
Esas No: 2011/4-217
Karar No: 2011/455
Karar Tarihi: 29.06.2011
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2011/4-217 Esas 2011/455 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : Yargıtay 4.Hukuk Dairesi (İlk Derece)
KARAR TARİHİ : 08.06.2010
ESAS KARAR NO 2009/13-2010/8
Taraflar arasındaki “Tazminat” davasından dolayı ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nden verilen 08.06.2010 gün ve 2009/13 E. 2010/8 K. sayılı kararın; tazminata hükmedilme koşullarının bulunduğuna ilişkin bölümünün onanmasını, tazminat miktarına ilişkin bölümünün bozulmasını kapsayan ve temyiz mahkemesi sıfatıyla Yargıtay Hukuk Genel Kurulu"ndan çıkan 24.11.2010 gün, 2010/4-552 E. 2010/599 K. sayılı ilamın, karar düzeltilmesi yoluyla incelenmesi davalı vekili tarafından verilen dilekçe ile istenilmiştir.
KARAR DÜZELTME İSTEYEN: Davalı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu"nca dilekçe, düzeltilmesi istenen ilam ve dosyadaki ilgili bütün kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, HUMK nun 573 ve izleyen maddeleri uyarınca hakim aleyhine açılan tazminat istemine ilişkindir.
Davacı tarafça, davalı Hakimin, tutukluluğa itiraz ve tahliye taleplerinin reddine karar vererek yasanın açık hükmüne aykırı davrandığı iddiasıyla 05.10.2009 tarihinde tazminat istemiyle açılan davada, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nce ilk derece mahkemesi sıfatıyla, ‘davanın kısmen kabulü ile 1.500 TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline’ karar verilmiştir.
Davalı vekilinin temyizi üzerine Hukuk Genel Kurulu, ’Özel Dairenin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın tazminata hükmedilme koşullarının bulunduğuna ilişkin bölümünün onanmasına, tazminat miktarına ilişkin bölümünün bozulmasına’ karar vermiş; Hukuk Genel Kurulu’nun temyiz mahkemesi sıfatıyla verdiği 24.11.2010 tarihli karara karşı, yine davalı vekilince karar düzeltme isteminde bulunulmuştur.
Anılan karar tarihinden sonra, hakim ve savcıların bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri kararlar nedeniyle açılacak tazminat ve rücu davalarında yeni düzenlemeler içeren, 09 Şubat 2011 tarih ve 6110 sayılı “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” 14 Şubat 2011 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Bu itibarla, Hukuk Genel Kurulu Kararına karşı karar düzeltme yolunun açık olup olmadığı, görev ve husumet yönünden beliren ön sorunların çözümünde, 6110 sayılı Kanunda yer alan düzenlemeler de göz önüne alınarak aşağıda maddeler halinde açıklanan sonuca varılmıştır.
1- Hukuk Genel Kurulu’ndaki görüşmeler sırasında öncelikle, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nce hükmedilen tazminat miktarı, temyiz ve karar düzeltme talep eden davalının sıfatı ve karar düzeltme istemine konu Hukuk Genel Kurulu kararının verildiği 27.11.2010 tarihinden sonra yürürlüğe giren 6110 sayılı Kanun hükümleri çerçevesinde, karar düzeltme yolunun açık olup olmadığı ön sorun olarak ele alınmıştır.
Dava dilekçesinde 20.000,00 TL manevi tazminatın davalıdan tahsili istemiyle açılan davada, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nce ‘1.500,00 TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline’ dair verilen kararın salt davalı tarafça temyizi sonucu Hukuk Genel Kurulu’nca tazminata hükmedilme koşullarının bulunduğuna ilişkin bölümünün onanmasına, tazminat miktarına ilişkin bölümünün bozulmasına karar verilmiş ve bu karara karşı da yine sadece davalı vekili karar düzeltme talebinde bulunmuştur.
Buna göre uyuşmazlık konusu olan miktar 1.500,00 TL olup; Hukuk Genel Kurulu’nun temyiz mahkemesi sıfatıyla verdiği kararın tarihi 27.11.2010’dur.
21.07.2004 gün ve 25529 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak, öngördüğü istisnalar dışındaki hükümleri yayım tarihinde yürürlüğe giren, 14.07.2004 tarih ve 5219 sayılı “Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”; yürürlük tarihinden sonra Yerel Mahkemelerce verilen hükümler yönünden 1086 sayılı Hukuk Usulü Mahkemeleri Kanunu"nun 427. maddesindeki temyiz (kesinlik) sınırını bir milyar TL.; yine yürürlük tarihinden sonra Yargıtay Daireleri ve Hukuk Genel Kurulu"nca temyiz incelemesi sonucunda verilen kararlara karşı karar düzeltme yoluna gidilebilmesi için 440/III-1 maddesinde aranan parasal sınırı da altı milyar TL. olarak değiştirmiş, sonraki yıllarda 5219 ve 5236 sayılı Kanunlarda öngörülen katsayılar çerçevesinde miktarlar giderek artmıştır.
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nce ilk derece mahkemesi sıfatıyla verilen kararın temyizi sonucu Hukuk Genel Kurulu’nca verilen 24.11.2010 karar tarihinde, karar düzeltme (kesinlik) sınırı 8.690,00 TL.’dir.
Somut olayda; davalı aleyhine hükmedilen ve uyuşmazlık konusu olan 1.500,00 TL, yukarıda değinilen karar düzeltme (kesinlik) sınırının altında bulunmaktadır.
Ne var ki, ana ilke az yukarıda açıklandığı şekilde olmakla birlikte; 24.11.2010 karar tarihinden sonra 14.02.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6110 sayılı Kanunun 12. maddesiyle, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununa 93 üncü maddeden sonra gelmek üzere, 93/A maddesi eklenmiş olup; bu maddenin 4. fıkrasında;
“Kanun yoluna başvurulması için miktar veya değere ilişkin olarak öngörülen sınırlamalar, hâkim ve savcıların işlem, faaliyet veya kararlarına dayanılarak açılan her türlü tazminat ve rücu davalarında uygulanmaz.”
Hükmü getirilmiştir.
Aynı Kanunun Geçici Madde 2/2 de ise,
“…Hâkimler ve Savcılar Kanununa bu Kanunla eklenen 93/A maddesi… hükümleri bu Kanun yürürlüğe girdiği tarihte;
a) Görülmekte olan davalar,
b) Kesinleşmemiş hükümler,
c) Miktar veya değeri itibarıyla temyiz veya karar düzeltme yoluna gidilemediği için kesinleşen hükümler,
bakımından da uygulanır ve davaya Devlet aleyhine devam olunur…” düzenlemesine yer verilmiştir.
Görüldüğü üzere, davanın niteliği esas alınarak 6110 sayılı Kanunla getirilen yeni yasal düzenlemeyle, hakimin sorumluluğuna dayanan tazminat ve rücu davalarında miktar veya değere bakılmaksızın temyiz ve karar düzeltme yoluna başvurulması olanaklı kılınmış; anılan düzenlemenin kesinleşmemiş hükümler yönünden de uygulanacağı yönünde açık hüküm getirilmiştir.
Görüşmeler sırasında 6110 sayılı Kanunla getirilen bu hükümlerin, Anayasa’nın 9., 10. ve 138. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülerek, konunun Anayasa Mahkemesi’ne götürülmesi yönünde görüş bildirilmiş ise de; yargılama hukukunun temelini belirleyen olguların geçmişe etkili bulunduğu ve kazanılmış haklar söz konusu olmadığından, çoğunlukça bu görüş kabul görmemiştir.
Yukarıda açıklanan yeni yasal düzenlemeler karşısında; somut olayda, hüküm tarihinden sonra yürürlüğe giren 6110 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun hükümleri gereğince, davalı aleyhine hükmedilen ve uyuşmazlık konusu olan miktar nazara alınmaksızın, davanın niteliği itibariyle karar düzeltme yoluna gidilmesi olanaklıdır.
Hal böyle olunca; 24.11.2010 tarihli Hukuk Genel Kurulu kararına karşı karar düzeltme yolunun açık olduğuna, davalı vekilinin karar düzeltme isteminin incelenmesine geçilmesine, oybirliği ile karar verilmiştir.
2- İkinci ön sorun olarak, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin davaya bakmakla görevli olup olmadığı hususu ele alınmıştır:
Dava dilekçesi içeriği ve iddianın ileri sürülüş biçimi bakımından, tutukluluğa ve devamına dair verilen kararın gerekçesiz olması nedeniyle hakimin sorumluluğuna dayanıldığı; bu itibarla davanın hukuki niteliğinin, Hakimlerin sorumluluğunu düzenleyen Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573 ve devamı maddeleri hükümleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği açıktır.
14 Şubat 2011 tarihinde yürürlüğe giren 6110 sayılı Kanunun Geçici Madde 2/1-a bendinde;
“(1) 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu yürürlüğe girinceye kadar, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 573 üncü maddesindeki sebeplere dayanılarak açılacak tazminat ve rücu davalarında;
a) Hâkimlerin bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri her türlü kararlar nedeniyle Devlet aleyhine açılan tazminat davası, Yargıtay ilgili hukuk dairesinde; … açılır ve ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülür…”
Hükmü getirilmiştir.
Bu açık hüküm karşısında, yasal dayanağı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 573 ve devamı maddeleri olan davada Yargıtay ilgili hukuk dairesinin görevli olmasına göre, davalı hakimin sorumluluğuna dayalı olarak açılmış bulunan davanın Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nde görülüp sonuçlandırılmasının yerinde olduğuna, oybirliği ile karar verilmiştir.
3- Üçüncü ön sorun, pasif husumet noktasında olup; görüşmeler sırasında, sonradan yürürlüğe giren 6110 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun gereğince davaya Devlet aleyhine devam edilmesine imkan tanınmasının sağlanması için dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesinin gerekip gerekmediği hususu tartışılmış ve şu sonuca ulaşılmıştır:
Eldeki davada, davalı hakim hasım gösterilerek, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 573 ve devamı maddelerine dayanılmak suretiyle tazminat talebinde bulunulmuş, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nce davanın kısmen kabulüne dair verilen karar, Hukuk Genel Kurulu’nun 27.11.2010 tarihli kararıyla kısmen onanmış ve kısmen bozulmuştur.
Anılan hükmün verilmesinden sonra, 14 Şubat 2011 tarihinde yürürlüğe giren 09 Şubat 2011 tarih ve 6110 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile, hakim ve savcıların bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet ve kararları nedeniyle açılacak tazminat davalarında uygulanacak esas ve usule ilişkin yeni düzenlemeler yapılmıştır.
09 Şubat 2011 tarih ve 6110 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 12. maddesiyle, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununa 93 üncü maddeden sonra gelmek üzere eklenen 93/A maddesinde:
“Hâkim ve savcıların bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet veya verdikleri her türlü kararlar nedeniyle:
a) Ancak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir.
b) Kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk sebeplerine dayanılarak da olsa hâkim veya savcı aleyhine tazminat davası açılamaz.”
hükmü öngörülmüştür.
Yine, 6110 sayılı Kanunun 14/1-a maddesiyle 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 573. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi;
“Hâkimlerin yargılama faaliyetlerinden dolayı… Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir…”
Şeklinde değiştirilmiştir.
6110 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun Geçici Madde 2/2 de ise;
“Hâkimler ve Savcılar Kanununa bu Kanunla eklenen 93/A maddesi ile Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun bu Kanunla değiştirilen 573. maddesi hükümleri bu Kanun yürürlüğe girdiği tarihte;
a) Görülmekte olan davalar,
b) Kesinleşmemiş hükümler,
c) Miktar veya değeri itibarıyla temyiz veya karar düzeltme yoluna gidilemediği için kesinleşen hükümler,
bakımından da uygulanır ve davaya Devlet aleyhine devam olunur.”
Düzenlemesine yer verilmiştir.
Bu açık hükümlerden anlaşıldığı üzere; hakim ve savcıların bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili olarak yaptıkları işlem, yürüttükleri faaliyet ve kararları nedeniyle ancak Devlet aleyhine tazminat davası açılabileceği; kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk sebeplerine dayanılarak da olsa hâkim veya savcı aleyhine tazminat davası açılamayacağı her türlü kuşku ve duraksamadan uzaktır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında 6110 sayılı Kanunla getirilen bu hükümlerin, Anayasa’nın 2., 9., 10. ve 138. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülerek, konunun Anayasa Mahkemesi’ne götürülmesi yönünde görüş bildirilmiş ise de; kesinleşmiş bir hüküm ve kazanılmış haklar söz konusu olmadığından, çoğunlukça bu görüş kabul görmemiştir.
Yukarıda açıklanan yeni yasal düzenleme karşısında; somut olayda, hüküm tarihinden sonra yürürlüğe giren 6110 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun hükümleri gereğince davaya, davalı hakim aleyhine devam edilmesi imkanı kalmamıştır. Bu düzenlemeye göre yasal hasım devlet olup; hakimin ise ancak zorunlu ihbar olunan sıfatıyla davada yer alması olanaklıdır.
Hal böyle olunca; ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nce yapılacak iş, yeni yasal düzenleme doğrultusunda davaya Devlet aleyhine devam edilmesine imkan tanınmasının sağlanması ve Hazine’nin davaya dahil edilmesi için davacı tarafa süre verilip, halen davalı konumunda olan hakimin ise zorunlu ihbar olunan sıfatını taşıdığı da gözetilerek, sonucuna göre bir karar verilmesi olmalıdır.
Açıklanan gerekçeyle; davalı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulüyle, Hukuk Genel Kurulu’nun çıkan 24.11.2010 gün, 2010/4-552 E. 2010/599 K. sayılı kararın kaldırılması ve Özel Dairenin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği 08.06.2010 tarihli kararının bozulması gerekir.
S O N U Ç: Davalı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü ile Hukuk Genel Kurulu"nun 24.11.2010 gün, 2010/4-552 E. 2010/599 K. sayılı kararının kaldırılmasına, Özel Dairenin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği 08.06.2010 tarihli kararının yukarıda açıklanan gerekçeyle BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair hususların şimdilik incelenmesine yer olmadığına, 29.06.2011 gününde oybirliği ile karar verildi.
KARŞI OY
Yargıtay 4.Hukuk Dairesi ilk Derece Mahkemesi sıfatıyla baktığı davada davalı hakimden 1500 TL’nın tahsiline karar vermiş, bu kararı davalının temyiz üzerine inceleyen Hukuk Genel Kurulu, tazminatın koşullarının oluştuğunu kabul etmiş, ancak tazminatın miktarı yönünden 4.Hukuk Dairesince verilen kararı bozmuştur.
Davalı Hukuk Genel Kurulu aleyhine karar düzeltme talebinde bulunmuştur. Hukuk Genel Kurulu’nun karar verdiği 27.11.2010 tarihinde miktar yönünden karar düzeltme sınırı 8690.-TL’dir.
Hukuk Genel Kurulu’nun kararından sonra 6110 sayılı Kanun 14.02.2011 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
6110 sayılı Kanunla 2797 sayılı Yargıtay Kanunu 5275 Sayılı Danıştay Kanunu, 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu, 2659 sayılı Adli Tıp Kurumu Kanunu, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’da değişiklikler yapılmıştır.
Öncelikle dava konusu olayda uygulanabilecek hükümler üzerinde duracağız.
I-DAVA KONUSU OLAYDA UYGULANABİLECEK HÜKÜMLER
6110 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun 14.02.2011 tarihli Resmi Gazetede Yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.
6110 sayılı Kanun’un 12.maddesi ile 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’na 93/A maddesi ilave edilmiştir.
2802 sayılı Kanunun 93/A.maddesinin 4.fıkrasına göre;“Kanun yoluna başvurulması için miktar veya değere ilişkin olarak öngörülen sınırlamalar, hakim ve savcıların işlem, faaliyet veya kararlarına dayanılarak açılan her türlü tazminat ve rücu davalarında uygulanmaz.”
6110 sayılı Kanun’un 13.maddesi ile HUMK’nun 573.maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesi değiştirilmiştir.
Hükme göre ;“Hakimlerin yargılama faaliyetlerinden dolayı aşağıdaki sebeplerle dayanılarak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir”. 6110 sayılı Kanun’un geçici 2.maddesinin ikinci fıkrasına göre;“Hakimler ve Savcılar Kanunu’nun bu kanuna eklenen 93/A maddesi ile HUMK’nun bu kanunla değiştirilen 573.maddesi hükmü bu kanun yürürlüğe girdiği tarihte;
a)Görülmekte olan davalara,
b)Kesinleşmemiş hükümlere,
c)Bu kanunla temyiz veya karar düzeltme yolu açılan hükümler açısından temyiz ve karar düzeltme süresi geçmeyenler bakımından da uygulanır ve davaya Devlet aleyhine devam olunur”.
Geçici 2.maddesinin üçüncü fıkrasına göre;“Bu kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibariyle temyiz ve karar düzeltme süresi geçmeyen hükümler için, bu Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki hafta içinde temyiz ve karar düzeltme yoluna başvurabilir”.
Geçici 2.maddenin dördüncü fıkrasına göre “Bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce verilen ve miktar veya değeri itibariyle temyiz ve karar düzeltme yoluna başvurulmayan hükümler için, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki hafta içinde temyiz veya karar düzeltme yoluna başvurabilir”.
Geçici 2.maddenin beşinci fıkrasına göre;
“Görevli mahkemede Devlet aleyhine devam olunacak davada temyiz ve karar düzeltme incelemesinde ilk olarak Hakimler ve Savcılar Kanununun 93/A.maddesinde öngörülen dava şartlarının mevcut olup olmadığına bakılır.”
Somut olayda uygulanabilecek bu hükümleri Anayasa’ya aykırılık yönünden değerlendireceğiz.
II-HÜKÜMLERİN ANAYASAYA AYKIRILIK YÖNÜNDEN DEĞERLENDİRİLMESİ
1-Kanun Yapma Tekniği Bakımından Değerlendirme
6110 sayılı Kanun’da bir kanunda bulunması gereken nitelikler bulunmamaktadır.
Kanun yapma yetkisi yasama organı olan TBMM’ye aittir. Yasama organının kanun yapma yetkisi konu bakımından sınırlandırılmamıştır. Yasama organı kural olarak Anayasaya aykırı olmamak koşuluyla dilediği her konuda kanun yapabilir.
Bir kanunda bulunması gereken nitelikler şunlardır:
1-Geleceği düzenlemelidir.
2-Genel hukuk kuralları koymalıdır.
3-Kamu yararına yapılmış olmalıdır.
6110 sayılı Kanunu bu ilkeler açısından değerlendireceğiz.
1-Kanunların geleceği düzenleyici oluşu ve geriye yürümemesi Anayasanın 2.maddesinde yer alan Hukuk Devleti ilkesinin bir sonucudur.
6110 sayılı Kanunla getirilen somut olayda uygulanması ihtimali bulunan hükümlerin geleceği değil geçmişi düzenlediği çok açıktır. Zira, geçici 2.maddenin 2.fıkrasında hakimlerin sorumluluğu ile ilgili hükümlerin görülmekte olan davalara, geçici 2.maddenin dördüncü fıkrasında kesinleşmiş hükümlere de uygulanacağı kabul edilmiştir.
2-Kanun genel kurallar koymalıdır.
Kanunlar, genel ve soyut olmalı, kişiye özgü düzenleme yapmamalıdır.
Kanunun genel olması benzer durumda bulunan kimselere aynı şekilde işlem yapılmasını ifade eder. Kanunlar genel olmalıdır. Sadece belli bir kişi veya belli bir olay esas alınarak kanun yapılamaz. Belli bir kişiye sorumluluk yüklemek veya yasal sorumluluktan kurtarmak için kanun yapılamaz.
Kanunlar belli bir kişi veya belli bir olay gözönüne alınmadan soyut olarak formüle edilir. Bir kanun kötü veya haksız olabilir, ancak onun genel ve soyut şekilde formüle edilmiş olması bu tehlikeyi asgari ölçüye indirir (Özbudun, Ergun; Türk Anayasa Hukuku, 11-B, Ankara 2010, s.219).
Hakimlerin sorumluluğu ile ilgili 1086 sayılı HUMK yürürlükten kaldıran 6100 sayılı HUMK ile getirilen düzenleme genel bir düzenlemedir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 46.maddesine göre “Hakimlerin yargılama faaliyetinden dolayı aşağıdaki sebeplere dayanarak Devlet aleyhine tazminat davası açabilir”. Görüldüğü gibi böyle genel bir düzenleme varken ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu 01 Ekim 2011 tarihinde yürürlüğe girecekken 6110 sayılı Kanunun geçici 2.maddesi getirilen düzenleme özel bir düzenleme olup, kanunun genelliği ilkesine aykırıdır.
Kanun genel olmasının Anayasal dayanağı Anayasanın 2.maddesindeki hukuk devleti ilkesi ve 10.maddesindeki kanun önünde eşitlik ilkesidir.
6110 sayılı Kanunla yapılan değişikliklere bakıldığında değişikliğin genel, soyut olmayıp, belli kişileri hedef aldığı çok açık ve net olarak görülmektedir.
3-Kanun kamu yararına yapılmış olmalıdır.
6110 sayılı Kanun’un kamu yararından daha çok başka yararların gözetildiği düzenlemeden anlaşılmaktadır.
Anasaya’nın 5.maddesine göre “Devletin temel amaç ve görevleri, Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
Anayasa’nın 2.maddesine göre, Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir.
Bir Kanunun kamu yararına yapılmasının Anayasal dayanağı anılan 2. ve 5.madde hükümleridir. Anayasa Mahkemesi 21.06.1991 tarihli 10/14 sayılı kararında kanunla yapılan kısıtlamanın topluma sağladığı yarar, kişilerin uğrayacağı zarara göre ağır bastığı takdirde kamu yararının mevcut olduğunun kabulü gerektiğini belirtmiştir.
Anayasa Mahkemesi bir kanunun Anayasa uygunluğunu denetlerken kamu yararı kavramına vurgu yapmaktadır (AYM 26.03.1963, 3/77; AYM 15.09.1964, 83/339/61).
6110 sayılı kanunla yapılan hakimlerin sorumluluğuna ilişkin değişikliklerde kamu yararı gözetilmemiştir. Aksine belli kişileri korumak amacıyla bu düzenlemenin yapıldığı, düzenlemenin zamanlaması ve içeriğinden anlaşılmaktadır. Hukuk Devletinin bir anlamı da kişisel çıkarları gerçekleştirmek veya bazı kişileri korumak amacıyla bir kanun çıkarılmamasıdır. Kamu yararını hiç gözetmeyen tamamen belli kişileri sorumluluktan kurtarmak amacı taşıyan düzenleme, Anayasa’nın 2 ve 5.maddesi hükümlerine açıkça aykırılık teşkil etmektedir.
2-Anayasa Hükümleri Yönünden Değerlendirme
1-Anayasanın 9.maddesi Açısından Değerlendirme
Anayasanın 9.maddesine göre yargı yetkisi, Türk milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır. Yasama organı yargı işlemi niteliğinde kanun çıkaramaz. Örneğin bir kanun çıkarılarak yargılamanın tarafları değiştirilemez.
6110 sayılı Kanunun 13.maddesi ile 1086 sayılı HUMK.nun 573.maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesi değiştirilerek hakimin yargısal faaliyetleri ile ilgili tazminat davalarının Devlet aleyhine açılabileceği hükme bağlanmıştır. Aynı Kanunun geçici 2.maddesinin 2.fıkrasına göre HUMK.nun değiştirilen 573.maddesi hükmü uyarınca açılan davalara Devlet aleyhine devam olunur.
2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanununa ilave edilen 93/A.maddesine göre hakim ve savcı aleyhine tazminat davası açılamaz, ancak Devlet aleyhine tazminat davası açılabilir.
6110 sayılı Kanunla HUMK.nun 573.maddesinde yapılan değişiklik ve 2802 sayılı Kanuna eklenen 93/A.maddesi ile getirilen düzenleme sonucunda hakimlerin sorumluluğu ile ilgili görülmekte olan davaların tarafları değiştirilmiştir.
Bir davada tarafın kim olacağı yargılama hukuku ile ilgilidir. Anayasa’nın 9.maddesi göre yargı işlemi niteliğinde kanun çıkarılamaz. Hakimlerin sorumluluğu ile ilgili görülmekte olan hatta kesinleşmiş davaların taraflarını değiştiren düzenleme Anayasa’nın 9.maddesi hükmüne aykırıdır.
2-Anayasanın 2.maddesi Açısından Değerlendirme
Anayasanın 2.maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir.
Hukuk devleti, tüm eylem ve işlemlerinde yönetilenlere en güçlü, en kapsamlı şekilde güvence sağlayan devletidir.
Hukuk devletinin temel unsurlarından biri hukuki güvenlik diğeri kazanılmış haklara saygıdır.
a-Hukuki Güvenlik İlkesi
Hukuk Devleti güvenilir olmalıdır. Bir Devlet vatandaşlarına hukuki güvenlik sağlayan bir düzen kurmuşsa Hukuk Devleti olarak kabul edilir.
Hukuk devletinde kişiler, yasaların onları nasıl etkileyeceğini önceden bilmeleri gerekir. Hukuki öngörülebilirlik de kişilerin meşru beklentilerinin korunmasıdır.
Yürürlükte bulunan kanun hükümlerine güvenerek davasını açan kişinin bu güvenini ortadan kaldıracak şekilde yapılan düzenleme Anayasa’nın 2.maddesine aykırıdır.
Davacı, dava tarihi itibariyle yürürlükte bulunan Kanun hükümlerine uygun olarak kendisine karşı sorumlu olan kişiye karşı davasını açmıştır. Yürürlükte bulunan Kanun hükümlerine güvenerek dava açan kişilerin bu güvenleri korunmalıdır.
Anayasa Mahkemesi, 12.10.1976 tarih ve 38/46 sayılı kararında bir hukuk devletinde kişinin hak ve özgürlükleri ile kamu yararı arasında bulunması gereken dengenin bozulmasına yol açarak hukuk güvenliğini yok eden düzenlemenin Anayasa’nın 2.maddesindeki hukuk devleti ilkesine aykırı olduğunu kabul etmiştir.(Karar için bkz.Alan, Ali Akın: Hukuk Devleti, TBB Faruk Erem Ödülleri, Ankara 2005, s.243).
b-Kazanılmış Haklara Saygı İlkesi
Kazanılmış hak Türk Hukuk Lügatında “evvelce yürürlükte bulunan hükümlere göre bir şahıs lehine sabit olan hak olarak tanımlanmaktadır”.
Kazanılmış hak, önceden yürürlükte bulunan hükümlere göre bir kişi yararına var olan bir hakkın, sonradan çıkartılan hükümlerle çiğnenmemesi, bir kimsenin edinmiş olduğu hakkın iradesi dışında elinden alınmamasıdır.
6110 sayılı Kanunun geçici 2.maddesinin (3), (4) ve (5) nolu fıkralarında hükümlerin kesinleşmiş kararlara da uygulanabileceği, kesinleşmiş kararlara karşı kanun yürürlüğe girmesinden itibaren iki hafta içinde temyiz veya karar düzeltme yoluna başvurulabileceği, kesinleşmiş kararların incelenmesi yapılırken tazminat koşullarını düzenleyen Hakim ve Savcılar Kanunu’nun 93/A maddesinin gözetileceği belirtilmiştir.
Kanundaki düzenleme ile kanun koyucu kesinleşmiş bir mahkeme kararına müdahale etmektedir. Kesinleşmiş kararla taraflardan biri lehine kazanılmış hak oluşmuştur.
Kazanılmış hak, bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında kişilerin o kurala uygun olarak bütün sonuçları ile doğmuş bulunan haktır. Hukuk devletinde bütün devlet faaliyetlerinin hukuk kurallarına uygun olması gerekir. HUMK’nun 578.maddesinde usule ilişkin bir kanun hükmünün kazanılmış hakları ihlal etmemek kaydıyla geçmişe etkili olduğu hükme bağlanmıştır. Getirilen düzenleme bu hükme aykırı olduğu gibi Anayasa’nın 2.maddesinde belirtilen “hukuk devleti” ilkesine de aykırıdır.
Bir kanun hükmünün kesin hükmün sonuçlarını ortadan kaldırabilmesi için bir Anayasa hükmü yürürlükte iken bu hükme aykırı olarak bir kanun çıkarılarak hak sağlanması ve bu kanunun daha sonra Anayasa Mahkeme’nce iptal edilmiş olması gerekir. (AYM 24.3.1989, 88-35/13, AYM 12.12.1989, 11/48)
Anayasa’ya uygun bir kanun yürürlükte iken bu kanun hükmüne göre kazanılmış haklar, sonradan çıkan kanunla ihlal edilemez, ortadan kaldırılamaz. Kesin hükümle davayı kazanan davacı lehine Anayasal korumadan faydalanan hak doğmuşsa, bu takdirde davacıyı kesin hükümle tanınan haktan mahrum eden her kanun, Anayasa’ya aykırıdır (Habscheid, Walter J: Hükmün Etkileri ve Kanun Değişikleri, MHAD 1996, s.120 ve 141).
3-Anayasa’nın 10.maddesi Açısından Değerlendirme
Anayasa’nın 10.maddesine göre “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir”.
Belirli kişi ve olaylar için ve sadece bu kişi ve olaylara yönelik kanun çıkarılması Anayasa’nın 10.maddesinde hükme bağlanan eşitlik ilkesine aykırıdır. Zira yasama organı herkesi eşit olarak kapsayan, herkese eşit olarak uygulanan Kanun yapmalıdır.
HUMK.nun 427.maddesine göre belirli meblağa kadar olan davalarda verilen kararlar kesindir. Kanun koyucu temyiz yoluna başvurabilmesi için bir değer sınırlandırması yapmıştır. Herkes için geçerli olan bu hükmün hakimler ve savcılar için uygulanmayacağına ilişkin düzenleme yapılması Anayasa’nın 10.maddesinde yer alan eşitlik ilkesine açıkça aykırıdır. Karar düzeltme yoluna başvurma açısından hakimlerin taraf olduğu hukuki sorumlulukla ilgili davalar yönünden farklı düzenleme yapılması da aynı şekilde eşitlik ilkesine aykırıdır.
4-Anayasa’nın 138.maddesi Açısından Değerlendirme
Anayasa’nın 138/son maddesine göre; “yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır. Bu organlar (yasama ve yürütme) ve idare mahkeme kararlarını hiçbir suretle değişteremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.
Hakimlerin sorumluluğu ile ilgili kesinleşmiş kararlara yasama organının müdahale ederek değiştirmesi, kesinleşen kararlara karşı temyiz ve karar düzeltme imkanı tanıyarak geciktirmesi Anayasa’nın 138/son maddesi hükmüne aykırıdır.
III-ANAYASA’YA AYKIRI KANUN KARŞISINDA HAKİMİN DURUMU
Anayasa’nın 138.maddesine göre hakimler, Anayasa’ya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler.
Bir kanun hükmünün Anayasayı, anayasal bir hakkı ihlal etmesi durumunda hakim, yasayı mı uygulayacak yoksa Anayasa’yı mı uygulayacak?
Bu soru kanunların Anayasa’ya uygunluğunun yargısal denetiminin yolunu açmıştır.
ABD’de 1803 yılında Anayasa’da öngörülmemesine rağmen Marbury-Madisan davasında Federal Yüksel Mahkeme hakimi john Marshal kanunların Anayasa’ya uygunluğunun yargısal denetim yolunu açmıştır.
John Marshal kararında “bir kanun Anayasa’ya aykırı olursa, belli bir olay hakkında kanunda da Anayasa’da da uygulanacak bir hüküm varsa, mahkeme ya bu davayı kanuna göre çözerek Anayasa’yı ihmal edecek, ya da Anayasa’ya göre çözerek kanunu ihmal edecektir.
İşte yargısal faaliyetin özü budur. O halde eğer Anayasa’nın üstünlüğünden bahsedilecekse yargı yerlerinin bir çatışma halinde uygulayacakları norm Anayasa olmalıdır”.diyerek Anayasa’nın düzenlediği hükmün uygulanmasını kabul etmiştir.
1924 Anayasa’sında kanunların Anayasa’ya uygunluğunun denetimine ilişkin düzenleme bulunmamaktaydı.
Bu dönemde kanunların Anayasa’ya uygunluğu ile Hukuk Genel Kurulu’nun 3.12.1952 tarihli kararı önemlidir. Özellikle 4.Hukuk Dairesi kararına karşı direnme kararı veren Akşehir Hakimi Refik Gür’ün direnme gerekçesinde şunları söylemiştir. “Hakim, hüküm tesisinde esas tutulan mesele dolayısıyla inceleyeceği ve tatbik edeceği kanun hükmünü körü körüne otomatik ve mutlak bir itaat ve inkıyat (boyun eğme) haliyle uygulayacak değildir. Çünkü kaza (yargı) müesseselerinin esasını teşkil eyleyen muhakeme ve tahlil esasları böyle pasif bir duruma düşürülmesini önleyici ve hakimden böyle şuursuz bir inkıyat (boyun eğme, itaat etme) beklenilmesini filhal (hemen, şu anda) abes kıldığı kadar, kanunu Anayasa kayıt altına almış ve kendisine muhalif kanun mevcudiyetini yüzüçüncü maddenin sarih (açık) hükmüyle nefyetmiştir (olumsuzlamıştır)….”(karar metni için bkz.Hukuk ve İçtihatlar Dergisi, Eylül-Ekim 1950, s.29, s.294-297).
Hukuk Genel Kurulu direnme kararını 03.12.1952 tarihinde oy çokluğu ile bozarak kanunların Anayasa’ya uygunluğunun denetim yolunu kapamıştır.
1961 Anayasa’sında ve 1982 Anayasa’sında kanunların Anayasa’ya uygun olması gerektiği, Anayasa Mahkemesinin kanunların Anayasa’ya uygunluğunun denetimini yapabileceği kabul edilmiştir.
Bir mahkeme önüne gelen uyuşmazlıkla ilgili hükümlerin Anayasa’ya aykırı olduğunu kendiliğinden görerek veya taraflarca ileri sürülmesi halinde Anayasa Mahkemesine başvurabilir.
Anayasa’nın 138.maddesinde hakimlerin Anayasa’ya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verecekleri belirtilmiştir.
Anayasa’ya açıkça aykırı gördüğü bir kanun hükmünü Anayasa Mahkemesine götürmeyen hakim Anayasa ile kendisine verilen göreve aykırı hareket etmektedir. Hakimler görevlerinde bağımsızlardır. Yasama organının çıkardığı Anayasa’ya aykırı kanunu körü körüne uygulamak zorunda değildir. Anayasa’ya aykırı kanunların Anayasa Mahkemesine götürülmemesi Hukuk Devleti İlkesini ortadan kaldırır ve hakimleri yasama organının kölesi haline getirir. Bağımsız ve tarafsız hakim, fikri hür, vicdani hür, irfanı hür hakimdir.
Bağımsız ve tarafsız hakim olarak 6110 sayılı kanunla getirilen hükümlerin Anayasa’nın 2, 9, 10 ve 138.maddeleri hükümlerine aykırı olduğu için Anayasa Mahkemesine götürülmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Bu nedenle sayın çoğunluğun hükümlerin Anayasa’ya aykırı olmadığına ilişkin görüşüne katılamıyoruz.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.