Esas No: 2013/4424
Karar No: 2013/4424
Karar Tarihi: 6.3.2014
Kadastral sınırın düzeltilmesi talebi - Yargılamanın 7 yıl sürmesi - Adil yargılanma - Maddi ve manevi tazminat - AYM İkinci Bölüm 2013/4424 Esas 2013/4424 Karar Sayılı İlamı
TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
ABDULLAH ÖZEN BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2013/4424) |
|
Karar Tarihi: 6/3/2014 |
|
İKİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Alparslan ALTAN |
Üyeler |
: |
Engin YILDIRIM |
|
|
Celal Mümtaz AKINCI |
|
|
Muammer TOPAL |
|
|
M. Emin KUZ |
Raportör |
: |
Şebnem NEBİOĞLU ÖNER |
Başvurucu |
: |
Abdullah ÖZEN |
Vekili |
: |
Av.Nedim KOÇ |
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu iki taşınmaz arasındaki kadastral sınırın düzeltilmesi talebiyle açtığı hukuk davasının yedi yıl sürdüğünü ve yargılamanın adil olmadığını ileri sürerek, ihlalin tespitiyle uğradığı maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 30/5/2013 tarihinde Nazilli 1.Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölümün İkinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 10/10/2013 tarihinde yapılan toplantıda, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 10/12/2013 tarihli görüş yazısı 17/12/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş olup, başvurucu vekili tarafından Adalet Bakanlığı görüşüne karşı 2/1/2014 tarihli beyan dilekçesi sunulmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru dilekçesi ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucunun, maliki olduğu Bozdoğan ilçesi Hisar Mahallesi 165 ada 22 parsel sayılı taşınmaz ile komşu taşınmaz olan 165 ada 7 parsel arasındaki kadastral sınırın düzeltilmesi hususunda 10/5/2006 tarihinde Bozdoğan Kadastro Müdürlüğüne yaptığı talep üzerine, ilgili müdürlükçe yaptırılan inceleme sonucunda, 3402 sayılı Kadastro Kanununun 41. maddesi uyarınca düzeltme işlemi yapılmıştır.
8. Başvurucu tarafından, belirtilen karar sonrasında Bozdoğan Sulh Hukuk Mahkemesine verilen 9/8/2006 havale tarihli dilekçe ile, 165 ada 22 parsel sayılı taşınmazın kendisine ait olduğu ve zeminde kullanılan alan ve sınırın 7 nolu parselden kot farkıyla ayrıldığı, ancak bu doğal sınırın kazı yapılmak suretiyle değiştirilmek istenildiği beyan edilerek, belirtilen bu doğal sınıra uyumlu olacak şekilde kadastral sınırların düzeltilmesine karar verilmesi talep edilmiştir.
9. Bozdoğan Sulh Hukuk Mahkemesinin 21/2/2012 tarih ve E.2006/311, K.2012/118 sayılı kararı ile, kadastro müdürlüğü aleyhine açılan davanın husumet yokluğu nedeniyle, diğer davalılar aleyhine açılan davanın ise ispat edilemediğinden reddine karar verilmiştir.
10. İlk derece mahkemesi kararı temyiz edilmekle, Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin 21/1/2013 tarih ve E.2012/7112, K.2013/28 sayılı kararıyla onanmıştır. Yargıtay ilamı 30/4/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir.
B. İlgili Hukuk
11. 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı 30. maddesi şöyledir:
“Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.”
12. 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun “Hataların düzeltilmesi” kenar başlıklı 41. maddesi şöyledir:
“Kadastro sırasında veya sonrasında yapılan işlemlerle geometrik durumları kesinleşmiş olan taşınmazlarda ölçü, sınırlandırma, tersimat ve hesaplamalardan doğan hatalar, ilgilinin müracaatı veya kadastro müdürlüğünce re’sen düzeltilir. Düzeltme, taşınmaz malikleri ile diğer hak sahiplerine tebliğ olunur. Tebliğ tarihinden başlayan otuz gün içinde düzeltmenin kaldırılması yolunda sulh hukuk mahkemesinde dava açılmadığı takdirde, yapılan düzeltme kesinleşir.
Kadastro sırasında veya sonrasında yapılan işlemlerle kesinleşmiş olan taşınmazlarda, değişiklik işlemleri sırasında ortaya çıkan yüzölçümü farklılıklarından, kadastronun dayandığı teknik kurallarda belirtilen hata sınırları içinde kalanların re’sen düzeltilmesine kadastro müdürlükleri yetkilidir.
Bu maddenin uygulanmasında, 12 nci maddede belirtilen hak düşürücü süre aranmaz.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
13. Mahkemenin 6/3/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 30/5/2013 tarih ve 2013/4424 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
14. Başvurucu, iki taşınmaz arasındaki kadastral sınırın düzeltilmesi talebiyle açmış olduğu hukuk davasının yedi yıl sonra karara bağlandığını, yargılamanın son celsesinde vekili tarafından verilen mazeret dilekçesi kabul edilmeyerek yokluğunda karar verildiğini ve bu suretle savunma ve dinlenilme haklarının kısıtlandığını, ayrıca dosya kapsamında seçilen bilirkişilerin tarafsız olmadıklarını, yeterli açıklıkta olmayan bilirkişi raporuna istinaden hüküm kurulduğunu, tanıklarının dinlenilmediğini, yanlış hukuki değerlendirme yapılarak davalılardan bir kısmı hakkındaki talebin husumet yokluğundan reddedildiğini, yine ilgili mevzuat hükümleri doğru uygulanmadığı için davanın kabulü ile iki taşınmaz arasındaki sınırın düzeltilmesine karar verilmesi gerekirken davanın reddine karar verildiğini beyan ederek, Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Yargılamanın Adil Olmadığı iddiası Yönünden
15. Başvurucu, yargılamanın son celsesinde vekili tarafından verilen mazeret dilekçesi kabul edilmeyerek yokluğunda karar verildiğini ve bu suretle savunma ve dinlenilme haklarının kısıtlandığını, ayrıca dosya kapsamında seçilen bilirkişilerin tarafsız olmadıklarını, yeterli açıklıkta olmayan bilirkişi raporuna istinaden hüküm kurulduğunu ve tanıklarının dinlenilmediğini beyan ederek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
16. Adalet Bakanlığı görüşünde, başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası açısından, bir temel hak ve özgürlüğün ihlali söz konu olmadıkça, yerel mahkemeler tarafından yapılan maddi ve hukuki hataların bireysel başvuru incelemesine konu edilemeyeceğinin, başvuruya konu yargılama sürecinde, başvurucunun davaya katılma hakkına riayet edilerek iddialarının mahkemelerce esastan incelendiğinin, özellikle başvurucunun bilirkişilerle ilgili itirazı noktasında, yapılan keşif sırasında başvurucu vekilince bilirkişilere yönelik herhangi bir itirazda bulunulmadığının ve tanık listesi verilmekle beraber, tanıkların gerek keşif gerekse duruşmalarda dinlenilmeleri için mahkemeden herhangi bir talepte bulunulmadığının, yapılacak değerlendirmede nazara alınması gerektiği bildirilmiştir.
17. 30/3/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
18. 6216 sayılı Kanun’un “Esas hakkındaki inceleme” kenar başlıklı 49. maddesinin (6) numaralı fıkrası şöyledir:
“Bölümlerin, bir mahkeme kararına karşı yapılan bireysel başvurulara ilişkin incelemeleri, bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve bu ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi ile sınırlıdır. Bölümlerce kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
19. Yapılan yargılama sırasında tanık dinletme ve bilirkişi görüşüne başvurulması hakkı da dâhil olmak üzere delillerin ibrazı ve değerlendirilmesi adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarak kabul edilen silahların eşitliği ilkesi kapsamında kabul edilmekte olup, bu ilke ve yargılamaya etkin katılım hakkı ile çelişmeli yargılama ilkesi, adil yargılanma hakkının somut görünümleridir. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşmenin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşmenin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen bu ilke ve haklara, Anayasanın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (Başvuru No.2012/13, 2/7/2013,§ 38).
20. Taraflar arasında hakkaniyete uygun bir dengenin sağlanmasını amaçlayan silahların eşitliği ilkesi, mahkeme önünde sahip olunan hak ve yükümlülükler bakımından taraflar arasında eşitliğin sağlanması ve bu dengenin yargılamanın her aşamasında korunmasını ifade etmekte olup, bu usuli güvence gereğince, uyuşmazlığın her iki tarafına da savunmasının temel dayanağı olan delilleri sunma imkânı tanınmalıdır (B. No. 2012/998, 7/11/2013, § 37; B. No. 2013/2116, 23/1/2014, § 21; Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. De Haes ve Gijsels/Belgium, B. No. 19983/92,24/02/1997, § 58). Silahların eşitliği ilkesi kapsamında aranan usuli imkânlar noktasındaki denge, tarafların tanıkları arasında da farklı muamele yapılmamasını gerektirir. Ancak yargılama sırasında bir tarafın tanığına özel bir ağırlık verilmemişse ve mahkeme hükmü başka delillerle desteklenerek oluşturulmuşsa, silahların eşitliği ilkesine aykırı ve sonucu itibarıyla bir tarafı diğer taraf karşısında önemli bir dezavantaj içine sokan bir uygulamanın varlığından söz etmek mümkün değildir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ankerl/Switzerland, B. No. 17748/91, 23/10/1996, § 38).
21. Bunun yanısıra, adil yargılanma hakkının unsurlarından olan çelişmeli yargılama ilkesi taraflara dava malzemesi hakkında bilgi sahibi olma ve yorum yapma hakkının tanınmasını ve bu nedenle tarafların yargılamanın bütününe aktif olarak katılmasını gerektirmektedir. Bu anlamda, mahkemece tarafların dinlenilmemesi, delillere karşı çıkma imkânı verilmemesi, yargılama faaliyetinin hakkaniyete aykırı hale gelmesine neden olabilecektir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Ruiz-Mateos/Spain, § 63; Feldbrugge/Netherlands, B. No. 8562/79, 29/05/1986, § 44). Çelişmeli yargılama ilkesi, silahların eşitliği ilkesi ile yakından ilişkili olup, bu iki ilke birbirini tamamlar niteliktedir. Zira çelişmeli yargılama ilkesinin ihlal edilmesi durumunda, davasını savunabilmesi açısından taraflar arasındaki denge bozulacaktır. Çelişmeli yargılamanın medeni haklara ilişkin davalarda da kabul ediliyor olması, medeni bir hakka ilişkin yargılamada da tarafların duruşmada hazır bulunmasını, daha genel bir ifade ile, yargılamanın bütününe aktif olarak katılmalarını ifade etmektedir.
22. Yargılama makamları, yargılamanın taraflarınca ileri sürülen iddiaları ve gösterdikleri delilleri gereği gibi incelemek zorundadır. Bununla birlikte, belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenilen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir. Mevcut yargılamada geçerli olan delil sunma ve inceleme yöntemlerinin adil yargılanma hakkına uygun olup olmadığını denetlemek Anayasa Mahkemesi’nin görevi kapsamında olmayıp, Mahkemenin görevi başvuru konusu yargılamanın bir bütün olarak adil olup olmadığının değerlendirilmesidir. Genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın yürütülebilmesi için silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri ışığında, taraflara iddialarını sunmak hususunda uygun olanakların sağlanması şarttır. Taraflara tanık delili de dâhil olmak üzere delillerini sunma ve inceletme noktasında da uygun imkânların tanınması gerekir. Bu anlamda, delillere ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsizlik iddialarının da yargılamanın bütünü ışığında değerlendirilmesi zorunludur (B. No. 2013/2116, 23/1/2014, § 22; Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Barbera Messegue ve Jabardo/İspanya, B.No.10590/83, 6/12/1988, § 68). Ancak bu noktada dikkat edilmesi gereken önemli bir husus, tarafların tanık ve bilirkişi incelemesi de dâhil, dermeyan ettikleri delillerin değerlendirilmesi ve özellikle bu taleplerin reddi halinde, yargılama makamınca bu karara ilişkin tutarlı şekilde gerekçe gösterilmesi gereğidir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Vidal/Belgium, B. No. 12351/86, 22/04/1992, § 34; Tamminen/Finland, B. No. 40847/98,15/06/2004, §§ 40-42).
23. Somut başvuru açısından, başvuruya konu Mahkeme kararında, yapılan keşif ve bilirkişi incelemesi neticesinde, kadastro sırasında yapılan ölçüm ve belirtmelere göre tersimat hatası yapılmadığının tespit edildiği gerekçesine dayanılarak hüküm tesis edildiği ve hüküm gerekçesi nazara alındığında tarafların delil listelerinde yer verdiği tanık beyanlarına dayanılmadığı ve bu kapsamda başvurucunun tanık dinletme talebinin de 24/5/2011 tarihli celse ara kararıyla, davanın esasına etki etmeyeceğinin değerlendirildiği belirtilerek reddedildiği, başvurucu tarafından bilirkişilerin tarafsız ve yeterli olmadıkları iddia edilmiş olmakla birlikte, Mahkemece yapılan keşif için İzmir Harita ve Kadastro Mühendisleri odasına kayıtlı ve tersimat hataları konusunda uzman bir bilirkişiden ve resen seçilen teknik bilirkişilerden müştereken rapor ve görüş alındığı ve başvurucu tarafından da, yapılan keşif sırasında, bilirkişilerin nitelik ve keşif sırasındaki beyanlarına karşı bir itirazları olmadığının beyan edildiği anlaşılmaktadır. Ayrıca başvurucu tarafından yargılamanın son celsesinde vekili tarafından verilen mazeret dilekçesi kabul edilmeyerek yokluğunda karar verildiği ve bu suretle savunma ve dinlenilme haklarının kısıtlandığı beyan edilmekle beraber, keşfi müteakip bilirkişi raporlarının taraf vekillerine tebliğ edildiği ve bilirkişi raporları hakkında beyanda bulunulmak üzere mehil verilen celseyi takip eden iki celsede başvurucu vekili tarafından mazeret dilekçesi sunulması üzerine ve raporların tebliğini takiben dört ayı aşkın bir süre sonra yapılan yargılamanın son celsesinde, davalı tarafça başvurucu vekilince davayı uzatma maksatlı olarak mazeret dilekçesi sunulduğu ve bu nedenle mazeret talebinin reddedilmesi ile uyuşmazlığın karara bağlanmasının talep edildiği, mahkemece bu talep de nazara alınarak dosyanın karara bağlandığı, belirtilen bu dört ayı aşkın sürede başvurucu ile vekili tarafından bilirkişi raporları hakkında yazılı bir beyanda da bulunulmadığı görülmektedir. Bu çerçevede, başvuru dosyası kapsamından başvurucunun delillerini ve iddialarını sunma fırsatı bulamadığına ve yargılamaya etkin olarak katılma imkânının elinden alındığına dair bir bulgu saptanmadığı anlaşılmaktadır.
24. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun yargılamanın adil olmadığı yönündeki yukarıda belirtilen iddialarının, bir ihlalin olmadığı açık olduğundan “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
25. Başvurucu tarafından ayrıca, yanlış hukuki değerlendirme yapılarak davalılardan bir kısmı hakkındaki talebin husumet yokluğundan reddedildiği, yine ilgili mevzuat hükümleri doğru uygulanmadığı için davanın kabulü ile iki taşınmaz arasındaki sınırın düzeltilmesine karar verilmesi gerekirken davanın reddine karar verildiği beyan edilerek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddia edilmiştir.
26. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasında, bireysel başvurulara ilişkin incelemelerde kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların incelemeye tabi tutulamayacağı, 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir.
27. Bir anayasal hakkın ihlali iddiasını içermeyen, yalnızca derece mahkemelerinin kararlarının yeniden incelenmesi talep edilen başvuruların açıkça dayanaktan yoksun ve Anayasa ve Kanun tarafından Mahkemenin yetkisi kapsamı dışında bırakılan hususlara ilişkin olduğu açıktır. Bu kapsamda, bireysel başvuruya konu davadaki olayların kanıtlanması, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması, yargılama sırasında delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile kişisel bir uyuşmazlığa derece mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmaması, bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz. Anayasada yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece ve bariz takdir hatası içermedikçe derece mahkemelerinin kararlarındaki maddi ve hukuki hatalar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Bu çerçevede, derece mahkemelerinin delilleri takdirinde bariz bir takdir hatası bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz (B. No. 2012/1027, 12/2/2013, §§ 25-26).
28. Başvurucu tarafından, yanlış hukuki değerlendirme yapılarak davalılardan bir kısmı hakkındaki talebin husumet yokluğundan reddedildiği, yine ilgili mevzuat hükümleri doğru uygulanmadığı için davanın kabulü ile iki taşınmaz arasındaki sınırın düzeltilmesine karar verilmesi gerekirken davanın reddine karar verildiği belirtilmekte olup, başvurucunun belirtilen iddiasının özünün derece mahkemelerince delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
29. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun belirtilen iddiasının kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu, derece mahkemesi kararlarının bariz bir takdir hatası da içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Yargılama Süresinin Makul Olmadığı İddiası Yönünden
30. Başvurucu Yargıtay onama ilamının tebliği tarihinden itibaren süresi içinde başvuruda bulunulduğunu belirtmiştir.
31. Başvuru dosyası kapsamından, açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun, kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas İnceleme
32. Başvurucu, iki taşınmaz arasındaki kadastral sınırın düzeltilmesi talebiyle açmış olduğu hukuk davasının yedi yıl sonra karara bağlandığını beyan ederek, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
33. Adalet Bakanlığı görüşünde, başvuruya konu yargılamanın toplamda altı yıl beş ay sürdüğünün, ancak bu sürenin uzamasında, başvurucunun hava fotoğraflarına ilişkin delile dayanmasına rağmen ilgili evrakın temini hususunda gerekli müzekkere masraflarını süresinde ikmal etmemesinin, birkaç defa başvurucu tarafından müracaat edilmemesi ve keşif masrafı yatırılmaması nedeniyle keşiflerin ertelenmesinin ve başvurucu vekilince müteaddit defa mazeret dilekçesi verilmesinin de etkili olduğunun, yapılacak değerlendirmede nazara alınması gerektiği bildirilmiştir.
34. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No. 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
35. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
36. Anayasa’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” kenar başlıklı 141. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.”
37. Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.”
38. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de, Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No. 2012/13, 2/7/2013, § 39).
39. Makul sürede yargılanma hakkının amacı, tarafların uzun süren yargılama faaliyeti nedeniyle maruz kalacakları maddi ve manevi baskı ile sıkıntılardan korunması ile adaletin gerektiği şekilde temini ve hukuka olan inancın muhafazası olup, hukuki uyuşmazlığın çözümünde gerekli özenin gösterilmesi gereği de yargılama faaliyetinde göz ardı edilemeyeceğinden, yargılama süresinin makul olup olmadığının her bir başvuru açısından münferiden değerlendirilmesi gerekir (B. No.2012/13, 2/7/2013, § 40).
40. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No. 2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
41. Ancak, belirtilen kriterlerden hiçbiri makul süre değerlendirmesinde tek başına belirleyici değildir. Yargılama sürecindeki tüm gecikme periyotlarının ayrı ayrı tespiti ile bu kriterlerin toplam etkisi değerlendirilmek suretiyle, hangi unsurun yargılamanın gecikmesi açısından daha etkili olduğu saptanmalıdır (B. No. 2012/13, 2/7/2013, § 46).
42. Yargılama faaliyetinin makul sürede gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanması için, öncelikle uyuşmazlığın türüne göre değişebilen, başlangıç ve bitiş tarihlerinin belirlenmesi gereklidir.
43. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekmektedir. Başvuru konusu olayda, iki taşınmaz arasındaki kadastral sınırın düzeltilmesi talebiyle sulh hukuk mahkemesinde yürütülen bir yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu görülmekle, 6100 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine göre yürütülen somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No. 2012/13, 2/7/2013, § 49).
44. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olmakla beraber, bazı özel durumlarda girişimin niteliği göz önünde tutularak uyuşmazlığın ortaya çıktığı daha önceki bir tarih başlangıç tarihi olarak kabul edilebilmektedir (B. No. 2012/13, 2/7/2013, § 45). Somut başvuru açısından benzer bir durum söz konusu olup, makul süre değerlendirmesinde nazara alınacak zaman diliminin başlangıç tarihi, 3402 sayılı Kanunun 41. maddesi uyarınca kadastral sınırın düzeltilmesi talebiyle, başvurucu tarafından kadastro müdürlüğüne müracaatta bulunulduğu 10/5/2006 tarihidir. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihi olup, davanın reddi hükmüyle sonuçlanan başvuru konusu yargılama açısından bu tarih 21/1/2013 tarihidir.
45. Davanın ikame edildiği tarih ile Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuruların incelenmesi hususundaki zaman bakımından yetkisinin başladığı tarihin farklı olması halinde, dikkate alınacak süre, 23/9/2012 tarihinden sonra geçen süre değil, uyuşmazlığın başlangıç tarihinden itibaren geçen süredir.(B. No. 2012/13, 2/7/2013, § 51).
46. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde, yargılamanın konusunun iki taşınmaz arasındaki kadastral sınırın düzeltilmesi talebi olduğu, başvurucu tarafından verilen 9/8/2006 havale tarihli dava dilekçesi üzerine Bozdoğan Sulh Hukuk Mahkemesinin E.2006/311 sırasına kaydı yapılan davanın 9/8/2006 tarihli tensip zaptı sonrasında, taraflara delillerini ibraz hususunda mehil verilerek 21/3/2007 tarihli celsede verilen keşif ara kararının müracaat yokluğu ve masraf ikmal edilmemesi nedeniyle icra edilmediği, davacının iddiasını dayandırdığı hava fotoğraflarının ilgili kurumlardan talep edilmesi üzerine, beş celse ve yaklaşık yedi ay süreyle belirtilen müzekkere cevaplarının akıbetleri tetkik edilmeksizin beklenildiği ve bu arada taraf vekili mazeretlerinin kabul olunduğu, akabinde başvurucu vekili tarafından ilgili evrakın Adalet Bakanlığından temin edilebileceğinin belirtilmesi üzerine ilgili kuruma müzekkere yazıldığı, 2/9/2008 tarihli celse itibarıyla Adalet Bakanlığına yazılan müzekkere cevabının beklenilmesine karar verilerek, dokuz celse boyunca ve toplamda bir yıl yedi ay süreyle belirtilen müzekkere cevabının beklenildiği, bu süreçte defalarca taraf vekili mazeretlerinin kabulüne karar verildiği, 23/3/2010 tarihli celsede yazılan müzekkerenin yinelenmesine karar verilerek, bir celse daha müzekkere akıbetinin beklenildiği, akabinde verilen keşif ara kararının masraf ikmal edilmemesi nedeniyle yerine getirilmediği, takip eden celsede masraf ikmal etmeyen başvurucu vekilinin mazeretinin kabulüne ve keşif hususunun bilahare değerlendirilmesine karar verildiği, devam eden celsede ise iki taraf vekilinin de mazereti kabul olunmak suretiyle, iki ayı aşkın sürenin herhangi bir usuli işlem yapılmaksızın geçirildiği görülmektedir.
47. Devam eden yargılama sürecinde, verilen iki keşif ara kararının masraf ikmal edilmemesi ve bilirkişi temin edilememesi nedeniyle yapılamadığının belirtildiği, akabinde verilen ara karar uyarınca mahallinde keşif icra edilerek, keşfi takip eden celsede taraflara bilirkişi raporlarına karşı beyanda bulunmak üzere süre verildiği, takip eden iki celsede başvurucu vekili tarafından mazeret dilekçesi sunulması üzerine, raporların tebliğini takiben dört ayı aşkın bir süre sonra ve yargılamanın son celsesinde, davalı tarafça ileri sürülen, başvurucu vekilince davayı uzatma maksatlı olarak mazeret dilekçesi sunulduğu ve bu nedenle mazeret talebinin reddedilmesi ile uyuşmazlığın karara bağlanması yönündeki talep de nazara alınarak, ilk derece mahkemesince dosyanın 21/2/2012 tarihinde karara bağlandığı, ilk derece mahkemesi kararının temyiz edilmekle, Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin 21/1/2013 tarih ve E.2012/7112, K.2013/28 sayılı kararıyla onanmasına karar verildiği ve karara, Yargıtay onama ilamı tarihi olan 21/1/2013 tarihinde kesinleştiğine dair şerh verildiği anlaşılmaktadır.
48. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya konu yargılamanın konusunun iki adet taşınmazın ortak kadastral sınırına ilişkin düzeltme talebi olduğu, yargılamanın özellikle keşif ve bilirkişi incelemesi gibi usul işlemlerini gerektirmesine bağlı olarak karmaşık bir niteliğe sahip olduğu, ancak yargılama sürecindeki gecikme periyotları ayrı ayrı değerlendirildiğinde, özellikle başvurucu tarafa defalarca ve kesin sürelere ilişkin hükümlere aykırı mahiyette, bir kısım eksikliklerin ikmali hususunda süreler verildiği, ara karar gereklerinin yerine getirilmemesi karşısında usul kanununda yer alan kesin sürelere ilişkin müeyyidelerin uygulanmadığı, defalarca verilen keşif ara kararlarının özellikle müracaat yokluğu ve masraf ikmal edilmemesi nedeniyle yerine getirilmediği, ara kararı gereklerinin yerine getirilmediği ve keşiflerin icra edilmediği süreçlerde taraf vekili mazeretlerinin bir çok kez kabul edildiği, ancak yine kesin süreye riayet edilmemesinin müeyyidelerinin ve celse harcı tayini gibi usuli imkânların yargılama makamlarınca kullanılmadığı anlaşılmaktadır (1086 sayılı Kanun md. 163, 271, 278/son, 282, 414; 6100 sayılı Kanun md. 94, 114/1-g, 115/2, 120, 253, 269, 280; 2/7/1964 tarih ve 492 sayılı Harçlar Kanunu md.12). Belirtilen hususların yanı sıra, bir kısım yargılama evrakının temini hususunda yazılan müzekkere cevaplarının, akıbetleri tetkik edilmeksizin on beş celseyi ve toplamda üç yılı aşkın süreyle beklenildiği ve bu uygulamaların yargılamanın uzaması üzerinde baskın bir etkiye sahip olduğu anlaşılmaktadır.
49. Medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli hükümler içeren 6100 sayılı Kanun’un 30. maddesi, uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır.
50. Yargılama sürecinde başvurucular dışındaki tarafların yargılamayı geciktirici yöndeki işlem ve davranışları kural olarak, yargılamanın uzamasında taraf kusuru olarak kabul edilmekte ise de, yargılama makamlarının ilgili usuli imkânları kullanmak suretiyle bu girişimleri engelleme sorumluluğu bulunmaktadır. Bu kapsamda, başvurucu vekili de dâhil olmak üzere taraf vekillerince muhtelif celselerde mazeret dilekçeleri sunulduğu görülmekle birlikte, yukarıda belirtilen özel usul hükümleri nazara alındığında, başvurucunun tutumunun yargılamanın uzamasına özellikle bir etkisi olduğu tespit edilememiştir.
51. Davanın mahiyeti nedeniyle icrası gereken usul işlemlerinin niteliği başvuruya konu yargılamanın karmaşık olduğunu ortaya koymakla birlikte, davaya bütün olarak bakıldığında söz konusu yaklaşık yedi yıllık yargılama sürecinde, makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
52. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
53. Başvurucu, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması ve adil olmaması nedeniyle 5.000,00 TL maddi, 5.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
54. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
55. Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin yaklaşık yedi yıllık yargılama süresi nazara alındığında, başvurucunun yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında, başvurucuya takdiren 3.500,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
56. Başvurucu tarafından maddi tazminat talebinde bulunulmuş olup, mevcut başvuruda Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla beraber, tespit edilen ihlalle iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
57. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yargılamanın adil olmadığı yönündeki iddialarının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
C. Başvurucuya 3.500,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE
D. Başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,
E. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Hazinesine başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
6/3/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.