Abaküs Yazılım
Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2019/323
Karar No: 2019/855
Karar Tarihi: 04.07.2019

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2019/323 Esas 2019/855 Karar Sayılı İlamı

Hukuk Genel Kurulu         2019/323 E.  ,  2019/855 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ :Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi


    Taraflar arasındaki “markaya tecavüzün ve haksız rekabetin önlenmesi ile ticaret unvanının terkini” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Bakırköy Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 05.03.2009 tarihli ve 2008/87 E., 2009/29 K. sayılı karar davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 22.11.2010 tarihli ve 2009/5660 E., 2010/11840 K. sayılı kararı ile;
    “…Davacı vekili, müvekkili şirketin 1997 yılında kurulduğunu, davalı şirket yöneticisi olan Yılmaz Karamolla’nın 2003 yılına kadar davacı şirketin ortağı olduğunu, ancak 2007 yılında davalı şirketi kurduğunu, her iki taraf unvanının başında yer alan "Modatimkar" ibaresinin 2003 yılında davacı tarafça marka olarak tescil ettirildiğini, her iki şirketin aynı konuda faaliyet gösterdiğini, davalı şirketin davacıya ait markayı kullanmak suretiyle markaya tecavüzde bulunup haksız rekabet yarattığını ileri sürerek, müvekkilinin tescilli "Modatimkar" markasına davacı tarafça yapılan tecavüz ve haksız rekabetin önlenmesine, davalının ticaret sicil kaydının terkinine, 10.000 TL maddi, 50.000 TL manevi tazminatın ihtar tarihi olan 31/03/2008 tarihinden itibaren işleyecek reeskont faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
    Davalı vekili, davanın reddini savunmuştur.
    Mahkemece, iddia, savunma, toplanan kanıtlar, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, davacı ve davalı şirket arasındaki iç ilişki dikkate alındığında, davacının başlangıçtan itibaren durumu bildiği ve aynı kurum içerisinde kabul ettiği, aralarında işçi nakli olduğu, davalı şirketin unvanının terkinini istemesinin mevcut deliller kapsamında MK."nun 2. maddesine uygun olmadığı, davalının tescilli ticaret unvanını tescile uygun çalışma, amaç ve konusu kapsamında kullanmasının TTK 20, 41 ve 52. maddeleri uyarınca bir yükümlülük ve hak olduğu, bu kapsamda kullanımın hukuken var olan hakkın fiilen kullanılmasından ibaret olup, unvan terkin edilmedikçe haksız rekabet oluşturmayacağı, dosyaya sunulan delillere göre 04/04/2008 gününden dava tarihi olan 07/05/2008 tarihine kadar davalının markasal kullanım yaptığı yönünde delil olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
    Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
    1- Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmaması ve davalı şirket tarafından markasal kullanım yapılmamasına göre, davacı vekilinin aşağıdaki bentlerin dışında kalan temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
    2– Ancak, yukarıda yapılan özetlemeden de anlaşılacağı üzere her iki şirketin ticaret unvanının esaslı unsurunu “Modatimkar” ibaresinin oluşturduğu ve davacının bu hususta üstün hak sahibi bulunduğu çekişmesiz olup, uyuşmazlığın halli davacının bu hususu ileri sürmesinin, MK’nun 2. maddesi hükümleriyle bağdaşıp bağdaşmadığı noktasındadır. Her ne kadar, mahkemece tarafların aynı binada faaliyet göstermeleri ve davacı işçisinin, iş sözleşmesinin davalıya devri yönünde işlemde bulunmaları karşısında, davacının davalının ticaret unvanından “Modatimkar” ibaresinin terkinin istemi MK’nun 2. maddesine aykırı bulunmuş ise de, her iki işlemin dava tarihine çok yakın bir tarih olması ve davacının davadan önce de, davalının bu unvanı kullanımını engellemek için ihtar çekmesi karşısında suskun kalınması suretiyle hak kaybı veya ticaret unvanının kullanılmasına izin verildiği sonucu çıkartılamaz. Bu itibarla, mahkemece, davacının ticaret unvanının terkin talebi ve TTK’nun 54. maddesi kapsamında tazminat taleplerinin yerinde olup olmadığının tartışılması ve neticesine göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçelerle davanın reddine karar verilmesi doğru olmamış, kararın bozulması gerekmiştir.
    3– Öte yandan, kabule göre de, manevi tazminat talebi tamamen red edildiğine göre mahkemece Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 10. maddesi hükmü gereğince davalı yararına maktu ücreti vekalete hükmedilmesi gerekirken nispi olarak hesaplanması dahi doğru görülmemiş ve kararın bu nedenle de bozulması gerekmiştir…"
    gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.


    HUKUK GENEL KURULU KARARI

    Hukuk Genel Kurulunca incelenerek dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
    Dava, markaya tecavüzün ve haksız rekabetin önlenmesi, ticaret unvanının terkini ile maddi ve manevi tazminat istemlerine ilişkindir.
    Davacı vekili; müvekkili şirketin 1997 yılında kurulduğunu, davalı şirket yöneticisi olan Yılmaz Karamolla’nın 2003 yılına kadar müvekkili şirketin ortağı olduğunu, Yılmaz Karamolla’nın müvekkili şirketin ortaklığından ayrıldıktan sonra 2007 yılında davalı şirketin kurulduğunu ve Yılmaz Karamolla’nın davalı şirketin hakim ortağı olduğunu, her iki tarafın ticaret unvanının başında yer alan "Modatimkar" ibaresinin 2003 yılında müvekkili şirket tarafından marka olarak tescil ettirildiğini, her iki şirketin de tekstil sektöründe faaliyet gösterdiğini ve yurtdışındaki tanınmış markalara fason üretim yaparak ihracat yaptıklarını, davalı şirketin müvekkiline ait markayı kullanmak suretiyle markaya tecavüzde bulunup haksız rekabet yarattığını ileri sürerek markaya tecavüzün ve haksız rekabetin önlenmesine, davalının ticaret sicil kaydının terkinine, 50.000,00TL manevi tazminat ile 556 sayılı KHK’nın 66/2-c maddesi gereğince hesaplanacak şimdilik 10.000,00TL maddi tazminatın ihtar tarihinden itibaren işleyecek reeskont faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
    Davalı vekili; müvekkilinin “modatimkar” ibaresini markasal olarak kullanmadığını, müvekkilinin ticaret unvanını uzun süredir bilip sessiz kalan davacı şirketin işbu davayı açamayacağını savunarak davanın reddini istemiştir.
    Yerel mahkemece; davacının başlangıçtan itibaren davalı şirketin ticaret unvanını bildiği, hatta tarafların aynı binada faaliyet gösterdikleri ve işçi nakline ilişkin 08.06.2007 tarihli taahhütname başlıklı belgede davacının davalı şirketi grup şirketi olarak kabul ettiği, bu nedenle davalı şirketin unvanının terkinini istenmesinin TMK"nın 2. maddesine uygun olmadığı, bu kapsamda davalı kullanımının hukuken var olan hakkın fiilen kullanılmasından ibaret olduğu ve unvan terkin edilmedikçe haksız rekabet oluşturmayacağı, ayrıca ihtar tarihinden dava tarihine kadar davalının markasal kullanım yaptığı yönünde delil olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
    Davacı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
    Yerel mahkemece, önceki gerekçelerle direnme kararı verilmiştir.
    Direnme kararı davacı vekilince temyiz edilmiş, mahkemece; direnmeye ilişkin gerekçeli kararın usulüne uygun şekilde tebliğe çıkarıldığı ve temyiz isteminde bulunan davacı vekiline 15.08.2012 tarihinde tebliğ edildiği, süresinde temyiz edilmediği için kararın kesinleştiği, davacı vekilinin ise kararı 25.09.2012 tarihinde temyiz ettiği gerekçesiyle ek karar ile temyiz isteminin süre yönünden reddine karar verilmiştir.
    Davacı vekili 05.10.2012 tarihli dilekçesinde; ek kararın yerinde olmadığını, keza direnme kararının 15.08.2012 tarihinde "bizzat muhataba tebliğ edildi" şerhi ile kendisine tebliğ edilmiş gözükmekte ise de, böyle bir tebligatın yapılmadığını, tebligat mazbatasındaki imzanın kendisine ait olmadığını, usulsüz tebligat ile direnme kararının kesinleştirildiğini ileri sürerek ek kararı temyiz etmiş ve bu kararın kaldırılarak önceki temyiz dilekçesinde belirtilen nedenlerle direnme kararının bozulması isteminde bulunmuştur.
    Bu nedenle Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasının incelenmesinden önce, yerel mahkemenin yukarıda belirtilen 25.09.2012 tarihli ve 2011/435 E., 2012/54 K. sayılı ek kararının kaldırılmasının gerekip gerekmediği hususu ön sorun olarak ele alınıp incelenmiştir.
    Her ne kadar 01.10.2011 tarihinde 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) yürürlüğe girmiş ise de aynı Kanun’un geçici 3. maddesindeki düzenleme uyarınca bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanun’un 26.09.2004 tarihli 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454. madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.
    1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun (HUMK) bahsi geçen tarihteki değişiklikten önceki 432. maddesindeki düzenlemeye göre de temyiz süresi on beş gündür. Temyiz süreleri, ilamın usulen taraflardan her birine tebliği ile işlemeye başlar. Temyiz dilekçesi, kararı veren mahkemeye veya başka bir yer mahkemesine verilebilir. Temyiz, kanuni süre geçtikten sonra yapılır veya temyizi kabil olmayan bir karara ilişkin olursa, kararı veren mahkeme temyiz isteminin reddine karar verir ve Yargıtay"a gönderme için yatırılan parayı kullanarak ret kararını kendiliğinden ilgiliye tebliğ eder. Bu ret kararı tebliğinden itibaren yedi gün içinde temyiz edilebilir, temyiz edildiği ve gerekli giderler de yatırıldığı takdirde dosya kararı veren mahkemece Yargıtay"a yollanır. Yargıtay"ın ilgili dairesi temyiz isteminin reddine ilişkin kararı bozarsa, ilk temyiz dilekçesine göre temyiz istemini inceler.
    Görüleceği üzere, mahkemelerce temyiz isteminin süresinde yapılmamış olması hâlinde istemin reddine ilişkin olarak verilen kararların dayanağını bu hüküm oluşturmaktadır.
    Yerel mahkemece direnme kararı davacı vekiline 15.08.2012 tarihinde tebliğ edilmiş, davacı vekili tarafından 25.09.2012 tarihinde on beş günlük yasal temyiz süresi geçirildikten sonra verilen dilekçe ile temyiz edilmiştir. Yerel mahkemenin 25.09.2012 tarihli ve 2011/435 E., 2012/54 K. sayılı ek kararı ile başvurunun süresinde olmadığı belirtilerek verilen temyiz dilekçesinin reddine ilişkin karar da davacı vekilince süresi içerisinde temyiz etmiştir.
    Belirtmek gerekir ki, direnme kararının tebliğine ilişkin tebligat parçasında belirtilen tebliğ tarihine göre davacı vekilinin direnme kararına yönelik temyiz istemi süresinde değil ise de davacı vekili direnme kararının kendisine tebliğ edilmediğini, mahkeme kaleminden kararın usulüne uygun tebligat yapılmaksızın kesinleştirildiğini öğrendiğini, tebligat parçasında "bizzat muhataba tebliğ edildi" denmek suretiyle alınan imzanın kendisine ait olmadığını, yapılacak bir imza incelemesi ile bu durumun anlaşılacağını belirterek kararı temyiz ettiği anlaşılmaktadır.
    Bilindiği üzere tebligat, bilgilendirme yanında, belgelendirme özelliği de bulunan önemli bir usul işlemidir.
    Tebligat ile ilgili yasal düzenlemeler tamamen şekli olduğundan, gerek tebliğ işlemi, gerekse tebliğ tarihi ancak kanun ve yönetmelikte emredilen şekillerle tevsik ve dolayısıyla ispat olunabilir. 7201 sayılı Tebligat Kanunu ve Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin bu konuda etkili önlemler almış olmasının amacı, tebligatın bir an evvel muhatabına ulaşmasını ve onun tarafından kabul edilmesini sağlamaktır. Bu nedenle, kanun ve yönetmelik hükümleri en küçük ayrıntısına kadar uygulanmalıdır. Tebligatın doğru kişiye ve kanunda gösterilen yönteme uygun olarak yapılması zorunludur. Aksi takdirde kanun ve yönetmeliğin gösterdiği şekilde yapılmamış ve belgelendirilmemiş olan tebligat geçerli sayılmaz.
    7201 sayılı Tebligat Kanunu’nda tebliğ belgesindeki işlemin aksinin iddia edilmesi hâlinde, bunun araştırma şekli ve yöntemi belirlenmemiştir. O hâlde hâkim her somut olayın özelliğine göre gerçekleşen maddi olguları da dikkate alarak imzanın sahteliğine yönelik iddiayı araştırmalıdır.

    Muhatabın tebliğ belgesindeki imzasını inkâr etmesi mümkün olup bu durumda imzanın kendisine ait olmadığını ispat etmesi gerekir. Tebliğ belgesindeki imzanın inkârı hâlinde, bu iddianın doğruluğunun araştırılması gerekir. Bu araştırma sırasında bilirkişiye de başvurulması zorunludur (Yılmaz E./Çağlar T.: Tebligat Hukuku, Ankara, 2013, s. 437.).
    Somut olayda, davacı vekilince tebligat belgesinde yazılı olan ve bizzat kendisine tebligat yapıldığını gösteren imzanın sahte olduğunu ileri sürdüğüne göre bu iddianın her türlü delille kanıtlanması mümkün olup, mahkemece hadise şeklinde araştırma yapılarak davacı vekilinin örnek imzaları alınıp, yöntemince imza incelemesi de yapılmak suretiyle tebliğ belgesindeki imzanın davacı vekiline ait olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
    Mahkemece yapılacak inceleme sonucunda da, tebligat belgesindeki imzanın davacı vekiline ait olmadığının anlaşılması hâlinde direnme kararına yönelik temyiz isteminin süresinde olduğu kabul edilerek dosyanın temyiz incelemesi yapılmak üzere Hukuk Genel Kuruluna gönderilmesi, aksi hâlde imzanın davacı vekiline ait olduğunun tespiti hâlinde ise şimdiki gibi temyiz başvurusunun süresinde olmadığı kabul edilerek temyiz isteminin reddine karar verilmesi gerekirken, tebligat belgesindeki imzanın sahteliğine ilişkin bir araştırma yapılmadan temyiz isteminin süresinde olmadığı gerekçesiyle reddine karar verilmesi yerinde değildir.
    O hâlde, açıklanan nedenlerle mahkemece verilen ek karar bozulmalıdır.
    SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin ek karara yönelik temyiz itirazlarının kabulü ile mahkemece verilen 25.09.2012 tarihli ve 2011/435 E., 2012/54 K. sayılı ek kararın 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanun"un 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 04.07.2019 tarihinde oy birliği ile karar verildi.


    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi