Hukuk Genel Kurulu 2016/917 E. , 2019/833 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :İş Mahkemesi Sıfatıyıla)
Taraflar arasındaki “tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Çatalca 1. Asliye Hukuk Mahkemesince (İş Mahkemesi Sıfatıyla) davanın kabulüne dair verilen 30.09.2014 tarihli ve 2012/416 E., 2014/502 K. sayılı kararın davalı Sosyal Güvenlik Kurumu vekili ile davalı işveren vekilince temyizi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 16.03.2015 tarihli ve 2014/27551 E., 2015/4683 K. sayılı kararı ile;
“...Dava, 08.05.1999-13.09.2005 tarihleri arasında davalı işveren nezdinde kesintisiz geçen çalışmaların tespiti istemine ilişkindir.
Mahkemece, ilâmında belirtildiği şekilde davanın kabulü ile davacının 08.05.1999-17.10.2003 tarihleri arasında toplam 1500 gün çalıştığının tespitine dair hüküm tesis edilmiştir.
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu"nun geçici 7. maddesi uyarınca davanın yasal dayanağı olan 506 sayılı Kanunun 79/10. maddesindeki, "Yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları Kurumca tespit edilemeyen sigortalılar, çalıştıklarını hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde mahkemeye başvurarak alacakları ilam ile ispatlayabilirlerse, bunların mahkeme kararında belirtilen aylık kazanç toplamları ile prim ödeme gün sayıları nazara alınır" hükmüne göre; Kuruma bildirilmeyen hizmetlerin sigortalı hizmet olarak değerlendirilmesine ilişkin davanın, tespiti istenen hizmetin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içinde açılması gerekir. Söz konusu Kanunun kabul edilip yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla beş yıl olarak öngörülen hak düşürücü süre, 09.07.1987 tarihinde yürürlüğe giren 3395 sayılı Kanunun beşinci maddesiyle on yıla çıkarılmış, daha sonra 07.06.1994 tarihinde yürürlüğe giren 3995 sayılı Kanunun üçüncü maddesiyle yeniden beş yıl olarak düzenlenmiş olup, halen geçerliliğini korumaktadır. Bu yönde, anılan madde hükmünde yer alan hak düşürücü süre; yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalışmaları Kurumca tespit edilemeyen sigortalılar için geçerlidir. Bir başka anlatımla; sigortalıya ilişkin olarak işe giriş bildirgesi, dönem bordrosu gibi yönetmelikte belirtilen belgelerin Kuruma verilmesi yada çalışmaların Kurumca tespit edilmesi halinde; Kurumca öğrenilen ve sonrasında kesintisiz biçimde devam eden çalışmalar bakımından hak düşürücü sürenin geçtiğinden söz edilemez. Ne var ki, sigortalının Kuruma bildiriminin işe giriş tarihinden sonra yapılması, bir başka ifade ile sigortalının hizmet süresinin başlangıçtaki bir bölümünün Kuruma bildirilmeyerek sonrasının bildirilmesi ve Kuruma bildirimin yapıldığı tarihten önceki çalışmaların, bildirgelerin verildiği tarihide kapsar biçimde kesintisiz devam etmiş olması halinde, Kuruma bildirilmeyen çalışma süresi yönünden hak düşürücü sürenin hesaplanmasında; bildirim dışı tutulan sürenin sonu değil, kesintisiz olarak geçen çalışmaların sona erdiği yılın sonu başlangıç alınmalıdır.
Değinilen yasal düzenleme ve yapılan açıklamalar ışığı altında dosya kapsamına göre değerlendirme yapıldığında; dava konusu işyerinden ilk defa 17.10.2003 tarihi itibariyle davacının işe giriş bildirgesinin düzenlenerek Kurum’a intikal ettiği, 17.10.2003-13.09.2005 tarihleri arasında ise davalı işveren tarafından bildirimlerinin yapıldığı anlaşılmaktadır. 08.05.1999-17.10.2003 tarihleri arasındaki döneme ilişkin davacı çalışmalarına yönelik, davalı Kuruma bildirge veya bordro verilmediği gibi davacının Kurumca bir çalışmasının da tespit olmadığı anlaşılmaktadır. Davacının, davalı işveren nezdinde geçen çalışmalarının 13.09.2005 tarihinde sonlandığı ve davanın 13.08.2012 tarihinde açıldığı gözetildiğinde 31.12.2010 tarihi itibariyle hak düşürücü sürenin dolduğu belirgindir. Mahkemece, 17.10.2003 tarih öncesi çalışmalarının hak düşürücü süreye uğradığı ve bu dönem yönünden davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm ve tesisi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.
O hâlde, davalılar avukatlarının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır...”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, hizmet tespiti istemine ilişkindir.
Davacı vekili; müvekkilinin 08.05.1999-13.09.2005 tarihleri arasında davalı işverene ait iş yerinde kesintisiz olarak çalıştığını, işveren tarafından çalışmalarının Kuruma işe giriş tarihinden daha sonra bildirilmeye başlandığını ileri sürerek 08.05.1999-13.09.2005 tarihleri arasında davalı işyerinde kesintisiz olarak çalıştığının tespitine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili; hak düşürücü sürenin geçtiğini, hizmet tespitine ilişkin eldeki davada fiili çalışma olgusunun özel bir duyarlılık ve titizlikle incelenmesi gerektiğini belirterek davanın reddinin gerektiğini savunmuştur.
Davalı işveren vekili; dava dilekçesinde davacının adresinin yazılmamış olduğunu, davacının çalışmalarının 17.10.2003 tarihinde başladığını ve bu tarihten sonra çalışma süresinin Kuruma tam olarak bildirildiğini belirterek davanın reddinin gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece; dosyaya sunulan belgeler ve bordro tanıklarının beyanlarından davacının 08.05.1999 tarihinde sigortalı niteliğinde davalı işyerinde çalışmaya başladığının ve 17.10.2003 tarihine kadar gerçek ve fiili olarak çalıştığının anlaşıldığı, davacının çalışmalarına ilişkin olarak davalı işveren tarafından işe giriş bildirgesi verildiğinden hak düşürücü sürenin gerçekleşmediği, hizmet karşılığı ücret alma unsurunun oluştuğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili ile davalı işveren vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece yukarıda karar başlığında açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece; davacının çalışmalarına ilişkin olarak davalı işveren tarafından işe giriş bildirgesi verildiği, hiç kimsenin Anayasa ile kendine tanınmış olan sosyal güvenlik hakkından vazgeçemeyeceği, Kuruma verilmiş olan işe giriş bildirgesi nedeniyle hak düşürücü sürenin gerçekleşmeyeceği gerekçesiyle ve önceki gerekçelerle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı, davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili ile davalı işveren vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda davacının 08.05.1999-17.10.2003 tarihleri arasındaki hizmetlerinin tespiti bakımından 17.10.2003-13.09.2005 tarihleri arasındaki bildirimlerinin hak düşürücü sürenin oluşmasına engel olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre davacının talebi yönünden hak düşürücü sürenin gerçekleşip gerçekleşmediği noktasında toplanmaktadır.
01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu"nun geçici 7. maddesinin 1. fıkrasında, “Bu Kanunun yürürlük tarihine kadar 17.07.1964 tarihli ve 506 sayılı, 02.09.1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17.10.1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17.10.1983 tarihli ve 2926 sayılı, 08.06.1949 tarihli ve 5434 sayılı Kanunlar ile 17.07.1964 tarihli ve 506 sayılı Kanunun Geçici 20"inci maddesine göre sandıklara tabi sigortalılık başlangıçları ile hizmet süreleri, fiili hizmet süresi zammı, itibari hizmet süreleri, borçlandırılan ve ihya edilen süreler ve sigortalılık süreleri tabi oldukları Kanun hükümlerine göre değerlendirilirler” düzenlemesinin yer alması ve genel olarak kanunların geriye yürümemesi (geçmişe etkili olmaması) kuralı karşısında, davanın yasal dayanağının mülga 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ve anılan Kanun"un 79. maddesi olduğu kabul edilmelidir.
Öncelikle belirtilmelidir ki, 5510 sayılı Kanun"un geçici 7. maddesi uyarınca, uygulama yeri bulan 506 sayılı Kanun"un 2. ve 6. maddelerinde öngörülen koşulların oluşmasıyla birlikte çalıştırılanlar, kendiliğinden sigortalı sayılırlar. Ancak, bu kimselerin ayrıca aynı Kanun"un 3. maddesinde sayılan istisnalara girmemesi gerekir. Çalıştırılanların, başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın sigortalı niteliğini kazanmaları 506 sayılı Kanun"un 6. maddesinin 1. fıkrasında yer alan açık hüküm gereğidir.
Ne var ki, sigortalıların bazı haklardan yararlanmaları öncelikle kuruma bildirilmeleri, belirli süre prim ödemiş olmaları ve kanunun gerektirdiği bilgilerin açık bir şekilde bilinmesi koşullarına da bağlıdır. Anılan bilgi ve belgelerin kuruma ulaştırılmaması veya eksik ulaştırılması hâlinde ise bildirimsiz (kaçak) çalıştırma olgusu ortaya çıkacaktır. Bu durum, prim ve gelir vergisi ödememek için işverenlerce sıklıkla başvurulan bir yol olup, ülkenin gerçeklerinden biridir. İşte bu noktada, işçinin bir takım yasal haklardan yararlanabilmesi için sigortalı hizmetinin tespitini istemesi gereği ortaya çıkmaktadır.
Bilindiği üzere, sigortalı hizmetin tespiti davaları kamu düzenini ilgilendirmekte olup, bu niteliği gereği özel bir duyarlılık ve özenle yürütülmesi gerekmektedir. Bu davaların kanuni dayanağı 506 sayılı Kanun"un 79. maddesinin 10. fıkrası olup bu bentte “Yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları kurumca tespit edilmeyen sigortalıların hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde mahkemeye başvurarak hizmet tespiti isteyebilecekleri” açıklanmıştır. Anlaşılacağı üzere, çalışmanın tespiti istemiyle hak arama yönünden kanun ile getirilen süre, doğrudan doğruya hakkın mevcudiyetini etkileyen hak düşürücü niteliktedir ve dolması ile hak bir daha canlanmamak üzere ortadan kalkmaktadır. Söz konusu Kanun"un kabul edilip, yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla beş yıl olarak öngörülen süre, 09.07.1987 tarihinde yürürlüğe giren 3395 sayılı Kanun"un 5. maddesiyle on yıla çıkarılmış, daha sonra 07.06.1994 tarihinde yürürlüğe giren 3995 sayılı Kanun"un 3. maddesiyle yeniden beş yıl olarak düzenlenmiş olup, hâlen geçerliliğini korumaktadır.
Bu kapsamda işe giriş bildirgesi düzenlenmediği veya düzenlenmesine karşın kanuni hak düşürücü süre içerisinde Kuruma verilmediği, bu süre içerisinde kuruma verilen dönem bordroları ile bildirimin yapılmadığı, sigorta primlerinin kuruma yatırılmadığı, çalışmanın varlığı yönünde sigorta müfettişince herhangi bir saptamanın söz konusu olmadığı durumlarda, hizmetin varlığını ileri süren kişilerin hak düşürücü süre gerçekleşmeden yargı yoluna başvurması zorunludur.
İşverenin, çalıştırmış olduğu sigortalılara ait hangi belgeleri Kuruma vermesi gerektiği 506 sayılı Kanun"un 79. maddesinin 1. fıkrasında açıkça ifade edildiği üzere yönetmeliğe bırakılmıştır. Atıf yapılan Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliğinde işverence verilecek belgeler düzenlenmiştir. Bunlar, aylık sigorta primleri bildirgesi, dört aylık sigorta primleri bordrosu, sigortalı hesap fişi vs.dir. Yönetmelikte sayılan bu belgelerden birisinin dahi verilmiş olması halinde artık Kanun"un 79. maddesinin 10. fıkrasında yer alan hak düşürücü süreden söz edilemez. Yargıtay uygulamasında anılan maddenin yorumu geniş tutulmakta; eğer sayılan belgelerden birisi işveren tarafından verilmişse burada kurumun işçinin çalışmasından haberdar olduğu ve artık hizmet tespiti davası için hak düşürücü sürenin varlığından söz edilemeyeceği kabul edilmektedir. Diğer taraftan, Kurum tarafından yapılan bir tespitin olması halinde de aynı kabul şekline ulaşılmaktadır. Bu kabul şeklinin temelinde yatan neden, hiç bildirim yapılmayan sigortalılarla, kısmi bildirim yapılan sigortalıların aynı hukuksal statüye tabi tutulmalarının hukuka ve hakkaniyete aykırı olacağının düşünülmesidir.
Yukarıdaki bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde, davacının 17.10.2003 ile 13.09.2005 tarihleri arasında davalı işyerinden bildirimlerinin yapıldığı, ihtilaflı dönem olan 08.05.1999 ile 17.10.2003 tarihleri arasında bildirim bulunmadığı, davacının 17.10.2003 ile 13.09.2005 tarihleri arasındaki çalışmalarının bildirilmesi nedeniyle, birleşen blok çalışmalarının bulunması hâlinde 506 sayılı Kanun"un 79. maddesinde düzenlenen hak düşürücü sürenin dolduğundan söz etmek mümkün değildir.
Hukuk Genel Kurulunca yapılan görüşmeler sırasında, somut olayda kesintisiz çalışma olması halinde dahi bildirim yapılmayan süreler için 5 yıllık hak düşürücü sürenin değerlendirilmesi gerektiği, 08.05.1999 ile 17.10.2003 tarihleri arasında ki dönemler için hak düşürücü sürenin geçtiği, bu nedenle direnme kararının bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
O hâlde, yukarıda açıklanan nedenler gözetildiğinde direnme kararı yerindedir.
Ne var ki, Özel Dairece bozma nedenine göre davanın esasına yönelik temyiz incelemesi yapılmamıştır.
Hâl böyle olunca, davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili ile davalı işveren vekilinin davanın esasına ilişkin temyiz itirazları ile ilgili inceleme yapılmak üzere dosya Özel Daireye gönderilmelidir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme uygun bulunduğundan davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili ile davalı işveren vekilinin davanın esasına ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 10. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 02.07.2019 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.