Taraflar arasındaki “Hizmet Tespiti” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 15.İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 15.04.2009 gün ve 2008/181 Esas, 2009/336 Karar sayılı kararın incelenmesi davalılar vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 10.Hukuk Dairesinin 06.12.2010 gün ve 2009/9219 Esas, 2010/15937 Karar sayılı ilamı ile;
(...5510 sayılı Yasanın Geçici 7. maddesinde yer alan “Bu Kanunun yürürlük tarihine kadar 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı, 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Kanunlar ile 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı Kanunun geçici 20 nci maddesine göre sandıklara tabi sigortalılık başlangıçları ile hizmet süreleri, fiilî hizmet süresi zammı, itibarî hizmet süreleri, borçlandırılan ve ihya edilen süreler ve sigortalılık süreleri tabi oldukları kanun hükümlerine göre değerlendirilir.” hükmü uyarınca, davanın yasal dayanağı 506 sayılı Kanunun 79/10. maddesi olduğu kabul edilmelidir.
Anılan madde hükmüne göre; Yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları Kurumca tespit edilemeyen sigortalılar, çalıştıklarını hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde mahkemeye başvurarak alacakları ilam ile ispatlayabilirlerse, bunların mahkeme kararında belirtilen aylık kazanç toplamları ile prim ödeme gün sayıları nazara alınır.
Maddenin açık ifadesi karşısında, davacının tespitini istediği sigortalı çalışmalarının sona erdiği tarihten sonra Emekli Sandığına tabi olarak çalışmasını sürdürmesinin hak düşürücü sürenin işlemesine engel olmayacağı açıktır. Hukuk Genel Kurulunun 02.05.1997 tarih ve 1997/10-142 Esas 1997/406 Karar sayılı kararında da bu husus açıkça belirtilmiştir.
Somut olayda, davacının 29.06.1990 tarihinde Emekli Sandığına tabi personel olarak çalışmaya başladığı, sigortalı çalışmasının sona erdiği 28.06.1990 tarihinden sonra davanın 18.03.2008 tarihinde açıldığı ve beş yıllık hak düşürücü sürenin fazlasıyla geçmiş olduğu gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O hâlde, davalılar avukatlarının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır...)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalılar vekilleri
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, hizmet tespiti istemine ilişkindir.
Davacı vekili, halen aynı işyerinde T.C.Emekli Sandığına tabi personel olarak çalışan davacının, davalılardan işverene ait işyerinde daha önce geçen ancak Sosyal Güvenlik Kurumuna (SSK) bildirilmeyen, 01.09.1988 ile 28.06.1990 tarihleri arasındaki sigortalı hizmetinin tespitini istemiştir.
Davalılar vekilleri, davanın reddini savunmuşlardır.
Yerel mahkemece, işin esası incelenerek davanın kısmen kabulüne ilişkin olarak verilen karar; Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde yazılı gerekçe ile davanın beş yıllık hak düşürücü sürede açılmadığından reddi gereğine işaretle bozulmuştur.
Yerel mahkeme, hizmetin kesintisiz olarak bir bütün halinde geçtiğinin kabulü ile beş yıllık hak düşürücü süre hesabının 506 sayılı yasa kapsamındaki çalışmanın sonu itibariyle değil, T.C. Emekli Sandığına tabi çalışmanın sonu esas alınarak yapılması gerektiğinden bahisle önceki kararında direnmiş; hükmü davalılar vekilleri temyize getirmiştir.
Yerel Mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık; sigortalının, 506 sayılı Yasa kapsamında çalışmakta iken, aynı işyerindeki çalışmasının 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Yasasına tabi olarak kesintisiz olarak devam etmesi halinde, hak düşürücü sürenin; bu çalışmalardan hangisinin sona erme tarihi başlangıç alınarak hesaplanacağı; buna bağlı olarak eldeki davanın hak düşürücü süre içinde açılıp açılmadığı, noktasında toplanmaktadır.
Hemen belirtmelidir ki, çalıştırılanlar, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 3. maddesinde belirtilen istisnalardan olmamak kaydıyla, 2. maddede öngörülen koşulların varlığı halinde kendiliğinden sigortalı sayılırlar.
Sigortalılar ile bunların işverenleri hakkında sigorta hak ve yükümlerinin sigortalının işe alındığı tarihten başlayacağına ilişkin norm, sigortalının kayıt altına alınabilmesi ile sonuç doğurur.
Bildirimsiz geçen çalışmaların tespitine ilişkin dava koşulları ise 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 79/10. maddesinde tanımlanmıştır.
Bunlar; 506 sayılı Kanun kapsamında sigortalı sayılma, yönetmelikte tespit edilen belgelerinin Kuruma verilmemiş ya da çalışmaların Kurumca saptanamamış olması ile anılan davanın hak düşürücü süre içerisinde açılmış olmasıdır.
Kural olarak; sigortalı, bildirimsiz kalan çalışmalarının tespitini, hak düşürücü sürenin işlemeye başladığı, hizmetin geçtiği yılın sonundan itibaren beş yıl içerisinde isteyebilir. Bu hak düşürücü sürenin; yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalışmaları Kurumca saptanamayan sigortalılar yönünden geçerli olacağı açıktır.
Vurgulamakta yarar vardır ki, sosyal güvenlik hakkının anayasal güvenceye sahip ve vazgeçilmez temel insan haklarından olması ve sosyal güvenlik ile ilgili tüm kurumların 5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu ile tek çatı altında birleştirilmesi olguları da gözetildiğinde, sigortalıların işyerinde 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu kapsamında çalışmakta iken, yine aynı işyerinde atama tasarrufuna bağlı olarak T.C. Emekli Sandığına tabi olarak çalışmalarını sürdürmeleri halinde, her iki hizmet birlikte değerlendirilerek, kesintisiz tek bir hizmetin varlığının kabulü gerekir.
Somut olaya gelince;
Davacının, davalı işveren TRT Genel Müdürlüğü’nde, 29.06.1990 tarihinde yapılan atama tasarrufu ile T.C. Emekli Sandığına tabi olarak, çalışmaya başladığı ve halen de çalışmasının sürdüğü uyuşmazlık konusu değildir.
Davacı, TRT Genel Müdürlüğü’nde 01.09.1988 tarihinde hizmet akdi ile çalışmaya başladığı, T.C. Emekli Sandığına tabi atamasının yapıldığı 29.06.1990 tarihine kadar da bu çalışmasının aralıksız sürdürdüğü, ancak bu çalışmanın kuruma bildirilmediği, 29.06.1990 tarihinden bu yana da aynı işyerinde ancak, bu kez T.C. Emekli Sandığına tabi olarak, çalışmaya devam ettiği, iddiasıyla eldeki davayı açmıştır.
İddianın bu niteliğine ve yukarıda açıklanan ilkelere göre; 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 79/10 maddesinde yer alan “hizmet” kavramının, somut olay yönünden hem sigortalı hem de emekli sandığına tabi hizmeti birlikte değerlendirilmek suretiyle belirlenmesi ve hak düşürücü sürenin hesabında da bu belirlemenin esas alınması gerekir.
Bu durum “işçi yararına yorum ilkesi”nin doğal sonucudur.
Hal böyle olunca; davacının aynı işyerinde sigortalı hizmeti sona ermekle birlikte Emekli Sandığına tabi hizmetinin dava tarihinde halen devam ettiği, çalışmanın kesintisiz olduğu belirgin olmakla hizmet tespiti davası açmak için yasada öngörülen beş yıllık hak düşürücü sürenin geçtiğini, dolayısıyla da davanın hak düşürücü süre geçtikten sonra açıldığını, kabule olanak bulunmamaktadır.
Nitekim, aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulu’nun 27.04.2011 gün ve 2011/10-52 Esas 2011/221 Karar sayılı ilamında da vurgulanmıştır.
O halde, mahkemenin aynı yönlere işaretle davanın hak düşürücü süre içinde açıldığını kabulle, işin esasını incelemiş olması ve bu kararında direnmesi yerindedir.
Ne var ki, davalılar vekillerinin işin esasına yönelik sair temyiz itirazları Özel Dairece incelenmemiştir. Dosyanın bu inceleme yapılmak üzere Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davanın süresinde açıldığına ilişkin DİRENME UYGUN olup, dosyanın davalılar vekillerinin işin esasına yönelik sair temyiz itirazlarının incelenmesi için 10.HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 28.09.2011 gününde oybirliği ile karar verildi.