kamu vicdanı zedelenmiş olacaktır. Kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki olmaması gerektiği gibi, gerekçe ile hüküm fıkrası arasında da çelişki bulunmaması yasal bir zorunluluk olup, HMK"nın 298/2. maddesinde gerekçeli kararın tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamayacağı düzenlenmiştir. Kararların bu hususlara aykırı oluşturulması mahkeme kararlarına duyulan güveni sarsacağı gibi, verilen kararların hukuki denetiminin yapılmasını da olanaksız kılmaktadır.
Somut olayda, hükme esas alınan bilirkişi raporunda limited şirket hisse devir sözleşmesinin geçersiz olduğu, payını devreden davalı ortaklar ... ve davalı ...’in ödenen bedeli iade yükümlülükleri olduğu ve davalı şirketin sorumlu olmadığı belirtilmiş; mahkemece ise, kararın gerekçesinde davalı ... ve davalı ...’in toplam 105.000,00 TL alacağın yarısından sorumlu olduğu belirtildikten sonra gerekçeye uygun şekilde hüküm kurulması gerekirken “105.000,00 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyen yasal faiziyle davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline” şeklinde karar verilmiştir. Bu durumda, gerekçe ile hüküm birbiriyle çeliştiğinden verilen karar, yukarıda açıklanan yasa ve içtihat hükümlerine aykırı olduğundan, kararın re"sen bozulması gerekmiştir.
2-Bozma sebep ve şekline göre davalılar vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine bu aşamada yer olmadığına karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, kararın re"sen BOZULMASINA, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, davalılar vekilinin temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, ödedikleri peşin temyiz harcının istekleri halinde temyiz edenlere iadesine, 14/05/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.