Esas No: 2015/16699
Karar No: 2017/4746
Yargıtay 20. Hukuk Dairesi 2015/16699 Esas 2017/4746 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki davanın yapılan duruşması sonunda kurulan hükmün Yargıtayca incelenmesi davalı Hazine vekili tarafından istenilmekle, süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacı vekili 23.03.2007 havale tarihli dilekçesi ile Hazine ve kendisinden önceki malik ...’e karşı açtığı dava ile; müvekkili şirketin, ... köyü 102 ada 125 parselde kayıtlı taşınmazın 21.05.2002 tarihinde yapılan kadastro işlemleri akabinde ham toprak niteliği ile Hazine adına tescil edildiğini,davalı ...’in söz konusu yeri Hazinenin satış ihalesi sonucu edindiğini,davacı şirketin de 19/12/2004 tarihinde 20.500,00 TL ödeyerek satın aldığını akabinde müvekkili şirketin üzerinde bulunan kalker madenini çıkarmak ve işlemek amacı ile ilgili kurumlara başvurarak ruhsat aldığını ve yatırım yaptığını, müvekkili şirketin yatırımlarını bitirmesini takiben ... köyü tarafından tapu iptali ve tescil davası açıldığını ve taşınmazın tapusunun iptali ile mera vasfı ile tesciline karar verildiğini, kararın Yargıtay tarafından onanarak kesinleştiğini, karar neticesinde söz konusu gayrimenkulun mera kaydı ile Hazine adına tescil edildiğini ve müvekkili adına kayıtlı gayrimenkulun müvekkili uhdesinden çıktığını, müvekkilinin söz konusu gayrimenkulu asfalt yapımında kullanılan kalker madeninin kalitesinin ve rezervinin iyi olması sebebiyle edindiğini, müvekkilinin yaptığı yatırımdan sonuç alamadığını,tüm bunlara, mera olan söz konusu arazinin Hazine adına ham toprak olarak tescil edilmesi ve Hazinenin bu araziyi satmasının neden olduğunu, sonuç itibarı ile müvekkilinin zarara uğradığını, kazanacağı kârdan mahrum olduğunu, bu nedenlerle taşınmazın bedeli olan 20.500,00.-TL"nin ve yapılan yatırım bedeli 1.000,00.-TL"nin, leasing aracılığı ile kullanılmasından kaynaklanan faiz giderleri 1.000,00.-TL"nin ve çalışmadığı süreler içerisinde mahrum kaldığı bedel olan 1.000,00.-TL"nin 19.12.2004(taşınmazı satın aldığı tarih) tarihinden itibaren işleyecek yasal ve reeskont faizinin davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile mahkeme masraflarının ve ücreti vekaletin davalılar üzerinde bırakılmasını talep etmiştir.
Mahkemece; davalı ... ...’e karşı açılan davanın husumet nedeni ile reddine Hazineye karşı açılan davanın ise idari yargı görev alanı içerisinde kaldığı gerekçesi ile görev yönünden reddine karar verilmiş ve hüküm temyiz edilmeksizin 29/07/2009 tarihinde kesinlemiştir.
Davacı vekili bu kez idari yargı yerinde aynı istemle dava açmış olup .... İdare Mahkemesine 2009/889 E.- 2010/520 K. sayılı kararıyla davalı idarenin sorumlu tutulmasına hukuken olanak bulunmadığından bahisle davanın reddine karar verilmiş, kararın davacı tarafından temyiz edilmesi üzerine Danıştay 13. Dairesinin 03/07/2013 tarih ve 2013/1297 sayılı kararı ile dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiş, Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü 2013/1539-1711 E-K sayılı 11/11/2013 tarihli kararı ile dava konusu zararın tapu kadastro işlemlerinin gereği gibi yerine getirilmemesinden
Kaynaklandığı Devletin kusursuz sorumluluğundan kaynaklanan bir zararın oluştuğu ve bu zararın tazmininin devletten istenebileceği, kadastro uygulamasından kaynaklanan sorumluluğun da 4721 sayılı Kanunun 1007. maddesi kapmasında değerlendirilmesi gerektiği, bu nedenle bu davanın Adli Yargıda çözümlenmesi gerektiği sonucuna vararak Asliye Hukuk Mahkemesince verilen 25/05/2009 gün ve 2007/155 E.- 2009/273 K. sayılı görevsizlik kararının kaldırılmasına karar verilmiş ve dosya temyize konu esas sırasına kaydedilmiştir.
Davacı vekili 23.05.2015 tarihli dilekçesi ile, dava dilekçesinde 24500 TL talep ederek bu davayı açmışlarsa da; asliye hukuk mahkemesince görevsizlik kararı verilmesi üzerine; idari yargıda 700.000,00 TL. talep ederek dava açtıklarını, ancak idare mahkemesince verilen kararın temyizi sonucu dosyanın uyuşmazlık mahkemesine gittiğini ve en son adli yargının görevli olması nedeni ile yargılamanın asliye hukuk mahkemesinde yapıldığını, dava dilekçelerinde belirtilen talep miktarını 675.000 TL artırdıklarını belirterek 24500 TL için ilk dava tarihinden kalan kısım için idare mahkemesinde açılan dava tarihinden faiz işletilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiş ıslah harcını da yatırmıştır.
Mahkemece yapılan yargılama sonucu; davacı vekilinin neticei talep olarak leasing yatırımına dayalı olarak faiz giderlerinden kaynaklı alacağa yönelik talebinden feragat ettiği anlaşılmakla bu konudaki istemin feragat nedeniyle reddine,
-Davacının gayrimenkul bedeli olarak talep etmiş olduğu 20.500,00 TL"nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
-Yatırım bedeli olarak (inşaat-makina montaj ve demontaj- elektrik) 1.000,00 TL"nin dava tarihi olan 23/03/2007 tarihinden itibaren, ıslah olunan 434.456,00 TL"nin faiz istemi yönünden taleple bağlı kalınarak 08/10/2009 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
-Davacının kâr mahrumiyetinden dolayı uğradığı zararın tazminine ilişkin isteminin miktar ve faiz başlangıcı yönünden taleple bağlı kalınarak kabulü ile; 1.000,00 TL"nin dava tarihi olan 23/03/2007 tarihinden itibaren, ıslah olunan 241.044,00 TL"nin 08/10/2009 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiş, hüküm davalı hazine tarafından temyiz edilmiştir.
Dava TMK"nın 1007. maddesi gereğince açılan tazminat istemine ilişkindir.
Dosya kapsamından tazminat istemine dayanak yapılan ... köyü 102 ada 125 parsel sayılı 79671 m2 yüzölçümlü taşınmazın 2003 yılında yapılan kadastro sırasında ham toprak vasfı ile Hazine adına tespit ve tescil edildiği, 23.07.2004 tarihinde satışla ... adına, 09.12.2004 tarihinde yapılan satışla davacı adına tescil edildiği, ... köy tüzel kişiliğince tapu maliki şirkete karşı açılan tapu iptali ve tescil davası sonucu ... Asliye Hukuk Mahkemesinin 2005/257 E.-2006/312 K. sayılı ilamı ile 102 ada 125 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydının iptali ile mera olarak sınırlandırılmasına karar verildiği, hükmün temyiz incelemesinden geçerek 23/02/2007 tarihinde kesinleştiği, davacının 23.03.2007 tarihinde eldeki tazminat istemli bu davayı açtığı anlaşılmıştır.
Davacı dava dilekçesinde husumeti Hazine ile birlikte taşınmazı satın aldığı gerçek kişiye davayı yöneltmişse de; gerçek kişi açısından verilen husumetten red kararı kesinleşmiş olmakla elde, Hazineye karşı TMK’nın 1007. maddesi gereğince açılan tazminat davası kalmıştır.
Anayasanın mülkiyet hakkı kenar başlıklı 35. maddesi uyarınca "herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz." tarafı olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Ek 1 Nolu Protokolün "Mülkiyetin Korunması" başlıklı 1. maddesi de "Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Herhangi bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir. "
-3- 2015/16699-2017/4746
hükmünü içermektedir. Ancak, Anayasanın "ormanların korunması ve geliştirilmesi" kenar başlıklı 169. maddesi gereğince, "...Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz. Devlet ormanları kanuna göre, Devletçe yönetilir ve işletilir. Bu ormanlar zamanaşımı ile mülk edinilemez ve kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz."
Anayasanın 90. maddesinin 22 Mayıs 2004 taihli Resmî Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 07.05. 2004 tarihli ve 5170 sayılı Kanunla değişik beşinci fıkrası uyarınca "usûlüne göre yürürlüğe konulmuş milletler arası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usûlüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletler arası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletler arası antlaşma hükümleri esas alınır."
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM), TURGUT VE DİĞERLERİ-TÜRKİYE Davası (Başvuru No: 1411/03, Strazburg, 08.07.2008) kararında, başvuranların tapuları iptal edilinceye ve Hazine adına tescil edilinceye kadar, taşınmazların hukuken maliki olduklarını ve mülkiyet haklarının tartışmasız delilini teşkil eden sicile güven ilkesinden yararlandıklarını, mülkiyet hakkından, kamu yararı bulunması nedeniyle mahkeme kararıyla mahrum kaldıklarını, ancak, Devlet tarafından tazminat ödenmeksizin taşınmazın geri alınmasının orantısız bir müdahale olduğunu ve söz konusu davada tazminat ödememeyi gerektirecek istisnai şartların bulunmadığını kaydederek, kamu yararı ile bireysel haklar arasındaki adil dengenin kurulamadığı gerekçesiyle AİHS’ye Ek 1 No.’lu Protokol’ün 1.maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir. Benzer konudaki 2 Haziran 2009 tarihli ve 343/04 başvuru nolu HACISALİHOĞLU-TÜRKİYE kararında da yine aynı sonuca ulaşmıştır.
AİHM, adil tatmine ilişkin 27.07.2008 gün ve 2003/35785 sayılı KÖKTEPE-TÜRKİYE davasıyla ilgiil kararını 13.10.2009 tarihinde açıklamış olup, söz konusu kararda; başvuranların, mülklerinden bir yargı kararıyla yoksun bırakıldıkları tesbitine yer verilmiştir. AİHM, başvuranlara uygulanan mülkiyetten yoksun bırakma işlemine gerekçe olarak, gösterilen tabiatın ve ormanların korunması amacının 1 No"lu Ek Protokolün 1.maddesi anlamında kamu yararı kapsamına girdiğine dikkat çekmekle birlikte, mülkiyetten yoksun bırakma halinde, ihtilaf konusu tedbirin arzu edilen dengeye riayet edip etmediğinin ve bilhassa da başvuranlara orantısız bir yük yükleyip yüklemediğinin belirlenmesi için, iç hukukta öngörülen telafi yöntemlerinin dikkate alınması gerektiğini hatırlatmıştır. Bu çerçevede AİHM, mülkün değerine karşılık gelen makul bir meblağın ödenmeden, (... ilgilisine) mülkten mahrum bırakmanın aşırı bir müdahale teşkil edeceğini ifade etmiştir.
4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 1007. maddesi, tapu sicilinin aleniliği ve tapu siciline güven ilkelerinin yansımasının sonucu olarak, mülkiyet hakkı ya da başkaca bir aynî hak edinen kişinin, bu sicilin tutulması nedeniyle uğradığı zararın tazminine ilişkin olup, buna göre "tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur”.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu"nun 18.11.2009 gün ve 2009/4-383 E., 2009/517 K.; 16.06.2010 gün ve 2010/4-349 E. 2010/318 K sayılı kararlarında da vurgulandığı gibi; Tapu işlemleri kadastro tesbit işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğundan ve tapu kütüğününün oluşumlu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, bu kayıtlarda yapılan hatalardan TMK"nın 1007. maddesi anlamında Devletin sorumlu olduğunun kabulü gerekir. Burada Devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluktur. Bu işlemler nedeniyle zarar görenler, Medeni Kanunun 1007. maddesi gereğince, zararlarının tazmini için, Borçlar Kanunun 146. maddesinde öngörülen 10 yıllık zamanaşımı süresinde Hazine aleyhine adlî yargıda dava açabilirler.
Yargıtay Hukuk Genel kurulunun 20.04.2011 gün ve 2011/13-37 E., 2011/198 K. sayılı kararında değinildiği gibi; kusur sorumluluğunda, bir zararı başkasına tazmin ettirmek, ancak zarar onun kusurlu bir fiilinden doğmuş ise mümkündür. Sanayileşme ile birlikte doğan tehlikeler, bir kimsenin kusurlu olmasa dahi kendisinin verdiği zarar nedeniyle tazmin
-4- 2015/16699-2017/4746
sorumluluğunu getirmiştir. Öğretide kusursuz sorumluluk halleri “olağan sebep sorumluluğu-tehlike sorumluluğu” gibi ikili ayırıma tabi tutulduğu gibi, hakkaniyet sorumluluğu-nezaret ve ihtimam gösterme yükümünden doğan sorumluluk-tehlike sorumluğu şeklinde üçlü ayırım yapanlar da vardır. Bir diğer ayrımda "objektif sorumluluk" üst başlığı altında kusursuz sorumluluk halleridir. Bunlardan "tehlike sorumluluğu" terminolojide “ağırlaştırılmış sebep sorumluluğu” ya da “ağırlaştırılmış objektif sorumluluk” olarak yer almaktadır. Bu tür sorumluluk halinde, diğer sorumluluk türlerinden farklı olarak kurtuluş beyyinesi (kanıtı) getirme olanağı yoktur. Bu halde nedensellik bağının kesilmesi halinde sorumluluktan söz edilemeyecektir. İşte Devletin “tapu sicilinin tutulmasından doğan sorumluluğunda" kusursuz sorumluluk, ağırlaştırılmış sebep, ağırlaştırılmış objektif sorumluluk ve tehlike sorumluluğuna ilişkin kurallar uygulanır. Bu sorumluluk türü, haksız fiil sorumluluğu, adam çalıştıranın sorumluluğu ve diğer objektif sorumluluk halleri, sebepsiz mal iktisap edenlerin sorumluluğu ile karıştırılmamalıdır. Bu nedenle, Devletin tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanan sorumluluğuna dayanılarak açılan davalarda uygulanan zamanaşımı, munzam zarar ve hakkaniyet indirimi ya da makul indirim kurallarının uygulama imkanı yoksa da, TMK"nın 1007. maddesine dayanılarak açılan davalar için ayrıca zamanaşımı öngörülmediğinden, 6098 sayılı Borçlar Kanununun 146. (mülga 818 sayılı Borçlar Kanununun 125. maddesindeki) 10 yıllık genel zamanaşımı süresinin uygulanması söz konusu olacaktır.
Diğer taraftan; 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 1007. maddesinde (743 sayılı TKM m.917) yer alan “tapu sicilinin tutulmasından doğan bütün zararlardan Devlet sorumludur. Devlet, zararın doğmasında kusuru bulunan görevlilere rücu eder” hükmü gereğince, tapu sicilinin yanlış tutulması nedeniyle zarara uğrayan kişinin bütün zararlarından devlet sorumludur. Tapu kaydının iptali nedeniyle, tapu sahibinin oluşan gerçek zararı neyse, tazminatın miktarı da o kadar olmalıdır. Gerçek zarar; tapu kaydının iptali nedeniyle, tapu malikinin malvarlığında meydana gelen azalmadır. Tazminat miktarı, zarar verici eylem gerçekleşmemiş olsaydı, zarar görenin malvarlığı ne durumda olacak idiyse, aynı durumun tesis edilebileceği miktarda olmalıdır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu"nun 05.03.2003 gün ve 2003/19-152 E., 2003/125 K.; 29.09.2010 gün ve 2010/14-386 E., 2010/427 K.; 15.12.2010 gün ve 2010/13-618 E., 2010/668 K. sayılı kararı),
Zarara uğrayan kişinin gerçek zararı ise, tazminat miktarının belirlenmesinde esas alınacak değerlendirme tarihine göre belirlenecek olup, bu tarih ise zararın meydana geldiği tarihtir. 4721 sayılı TMK’nın 705/2. maddesi uyarınca tapu iptali ve tescil istekli davaların kesinleştiği tarih itibariyle mülkiyet hakkı sona ereceğinden bu tarih itibariyle tapusu iptal edilen gerçek ve tüzel kişilerin zararı oluşacaktır. Dolayısıyla bu tür bir dava, taşınmazların mülkiyetlerinin yitirilmesine ilişkin iptal ve tescil davasının kesinleştiği tarihten sonra açılabileceğinden, mülkiyetin kaybedildiği tarih itibariyle de taşınmazların değerinin tespit edilmesi gerektiği kuşkusuzdur. Zararın meydana geldiği tarihe göre, tapusu iptal edilen gayrimenkulün niteliği ve değeri belirlenmelidir. Taşınmazın niteliği arazi ise gelir metodu yöntemi ile, arsa vasfında ise değerlendirme gününden önceki özel amacı olmayan emsal satışlara göre hesaplanması suretiyle gerçek değer belirlenmelidir.
Bakanlar Kurulunun Yargıtay tarafından benimsenen 28.02.1983 gün ve 1983/6122 sayılı kararı uyarınca, belediye veya mücavir alan sınırları içinde kalan taşınmazın arsa niteliğinde olduğunun kabulü için uygulamalı imar planı ile iskan sahası olarak ayrılmış olması esastır. Aynı karar uyarınca imar planında yer almayan bir taşınmazın, arsa sayılabilmesi için değerlendirme tarihi itibariyle, belediye veya mücavir alan sınırları içinde olmakla beraber, belediye hizmetlerinden (Belediyece meskun olduğu için veya meskun hale getirileceği için sunulan yol, su, elektrik, ulaşım, çöp toplama, kanalizasyon, aydınlatma vs.) yararlanması ve meskun yerler arasında yer alması gerekir.
Taşınmaz değerlendirme tarihi itibariyle belediye nazım imar planı içinde ise Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 17.04.1998 gün ve 1996/3-1998/1 sayılı kararı uyarınca, bu plan kapsamına alındığı tarih ve plandaki konumu, altyapı hizmetlerinden yararlanma ve ulaşım olanakları, belediye merkezine uzaklığı, kullanım biçimi itibariyle iskan amacına yönelik yapılaşma olasılıkları da değerlendirilmek üzere araştırılmalıdır.
-5- 2015/16699-2017/4746
Mahkemece tapusu iptal edilen taşınmazın arsa olarak belirlenmesi halinde, emsal satışların değerlendirme tarihindeki karşılıklarının fiyat artış endekslerinin uygulanması suretiyle tespiti, bundan sonra emsal ile dava konusu taşınmazın eksik ve üstün yönlerinin neler olduğu ve oranları açıklanmak, taşınmazdan DOP payının düşülmesinin gerekip gerekmediği belirtilmek, üzerinde bina var ise, Bayındırlık Bakanlığı resmi birim fiyatları esas alınarak yıpranma payı düşülmek suretiyle gerçek zararın belirlenmesi gerektiğinden, taraflara, dava konusu taşınmaz ile aynı bölgeden bulunamaması halinde yakın bölgelerden ve değerlendirme tarihinden önce ve yakın zaman içinde satışı yapılan benzer nitelikli ve yüzölçümlü satışları bildirmeleri için olanak tanınması, gerekli görülürse re"sen emsal getirtme yoluna gidilmesi ve bu emsallere göre değer biçilmesi için konunun uzmanı bilirkişilerden oluşturulacak bilirkişi kurulu vasıtasıyla keşif yapılarak, denetlemeye olanak veren bilimsel verileri içeren rapor alınması, emsal alınan taşınmazlara ilişkin resmi satış akit tablolarının tapu sicil müdürlüğünden getirtilmesi, emsal taşınmazlar ile çekişmeli taşınmaza ait Arsa Metrekare Rayiç Bedeli Takdir Komisyonu tarafından belirlenen emlak vergisine esas olan m² değerleri, ilgili Belediye Başkanlığı Emlak Vergi Dairesinden istenip, dava konusu taşınmazın, emsal taşınmazlara göre üstünlük oranı yönünden bilirkişi kurulu raporununda denetlenmesi, dava konusu taşınmazın ve emsal alınan taşınmaz/taşınmazların değerlendirme tarihi itibariyle imar düzenlemesi sonucu oluşmuş imar parselleri olup olmadıkları, imar parseli iseler düzenleme ortaklık payının düşülüp düşülmediğinin, düşülmüş ise oranının belediye başkanlığı imar ve tapu müdürlüklerinden sorulup, emsalin İmar Kanunu uyarınca imar parseli, dava konusu taşınmazın ise imar uygulaması yapılmamış arsa parseli olduğunun belirlenmesi halinde çekişmeli taşınmazın emsalle karşılaştırma sonucu bulunan değerinden düzenleme ortaklık payına karşılık gelecek oranda indirim yapılması gerektiğinin gözetilmesi, tapusu iptal edilen taşınmazın niteliği arazi olarak belirlenir ise, arazi niteliğinde bulunan dava konusu taşınmaza yönelik olarak, sulu olup olmadığı, yerleşim alanlarına uzaklığı iklim şartları, arazinin toprak ve topoğrafik yapısı ve bölgesindeki konumu gözetilerek oluşturulacak bilirkişi kurulu yardımıyla çevrede yetiştirilen ürünlerin münavebesi, dekar başına ortalama verim, toptan satış fiyatı ve üretim maliyeti resmî verileri ilçe tarım müdürlüğünden getirtilmek suretiyle, taşınmaz üzerinde meyve ağaçları varsa ağaçların cinsleri de dikkate alınmak suretiyle elde edilen verilere uygun biçimde değerlendirme yapılarak tapu kapsamındaki taşınmazların değeri, tapu iptali ve tescil kararının kesinleştiği tarihe göre hesaplanmalı, taşınmazın varsa mütemmim cüzleri, muhdesat ve sökülemeyen teferruatlarının değerleri bayındırlık birim fiyatları ve yıpranma oranları gözetilerek değerleme tarihine göre tespit ettirilmeli, bu şekilde tapusu iptal edilen taşınmazların zemin değeri, üzerindeki mütemmim cüz, muhdesat ve sökülemeyen teferruatları esas alınarak, tapu sahiplerinin oluşan gerçek zararlarının saptanması gerekmektedir.
Somut olaya gelince meralar özel mülkiyete konu olamayacak ise de, genel arazi kadastrosu sırasında çekişmeli taşınmaz hakkında kadastro tespit tutanağı düzenlenerek tapu kütüğünün Hazine adına oluşturulduğu, bu şekilde tapu sicilinin hatalı olarak tutulduğundan, TMK"nın 1007. maddesi kapsamında Devletin kusursuz sorumluluğunun bulunduğu ve davacının gerçek zararının karşılanması gerektiği kuşkusuzdur.
Ne var ki; somut olayda davacı dava dilekçesinde taşınmazın gerçek değerini talep etmemiş taşınmazı satın alırken ödediği bedelle birlikte taşınmaza kurduğu tesisler nedeni ile yatırım bedelini ve mahrum kaldığı kârı istemiş, mahkemece taşınmazın gerçek değerini belirlemeye yönelik bir araştırma yapılmamış, davacının taşınmazı satın aldığı tarihteki bedelin dava tarihinden işleyecek faizi ile birlikte ödenmesine, taşınmaz üzerindeki yapı ve tesislerin bilirkişiler aracılığı ile belirlenen bedeline ve davacının mahrum kaldığı karın ödenmesine karar verilmiştir.
Yukarda açıklandığı gibi somut olayda TMK"nın 1007. maddesine dayanarak açılan bu davada davacının talep edebileceği zarar taşınmazın mülkiyetini kaybettiği tarih itibari ile taşınmazın gerçek değeridir. Bu durumda mahkemece yapılacak inceleme ve araştırma ile
öncelikle taşınmazın niteliği belirlenmeli, arsa olduğu belirlendiği takdirde emsal metodu kullanarak, arazi olduğu belirlendiği takdirde gelir metodu kullanarak taşınmazın değeri belirlenmeli, taşınmazın üzerinde bulunan yapıların değerleri bu değere eklenmeli ama sonuçta davacının talebi ile bağlı kalarak karar verilmelidir.
Açıklanan hususlar gözetilmeksizin, eksik araştırma, inceleme ve yetersiz bilirkişi raporlarına dayanılarak hüküm kurulması usûl ve kanuna aykırıdır.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle; davalı Hazine vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA 30/05/2017 günü oy birliği ile karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.