Taraflar arasındaki kadastro tespitine itiraz davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bucak Kadastro Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 18.09.2009 gün ve 2008/1-2009/268 sayılı kararın incelenmesi davalılar vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 22.03.2010 gün ve 2010/926-3501 sayılı ilamı ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle,yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece 23.07.2010 gün ve 2010/7-11 sayılı kararla önceki kararda direnilmiş; bu direnme kararında usulüne uygun hüküm fıkrası oluşturulmadığından Hukuk Genel Kurulu’nun 10.11.2010 gün ve 2010/20-626 E.-2010/568 K.sayılı ilamıyla usulden bozulmuş; bu bozmaya uyularak mahkemece yeniden 08.04.2011 tarihli kararla direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: 1- Davalı Hazine vekili
2- Davalı Orman idaresi vekili
3- Davalı Karayolları Genel Müdürlüğü vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, kadastro tespitine itiraza ilişkindir.
Mahkemece, davanın kısmen kabulüne ilişkin 18.09.2009 tarihli ilk karar; davalılar vekillerinin temyizi üzerine Özel Dairece bozulmuş; mahkeme 23.07.2010 tarihli kararla direnmiş ise de bu karar usulüne uygun hüküm fıkrası taşımadığından Hukuk Genel Kurulu’nun 10.11.2010 gün ve 2010/20-626 E.-2010/568 K.sayılı ilamıyla usulden bozulmuştur.
Mahkemece Hukuk Genel Kurulu’nun bu bozma kararına uyularak, yeniden 08.04.2011 tarihli direnme kararı oluşturulmuş; hükmü davalılar vekilleri temyize getirmiştir.
Hemen belirtmelidir ki, mahkemece önceki kararda direnildiği ifade edilmişse bunun anlamı direnildiğinden söz edilen hükme direnme kararında da aynen yer verilmesidir. Mahkeme direnirken kısmi direnmeye ilişkin herhangi bir açıklama yapmamışsa ilk hükmün hüküm fıkrasından farklı bir hüküm oluşturamaz. Mahkemece direnme kararı verilmekle, lehine direnilen taraf yönünden usuli kazanılmış hakkın gerçekleşmesi nedeniyle bu kararından da dönemez.
Diğer taraftan, Mahkeme kararlarında nelerin yazılacağı 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 388. (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu(HMK)’nun 297) maddesinde belirtilmiştir. Buna göre, hüküm sonucu kısmında gerekçeye ait her hangi bir söz tekrar edilmeksizin isteklerin her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların mümkünse sıra numarası altında birer birer açık şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir.
Aynı kural, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 389. (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu(HMK)’nun 298.)maddesinde de tekrarlanmış; HUMK.nun 381. ((6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu(HMK)’nun 294.) maddesinde ise “Kararın tefhimi en az 388.maddede belirtilen hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçilerek okunması suretiyle olur” hükmüne yer verilmiştir.
Açıklanan hükümlerin ortaya koyduğu bu biçim, yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir. Aksi hal, yeni tereddüt ve ihtilaflar yaratır. Hatta giderek denebilir ki, dava içinden davalar doğar ve hükmün hedefine ulaşması engellenir. Kamu düzeni ve barışı oluşturulamaz.
Ayrıca, bozma kararı ile ilk hüküm hayatiyetini yitirdiğinden ona atıf suretiyle hüküm tesisinin yukarıda açıklanan kurallara uygun düşmeyeceği de aşikardır.
Nitekim, uzun süre uygulanan mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu(HUMK)"nun 381, 388 ve 389. maddelerinde de yer alan benzer hükümler nedeniyle, Yargıtay"ın yerleşmiş görüşü de bu yöndedir (Hukuk Genel Kurulu"nun 19.6.1991 gün 323/391;10.9.1991 gün 281/415 ; 25.9.1991 gün 355/440; 05.12.2007 gün ve 2007/3-981/936 ; 23.01.2008 gün ve 2008/14-29/4; 30.12.2009 gün ve 2009/2-595-2009/603; 10.11.2010 gün ve 2010/20-626-2010/568; 13.07.2011 gün ve 2011/13-516-2011/529 sayılı kararları).
Ceza Genel Kurulu"nca da önceleri C.M.U.K.nun benzer hükümleri taşıyan 261 ve 268 maddelerinin, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun yürürlüğe girmesi ile birlikte de bu kanunun 34, 223, 230,231,232 maddelerinin uygulanmasında bozulan kararın geçerliliğini ve yerine getirilme yeteneğini yitirdiğinden "önceki hükümde direnilmesine" denilmekle yetinilerek ve atıf suretiyle hüküm kurulamayacağı kabul edilmiştir (Ceza Genel Kurulu"nun 2.2.1976 gün 1/22-25 sayılı; 12.05.1998 gün ve 1998/6-104-171 sayılı; 05.02.2002 gün ve 2001/1-417-2002/153 sayılı kararları).
6100 sayılı HMK’nun yürürlüğünden sonraki dönemde de Hukuk Genel Kurulu’nun 05.10.2011 gün ve 2011/20-607 E.-604 K.sayılı kararıyla bu ilkeler aynen kabul edilmiştir.
Somut olaya gelince, mahkeme her ne kadar Hukuk Genel Kurulu’nun bozma ilamına uyduğunu ifadeyle direnme kararını oluşturmuşsa da bu karar da yukarıda açıklanan ilkelere uygun değildir. Zira, mahkeme 18.09.2009 tarihli ilk kararında oluşturduğu hüküm fıkrasında bilirkişi Durmuş Şimşek tarafından düzenlenen 13.07.2009 tarihli bilirkişi raporuna atıf yapmış iken, temyiz incelemesine konu 08.04.2011 tarihli direnme kararında ise bilirkişi Reşat Doğan tarafından düzenlenen 14.07.2006 tarihli bilirkişi raporuna atıf yapmıştır. Her iki rapor birbirinden farklı olup, oluşturulan hüküm fıkraları da farklıdır.
Karar bu haliyle yukarıda açıklanan ilkelere uygun olmayıp, ortada usulünce oluşturulmuş bir direnme kararı bulunmadığı gibi, hükmüne uyulan Hukuk Genel Kurulu kararına uygun karar verildiğinden de söz edilemez.
O itibarla mahkemece, 6100 sayılı HMK (mülga 1086 sayılı HUMK)’nun yukarıda açıklanan amir hükümleri gözetilmeksizin yazılı biçimde karar verilmesi doğru değildir.
Direnme kararı bu nedenle bozulmalıdır.
S O N U Ç : Direnme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre davalılar vekillerinin sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana iadesine, 05.10.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi.