21. Hukuk Dairesi 2015/18843 E. , 2016/209 K.
"İçtihat Metni"
Davacı, sürekli iş göremezlik ödeneğinin olay tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte bağlanması gerektiğinin tespitine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, hukuki yarar bulunmadığından davanın usulden reddine karar vermiştir.
Hükmün, davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.
K A R A R
Dava, 05.06.2010 tarihli iş kazası nedeniyle sürekli iş göremezlik oranın ve iş kazası kolundan gelir bağlanması gerektiğinin tespiti istemine ilişkindir.
Mahkemece, davacının sürekli iş göremezlik geliri bağlanması için Kuruma başvurmadan, idari yolları tüketmeden dava açtığından korunmaya değer hukuki yararının bulunmadığından bahisle hukuki yarar yokluğundan davanın reddine karar verilmiş ve bu karar süresinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Davacının iş kazası sonucu sürekli iş göremezlik nedeniyle maddi ve manevi tazminat ile sürekli iş göremezlik oranının tespiti ve gelir bağlanması istemli olarak dava açtığı, yargılama sırasında tazminat davasının tefrik edilerek davaya tespit talepleri bakımından devam edildiği dosya içerisindeki bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır. Uyuşmazlık idari yola başvurulmadan sürekli iş göremezlik oranı ile iş kazası kolundan gelir bağlanması için dava açılmakta hukuki yararın bulunup bulunmadığına ilişkindir. Mahkemece idari yollar tüketilmeden dava açılmasında hukuki yarar bulunmadığı sonucuna varılmışsa da varılan bu sonuç hatalı olmuştur.
01.10.2011 Tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması “Dava Şartları” başlıklı 114. maddesinin 1. fıkrasının (h) bendinde açıkça dava şartları arasında sayılmıştır. Bir davada, hukuki yarar ilkesinin dava şartı olarak gözetilmesinin, yargılamanın amacına ve usul ekonomisi ilkesine uygun olarak yargılama yapılmasına yarar sağlayacağı, her türlü duraksamadan uzaktır.
Bu ilkeden hareketle, dava şartı olarak hukuki yararın varlığının, mahkemece, taraflarca dava dosyasına sunulmuş deliller, olay veya olgular çerçevesinde, kural olarak davanın açıldığı tarihe göre, kendiliğinden ve yargılamanın her aşamasında gözetilmesi gerekir. Bu sayede, iç hukukumuzun bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme)"nin 6. maddesi ve 1982 Anayasası"nın 36. maddesinde düzenlenen "hak arama özgürlüğü” nün dürüstlük kuralına uygun kullanılması sağlanabilecek; bu durum, haksız davalar açmak suretiyle, dava hakkının kötüye kullanılmasına karşı bir güvence oluşturacaktır.
Dava açmaktaki hukuki yarar; hukuk düzenince kabul edilmiş meşru bir yarar olmalı, bu yarar dava açan hak sahibi ile ilgili olmalı ve dava açıldığı sırada halen mevcut bulunmalıdır. Ayrıca açılacak davanın, ortaya çıkacak tehlikeyi bertaraf edecek nitelikte olması gerekir. Bir kimsenin hakkına ulaşmak için mahkeme kararının o an için gerekli olması durumunda hukuki yararın olduğundan söz edilebilir. Bir mahkeme kararına ihtiyaç yoksa hukuki yarardan söz edilemez. (Pekcanıtez, H./Atalay, O./Özekes, M.: Medeni Usul Hukuku, Ankara 2011, s.297).
Uyuşmazlığın çözümünde, hukuki yarar kavramının tespit davasındaki yansımasının ne olacağının ayrıca irdelenmesinde yarar vardır:
Bilindiği üzere mahkemeden istedikleri hukuki korunmaya göre davalar eda davaları, tespit davaları ve inşai davalar olarak ayrılmaktadır.
Eda davalarında, bir şeyin yapılması, bir şeyin verilmesi veya bir şey yapılmaması istenmekte iken; inşai (yenilik doğuran) davalar ile de var olan bir hukuki durumun değiştirilmesi, kaldırılması veya yeni bir hukuki durumun yaratılması istenir. İnşai (yenilik doğurucu) davanın kabulü ile yeni bir hukuki durum yaratılır ve hukuksal sonuç genellikle bir yargı kararı ile doğar. Tespit davaları ise bir hukuki ilişkinin var olup olmadığının tespitine ilişkin davalar olup, konusunu hukuki ilişkiler oluşturur. Bu dava türü ile bir hukuksal ilişkinin varlığı veya yokluğu saptanmaktadır. Bu davalarda davacının amacı ve dolayısıyla talep sonucu, bir hukuki ilişkinin varlığının ya da yokluğunun veyahut içeriğinin belirlenmesidir. Tespit davasında sadece tespit hükmü verilebilir. Tespit davasında verilen karar ile hukuki ilişkinin varlığı veya yokluğu kesin olarak tespit edilir, diğer bir anlatım ile davalının varlığını inkar ettiği ilişkinin var olduğu veya yokluğunu inkar ettiği hukuki ilişkinin yok olduğu kesin olarak hükme bağlanır. Bir tespit davasının kabule şayan olabilmesi için, bu davanın konusunu oluşturan hukuki ilişkinin var olup olmadığının mahkemece hemen tespit edilmesinde davacının menfaatinin (hukuki yararının) bulunması gerekir.
Tespit davasında, eda davasından ve inşai davadan farklı olarak, davacının böyle bir menfaatinin bulunduğu varsayılmaz. Tespit davasında davacı, kendisi için söz konusu olan tehlikeli veya tereddütlü durumun ortaya çıkaracağı zararın ancak tespit davası ile giderilebileceğini kanıtlamalıdır. Çünkü tespit davası, hukuki bir durum ya da hak henüz inkar ya da ihlal edilmeden, yani herhangi bir zarar doğmadan açılabildiğinden, menfaatin doğmuş ve güncel olması gereğinin bir istisnası olarak ortaya çıkmıştır.
İşte davacının hukuki ilişkinin derhal tespitinde menfaatinin (hukuki yararının) varlığı için öncelikle, davacının bir hakkı veya hukuki durumu güncel (hali hazır) ve ciddi bir tehlike ile tehdit edilmelidir. Bu tehdit çoğunlukla davalının davranışları ile ortaya çıkar. Söz konusu bu tehdidin davacı için bir tehlike oluşturabilmesi, bu tehdit nedeniyle, davacının hukuki durumunun tereddüt içinde olmasına ve bu hususun, davacıya zarar verebilecek nitelikte bulunmasına bağlıdır.
Bu yasal düzenleme ve açıklamalar ışığı altında inceleme konusu dava değerlendirildiğinde; tazminat istemli davasının görülebilmesi için davacının sürekli iş göremezlik oranının tespiti ile %10 ve üzerinde ise Kurum tarafından gelir bağlanması zorunludur. Hal böyle olunca davacının dava açmakta hukuki yararının bulunduğunun kabulü ile ispat koşullarının araştırılarak esasla ilgili bir karar verilmek gerekirken hukuki yarar yokluğundan davanın reddine karar verilmesi isabetsiz olmuştur.
Davacı, tazminat ve sürekli iş göremezlik oranının tespiti ile gelir bağlanmasına yönelik dava dilekçesinde, işveren ile kusurlu gerçek kişi ve ZMM Sigorta şirketine ve SGK Başkanlığını davalı olarak göstermiş ve tazminat istemlerinin SGK dışındaki davalılara yönelik olduğunu vurgulamıştır. Sürekli iş göremezlik oranının belirlenmesi konusundaki uyuşmazlığın tazminat talep edilen, işveren ile kusurlu gerçek kişi ve ZMM Sigorta şirketinin hak alanını da ilgilendirdiği açıktır. Hal böyle olunca tazminat davasının tefriki sonrasında tespit davasının yalnızca Kurum bakımından sürdürülmesi de hatalı olmuştur.
Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular nazara alınmaksızın yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Hükmün yukarıda açıklanan nedenle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, 19.01.2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.