Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 1. Asliye Ticaret Mahkeme’since davanın kısmen kabulüne dair verilen 15.07.2010 gün ve 2009/75 E., 2010/552 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin 19.09.2011gün ve 8295/10999 sayılı ilamı ile;
(...Davacı vekili, müvekkili şirket tarafından davalıya satılan malzeme bedelinden bakiye 27.204,22 TL alacağın ödenmemesi üzerine başlatılan icra takibine itiraz edildiğini iddia ederek itirazın iptalini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, savunmasında satın ve teslim alınan malın bedelinin ödendiğini 11.378 TL malı teslim almadıklarını beyan ederek davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, satım konusu malların davalıya teslim olunduğu ve bedelinin ödendiğinin kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı vekilince temyiz edilmiştir.
Yanlar arasındaki uyuşmazlık 30.1.2008 tarihli irsaliye konusu malın davalıya teslim edilip edilmediğindedir.
Davalı irsaliye altındaki imzayı inkar etmiştir. Yapılan imza incelemesinde teslim alan kişinin imzasının davalıya ait olup olmadığı yerine irsaliyedeki yazılar incelenmiş olup, inceleme hatalı yapılmıştır.
Bu durumda 30.1.2008 tarihli irsaliyedeki davalı adına atılan imza incelenerek uygun sonuç çerçevesinde bir karar verilmek gerekirken eksik inceleme ile hüküm kurulması doğru görülmemiştir...)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, itirazın iptali istemine ilişkindir.
Davacı vekili, müvekkili tarafından davalıya emtia satıldığını, üç ayrı sevk irsaliyesinin davalı tarafından imzalanması suretiyle malların davalıya teslim edildiğini ve emtia bedelinin tahsili için başlatılan icra takibine davalı itirazının haksız olduğunu ileri sürerek, itirazın iptalini istemiştir.
Davalı vekili savunmasında, 35390 nolu sevk irsaliyesine konu emtianın müvekkiline teslim edilmediğini ve bu belgede bulunan imzanın müvekkili şirket yetkilisinin eli ürünü olmadığını belirtmiştir.
Mahkemece, davalı tarafından inkar edilen sevk irsaliyesindeki imzanın davalı şirket yetkilisine ait olduğu ve bu şekilde davalıya teslim edildiği ispat edilen emtia bedelinin tahsili için başlatılan icra takibine itirazın 27.204,42 TL tutarındaki asıl alacak yönünden haksız olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Davalı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenlerle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece, önceki kararda direnilmiş; hükmü temyize davalı vekili getirmiştir.
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalı tarafından inkar edilen imzanın davalı şirket yetkilisinin eli ürünü olduğunu belirten bilirkişi incelemesinin hatalı olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Herhangi bir belgedeki imza veya yazının atfedildiği kişiye ait olup olmadığı hususunda yapılacak bilirkişi incelemesinin, konunun uzmanınca ve yeterli teknik donanıma sahip bir laboratuar ortamında, optik aletler ve o incelemenin gerektirdiği diğer cihazlar kullanılarak, grafolojik ve grafometrik yöntemlerle yapılması, bu alet ve yöntemlerle gerek incelemeye konu ve gerekse karşılaştırmaya esas belgelerdeki imza veya yazının tersim, seyir, baskı derecesi, eğim, doğrultu gibi yönlerden taşıdığı özelliklerin tam ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde belirlenip karşılaştırılması; sonuçta, imza veya yazının atfedilen kişiye ait olup olmadığının, dayanakları gösterilmiş, tarafların, mahkemenin ve Yargıtay’ın denetimine elverişli bir raporla ortaya konulması, gerektiğinde karşılaştırılan imza veya yazının hangi nedenle farklı veya aynı kişinin eli ürünü olduklarının fotoğraf ya da diğer uygun görüntü teknikleriyle de desteklenmesi şarttır.
Nitekim yukarıda vurgulanan ilkeler, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 30.05.2001 gün E:2001/12-436, K:2001/467 ve 07.10.2009 gün, ve E:2009/12-382, K:2009/415, sayılı ilamlarında da benimsenmiştir.
Somut olayda mahkemece hükme esas alınan 12.01.2010 havale tarihli bilirkişi raporunda, imza incelemesinin davalı tarafından inkar edilmeyen 35391 nolu sevk irsaliyesi esas alınmak suretiyle imzası inkar edilen 35390 nolu sevk irsaliyesindeki imza ve yazılar üzerinde yapıldığı açıklanmıştır. Raporun sonuç kısmında ise; “30.01.2008 tarih ve 35390 nolu sevk irsaliyesi üzerindeki yazıların ve imzanın davalı F...T...nin eli mahsulü olduğu” belirtilmiştir. Ancak, her iki sevk irsaliyesi altında bululan ve davacı ile davalı şirket yetkililerine atfen atılan imzaların hangilerinin mukayeseye tabi tutulduğu açıklanmamıştır. Sevk irsaliyelerinin altında iki farklı imza bulunması nedeniyle hangi imza üzerinde inceleme yapıldığının açıklanmasında zorunluluk bulunmaktadır.
Bunun yanı sıra, bilirkişi raporunda sevk irsaliyelerindeki “emtialara ilişkin yazıların” kıyaslanarak davalı şirket yetkilisi eli ürünü olduğu sonucuna varıldığı belirtilmiştir. Oysa; mukayeseye esas alınan 35391 nolu sevk irsaliyesi üzerindeki yazıların şirket yetkilisine ait olduğu yönünde davalının bir kabulü olmadığı gibi, böyle bir iddia davacı tarafından dahi ileri sürülmemektedir. Kaldı ki; sevk irsaliyesinde yazıların kime ait olduğunun belirlenmesi konusunda 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 230/5. maddesi de gözden uzak tutulmamalıdır. Bu yasal düzenlemeye göre; malın alıcıya teslim edilmek üzere satıcı tarafından taşındığı veya taşıttırıldığı hallerde satıcının taşınan veya taşıttırılan mallar için sevk irsaliyesi düzenlemesi şarttır.
Hal böyle olunca, bilirkişi raporunun hükme esas alınabilecek nitelikte olmadığı sabittir.
O halde, mahkemece davalıya ait olduğu usulünce tespit edilen mukayese imzaları esas alınmak suretiyle inkar edilen belgedeki imzanın davalı şirket yetkilisi eli ürünü olup olmadığının yeniden bilirkişi rapor alınmak suretiyle belirlenip sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması yerinde olmamıştır.
Bu itibarla; Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 1086 sayılı HMUK 440/1 maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 07.11.2012 gününde oybirliği ile karar verildi.