Esas No: 2011/13-37
Karar No: 2011/198
Karar Tarihi: 20.04.2011
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2011/13-37 Esas 2011/198 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : Antalya 2. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 24/06/2010
NUMARASI : 2010/246-2010/201
Taraflar arasındaki “Tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Antalya Asliye 2. Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 25.12.2008 gün ve 98-453 sayılı kararın incelenmesi davalılar vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 08.02.2010 gün ve 2009/7684 Esas, 2010/1339 Karar sayılı ilamı ile;
(...Davacı, davalı Belediyeden satın aldığı taşınmaza ait tapunun bilahare davalı Hazine tarafından açılan dava sonunda iptal edilerek Hazine adına tescil edildiğini, ileri sürerek, taşınmazın rayiç değerinin davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalılar, davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, davalı Maliye Hazinesi yönünden taşınmazın tapu iptal ve tescil davasının kesinleşme tarihindeki rayiç değeri esas alınmak, davalı Belediye yönünden ise denkleştirici adalet ilkeleri uygulanmak suretiyle davanın kabulüne, 104.810,07—YTL’nin (7.000-YTL’lik kısmının dava tarihinden yasal faizi ile birlikte) davalılardan (davalı Belediye bu miktarın 1.850,23-YTL’lik kısmından ve bu kısma dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizinden sorumlu olmak üzere) tahsili ile davacıya verilmesine karar verilmiş; hüküm, davalılarca temyiz edilmiştir.
1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalı Antalya Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın tüm temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2- Davalı Belediye tarafından idari yoldan tapusu oluşturulan taşınmazın davacıya satıldığı, ancak, daha evveliyatın 6831 sayılı yasanın 2/8 maddesi kapsamında olduğu gerekçesi ile Hazine tarafından açılan dava sonunda tapunun iptal edildiği hususunda uyuşmazlık yoktur. Satılanın zaptı nedeniyle satıcının zapta karşı tekeffül hükümlerine göre sorumlu olduğu mahkemenin de kabulündedir. Somut olayda tapu kaydı, yörenin coğrafi durumunu en iyi bilmesi gereken Belediye tarafından ve imar uygulaması ile idari yoldan oluşturulmuştur. Mahkemece, H.G.K. ‘nun 07.12.1997 gün ve 1997/1-655- 1003 Sayılı kararı ile kabul edilen “... kamu malı niteliğini kazanan bir taşınmazın imar uygulamasına tabi tutularak özel mülkiyete dönüştürmeye idari mercilerin yetkileri olmadığı, başka bir anlatımla, idari mercilerin yasadan kaynaklanan bir yetkileri bulunmayan konularda aldıkları kararların yok hükmünde, buna dayanan tescilinde, M.Y. ‘nın 1024. (932.) maddesi gereğince yolsuz tescil niteliğinde olduğu, Anayasanın 169 ve 170. maddelerindeki 2924 Sayılı Yasada ve 3402 Sayılı Yasanın 16/D maddesinde özel olarak düzenlenen Devlet Ormanları ve nitelik kaybı nedeniyle orman rejimi dışına çıkartılan yerlerin özel yasalarına tabii olduğu, H.G.K.nun 24.03.1999 gün 1999/1-170-167 ve 21.02.1990 gün 1989/1-700-101 kararlarında belirtildiği gibi; aslında özel mülkiyete konu olmayan taşınmazlar her nasılsa tapuya tescil edilmiş olsa bile, bu durum taşınmazın niteliğini değiştirmeyeceğinden tescil işlemi yok hükmünde olup, bu tür taşınmazlar hakkında M.Y.‘nın 1023. (931.) maddesinde belirtilen iyi niyetle iktisap iddiasında bulunulamayacağı ve Maliye Hazinesi’ne husumet yöneltilemeyeceği hususları gözetilerek, davalı Maliye Hazinesi yönünden davanın husumet yokluğu nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken, yanlış değerlendirme ve yazılı gerekçe ile davanın kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir...)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı Hazine vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, davacı tarafından davalı Belediyeden satın alınan taşınmazın tapu kaydının, daha sonra davalı Hazine tarafından açılan dava sonunda iptal edilerek Hazine adına tescil edilmiş olması nedeniyle, taşınmazın rayiç değerinin her iki davalıdan tahsili istemine ilişkindir.
Mahkemece, “davacının mülkiyet hakkından yoksun bırakılması nedeniyle oluşan zarardan, davalı Hazinenin Medeni Kanunun 1007. maddesi uyarınca, davalı Belediyenin ise sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre sorumlu bulundukları” gerekçesiyle, “davalı Hazine yönünden taşınmazın tapu iptal ve tescil davasının kesinleşme tarihindeki rayiç değeri esas alınmak, davalı Belediye yönünden ise denkleştirici adalet ilkeleri uygulanmak suretiyle davanın her iki davalı yönünden de davanın kabulüne” dair verilen karar; davalılar vekillerinin temyizi üzerine Özel Daire’ce, yukarıda yazılı gerekçeyle Hazine yararına bozulmuştur.
Yerel Mahkemece, “Medeni Kanunun 1007. maddesi gereğince orman niteliğindeki taşınmazın bu niteliği göz ardı edilerek tespit ve tescil işlemi yapılmasında ve tapu kaydı oluşturulmasında, kayda güven ilkesi de gözetildiğinde bu kayıttan kaynaklanan davacının mülkiyet hakkından, sonradan yargı kararı ile mahrum bırakılmasında kusursuz sorumluluk ilkesi uyarınca Hazinenin sorumlu tutulması gerektiği” gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacının zararından, davalı Hazinenin de sorumluluğunun bulunup bulunmadığı, davalı Hazine yönünden davanın husumet nedeniyle reddinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
Davacı ile davalı Hazine arasındaki uyuşmazlığın özü, devletin tapu sicillerinin tutulmasından doğan zararlardan birinci derecede ve objektif sorumluluk esasına göre sorumlu bulunması ilkesini düzenleyen 743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin 917. ve bu kuralı aynen benimseyen 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 1007. maddesinden kaynaklanmaktadır.
O halde, uyuşmazlığın çözümüne geçilmeden önce, tapu sicilinin tutulmasından doğan zararlardan Devletin sorumluluğunun niteliği ve yasal dayanağı üzerinde durulmasında yarar vardır:
Sorumluluk hukukunun tarihsel gelişim süreci içerisinde, kusur sorumluluğundan kusursuz sorumluluğa uzayan bir yol izlenir. Kusur sorumluluğunda bir zararı başkasına tazmin ettirmek, ancak zarar onun kusurlu bir fiilinden doğmuş ise mümkündür (Tandoğan Haluk, Türk Mes’uliyet Hukuku, 1967, s:89). Kusur sorumluluğunda, “kusur” sorumluluğun öğesidir (E.. F..., Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, C.1, B.6, İstanbul 1998, s:554).
Sanayileşme ile birlikte doğan tehlikeler, bir kimsenin kusurlu olmasa dahi kendisinin verdiği zarar nedeniyle tazmin sorumluluğunu getirmiştir.
Öğretide kusursuz sorumluluk halleri “olağan sebep sorumluluğu-tehlike sorumluluğu” gibi ikili ayırıma tabi tutulduğu gibi (E..F..., Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, C.1, B.3, 1989; T... H.., Kusura Dayanmayan Sözleşme Dışı Sorumluluk, Ankara, 1981, s:22); “hakkaniyet sorumluluğu-nezaret ve ihtimam gösterme yükümünden doğan sorumluluk-tehlike sorumluğu” şeklinde üçlü ayırım yapanlar da vardır (T... /A... /B.../ A.../ T... Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, B.7, İstanbul 1993, s:498).
Öte yandan, “objektif sorumluluk” üst başlığı altında kusursuz sorumluluk halleri olarak da düzenlemeler bulunmaktadır. Tehlike sorumluluğu, “terminolojide” “ağırlaştırılmış sebep sorumluluğu”; “ağırlaştırılmış objektif sorumluluk” olarak yer alır (K..C...Objektif Sorumluluğun Genel Teorisi, Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 1984, s:183). Diğer sorumluluk türlerinden farklı olarak kurtuluş beyyinesi (kanıtı) yasalarda bulunmamaktadır. Ancak, uygun illiyet bağını kesen sebepler sorumluyu sorumluluktan kurtarır.
Bu noktada; Devletin “tapu sicilinin tutulmasından doğan sorumluluğuna” ilişkin olarak, kusursuz sorumluluk/ağırlaştırılmış sebep/ağırlaştırılmış objektif sorumluluk/ tehlike sorumluluğa ilişkin kurallar uygulanır.
Taşınmazların tapu siciline kaydedilmesinde ve doğru sicillerin oluşturulmasında Devletin sorumluluğu o kadar önemlidir ki, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 1007. maddesinde (743 sayılı TKM m.917); “Tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur. Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder” hükmü öngörülmüştür.
Devletin tapu sicilini çok düzgün tutması ve taşınmazların durumunu tespit ve tescil bakımından gerekli düzenlemelerin yapılarak açık hale getirilmesi konusuna büyük önem verilmiş, bu sicillerin devlet memurlarınca tutulmasından ileri gelecek bütün zararlardan dolayı vatandaşlara karşı fer’i değil, aynen İsviçre’de olduğu gibi asli bir sorumluluk yüklenmiştir (Prof. Dr. H... V...V../G...E... Gayrimenkul Tasarrufları, 1969, s:512 vd.; Prof. Dr. J...A.., Eşya Hukuku, 1972, s:303).
Kanunun bu açık hükmünün kaynak olduğu Devletin sorumluluğundan söz edebilmek için, tapu sicilinin tutulmasında sicil görevlisinin hukuka aykırı bir işleminin ve bununla zararlı sonuç arasında nedensellik bağının varlığı gerekmekle birlikte, eylemin kusura dayanıp dayanmamasının bir önemi yoktur. Eş söyleyişle, Devletin sorumluluğu, kusursuz bir sorumluluktur.
Burada, kusursuz sorumluluğun dayanağı, tapu siciline bağlı büyük çıkarların ve yanlış tesciller sonucunda sicile güven ilkesi yüzünden ayni hakların yerinin doldurulmaz biçimde değişmesi ve bu hakların sahiplerinin onlardan yoksun kalmaları tehlikesinin varlığı ile açıklanabilir.
Görüldüğü üzere, tapu sicilinin tutulmasını üzerine alan Devlet, tapu siciline tanınan güvenden ötürü, hak durumuna aykırı kayıtlardan doğan tehlikeyi de üstlenmektedir. Tapu sicil müdür ya da memurunun kusuru olsun olmasın, tapu sicilinin tutulmasında kişilerin mameleki çıkarlarını koruyan hukuk kurallarına aykırı davranılmış olması yeterlidir. Kusurun varlığı ya da yokluğu Devletin sorumluluğu için önem taşımamakta, sadece Devletin memuruna rücuu halinde iç ilişkide etkisi söz konusu olmaktadır.
Tapu sicilinin tutulmasında kişi çıkarlarının korunması bakımından uyulması gereken kurallar tapu mevzuatı ile sınırlı olmayıp, bu mevzuat dışındaki hukuk kurallarına ve hukukun genel ilkelerine de uyulması gerekmektedir. Tapu müdür ya da memurlarının ihlal ettikleri hukuk kuralları ister genel olsun ister salt sicilin tutulmasıyla ilgili olsun her iki halde de ortaya çıkan sonuç tapu sicilinin hukuka aykırı tutulmuş olmasıdır (Dr. L..S..., Tapu Sicilinin Tutulmasından Doğan Zararlardan Devletin Sorumluluğu, Ankara 1976, s:63 vd). Bu nedenle sicilin hukuka uygun tutulması kavramı tapu mevzuatına uygunlukla sınırlı bir kavram olmayıp, hukukun genel ilkelerine uygunluk da gerekmektedir. Bunun dışına çıkan her hukuka aykırı davranıştan Devletin sorumluluğu asıldır.
Öyle ki, tapu siciline güven ilkesine verilen önemi vurgulayan 15.03.1944 tarih ve 13/8 sayılı İçtihadı Birleştirme kararında, Türk Kanunu Medenisinin yürürlüğe girmesinden önceki sicillerin tutulmasından dahi Devletin objektif sorumluluğu benimsenip, vurgulanmıştır.
Nitekim, az yukarıda açıklanan, Devletin sorumluluğunun bir tehlike sorumluluğu olduğu ve geniş bir yelpazeyi kapsadığı yönündeki ilkeler, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 05.10.1955 gün ve E:1955/4-58 K:1955/64, 29.06.1977 gün ve E:1977/4-845 K:1977/655, 24.09.2003 gün ve E:2003/4-491 K:2003/487, 19.04.2006 gün ve E:2006/4-113 K:2006/205, 09.05.2007 gün ve E:2007/4-212 K: 2007/261, 11.07.2007 gün ve E:2007/4-422 K:2007/536 sayılı kararlarında da aynen benimsenmiştir.
Şu da eklenmelidir ki; tapu sicilinin tutulmasını üzerine alan Devletin uygulaması gereken hukuki esasların ihlali, Anayasanın ikinci kısmında yer alan temel hak ve hürriyetlere ve özellikle 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkına aykırı olduğu gibi, her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı bulunduğuna işaret eden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 1 nolu Protokolünün 1. maddesine de aykırıdır.
Sonuç itibariyle, sicilin sağlıklı biçimde oluşturulması, tüm kayıtların usulünce tutulması, korunması, devamlılığı ve güvenilirliğini üstlenmiş bulunan Devletin; hukukun genel ilkeleri, Anayasa ve kanunlarca belirlenen usullerin takip ve icra edilmemesi nedeniyle tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanan zarardan, kusursuz ve mutlak bir sorumluluğu söz konusudur.
Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Dava konusu taşınmazın, 3116 sayılı Kanun hükümlerine göre 1947 yılında yapılıp kesinleşen orman kadastrosu sınırları içinde bırakıldığı, 1952 yılında 5653 sayılı Kanuna ve ilgili yönetmeliğe aykırı olarak kurulan ve yine Kanun ve yönetmelik hükümlerine uymadan çalışma yapan maki tefrik komisyonunca Akdeniz makisi olarak tesbit edilmişse de, 1978 yılında Orman Yönetimi tarafından makiye ayırma işlemine değer verilmeyip, orman kadastro sınırı içinde kalmaya devam ettiği kabul edilerek 1744 sayılı Kanunun 2. maddesi gereğince nitelik kaybı nedeniyle Hazine adına orman sınırları dışına çıkarıldığı, ancak Orman Yönetiminin açtığı dava sonunda bu işlemin Antalya İdare Mahkemesince taşınmazın orman sayılan yerlerden olduğu ve bu niteliğini yitirmediği belirlenerek, orman rejimi dışına çıkarma işleminin iptal edildiği ve kararın kesinleştiği; 1989 yılında, taşınmazın 1947 yılında kesinleşen orman sınırları içinde aplike edildikten sonra 3302 Sayılı Kanunla değişik 6831 sayılı Kanunun 2/B madde uygulaması sonucu Hazine adına orman sınırları dışına çıkarıldığı ve bu işlemin 15.06.1989 tarihinde ilan edilerek kesinleştiği; ancak bu işlemler göz önünde bulundurulmadan, Antalya Belediyesince yapılan imar uygulaması sonucu 19.10.1993 tarihinde yoldan ihdasen Belediye adına tescil edildikten sonra 16.12.1993 tarihinde Belediyece satış suretiyle davacı adına tescil edildiği anlaşılmaktadır.
Bu aşamadan sonra; Hazine tarafından, tapu maliki olan eldeki davanın davacısı aleyhine 14.04.2006 tarihinde açılan tapu iptal ve tescil davasında, taşınmazın öncesinin 6831 sayılı Kanunun 2/B maddesi kapsamında olduğu gerekçesi ile kaydın iptali ile Hazine adına tescile karar verilmiş ve hüküm kesinleşmiştir.
6831 sayılı Yasanın değişik 2/B madde uygulaması sonucu nitelik kaybı nedeniyle orman rejimi dışına çıkarma işlemi Hazine adına yapıldığından, aynı maddenin üçüncü fıkrası gereğince “Uygulama kesinleştikten sonra tapuda kesin tashih ve tescil işlemi yapılması” zorunludur.
Öncesi orman olan dava konusu taşınmazın, 6831 sayılı Kanunun 2/B madde uygulaması sonucu orman sınırları dışına çıkarma işlemi 15.06.1989 tarihinde ilan edilerek kesinleşmesine rağmen, kanunun açık hükmüne aykırı olarak kesin tashih ve Hazine adına tescil işlemleri yapılmamıştır.
Az yukarıda da önemle vurgulandığı gibi, tapu sicilinin tutulmasında uyulması gereken kurallar tapu mevzuatı ile sınırlı olmayıp, bu mevzuat dışındaki hukuk kurallarına ve hukukun genel ilkelerine de uyulması gerektiğinden; Hazine adına tescile dair Kanuni lazımenin yerine getirilmemiş olması hukuka aykırıdır ve bu hukuka aykırılık, görevlilerin kusuru olsun ya da olmasın, sonuçta zarara uğranılmasında etkilidir.
Dahası, taşınmazların tapu siciline kaydedilmesinde ve doğru sicillerin oluşturulmasında yasal olarak tüm sorumluluğu üstlenmiş bulunan Devlet; bu aşamadan sonra, imar uygulaması sonucu dava konusu taşınmazın gerçek hak durumuna aykırı olarak 19.10.1993 tarihinde Belediye adına tesciline ve akabinde ihale ile davacıya satışına suskun kalmış, nihayet uzunca bir süre sonra 14.04.2006 tarihinde açtığı dava ile kaydın iptalini ve Hazineye dönüşünü sağlamıştır.
Burada zarar, salt imar uygulamasıyla değil, Hazine adına tescile dair Kanuni lazimeye riayet edilmemesini takiben, Hazinenin pasif ve suskun kalması sonucu tapuda hukuka aykırı şekilde yapılan yolsuz tescil ve bu kaydın aleniyetine itimatla davacıya satış işleminden sonra kaydın iptali ve Hazineye dönüşü ile ortaya çıkmıştır.
Bu itibarla; hukuksal dayanağını kusursuz sorumluluktan alan ve kusura değil tehlike prensibine dayanan davada, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 1007. maddesi gereğince, davacının zararından davalı Hazinenin sorumluluğunun bulunduğu açıktır.
Hal böyle olunca; Yerel Mahkemenin, davacının zararından davalı Belediye ile birlikte davalı Hazinenin de sorumlu bulunduğu yönündeki direnme kararı usul ve yasaya uygun olup, yerindedir.
Ne var ki; davalı Hazine vekilinin esasa ilişkin temyiz itirazları Özel Dairece incelenmediğinden, bu yönden inceleme yapılmak üzere dosya Özel Daireye gönderilmelidir.
S O N U Ç: Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı direnme kararı uygun olup, davalı Hazine vekilinin esasa ilişkin temyiz itirazları incelenmek üzere dosyanın 13.HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 20.04.2011 gününde oybirliği ile karar verildi
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.