Taraflar arasındaki “boşanma” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Sincan 1.Aile Mahkemesince, davacı M. D..’ın davasının kabulüne dair verilen 20.02.2009 gün ve 2007/821 E., 2009/142 K. sayılı kararın incelenmesi davalı S. D.. ve davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 28.04.2010 gün ve 2009/6349 E., 2010/8429 K. sayılı ilamı ile;
(…1-Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre davalı kadının tüm, davacı kocanın aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.
2-Davacının açtığı boşanma davası kabul edildiği halde, kendisini vekille temsil ettiren davacı lehine vekalet ücretine hükmolunmaması ve davacının yargılama nedeniyle yapmış olduğu masrafların davalı kadından tahsili ile davacı kocaya verilmesi gerekirken, yazılı şekilde davacı üzerinde bırakılması doğru görülmemiştir.)
gerekçesiyle (1) maddede yer alan nedenlerle onanıp; (2)maddede yer alan nedenlerle davacı koca yararına bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN : Davacı M. D.. vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, şiddetli geçimsizlik nedenine dayalı boşanma istemine ilişkindir.
Davacı koca vekili, maddi ve manevi tazminat talep ve dava haklarını saklı tutarak, müvekkili ile davalının şiddetli geçimsizlik nedeniyle boşanmalarına karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı kadın, yuvasının yıkılmasını istemediğini belirterek davanın reddini talep etmiştir.
Yerel mahkemece, her ne kadar evlilik birliğinin temelinden sarsılmasında davacı daha ağır kusurlu ise de evlilik birliğinin bu şekilde devam etmesinin taraflara herhangi bir faydasının bulunmadığı, topluma da faydasının bulunmadığı, her ikisi için de zararlı olmaya başladığı, davacı, eş olarak sorumluluklarını yerine getirmediğinden, davalı bakımından da korunacak herhangi bir hukuki menfaatin bulunmadığı, davalının, davanın reddini talep etmesinin TMK.nın 166/2. maddesi gereğince korunabilecek bir hak olmadığı düşüncesiyle TMK.nın 166/2. maddesine göre tarafların boşanmalarına karar verilmiş, ancak evlilik birliğinin temelinden sarsılması olayında davacının daha fazla kusurlu oluşu ve evlilik birliğinin devamında tarafların kendileri ve toplum için herhangi bir faydasının kalmayışı ve hak ve nefaset kurallarına uygun olacağı düşüncesiyle yargılama giderlerinin ve vekalet ücretinin davacı üzerinde bırakılmasına karar verilmiş, davacıya yüklenen vekalet ücretinin miktarı konusunda ise herhangi bir açıklama yapılmamıştır.
Hükmün davacı koca vekili ile davalı kadın tarafından temyizi üzerine, Özel Dairece davalı kadının tüm , davacı kocanın sair itirazları reddedilerek yukarıda açıklanan gerekçeyle hüküm sadece vekalet ücreti ve mahkeme giderleri noktasından bozulmuş; davalı kadının karar düzeltme talebi de 30.09.2010 tarihli ilam ile reddedilmiştir.
Yerel mahkemece önceki kararda ısrar edilmiş, ancak kısa ve gerekçeli karar sadece vekalet ücreti yönünden kurulmuş, bunun dışındaki hususlar ve istek sonuçlarından her biri hakkında hüküm verilmemiş, taraflara yüklenen borç ve tanınan haklar, birer birer, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmemiş, davacıya yüklenen yargılama gideri ve vekalet ücretinin miktarı konusunda ise bir önceki hüküm gibi herhangi bir açıklama yapılmamıştır.
Hükmü, davacı koca vekili temyize getirmiştir.
Uyuşmazlık, davası kabul edilen ancak evlilik birliğinin temelden sarsılmasında ağır kusurlu olan davacı koca lehine vekalet ücretine hükmedilmesi ve davacı kocanın yargılama nedeniyle yapmış olduğu masrafların davalı kadından tahsilinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmakta ise de Hukuk Genel Kurulunca, direnmeye konu kısa ve gerekçeli kararın sadece vekalet ücreti yönünden kurulmuş olması karşısında bu kararın usule uygun olup olmadığı ön sorun olarak nitelendirilerek öncelikle bu konunun çözümü yoluna gidilmiştir.
Hemen belirtmelidir ki,1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 388. maddesi, mahkeme kararlarında nelerin yazılacağını açıklamıştır.
Buna göre bir mahkeme kararının, hüküm sonucu kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, istek sonuçlarından her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, mümkünse sıra numarası altında birer birer, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.
Aynı kanunun 389. maddesinde de, verilen karar ile iki tarafa tahmil ve bahşedilen vazife ve haklar şüphe ve tereddüdü mucip olmayacak surette gayet sarih ve açık yazılmalıdır denilerek yukarıda açıklanan kural tekrar edilmiştir.
Yine aynı kanunun 381/II. maddesine göre, kararın tefhiminin, en az 388 inci maddede belirtilen hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçirilerek okunması suretiyle olacağı açıklanmıştır.
Sayılan maddelerde açıklanan bu biçimler, yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir. Aksine bir halin, yeni tereddüt ve ihtilaflar yaratacağı, dava içinden davaların doğacağı, hükmün hedefine ulaşmasını engelleyeceği tartışmasızdır. Böyle bir durumun varlığı halinde kamu düzeni ve barışı oluşturulamaz. Ayrıca bozma kararı ile ilk hüküm hayatiyetini yitirdiğinden ona atıf suretiyle hüküm tesisinin yukarıda açıklanan kurallara uygun düşmeyeceği de aşikardır.
Öte yandan Yargıtay"ın yerleşmiş görüşü de bu yöndedir ( Hukuk Genel Kurulu"nun 19.06.1991 gün 323/391 sayılı, 10.09.1991 gün 281-415 sayılı, 25.09.1991 gün 355-440 sayılı, 27.01.1999 gün 62-13 sayılı, 21.11.2001 gün 1114-1067 sayılı, 27.02.2002 gün 179-118 sayılı, 24.09.2003 gün 584-501 sayılı, 25.01.2006 gün 29-9 sayılı ve 14.06.2006 gün 478-369 sayılı, kararları ).
Ceza Genel Kurulu"nca da CUMK.nın benzer hükümleri taşıyan 261 ve 268 maddelerinin uygulanmasında, bozulan kararın geçerliliğini ve yerine getirilme yeteneğini yitirdiğinden "önceki hükümde direnilmesine" denilmekle yetinilerek ve atıf suretiyle hüküm kurulamayacağı kabul edilmiştir(Ceza Genel Kurulu"nun 02.02.1976 gün 22-25 sayılı kararı ).
Somut olayda da, aslolan kısa kararda, hüküm fıkrası açıklanan kurallara uygun biçimde oluşturulmamış; yalnızca " eski kararda direnilmesine, avukatlık ücreti ve yargılama giderlerinin davacının kendi üzerinde bırakılmasına"" denilmekle yetinilmiş, böylece hüküm sonucu kısmında, istek sonuçlarından her biri hakkında hüküm verilmemiş, taraflara yüklenen borç ve tanınan haklar, birer birer, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmemiş, ayrıca tüm bu sayılanların dışında davacı koca üzerinde bırakılan yargılama giderlerinin nelerden oluştuğu ve miktarları açıklanmadığı gibi yine davacıdan tahsiline karar verilen vekalet ücretinin miktarı ile maktu veya nisbi olup olmadığı (niteliği) da açıklanmamıştır.
Bu itibarla, mahkemece HUMK.nın 388. maddesinin açık hükmü gözetilmeksizin yazılı biçimde karar verilmesi doğru olmamış, direnme kararının bu nedenle bozulması gerekmiştir.
SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429.maddesi gereğince usul yönünden BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına istek halinde temyiz peşin harcının iadesine, 15.06.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi.