Taraflar arasındaki “Tapu İptali ve Tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Çatalca 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 22.02.2008 gün ve 2005/8 E.,2008/52 K. sayılı kararın incelenmesi davalı tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 03.11.2008 gün ve 2008/8225 E,2008/11114 sayılı ilamı ile ;
(...Dava, ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptal, tescil olmazsa tenkis isteklerine ilişkindir.
Mahkemece, davacının muvazaa iddiası sabit görülerek davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden, toplanan delillerden dava konusu 22 ayrı taşınmazın miras bırakan Hasan adına kayıtlı iken 25.2.1997 tarihinde ölünceye kadar bakma akti ile davalıya temlik edildiği anlaşılmaktadır.
İddianın ileri sürülüş biçiminden davada ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuksal nedenlerine dayanıldığı görülmektedir.
Bilindiği üzere,Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 11.4.1990 gün 1990/1-152-1990/236 sayılı kararında vurgulandığı gibi davada maddi olaylar bakımından bir kaç hukuki sebebin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön yoktur.
Ne var ki, ehliyetsizlik iddiası kamu düzenine ilişkin olup resen gözetilmesi gerekeceğinden öncelikle bu iddia yönünden bir araştırma yapılmasında zorunluluk vardır.
Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü “ eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “ yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.
Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21)
Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar H.U.M.K.’nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mutaalası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.
Hele ayırt etme gücünün nispi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.
Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler ve yasa hükümleri çerçevesinde bir araştırma yapılarak tüm delillerin birlikte değerlendirilip miras bırakanın hukuki ehliyete haiz olduğunun saptanması halinde ileri sürülen diğer hukuki sebep yönünden sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken ehliyetsizlik iddiasının kamu düzenine ilişkin olduğu gözetilmeksizin bu konuda bir araştırma yapılmadan hüküm kurulmuş olması doğru değildir...)
gerekçesiyle karar bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, muris muvazaası nedeniyle tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
Davacı vekili, ortak miras bırakanları Hasan"ın dava konusu 22 ayrı taşınmazı mirastan mal kaçırmak amacıyla ve muvazaalı olarak davalı oğluna temlik ettiğini ileri sürerek, tapuların miras payı oranında iptal ve tescil, olmadığı takdirde tenkis isteğinde bulunmuştur.
Davalı, miras bırakana ve 1971 yılından beri vasisi olduğu dava dışı kardeşine baktığını, temliklerin muvazaalı olmadığını bildirip, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davacının muvazaa iddiası sabit görülerek davanın kabulüne karar verilmiştir.
Kararın, davalı tarafından temyizi üzerine Yüksek Özel Dairece; muris bakımından ehliyetsizlik yönünden araştırma yapılması gerektiği gerekçesi ile hüküm bozulmuştur.
Yerel mahkemece, gerek dava dilekçesinde, gerek cevap dilekçesinde davacı ve davalı vekillerinin murisin akitlerin yapıldığı tarih itibariyle ehliyetsiz olduğu yönünde bir beyanda bulunmadıkları gibi, davacı vekilinin murisin ehliyetsizlik olduğu yönünde bir araştırma talebinin de olmadığı, her iki taraf vekilinin dava ve cevap dilekçelerinde murisin oğlu ve mirasçısı “Hüseyin Koç’un” temyiz kudretinden yoksun olduğunu beyan ettikleri, bu konuda da vasilik kararı bulunduğundan tereddütlü bir durumun bulunmadığı gerekçeleri ile önceki hükümde direnilmiştir.
Uyuşmazlık; murisin tasarruf ehliyeti yönünden mahkemece araştırma yapılmasına gerek olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Her ne kadar Özel Dairece, murisin işlem tarihinde ehliyetinin bulunup bulunmadığının araştırılması gerektiği gerekçesi ile bozma sevkedilmişse de, tarafların hiç birinin murisin ehliyetsiz olduğu yönünde bir beyanda bulunmadığı, alınan tanık beyanlarından; murisin ölünceye, kadar tüm yaşamı boyunca hukuki ehliyete sahip olduğu, aklının başında ve yaptığı işlerin farkında olduğu; bunun yanında, murisin ölünceye kadar bakma sözleşmesini yapma amacının, yanında kaldığı, kendisine ve zeka özürlü diğer oğluna bakan davalıya bu hizmetleri karşılığı ve ölünceye kadar iyi bir şekilde bakımını temin etme amacıyla, bilerek ve isteyerek devretmek olduğu anlaşılmaktadır. Toplanan diğer delillerden de murisin ölmezden bir ay kadar önce zatürree, anemi ve kalp yetmezliği tanısı ile hastaneye yatırıldığı, 10 gün hastanede kaldığı, şifa bulduğundan taburcu edildiği görülmektedir.
Bu durumda, dosyada murisin tasarruf ehliyetinin bulunmadığını gösteren hiçbir delil ve emare olmadığı gibi bu konuda taraflarca ileri sürülen bir iddia ve savunma da bulunmadığından, yerel mahkemenin ehliyetsizlik yönünden bir araştırma yapılmasının gerekmediğine ilişkin direnme gerekçesi yerindedir.
Ne var ki, işin esası Özel Dairece incelenmediğinden, bu yönden inceleme yapılmak üzere, dosya Özel Daireye gönderilmelidir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme uygun olduğundan, davalı vekilinin esasa yönelik diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 1. Hukuk Dairesine gönderilmesine, 02.02.2011 gününde oybirliği ile karar verildi.