Taraflar arasındaki “tapu iptali tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bakırköy 4.Asliye Hukuk Mahkemesince asıl davanın reddine karşı davanın kabulüne dair verilen 28.12.2009 gün ve 2008/217 E-2009/359 K. Sayılı kararın incelenmesi davacı-karşı davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 14.Hukuk Dairesinin 13.07.2010 gün ve 2010/5680-8230 sayılı ilamı ile;
("...Dava, biçimine uygun düzenlenen 20.08.1999 tarihli taşınmaz satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
Vaat borçlusu davalı ve karşı davanın davacısı sözleşmenin hile ile yapıldığını, açılan davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, asıl davanın reddine, karşı davanın kabulüne karar verilmiştir.
Hükmü, asıl davanın davacısı vaat alacaklısı temyiz etmiştir.
Gerçekten, karşı davada davacı notere satış vaadi sözleşmesi yapmak üzere değil, taşınmazdaki kiracıların çıkardıkları problemleri gidermek üzere davalı-davacıya vekaletname verilmek üzere gidildiğini, ancak her nasılsa satış vaadi sözleşmesi düzenlendiğini ileri sürdüğünden davada hile iddiasına dayandığının kabulü gerekir. Bir tanımlama yapılmak gerekirse hile, bir kimseyi belirli bir hususu yapmaya sevk etmek, o yönde bir irade açıklamasında bulunmasını sağlamak kastı ile o kimsede yanlış bir kanı uyandırmak ya da esasen var olan yanlış (hatalı) fikrinin devamını sağlamaktır. Hilenin sözleşmeyi sakatlayabilmesi için öncelikle bir aldatma olması gerekir. Hileden bahsedebilmek için diğer bir koşul da hileye başvuranın eylem ve sözlerinde karşı yanı aldatma kastının bulunmasıdır. Bunların dışında yapılan hukuki işlemin hile sonunda meydana gelmiş olması yani işlem ile hile arasında illiyet bağı bulunması gerekir.
Hileye ilişkin bütün şartlar oluşsa da Borçlar Kanununun 31.maddesi hükmü gereğince hile iddiasında bulunan kişinin hilenin öğrenildiği tarihten itibaren 1 yıl içinde sözleşmenin iptalini isteme hakkı bulunmaktadır. Bu süreyi hiçbir işlem yapmaksızın geçirirse akde icazet etmiş sayılır ve akdin hükümleri geriye etkili olarak yani akdin kuruluş tarihinden itibaren kendisi için de bağlayıcı olur. Yasanın öngördüğü bir yıllık sürenin hak düşürücü süre olduğu da kuşkusuzdur.
Hile hukuki nedenine dayalı bu genel açıklamalardan sonra somut olaya gelince;
Yukarıda vurgulandığı üzere biçimine uygun satış vaadi sözleşmesi 20.08.1999 tarihinde yapılmış ve ilişki bu tarihte kurulmuştur. Hile nedenine dayalı karşı dava ise bu tarihten çok sonra 15.02.2006 tarihinde açılmıştır. Dolayısıyla, bir yıllık hak düşürücü sürenin geçirildiği açıktır. O halde, sözleşmenin feshine ilişkin karşı davanın reddi, asıl davanın hüküm altına alınması yerine davaların yazılı olduğu şekilde sonuçlandırılması doğru değildir. Karar açıklanan nedenlerle bozulmalıdır...")
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN : Davacı-karşı davalı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
Davacı-karşı davalı Eyüp Süleyman İlhan vekili dava dilekçesinde; Antalya 1.Noterliğinin 20.08.1999 tarih, 23159 nolu düzenleme şeklinde taşınmaz mal satış vaadi sözleşmesi ile davalı babanın dava konusu taşınmazı müvekkiline sattığını ancak tapudan tescilini halen yapmadığını iddia ederek taşınmazın tapu kaydının iptali ile müvekkili adına tapuya tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı-karşı davacı Mustafa İlhan vekili ise 15.02.2006 tarihli cevap ve karşı dava dilekçesinde; davalının dava konusu taşınmazdaki kiracıyla sorun yaşadığını, 1999 yılında Almanya"dan tatile gelen davacının kiracı sorunu ile ilgilenmek üzere vekalet istediğini, notere gidildiğini, noterde bir kısım belgeler hazırlandığını, davalının imzaladığını ve oğlu olan davacının evrakları cebine koyduğunu, bu dava açıldıktan sonra davalının davacı oğlu tarafından aldatıldığını öğrendiğini ifadeyle davanın reddini savunmuş; karşı davasında da vekaletname diye imzalanan bu satış vaadi sözleşmesinin hile ile alındığını, vekaletname verdiğini zannettiği evrakın taşınmaz mal satış vaadi sözleşmesi olduğunu 02.12.2005 tarihinde tarafına tebliğ edilen mahkeme tebligatı ile öğrendiğini, oğluna satış vaadi sözleşmesi yapması için bir neden olmadığını, satış vaadinde belirtilen bedelin çok düşük olduğunu, bir bedel de ödenmediğini iddia ederek satış vaadi sözleşmesinin hata ve hile hukuki nedenine dayanılarak iptaline karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece asıl davanın reddine, karşı davanın kabulüne karar verilmiş, davacı-karşı davalı vekilinin temyiz istemi üzerine yukarıda belirtilen gerekçe ile mahkeme kararı bozulmuştur.
Mahkemece hak düşürücü sürenin hilenin öğrenildiği andan itibaren başlayacağı, bunun da 02.12.2005 tarihi olduğu dikkate alındığında hak düşürücü sürenin geçirilmediği ve hile iddiasının kanıtlandığı gerekçesi ile önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu’nda esasa girilmeden önce önsorun olarak mahkemenin hak düşürücü süre sorununa hiç girmeden 1999 yılında yapılan taşınmaz satış vaadi sözleşmesini iptal etmesi ve özel dairenin hilenin öğrenildiği tarihin akdin kurulduğu tarih olan 20.08.1999 olarak kabul etmesi karşısında mahkemenin direnme kararında hileyi öğrenme tarihi olarak 02.12.2005 olarak kabul edilmesinin yeni hüküm olup olmadığı konusu tartışılmış; mahkemenin esasa girmekle bu değerlendirmeyi yaptığı, ortada yeni bir hükmün bulunmadığı, oybirliği ile kabul edilerek ön sorun böylece aşılmıştır.
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olay dikkate alındığında hak düşürücü sürenin başlangıç tarihinin ne olduğu ve buna göre eldeki davanın hak düşürücü süre içinde açılıp açılmadığı, noktasında toplanmaktadır.
Davacı Eyüp Süleyman İlhan’ın davalı Mustafa İlhan’ın oğlu olduğu, dava konusu düzenleme şeklinde taşınmaz mal satış vaadi sözleşmesinin 20.08.1999 tarihinde noter huzurunda düzenlendiği, karşı davanın ise 15.2.2006 tarihinde açıldığı tartışmasızdır.
Bilindiği üzere; hile, genel olarak bir kimseyi irade beyanında bulunmaya, özellikle sözleşme yapmaya sevk etmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak veya esasen var olan hatalı bir kanıyı korumak yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır.
Hata da yanılma, hilede yanıltma söz konusudur. B.K’nun 28/1 maddesinde açıklandığı üzere taraflardan biri diğer tarafın kasıtlı aldatmasıyla sözleşme yapmaya yöneltilmişse hile esaslı olmasa bile, aldatılan taraf için sözleşme bağlayıcı sayılamaz. Değinilen koşulların varlığı halinde aldatılan taraf hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable şamil) olarak ortadan kaldırılabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir.
Öte yandan, hile her türlü delille ispat edilebileceği gibi iptal hakkının kullanılması hiçbir şekle de bağlı değildir. 818 sayılı Borçlar Kanunu (BK)’nun 31.maddesine göre hata veya hilenin öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü sürenin işlemeye başlayacağı belirlenmiştir. Hatta hileyle yapılan sözleşmelerin iptali istemiyle açılan davaların BK’nun 125.maddesinde öngörülen 10 yıllık süreye de tabi tutulamayacağı, 10 yılı geçmiş olsa da hilenin öğrenilmesinden itibaren BK’nun 31.maddesi uyarınca 1 yıl içerisinde açılması gerektiği kabul edilmiştir. Nitekim bu husus, Hukuk Genel Kurulu’nun 07.12.1998 gün 1998 /1-767-987 sayılı kararında da açıkça vurgulanmıştır.
Hukuk Genel Kurulu’nda yapılan görüşmeler sırasında düzenleme şeklinde satış vaadi sözleşmelerinin Noterlik Kanunu’nun 84.maddesine istinaden sıkı bir şekil şartına bağlandığı sözleşmenin tarafının bunun aksini iler sürme imkanı bulunmadığı, şekil şartı dikkate alındığında, tarafın sözleşme tarihinde duruma ıttıla kesbetmiş sayılacağı ileri sürülmüştür
Yapılan görüşmeler neticesinde; sıkı şekil şartına bağlı bir sözleşme söz konusu olsa da BK’nun 31.maddesindeki 1 (bir) yıllık sürenin öğrenme tarihi yani ıttıla tarihinden itibaren başlayacağı, ıttıla tarihinin işlem tarihi olabileceği gibi işlem tarihinden ileri bir tarihin de olabileceği, işlem tarihinde fark edilemeyen bir hilenin sonraki bir tarihte öğrenilebileceği bu nedenle sürenin öğrenme tarihinden itibaren işleyeceği oybirliği ile kabul edilmiştir.
Şu hale göre; BK’nun 31.maddesinde öngörülen bir yıllık hak düşürücü sürenin hileye maruz kalan kimsenin bunu öğrendiği tarihten itibaren işlemeye başlayacağı, mağdurun öğrenme tarihi olarak ileri sürdüğü tarihin esas alınacağı belirgin olup; diğer tarafın öğrenmenin (ıttılaın ) bu tarih değil de daha önce olduğunu iddia etmesi durumunda, bu iddiasını ispat zorunluluğunda olduğunda da kuşku bulunmamaktadır. Nitekim, Hukuk Genel Kurulu’nun 20.04.1983 gün ve 1980/1-1846-397 sayılı kararında da aynı hususa işaret edilmiştir.
Bu nedenledir ki; özel dairenin, taraflar arasındaki sözleşmenin salt şekle bağlı sözleşme olması nedeni ile, sözleşme tarihinde hilenin öğrenildiği karinesinden yola çıkılarak hak düşürücü sürenin geçtiği yönündeki kabulüne Hukuk Genel Kurulunca iştirak edilmemiş; yukarıda açıklandığı üzere şekle tabi bir sözleşme olsa da hileye ıttıla tarihinin bir başka tarih olabileceği kabul edilmiştir.
Somut olayda da davalı-karşı davacı da hileyi ileri bir tarihte öğrendiğini iddia etmiş, mahkeme bunu kabulle, davanın esasını incelemiştir. Bu yön, bozma nedenine göre Özel Dairece incelenmemiştir.
Hal böyle olunca; mahkemenin 1 (bir) yıllık hak düşürücü sürenin öğrenme tarihinden başlayacağı yönündeki direnme gerekçesi yerindedir.
Ne var ki, davalı karşı davacının hileye ıttıla tarihinin belirlenmesi ve işin esasına yönelik olarak Özel Dairece inceleme yapılmadığından, bu incelemelerin yapılabilmesi için dosyanın 14.Hukuk Dairesine gönderilmesi gerekir.
S O N U Ç : Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı DİRENME KARARI UYGUN OLUP, davalı-karşı davacının hileye ıttıla tarihinin belirlenmesi ve gereğinde işin esası konusunda gerekli incelemenin yapılabilmesi için dosyanın 14.HUKUK DAİRESİNE gönderilmesine, 01.06.2011 gününde oybirliği ile karar verildi.