7. Hukuk Dairesi 2021/1263 E. , 2021/984 K.
"İçtihat Metni"7. Hukuk Dairesi
MAHKEMESİ : ... Bölge Adliye Mahkemesi 17. Hukuk Dairesi
İLK DERECE
MAHKEMESİ : ..Asliye Hukuk Mahkemesi
Davacı-birleştirilen davada davacı vekili tarafından, davalı-birleştirilen davada davalı aleyhine 05.03.2015 ve 19.10.2015 tarihlerinde verilen dilekçeler ile gayrimenkul satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil talep edilmesi üzerine yapılan duruşma sonunda; asıl davanın ve birleştirilen davanın reddine dair verilen 14.12.2017 tarihli hükmün istinaf yoluyla incelenmesi davacı vekili tarafından talep edilmiştir. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 17. Hukuk Dairesince istinaf talebinin esastan reddine dair verilen kararın davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içeriğindeki tüm kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:
KARAR
Dava ve birleştirilen dava, gayrimenkul satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
Davacı ve birleştirilen davacı vekili, davacı ile davalı ... vekili ... arasında akdedilen 22.02.2012 tarihli düzenleme şeklinde gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi uyarınca davalı ..."nin Ankara ili, Çubuk ilçesi, Melikşah Köyü 423 ve 424 parselde bulunan hisselerinin davacıya satışının vaat edilerek tapu devir işlemlerinin en geç 31.12.2014 tarihine kadar yapılacağının taahhüt edildiğini, ancak tapuda devrin yapılmadığını, davalı adına kayıtlı olan hisselerin iptali ile davacı adına tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davacı vekili birleştirilen davada; davalılar...ve Necibe Kaya tarafından ..."e, davalı .. tarafından da ..."a verilen vekaletnameye istinaden 22.02.2012 tarihli düzenleme şeklinde gayrimenkul satış vaadi sözleşmesinin akdedildiğini, tapuda hisse devrinin yapılmadığını, asıl davada davalı ... aleyhine dava açıldığını, bu defa aynı sözleşmede vekilleri tarafından taşınmazdaki hisselerinin devrinin vaat edildiği...,...ve ..."ye davanın yöneltildiğini, davalılar adına kayıtlı hisselerin iptali ile davacı adına tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı ve birleştirilen davalılar vekili; dava konusu taşınmazların satışının, ..."e verilen vekaletname uyarınca yapıldığını, davalılar ile davacı arasında yapılmış bir sözleşme olmadığından husumet itirazlarının olduğunu, davacı ile vekil ..."ün yakın akraba olduklarını, hisselerin değeri 130.000,00TL civarında olmasına rağmen 15.000,00TL bedel ile satımının vaat edildiğini, vekil eden vekalet görevini açıkça kötüye kullandığından satış vaadi sözleşmesinin de geçerli olmadığını, ayrıca davalı ..."nin 10.09.2012 tarihli 10802 yevmiye nolu düzenleme şeklinde azilname ile vekil ..."ü vekaletten azlettiğini belirterek davalılar aleyhine açılan haksız davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
Mahkemece, "asıl ve birleştirilen davada vekil ...e verilen vekaletin kötüye kullanıldığı gerekçesiyle davanın reddine" karar verilmiştir.
Davacı vekili, istinaf kanun yoluna başvurmuştur.
Bölge Adliye Mahkemesince, dava ve birleştirilen davada davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Hükmü, davacı vekili temyiz etmiştir.
Borçlar Kanununun temsil ve vekalet aktini düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanununda (TBK) sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 506. maddesinde (818 sayılı Borçlar Kanununun 390.m) aynen; "Vekil, vekâlet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hâllerde vekil, işi başkasına yaptırabilir.
Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür.Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Vekâletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse, görülecek işin niteliğine göre belirlenir. (TBK"nin 504/1.m) Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin son fıkrası uyarınca sorumlu olur. Bu sorumluluk BK"de daha hafif olan işçinin sorumluluğuna kıyasen belirlenirken, TBK"de benzer alanda iş ve hizmetleri üslenen basiretli bir vekilin sorumluluğu esas alınarak daha da ağırlaştırılmıştır.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK"nın 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (re"sen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Türk Medeni Kanununun 2. maddesi hukuk sistemimiz bakımından çok önemli iki prensibi açıklar. Bunlardan birincisi, her somut olayda hakların kullanılmasının kapsam ve içeriğini sınırlayan “Objektif iyi niyet” ikincisi ise, hakların kötü kullanılmasının sonucunu gösteren ve bunun hukuk tarafından korunmayacağını bildiren “hakkın kötüye kullanımı yasağı” dır.
Hakkın kötüye kullanıldığı savunma olarak ileriye sürülmüş olmasa dahi bu husus def’i değil itiraz olarak kabul edildiğinden, dava dosyasından anlaşılan böyle bir durumu hakim resen göz önüne almak zorundadır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 04/11/1964 gün 1964/2-953 Esas ve 1964/640 Karar sayılı ilamı ile 14.02.1951 tarih ve 1949/17 Esas, 1951/1 Karar sayılı; 08/11/1991 tarih 1990/4 Esas, 1991/13 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararları Objektif iyiniyet olarak da tanımlanan ve dürüstlük kuralını düzenleyen TMK’nın 2. maddesi, bütün hakların kullanılmasında dürüstlük kuralı çerçevesinde hareket edileceğini ve bir kimsenin başkasını zararlandırmak ya da güç duruma sokmak amacıyla haklarını kötüye kullanmasını yasanın korumayacağını belirtmiştir. Aynı maddenin ikinci fıkrasın da düzenlenen, hakkın kötüye kullanılması yasağı kuralının amacı, hakime özel ve istisnai hallerde (adalete uygun düşecek şekilde) hüküm verme olanağını sağlamaktadır.
Bir hakkın kullanılmasının açıkça adaletsizlik oluşturduğu, gerçek hakkın tanınması ve bireyin korunması için tüm hukuki yolların kapalı bulunduğu zorunluluk hallerinde, TMK.nın 2. maddesi uygulama alanı bulur ve olağanüstü bir imkan sağlar; haksızlığı düzeltici, yasadaki kuralları tamamlayıcı fonksiyonunu yerine getirir (25.1.1984 T. 1983/3 Esas, 1984/1 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı).
Dürüstlük kuralı, bir kimseden dürüst bir insan olarak beklenen davranışı ifade eder. Bir davranışın bu nitelikte olup olmadığı, toplumda geçerli ahlak ölçülerine gelenek ve göreneklere, karşılıklı uygulana gelen teamüllere ve hakları sağlayan ilişkilerin amacına göre tayin edilir.
Diğer yandan, hakkın kötüye kullanılıp kullanılmadığı belirlenirken; o kişinin hakkın kullanılmasında geçerli ve haklı bir yararının varlığı, hakkın kullanılmasının sağlayacağı yarar ile başkalarına vereceği zarar arasında aşırı oransızlığın olmaması, bir kimsenin kendi ahlaka aykırı davranışına dayanmaması ve uyandırılan güvene aykırı davranışta bulunmaması gibi ölçütler hakkın kötüye kullanılıp kullanılmadığını belirler.
Bir hakkın, objektif iyi niyet kurallarına aykırı olarak kullanılması suretiyle başkasına bir zarar vermesi, hakkın kötüye kullanımını oluşturur. Bu durum da hak sahibinin başkasını zarar verme amacıyla hareket etmiş olup olmadığını araştırmaya gerek yoktur. Önemli olan, başkasına zarar verme kastı değil, fakat hakkın objektif iyi niyet kurallarına aykırı olarak kullanılması sonucunda başkasının zarar görmüş olmasıdır.
Hakkın kötüye kullanımının genel yaptırımı, hukuk düzeninin her hangi bir hakkın objektif iyi niyet kurallarına aykırı olarak kullanılmasını korumamasıdır. Bu, bir kimsenin hakkını objektif iyi niyet kurallarına aykırı olarak kullanmakla gerçekleşmesini arzuladığı amacın ya da hukuki sonucun elde edilmesini sağlayacak imkanlardan yoksun bırakılması demektir.
Diğer taraftan, kullanılan hak soyut değil somut olaylara dayanmalıdır.
Hak sahibinin hakkını kullanmada iyi ya da kötü niyetli olduğunu saptamak kullananın iç dünyası ile ilgili olduğundan bunu belirlemek oldukça güçtür. Ancak bunun belirlenmesi her somut olaydaki durum gözetilerek dışa yansıyan olgulara göre belirlenmelidir.
Somut olaya gelince; davacı ile davalılar Necibe, Firdes ve Satıa"ya vekaleten ... ve Fitnet"e vekaleten Yasin Kuzal arasında akdedilen 22.02.2012 tarihli düzenleme şeklinde gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi uyarınca 127 ada 1 parsel (eski 423 parsel) ve 127 ada 3 parsel (eski 424 parsel ) sayılı taşınmazlarda vekalet verenler adına kayıtlı hisselerin davacı ..."e 15.000,00TL bedel ile satışının vaat edildiği, satış bedelinin nakden ve tamamen alındığı, tapuda kayıtlı ihtiyati tedbir şerhi nedeniyle tapu ferağının verilemediği, ancak şerh kalkar kalkmaz ve en geç 31.12.2014 tarihine kadar tapu ferağının verileceği taahhüt edilmiştir.
Davacı ile kardeş olan ve davacı tanığı sıfatıyla beyanları alınan vekil ...; davalıların, dava konusu taşınmazdaki hisselerinin davacıya satılacağından haberdar olduğunu, hatta hisselere karşılık davalılara 20.000,00TL elden nakit olarak ödendiğini, tapu işlemleri sırasında tedbir şerhi nedeniyle satış yapılmayacağını öğrenince davalılara satış vaadi sözleşmesi yapmayı teklif ettiğini ancak davalıların kabul etmemeleri ve aldıkları bedeli de iade etmemeleri nedeniyle davacı ile satış vaadi sözleşmesi yapmak zorunda kaldığını, davalıların yapılan satış vaadinden haberi olmadığını beyan etmiş, davalı tanığı Murat Gökçe ise davalıların dava konusu taşınmazın satışından haberdar olmadıklarını ve vekalet verildiği anda para alınmadığını dile getirmiştir. Bu iki tanığın davalıların satış vaadinden haberi olmadığı, davalıların vekalet sonrası taşınmazların bedelini aldığı halde tapu devir işlemlerini gerçekleştirmediklerine dair beyanları, vekalet görevinin açıkça kötüye kullanıldığının göstergesi olamayacağı gibi davacının kötüniyetli olduğunu da ispata yeterli değildir. Kaldı ki davalılar tanık beyanı dışında başkaca delil sunamamış, davacının kötüniyetli olduğunu ispatlayamamışlardır.
Öte yandan davalılardan sadece asıl davalı ... tarafından vekil ... vekalet görevinden azledilmiş, onun dışında diğer davalılar ile vekil arasında herhangi bir azil veya açılmış bir dava olmadığı gibi davalı ... da dava konusu satış vaadi düzenlendikten sonra vekili azletmiştir. Hal böyle olunca vekil ..."ün vekalet görevini açıkça kötüye kullandığı, vekil ile satış vaadi sözleşmesi akdeden davacının kötüniyetli olduğu dava yolu ile veya dosya kapsamı itibariyle ispatlanamadığından; davacının tapu iptal ve tescil talebi yönünden işin esasına ilişkin inceleme yapılarak bir hüküm kurulması gerekirken yazılı olduğu şekilde vekaletin kötüye kullanıldığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, hükmün bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 373/1. maddesi gereğince temyiz olunan Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 17.Hukuk Dairesi kararının KALDIRILMASINA, yerel mahkeme hükmünün BOZULMASINA, karardan bir örneğin Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 17.Hukuk Dairesine, dosyanın İLK DERECE MAHKEMESİNE GÖNDERİLMESİNE, peşin yatırılan harcın yatırana iadesine, 22.09.2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.