Taraflar arasındaki “tapu iptal ve terkin” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Trabzon 3. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 25.03.2010 gün ve 2008/14 E- 2010/76 K. sayılı kararın incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1.Hukuk Dairesinin 04.10.2010 gün ve 2010/8215 E-9851 K sayılı ilamı ile; “
(..Dava, 3621 Sayılı Yasadan kaynaklanan iptal, sicil kaydının kütükten terkini isteğine ilişkindir.
Mahkemece, hak düşürücü süre nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; 122 ada, 48 parsel sayılı taşınmazın geldisini oluşturan 856 nolu parselin kadastro tespitinin 09.09.1980 tarihinde kesinleştiği, davanın ise 08.01.2008 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere; 14 Mart 2009 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 5841 Sayılı Yasanın 2.maddesi ile 3402 Sayılı Kadastro Yasası"nın 12.maddesinin üçüncü fıkrasına"Bu hüküm, iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet veya diğer kamu tüzel kişileri dahil, tarafların sıfatına bakılmaksızın uygulanır" cümlesi ve aynı Yasanın 3.maddesi ile de 3402 Sayılı Yasaya "Bu Kanunun 12.maddesinin üçüncü fıkrası hükmü, Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi uygulanır" şeklindeki geçici 10.madde eklenmiştir.
Somut olayda, tescilin dayanağı olan tespit tutanaklarının kesinleşmesinden itibaren dava tarihine kadar 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiği açıktır. Hak düşürücü süre, kamu düzeni ile ilgili olup, mahkemece davanın her aşamasında re"sen gözetilmesi gerekli olumsuz dava şartlarındandır.
Özellikle, bu hususlar gözetilerek davanın reddedilmesinde bir isabetsizlik yoktur.
Ancak, hemen belirtilmelidir ki, her dava açıldığı tarihdeki koşullara bağlıdır. Bir taraf dava açıldığı andaki mevzuata ve içtihada göre davasında haklı olduğu halde dava açıldıktan sonra yürürlüğe giren (geçmişe etkili) yeni bir yasa hükmü ya da İnançları Birleştirme Kararı nedeniyle davayı kaybederse yargılama giderlerinden sorumlu tutulamaz.
Anılan bu kural yasal ve yargısal uygulamada kararlılık kazanmıştır. (Baki Kuru, Hukuk Usulü Mahakemeleri 5. Cilt, sayfa 5338, dipnot 159; 10. H.D. 21.12.1976, 8770/8739 ve dipnot 160: 5. HD 12.09.1977, 5445/5655 dipnot 161: 10. HD 24.02.1976, 6296/1297) Ayrıca, her dava açıldığı tarihteki koşullara bağlıdır. Öte yandan avukatlık ücreti 04.09.1957 tarih ve 4/16 sayılı İnançları Birleştirme Kararı uyarınca yargılama giderlerinden sayılır. Davacı Hazine, temyiz dilekçesinde sair nedenlerden söz etmek suretiyle bu hususa da değinmiştir.
Hazinenin davasında haklı olup olmadığını belirlemek amacıyla dava konusu taşınmazın 3621 Sayılı Yasa uyarınca kıyı kenar çizgisine göre kıyıda kalıp kalmadığının saptanmasında zorunluluk vardır. Oysa, mahkemece bu konuda keşif yapılmamış, esasen idarece belirlenen kıyı kenar çizgisinin de idari yargı yerinde iptal edildiği anlaşılmaktadır.
Bu açıklamalar karşısında, taşınmazın belirlenecek kıyı kenar çizgisine göre kıyıda kalması halinde davacı Hazinenin dava tarihinde davasında haklı olacağı dikkate alındığında ve yargılama sırasında yürürlüğe giren yasa nedeniyle haksız duruma düştüğü gözetildiğinde davalının tüm yargılama giderlerinden ve avukatlık ücretinden sorumlu tutulması gerekeceğinde kuşku yoktur.
Hal böyle olunca, yerinde uzman bilirkişi kurulu aracılığıyla keşif yapılarak taşınmazın kıyı kenar çizgisine göre kıyıda kalıp kalmadığının saptanması ve oluşacak duruma göre, yargılama giderlerinin hüküm altına alınması gerekirken, değinilen husus gözardı edilerek, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru değildir.”...)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN : Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, 3621 sayılı Kıyı Kanunu"na dayalı tapu iptali ve terkin isteğine ilişkindir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmede işin esasına girilmeden önce; davanın 5841 sayılı Yasa ile değişik 3402 s.y.nın 12/3.md.sinde düzenlenen “…iddia ve taşınmazın niteliğine…bakılmaksızın” hükmünün iptali için Anayasa Mahkemesinde dava açılması ve anılan hükmün iptaline karar verilerek, Anayasa Mahkemesinin 12.5.2011 Tarih ve 27 sayılı kararı ile de hükmün yürürlüğünün durdurulmuş olmasının eldeki davaya etkisinin ne olacağı hususu ön sorun olarak ele alınıp, görüşülmüştür:
Dosya içerisindeki belgelerden;çekişme konusu 122 ada 48 parsel sayılı 312.32 arsa vasıflı taşınmazın geldisi olan 856 nolu parselin, tapu kaydına dayanılarak dava dışı şahıs adına tespit görüp, 09.09.1980 tarihinde kesinleştiği, davalının ise satış sureti ile edindiği anlaşılmaktadır.
Yargılama sırasında 25.02.2009 tarihinde kabul edilen 5841 Sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun uyarınca 3402 Sayılı Kadastro Kanunu’nun 12.maddesinin 3.fıkrasına eklenen “Bu hüküm, iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet veya diğer kamu tüzel kişileri dahil, tarafların sıfatına bakılmaksızın uygulanır.” hükmü ve geçici 10.maddesindeki; “Bu Kanunun 12 nci maddesinin üçüncü fıkrası hükmü, Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi uygulanır."hükmü uyarınca eldeki dava hak düşürücü süreden reddedilmiş ve davacı Hazinenin temyizi üzerine Özel Dairece bu hususa ilişkin temyiz itirazları reddedilerek,hüküm sadece yargılama giderleri yönünden bozulmuştur. Yerel Mahkemece önceki gerekçelerle direnilmiştir.
Ne var ki, direnme kararının davacı vekilince temyizi üzerine Hukuk Genel Kurulu’nda dosyanın incelenmesi aşamasında, davanın reddine gerekçe yapılan 5841 sayılı Yasa ile değişik 3402 sayılı yasanın 12/3.maddesinde düzenlenen “…iddia ve taşınmazın niteliğine…bakılmaksızın” hükmünün iptali için Anayasa Mahkemesine dava açılmış ve Yüksek Mahkemece anılan hükmün iptal istemi kabul edilmiştir. Gerekçeli karar henüz yayımlanmamışsa da, Anayasa Mahkemesinin 12.5.2011 tarih ve 27 sayılı kararı ile hükmün yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmiştir.
Bilindiği üzere Anayasa Mahkemesi"nin 21.10.1993 gün ve 33/40-1 (RG 23.10.1993 sayı 21737 s.7-8 ve RG 6.11.1993,sayı 21750 s.21-26) sayılı kararında işlendiği gibi Anayasa"nın özüne ve amacına uygun olarak, hukukun üstünlüğünü, kararlarının etkinliğini korumak zorunda olan Anayasa Mahkemesi"nin bir yasa, kanun hükmünde kararname ya da Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü"nün yürürlüğünü durdurma kararı verebileceği tartışmasızdır.
Bu durumda öncelikle üzerinde durulması gereken husus,yerel mahkeme kararının kısmen Yargıtay Özel Dairesince onanmasında,temyiz kapsamı dışında bırakılan hususların Anayasa Mahkemesinin iptal kararına konu olması üzerine yeniden esastan inceleme konusu yapılıp yapılamayacağı meselesidir.
Konu ile ilgili yasal düzenlemeye bakılacak olursa;
Anayasa"nın 153.maddesi uyarınca, Anayasa Mahkemesinin iptal kararları gerekçesi yazılmadan açıklanamamakta ve ancak Resmi Gazetede yayımlandıktan sonra yürürlüğe girmektedir.Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının yasama,yürütme ve yargı organları,idari makamlar,gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı açıktır.
Diğer taraftan Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 76.maddesinde “Hakim re"sen Türk kanunları mucibince hüküm verir....” şeklinde ifadesini bulan yasal ilke gözetildiğinde; Anayasa Mahkemesi"nin iptal kararlarının bu gibi kesin hüküm halini almamış derdest dosyalar yönünden uygulanmasının zorunluluğu ortadadır.
Zira, Anayasa Mahkemesinin iptal kararları usulü kazanılmış hakların istisnasını teşkil ederler.Her ne kadar Yerel Mahkemece eldeki davada 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiğinden bahisle davanın reddine karar verilmiş ve Özel Dairece bu husus bozma kapsamı dışında bırakılmışsa da,davanın reddine gerekçe yapılan yasa metni Anayasa Mahkemesince yukarıda değinildiği üzere iptal edilmiş ancak gerekçeli karar Resmi Gazete"de yayımlanmamış ise de yasanın yürürlüğünün durdurulmasına yargılama sırasında karar verilmekle bu durumun ilgili taraf lehine usuli kazanılmış hakkın gerçekleşmesine neden olduğu söylenemeyecektir.
Konuya açıklık getirmek için öncelikle usuli kazanılmış hak kavramı üzerinde durulmasında yarar görülmektedir:
Usuli kazanılmış hak; Yargıtay"ca bir kararın bozulması ve mahkemece bozma kararına uyulması halinde,bozulan kararın bozma sebeplerinin kapsamı dışında kalmış cihetlerinin kesinleşmiş sayılması,davaların uzamasını önlemek maksadıyla kabul edilmiş çok önemli bir usul hükmüdür.Bir konunun bozma sebebi sayılmamış ve başka sebeplere dayanan bozma kararına mahkemenin uymuş olması halinde,bu durum taraflardan birisi lehine usuli bir müktesep hak meydana getirir ki,bu hakkı ne mahkeme ne de Yargıtay halele uğratabilir.
Ne var ki, davadaki taleplerden biri hakkındaki Yargıtay’ın bozma kararının kapsamı dışında kalması(Kısmi onama) ile kesinleşmesi nedeniyle doğan usuli kazanılmış hakkı,maddi anlamda kesin hüküm (m.237) ile karıştırmamak gerekir.Maddi anlamda kesin hükümde,mahkeme(ve Yargıtay) davadan elini tamamen çekmiş(Dava bitmiş,kesin biçimde sonuçlanmış) durumdadır.Oysa,davadaki taleplerden biri hakkındaki kararın bozma kararının kapsamı dışında kalması nedeniyle kesinleşmesi halinde,mahkeme davadan elini henüz çekmiş durumda değildir.Çünkü,mahkeme hakkındaki karar bozulan taleple ilgili olarak davaya devam etmektedir.Bu davada hakkındaki karar kesinleşmiş olan taleple ilgili olarak(Maddi anlamda kesin hüküm nedeniyle değil) usuli kazanılmış hak nedeniyle inceleme yapılamamaktadır.Ancak usuli kazanılmış hakkın istisnalarından birinin varlığı halinde, hakkındaki karar bozmanın kapsamı dışında kalması nedeniyle kesinleşmiş olan talep hakkında da mahkemece inceleme yapılabilir ve yeni bir karar verilebilir (Prof.Dr.Baki Kuru Hukuk Muhakemeleri Usulü 6.Baskı,cilt 5,syf.4770).
Bu husus 28.6.1960 tarih,21/9 sayılı YİBK"da da “...Sonradan çıkan içtihatı birleştirme kararının,Temyiz Mahkemesinin bozma kararına uyulmakla meydana gelen usule ait müktesep hak esasının istisnası olarak,henüz mahkemede veya Temyiz Mahkemesinde bulunan işlere tatbiki gereklidir....” şeklinde ifade edilmiştir. Anayasa Mahkemesi iptal kararlarında da aynı ilke geçerlidir.
Somut olaya dönecek olursak, davacı Hazine tarafından çekişmeli taşınmazın 3621 sayılı Kıyı Kanunu"nun 4.maddesi uyarınca kıyıda kaldığı ileri sürülerek eldeki davanın 04.01.2008 tarihinde açıldığı,yargılama sırasında 25.2.2009 tarihinde kabul edilen 5841 sayılı yasa ile değişik 3402 sayılı Kadastro Yasası’nın 12/3.maddesindeki; “...Bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz. Bu hüküm, iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet veya diğer kamu tüzel kişileri dahil, tarafların sıfatına bakılmaksızın uygulanır.” hükmünün getirilmesi üzerine, Yerel Mahkemece 25.3.2010 tarihinde hak düşürücü süreden davanın reddine karar verildiği;hükmün davacı Hazine ve davalı tarafından temyizi üzerine Özel Dairece 4.10.2010 tarihinde yapılan temyiz incelemesi sonucu davanın 10 yıllık hak düşürücü süreden reddinin doğru olduğu belirtilerek, hükmün sadece yargılama giderleri yönünden bozulduğu mahkemece önceki kararda direnilmesi üzerine dosyanın Hukuk Genel Kurulu"na geldiği,bu arada Anayasa Mahkemesince yukarıda açıklandığı gibi, Hukuk Genel Kurulu’nun temyiz incelemesi sırasında davada uygulanan yasa metninin iptali ile yürürlüğünün durdurulmasına karar verildiği anlaşılmaktadır.
Eldeki dava sonuçlanıp kesinleşmeden bu davaya uygulanabilecek olan yasa metni Anayasa Mahkemesince iptal edilip, yürürlüğünün durdurulmasına karar verildiğine göre, iptal kararı sonucu oluşan durumun 28.6.1960 tarih ve 21/9 sayılı YİBK"da da belirtildiği üzere maddi anlamda kesinleşmemiş ve derdest olan eldeki davaya da uygulanması zorunludur.
Yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda Özel Dairesince Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni durum dikkate alınarak davanın incelenip karara bağlanması gerekir.
O halde işin esasının incelenmesi için dosya Özel Dairesine gönderilmelidir.
SONUÇ:1- Yargıtay 1.Hukuk Dairesinin 04.10.2010 gün ve 8215-9851 sayılı ilamının yukarıda açıklanan gerekçelerle KALDIRILMASINA,
2-İşin esasının incelenmesi için dosyanın 1.HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
15.06.2011 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.