(…Davacı A. vekili Avukat H. tarafından, davalı …. Gazetecilik ve Mat. A.Ş aleyhine 10/04/2009 gününde verilen dilekçe ile tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 09/02/2010 günlü kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacı ve davalı vekilleri taraflarından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
Dava, basın yoluyla kişilik haklarına saldırıdan dolayı uğranılan manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Yerel mahkemece istemin bir bölümü kabul edilmiş; karar, taraflarca temyiz olunmuştur.
Davacı, … gazetesinin 03.03.2009 günlü sayısında “… Partili vekile çete fezlekesi” başlığı ile yayımlanan, hakkında çete soruşturması kapsamında fezleke düzenlenerek meclise gönderildiği biçimindeki haberin gerçeğe aykırı olup kişilik haklarına saldırı oluşturduğunu belirterek, davalının manevi tazminat ile sorumlu tutulmalarını istemiştir.
Davalı ise, haberde kamu yararı ve toplumsal ilginin bulunduğunu, yayımlandığı anda yaptığı araştırma ile yetinerek ve resmi nitelikteki bültene dayanarak kamuoyuna duyurulan haberin hukuka uygun olduğunu belirterek, istemin reddedilmesi gerektiğini savunmuştur.
Yerel mahkemece, kullanılan söz ve anlatımın davacının kişilik haklarına saldırı oluşturacak nitelikte ağır suçlamalar olduğu, davacı hakkında fezleke düzenlenmesi biçiminde bir suç duyurusunda bulunulmadığı, haberin kamuoyunu aydınlatma ve haber vermek amacıyla değil siyasi amaçla, davacıyı toplum karşısında küçük düşürmek için yazıldığının kabul edilmesi gerektiği gerekçesi ile istemin bir bölümü kabul edilmiştir.
Basın özgürlüğü, Anayasanın 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Yasasının 1. ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin amacı; toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durum da halkın dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Bunun içindir ki, bu tür davaların çözüme kavuşturulmasında ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerekmektedir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir.
Ne var ki basın özgürlüğü sınırsız olmayıp, yayınlarında Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile Türk Medeni Kanununun 24 ve 25. maddesinde yer alan ve yine özel yasalarla güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması da yasal ve hukuki bir zorunluluktur.
Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.
Dosya içeriğinden; haberde yer alan bilgilerin, dinleme kayıt dökümü içinde davacının adının da geçtiği "O…" operasyonu çerçevesinde yürütülen soruşturma üzerine hazırlanan iddianameye dayandığı anlaşılmaktadır. Haberde, davacı hakkında fezleke düzenlendiğine ilişkin yanılgı, haberin bütünü içerisinde yer alan bir ayrıntı niteliğinde olup yayınlandığı gündeki görünür gerçekliğe uygun olan haber, davacının kişilik haklarına saldırı oluşturmaz.
Yerel mahkemece açıklanan yönler gözetilerek, istemin tümden reddedilmesi gerekirken, yerinde olmayan yazılı gerekçeyle davacı yararına manevi tazminat takdir edilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir...)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN : Davalı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununa eklenen “ Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde peşin temyiz harcının yatırana geri verilmesine aynı Kanun"un 440.maddesi uyarınca miktar itibari ile karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 19.12.2012 gününde oybirliği ile karar verildi.