Taraflar arasındaki “fiili ayrılık nedeniyle boşanma” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 7. Aile Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 14.10.2008 gün ve 2008/778-1161 sayılı kararın incelenmesinin davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 23.02.2010 gün ve 2008/20583-3248 sayılı ilamı ile;
“…Davalı vekili kararın verildiği oturumda davanın reddini savunup süre talebinde bulunmuştur. Bu nedenle taraflardan delilleri sorulup gösterdikleri taktirde toplanıp, sonucu uyarınca karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde eksik inceleme ile hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır…”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN : Davalı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu(TMK)’nun 166/4 maddesine dayalı boşanma istemine ilişkindir.
Davacı vekili, müvekkili ile davalının 20.03.1999 tarihinde evlendiğini, çocukları olmadığını, Ankara 3. Aile Mahkemesi’nin 2003/947 E., 587 K. numaralı dosyasında açılan boşanma davasının retle sonuçlandığını, Yargıtay 2 . Hukuk Dairesinin 2004/4689 E., 2004/7890 K. sayılı onama ilamıyla kararın kesinleştiğini, kararın kesinleşmesinden itibaren tarafların ayrıldığını, eldeki dava tarihine kadar da bir araya gelmediklerini, müvekkilinin bundan sonra davalı ile ortak bir hayat kuramayacağını belirterek, tarafların TMK’nun 166/4 maddesi gereğince boşanmalarına, bağlanan tedbir nafakasının kaldırılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, müvekkili ile davacının boşanma davası reddedildikten sonra hiç bir araya gelmediklerini, ancak davalının boşanmak istemediğini beyan ederek süre talebinde bulunmuştur.
Mahkemece, taraflar arasında daha önce açılan boşanma davasının reddine ilişkin kararın 08.11.2004 tarihinde kesinleştiği, görülmekte olan dava tarihi itibariyle 3 yıllık ayrılık süresinin dolmuş olduğu, tarafların kabulüne göre de bu süre içerisinde ortak hayatın yeniden kurulamadığı gerekçesi ile, TMK’nun 166/4 maddesi gereğince tarafların boşanmalarına dair verilen karar; Özel Dairece, yukarıda metni aynen yazılı gerekçe ile bozulmuş; yerel mahkemece, önceki gerekçelerle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararını davalı vekili temyiz etmiştir.
Açıklanan maddi olgu, bozma ve direnme kararlarının kapsamları itibariyle Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; taraflar arasında daha önce açılıp redle sonuçlanan boşanma davasının 08.11.2004 tarihinde kesinleşmiş, eldeki davanın 30.06.2008 tarihinde TMK’nun 166/4 madde ve fıkrası gereğince açılmış olması karşısında, davalı delillerinin toplanmasına gerek bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
Taraflar arasında daha önce görülen, “evlilik birliğinin temelinden sarsılması” nedenine dayalı boşanma davası, Ankara 3. Aile Mahkemesi’nin 18.12.2003 gün ve 2003/347-587 sayılı kararı ile reddedilmiş ve bu karar Yargıtay denetiminden geçerek 08.11.2004 tarihinde kesinleşmiş; görülmekte olan dava ise, 30.06.2008 tarihinde açılmıştır.
Davacı koca ile davalı kadının bu sürede bir araya gelmedikleri ve ortak hayatı yeniden kurmadıkları hususu ise taraf beyanlarından açıkça anlaşıldığından, mahkemece tarafların boşanmalarına dair verilen kararda bir usulsüzlük bulunmamaktadır. Esasen, tarafların boşanmalarına ilişkin verilen karar yönünden, yerel mahkeme ile özel daire arasında uyuşmazlık da bulunmamaktadır.
Öte yandan, tahkikatın sonlandırılması ve esas hakkında bir karar verilebilmesi için taraflar arasındaki tüm çekişmeli konuların tespit edilmesi, tamamı hakkında karar verilmesi ve böylece verilen son hüküm ile taraflar arasında çekişme konusu yapılmış hususun bırakılmaması gerekir. Bu husus, tüm kaza-i ve ilmi içtihatlarla da kabul edilmiştir(1086 s. HUMK. m.217).
Öteki deyişle, taraflar arasında çekişmeli hususlar varsa, hakim bunu gidermeden yargılamayı bitiremez. Asıl talebin ferileri hakkında da bu ilke aynen uygulanmalıdır.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; yukarıda da açıklandığı üzere taraflar arasında daha önce açılan boşanma davası reddedilmiş, bu karar kesinleştikten sonra taraflar bir daha bir araya gelmemiş ve aradan üç yıldan daha fazla bir süre geçtikten sonra eldeki dava açılmıştır.
Ne var ki, davalı asıl ve vekili, tüm bu hususları kabul etmekle birlikte, 14.10.2008 tarihli son duruşmada, boşanmayı istemediğini beyan ederek mahkemeden süre talebinde bulunmuştur.
Davalının bu beyanından, boşanmanın feri hükümleri yönünden taraflar arasındaki çekişmenin halen devam ettiği açıkça anlaşılmaktadır.
Mahkemece, taraflara boşanmanın ferileri yönünden beyanda bulunmak ve delillerini sunmak üzere, süre ve imkan verilmesi gerekir. Bu sürenin verilmemesi “adil yargılanma hakkı”nın bir uzantısı olan “savunma hakkı”nın kısıtlanması niteliğindedir. Böyle bir kısıtlama ortada iken sağlıklı bir hükme varılması da olanaklı değildir.
Hal böyle olunca, bu gereklere uyulmadan davanın kabulüne dair verilen karar doğru görülmemiştir.
Bu nedenle: Aynı yöne işaret eden ve Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire Bozma kararına uyulmak gerekirken, yanılgılı gerekçe ile önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup; kararın bozulması gerekir.
S O N U Ç: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 22.06.2011 gününde ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.