Abaküs Yazılım
Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2015/3550
Karar No: 2019/748
Karar Tarihi: 20.06.2019

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2015/3550 Esas 2019/748 Karar Sayılı İlamı

Hukuk Genel Kurulu         2015/3550 E.  ,  2019/748 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ :İş Mahkemesi


    Taraflar arasındaki “tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Mersin 4. İş Mahkemesince davanın reddine dair verilen 26.06.2014 tarihli ve 2012/664 E., 2014/222 K. sayılı kararın davacı vekilince temyizi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 19.01.2015 tarihli ve 2014/24876 E., 2015/716 K. sayılı kararı ile;
    “...Dava, hizmet tespiti istemine ilişkindir.
    Mahkemece, ilamında belirtildiği şekilde davanın reddine karar verilmiştir.
    Davalı işverenlere ait işyerinde, 12.01.2000-26.01.2012 tarihleri arasında hizmet akdine tabi olarak geçen ve davalı Kuruma bildirilmeyen çalışma sürelerinin tespitine ilişkin davanın yasal dayanağı 5510 sayılı Kanunun 86. maddesi olup anayasal haklar arasında yer alan sosyal güvenliğin yaşama geçirilmesindeki etkisi gözetildiğinde, sigortalı konumunda geçen çalışma sürelerinin saptanmasına ilişkin bu tür davalar, kamu düzeni ile ilgili olduğundan, özel bir duyarlılıkla ve özenle yürütülmeleri zorunludur. Bu bağlamda, hak kayıplarının ve gerçeğe aykırı sigortalılık süresi edinme durumlarının önlenmesi, temel insan haklarından olan sosyal güvenlik hakkının korunabilmesi için, tarafların gösterdiği kanıtlarla yetinilmeyip, gerek görüldüğünde, kendiliğinden araştırma yapılarak delil toplanabileceği açıktır.
    İnceleme konusu davada; Mahkeme, davacının, 12.01.2000-26.01.2012 tarihleri arasındaki davalı iş verenlere ait iş yerindeki çalışmalarının kesintili olduğu ve ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiş ise de, dosyada yer alan bilgi ve belgeler karar vermeye elverişli görünmemektedir. Bu bakımdan, Mahkemece, davacının bu döneme ilişkin olarak vergi ve oda kaydının bulunup bulunmadığı, 1479 sayılı Yasa kapsamında sigortalı olup olmadığı araştırılmalı, davacının serbest hamal mı, yoksa, işverene hizmet akdiyle bağlı olarak çalışan bir işçi mi olduğu saptanmalı, davacının kendi nam ve hesabına bağımsız çalışıp çalışmadığı bu yönde piyasa hamallarının bağlı bulunduğu Serbest Hamallar Odası veya Yük Taşıyıcıları Odası vs. gibi bir oda veya dernek varsa davacının kaydı olup olmadığı sorulmalı, davalı işverenlerin vergi kayıt ve faaliyeti ile tescil durumları ilgili vergi dairesinden ve ticaret sicili memurluğundan araştırılmalı, böylece, davalı işverenlerin arasında hukuki ilişki olup olmadığı da saptanmalı, toplanan tüm kanıtlar değerlendirildikten sonra, elde edilecek sonuca göre hüküm kurulmalıdır.
    Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın, eksik inceleme sonucu, yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir...”
    gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.


    HUKUK GENEL KURULU KARARI

    Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
    Dava, hizmet tespiti istemine ilişkindir.
    Davacı vekili, davalı şirketler arasında organik bağ bulunduğu ve müvekkilinin davalı şirketlere ait işyerinde 12.01.2000-26.01.2012 tarihleri arasında sürekli ve kesintisiz olarak aylık 1.000,00TL ücretle çalıştığını, müvekkilinin işinin hububat bölümüne gelen çuvallı ve dökme emtiaların boşaltılması, yüklenmesi ve istiflenmesi olduğunu, bazı iş arkadaşlarının işverene karşı iş mahkemelerinde açtıkları davalarda işverenin müvekkilinden kendi lehlerine tanıklık yapmasını istediğini, müvekkilinin tanıklık yapmayacağını söylemesi üzerine işveren tarafından görev yerinin değiştirilerek daha önce çalışmadığı hububatların paketlenmesi işinde görevlendirildiğini, daha sonra bir süre istirahat etmesi için müvekkiline rapor aldırıldığını, rapor bitiminde işe başlatılmadığını ve hakkında işe gelmediğine ilişkin olarak tutanak tutulduğunu, çalıştığı süre içerisinde çalışmalarının büyük bölümünün Kuruma bildirilmediğini öğrendiğini ileri sürerek müvekkilinin davalı işyerinde 12.01.2000-26.01.2012 tarihleri arasında kesintisiz ve sürekli olarak çalıştığının tespitine ve bir kısım işçilik alacaklarının tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
    Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili, fiili çalışma olgusunun hiçbir tereddüte yer bırakmayacak şekilde kanıtlanması gerektiğini belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
    Davalı işveren vekili, davacının 16.08.2007-06.02.2012 tarihleri arasında müvekkili şirketlere ait işyerlerinde yükleme ve boşaltma işçisi olarak çalıştığını, 16.08.2007 tarihinden önce şirketlerde bağımlı olarak çalışmadığını, bu tarihten önceki çalışmalarının ton usulü çalışma şeklinde olup çalışmanın iş çıktıkça serbest piyasa hamalı olarak gerçekleştiğini, davacının bu çalışmalarının hizmet aktine dayanmadığı gibi 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu"nun 3. maddesinde belirtilen istisnalardan da olmadığını, davacının 16.08.2007 tarihinden önce işyerinde sürekli ve kesintisiz olarak çalışmasının bulunmadığını belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
    Mahkemece, işçilik alacaklarına ilişkin davanın bu dosyadan tefrik edilmesine, hizmet tespitine ilişkin dava yönünden ise davalı şirketlerin ticaret sicil kayıtları ve tanık beyanları birlikte değerlendirildiğinde davalı şirketler arasında organik bağ bulunduğu, davacının 16.08.2007 tarihinden sonraki çalışmalarının davalı şirketlere ait işyerlerinden bildirildiği, 12.01.2000-16.08.2007 tarihleri arasındaki hizmet tespiti iddiası bakımından ise yazılı delil bulunmadığı, davacı tanıklarının aynı zamanda bordro tanığı olduğu ancak davalı şirketlerle aralarında aynı mahiyette davalar bulunması sebebiyle beyanlarına itibar edilemeyeceği, davalı tanıklarından Süleyman Erkal, Şeyhmus Şimşek, Murat Efetürk ve Murat Alnıaçık"ın bordro tanıkları oldukları ve davacının 2007 yılından önceki çalışmalarının ton usülü yükleme yapan, çağrı ile gelen serbest hamal niteliğinde olduğunu söyledikleri, bu dönemde davacının dava dışı başka işyerlerinde sigortalı çalışmalarının bulunduğu, davacının çalışmalarının kesintisiz olmadığı kanaatine varıldığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
    Davacı vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece yukarıda karar başlığında açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
    Mahkemece, benzer davalarda benzer çalışma koşullarına sahip kişilerin serbest piyasa hamalı olarak çalıştıkları kabul edilerek hizmet tespiti davalarının reddine karar verildiği ve bu kararların Yargıtay tarafından onandığı, davacı ile benzer şekilde davası bulunan davacı tanıklarının durumlarının ve beyanlarının da serbest piyasa hamalı olarak çalışıldığını ortaya çıkardığı, ekip halinde çalışan bir grup hamalın ton usulü ücretle çalıştıkları, 16.08.2007 tarihinden önceki dönem bakımından dinlenen bordro tanıklarının beyanları ile davacının dava dışı işyerlerinde sigortalı çalışmalarının bulunduğu hususunun bu çalışma sistemine delil teşkil ettiği belirtilerek ve önceki gerekçeler tekrar edilerek direnme kararı verilmiştir.
    Direnme kararı, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
    Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda davacının dava konusu dönemde davalı işverenlere ait işyerinde geçen çalışmaları bakımından serbest piyasa hamalı mı yoksa işverene hizmet aktiyle bağlı olarak çalışan bir işçi mi olduğunun tespiti bakımından yapılan araştırmanın yeterli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
    5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu"nun 01.10.2008 günü yürürlüğe giren geçici 7. maddesinde, “…bu Kanunun yürürlük tarihine kadar 506 sayılı, 1479 sayılı, 2925 sayılı, bu Kanun ile mülga 2926 sayılı, 5434 sayılı Kanunlar ile 506 sayılı Kanunun Geçici 20"nci maddesine göre sandıklara tâbi sigortalılık başlangıçları ile hizmet süreleri, fiilî hizmet süresi zammı, itibarî hizmet süreleri, borçlandırılan ve ihya edilen süreler ve sigortalılık sürelerinin tabi oldukları kanun hükümlerine göre değerlendirilir” yönünde düzenleme bulunmaktadır.
    Bu durumda, 01.10.2008 tarihinden önceki döneme ilişkin hizmet tespiti uyuşmazlıklarında 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu; bu tarihten sonraki dönem bakımından ise 5510 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanması gerekecektir.
    Öncelikle ifade edilmelidir ki, mülga 506 sayılı Kanun ve 5510 sayılı Kanun’un 4. maddesinin birinci fıkrasının “a” bendi kapsamında sigortalı niteliğini kazanmanın koşulları başlıca üç başlık altında toplanmaktadır.
    Bunlar: a) Çalışma ilişkisinin kural olarak hizmet sözleşmesine dayanması, b) işin işverene ait iş yerinde ya da iş yerinden sayılan yerlerde iş organizasyonu içerisinde yapılması, c) çalışanın 506 sayılı Kanun"un 3. maddesinde (5510 sayılı Kanun"un 6. maddesi) belirtilen istisnalardan olmaması şeklinde sıralanabilir. Sigortalı olabilmek için bu koşulların bir arada bulunması zorunludur.
    506 sayılı Kanun’un 2. maddesine göre, bu Kanun anlamında sigortalı olarak çalışabilmenin temel koşulu, hizmet sözleşmesine dayalı çalışmanın bulunmasıdır. Bu anlamda bir sözleşme, hizmet sözleşmesi olarak kabul edilmediğinde 506 sayılı Kanun anlamında sigortalıktan da söz edilemeyecektir.
    İşçi ve sigortalı kavramlarının tanımında hizmet sözleşmesinden hareket edilmekteyse de, 4857 sayılı İş Kanunu ile yürürlükten kaldırılan 1475 sayılı İş Kanunu’nda ve 506 sayılı Kanun"da bu sözleşmenin tanımına ilişkin bir hükme yer verilmemiştir. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 8. maddesinde, “İş sözleşmesi, bir tarafın (işçi) bağımlı olarak iş görmeyi, diğer tarafın (işveren) da ücret ödemeyi üstlenmesinden oluşan sözleşmedir.” tanımlaması yapılmıştır. Belirtmek gerekirse, 4857 sayılı İş Kanunu’nda “Hizmet akdi” sözcüğü terkedilmiş, yerine “İş sözleşmesi” ifadesi kullanılmıştır.
    Hizmet akdi, 818 sayılı Borçlar Kanunu"nun 313. maddesinin 1. fıkrasında ise, “Hizmet akdi, bir mukaveledir ki onunla işçi, muayyen veya gayri muayyen bir zamanda hizmet görmeyi ve iş sahibi dahi ona bir ücret vermeği taahhüt eder.” şeklinde tanımlanmıştır. Bu tanımda sadece hizmet ve ücret unsurları belirgin iken, 4857 sayılı Kanun’da daha önce Anayasa Mahkemesi ve öğretinin de kabul ettiği gibi “bağımlılık” unsuruna da yer verilmiştir.
    5510 sayılı Kanun’un 3/11. maddesinde ise, hizmet akdinin 22.04.1926 tarihli ve 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda tanımlanan hizmet akdini ve iş mevzuatında tanımlanan iş sözleşmesini veya hizmet akdini ifade edeceği belirtilmiştir. Görüldüğü üzere, 506 sayılı Kanun döneminde sigortalı niteliğini kazanmanın koşulları 5510 sayılı Kanun döneminde de farklılık arz etmemektedir.
    Hemen belirtilmelidir ki, 5510 sayılı Kanunun atıf yaptığı 818 sayılı Kanun 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu ile yürürlükten kaldırılmıştır. 6098 sayılı Kanun’un 393. maddesinin birinci fıkrasına göre, hizmet sözleşmesi “işçinin işverene bağımlı olarak belirli veya belirli olmayan süreyle işgörmeyi, işverenin de ona zamana ve yapılan işe göre ücret ödemeyi üstlendiği sözleşmedir.” Bu haliyle 5510 sayılı Kanun"un 3/11. maddesi uyarınca 818 sayılı Borçlar Kanunu’na yapılan atfın artık 6098 sayılı Kanun’un 393/1. maddesine yapıldığının kabulü gerekecektir.
    Sigortalılık niteliğinin kazanılması açısından işveren ile çalıştırılan kişi arasında hizmet sözleşmesinin yapılması tek başına yeterli değildir. Ayrıca işin işverene ait iş yerinde ya da iş yerinden sayılan yerlerde yapılması gerekmektedir. Mülga 506 sayılı Kanun"un 5. maddesine göre iş yeri, bir hizmet sözleşmesine dayanarak bir veya birkaç işveren tarafından çalıştırılanların işlerini yaptıkları yerdir. İşin niteliği ve yürütümü bakımından iş yerine bağlı bulunan yerlerle dinlenme, çocuk emzirme, yemek, uyku, yıkanma, muayene ve bakım, beden veya meslek eğitimi yerleri, avlu ve büro gibi diğer eklentiler ve araçlar da iş yerinden sayılır.
    Ayrıca 5510 sayılı Kanun"un Geçici 7. maddesi uyarınca, uygulama yeri bulan 506 sayılı Kanun"un 2. ve 6. maddelerinde öngörülen koşulların oluşmasıyla birlikte çalıştırılanlar, kendiliğinden sigortalı sayılırlar. Ancak, bu kimselerin ayrıca aynı Kanun"un 3. maddesinde sayılan istisnalara girmemesi gerekir. Çalıştırılanların, başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın sigortalı niteliğini kazanmaları 506 sayılı Kanun"un 6. maddesinin 1. fıkrasında yer alan açık hüküm gereğidir.
    Ne var ki, sigortalıların bazı haklardan yararlanmaları öncelikle kuruma bildirilmeleri, belirli süre prim ödemiş olmaları ve kanunun gerektirdiği bilgilerin açık bir şekilde bilinmesi koşullarına da bağlıdır. Anılan bilgi ve belgelerin kuruma ulaştırılmaması veya eksik ulaştırılması hâlinde ise bildirimsiz (kaçak) çalıştırma olgusu ortaya çıkacaktır. Bu durum, prim ve gelir vergisi ödememek için işverenlerce sıklıkla başvurulan bir yol olup, ülkenin gerçeklerinden biridir. İşte bu noktada, işçinin bir takım yasal haklardan yararlanabilmesi için sigortalı hizmetinin tespitini istemesi gereği ortaya çıkmaktadır.
    Hizmet tespiti davası 506 sayılı Kanun’un 79. maddesinin 10. fıkrasında, 01.10.2008 tarihinden sonraki dönemler yönünden ise 5510 sayılı Kanun’un 86. maddesinde düzenlenmektedir.
    Mülga 506 sayılı Kanun"un 79. maddesinde, “Yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları kurumca tespit edilmeyen sigortalıların hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde mahkemeye başvurarak hizmet tespiti isteyebilecekleri”; 01.10.2008 tarihinden sonraki dönemler yönünden ise 5510 sayılı Kanun’un 86. maddesinde, “Aylık prim ve hizmet belgesi veya muhtasar ve prim hizmet beyannamesi işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları Kurumca tespit edilemeyen sigortalılar, çalıştıklarını hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak beş yıl içerisinde iş mahkemesine başvurarak, alacakları ilâm ile ispatlayabilirlerse, bunların mahkeme kararında belirtilen aylık kazanç toplamları ile prim ödeme gün sayıları dikkate alınır.” şeklinde düzenlenmiştir.
    Sigortalı tarafından açılan hizmet tespiti davasında her türlü delille kanıtlanabilen çalışma olgusunun usulünce belirlenmesinden sonra, bu çalışmanın sigortalı çalışma olup olmadığı; ardından da ücret olgusu ve çalışılan zaman üzerinde durulmalıdır.
    Sosyal güvenlik hukukunun hem kamu hukuku, hem de özel hukuk alanında kalan özellikleri dikkate alındığında, özellikle hizmet tespiti davalarında kendiliğinden araştırma ilkesinin ağır bastığı görülür. Gerçekten hizmet tespiti davaları, taraflarca hazırlama ilkesi kapsamı dışında olup, kendiliğinden araştırma ilkesi söz konusudur.
    Sigortalılık başlangıç tarihi ve hizmet tespitine yönelik davaların kamu düzenini ilgilendirdiği ve bu nedenle özel bir duyarlılık ve özenle yürütülmesi icabettiği Yargıtay’ın yerleşmiş içtihadı gereği olduğundan, kamu düzenini ilgilendiren hizmet tespiti davalarında, hâkimin özel bir duyarlılık göstererek delilleri kendiliğinden toplaması ve sonucuna göre karar vermesi gerekir. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı bu davalarda ispat yükü, bir tarafa yüklenemez.
    Öte yandan, hizmet tespiti davalarının amacı, hizmetlerin karşılığı olan sosyal güvenlik haklarının korunması olduğundan, tespiti istenen dönemde kişinin sigortalı niteliği taşıyıp taşımadığı ile yapılan işin kanun kapsamına girip girmediği araştırılmalıdır. Çalışma iddiasının gerçeğe uygunluğu ancak bu koşullar varsa inceleme konusu yapılabilecektir.
    Çalışma olgusu her türlü delille ispatlanabileceğinden, bu davalarda iş yerinde tutulması gerekli dosyalar ile kurumdaki belge ve kanıtlardan yararlanılmalı, ücret bordroları getirtilmeli, müfettiş raporları olup olmadığı araştırılmalı, mümkün oldukça tespiti istenen dönemde iş yerinin yönetici ve görevlileri, iş yerinde çalışan öteki kişiler ile o iş yerine komşu ve yakın iş yerlerinde, tarafları veya iş yerini bilen veya bilebilecek durumda olanlar zabıta marifetiyle araştırılarak saptanmalı, sigortalının hangi işte hangi süre ile çalıştığı, çalışmanın konusu, sürekli, kesintili, mevsimlik mi olduğu, başlangıç ve bitiş tarihleri ve alınan ücret konularında beyanları alınarak, tanıkların sözleri değerlendirilirken bunların inandırıcılığı üzerinde durulmalı, verdikleri bilgilere nasıl vakıf oldukları, işveren ve işçiyle, iş yeriyle ilişkileri, bazen uzun yılları kapsayan bilgilerin insan hafızasında yıllarca eksiksiz nasıl taşınabileceği düşünülmeli, beyanları diğer yan delillerle desteklenmelidir.
    Bu amaçla tanıkların, hizmet tespiti istenen tarihte, iş yeri veya komşu iş yeri sigortalısı ya da işvereni olup olmadıkları araştırılmalı, davalı Kurumdan, bu kişilerin belirtilen tarihte sigortalılık bildirimlerinin hangi iş yerinden yapılmış olduğu da sorularak, elde edilen bilgilerin ifadelerde belirtilen olgularla örtüşüp örtüşmediği de irdelenmeli, iş yerinin kapsam, kapasite ve niteliği ile bu beyanlar kontrol edilmelidir.
    Diğer taraftan bu davalarda, işverenin çalışma olgusunu kabulü ya da reddinin tek başına hukuki bir sonuç doğurmayacağı da göz önünde tutulmalıdır.
    Nitekim açıklanan hususlar Hukuk Genel Kurulunun 07.04.2012 tarihli 2012/21-137 E., 2012/433 K.; 12.06.2013 tarihli 2012/10-635 E. 2013/823 K. ve 25.09.2013 tarihli 2013/21-182 E. 2013/2013/1401 K. sayılı kararlarında da benimsenmiş ve açıkça belirtilmiştir.
    4857 sayılı Kanun’un 8. maddesinin 1. fıkrasına göre, iş sözleşmesi, bir tarafın (işçi) bağımlı olarak iş görmeyi diğer tarafın (işveren) da ücret ödemeyi üstlenmesinden oluşan sözleşmedir. Ücret, iş görme ve bağımlılık iş sözleşmesinin belirleyici öğeleridir.
    İş sözleşmesini belirleyen ölçüt hukuki-kişisel bağımlılıktır. Gerçek anlamda hukuki bağımlılık işçinin işin yürütümüne ve işyerindeki talimatlara uyma yükümlülüğünü içerir. İş sözleşmesinde bağımlılık unsurunun içeriğini işverenin talimatlarına göre hareket etmek ve iş sürecinin ve sonuçlarının işveren tarafından denetlenmesi oluşturmaktadır. Bağımlılık iş sözleşmesini karakterize eden unsur olup, genel anlamıyla bağımlılık, hukuki bağımlılık olarak anlaşılmakta olup, işçinin belirli veya belirsiz bir süre için işverenin talimatına göre ve onun denetimine bağlı olarak çalışmasını ifade eder.
    İş sözleşmesinde bağımlılık unsurunun içeriğini; işverenin talimatlarına göre hareket etmek ve iş sürecinin ve sonuçlarının işveren tarafından denetlenmesi oluşturmaktadır.
    İşin işverene ait işyerinde görülmesi,
    Malzemenin işveren tarafından sağlanması,
    İş görenin işin görülme tarzı bakımından iş sahibinden talimat alması,
    İşin iş sahibi veya bir yardımcısı tarafından kontrol edilmesi,
    Bir sermaye koymadan ve kendine ait bir organizasyonu olmadan faaliyet göstermesi,
    Ücretin ödenme şekli, kişisel bağımlılığın tespitinde dikkate alınacak yardımcı olgulardır.
    Sayılan bu belirtilerin hiçbiri tek başına kesin bir ölçü teşkil etmez. İşçinin, işverenin belirlediği koşullarda çalışırken, kendi yaratıcı gücünü kullanması, işverenin isteği doğrultusunda işin yapılması için serbest hareket etmesi bu bağımlılık ilişkisini ortadan kaldırmaz.
    Yukarıda sayılan ölçütler dışında, bağımsız çalışan kişiyle işçiyi birbirinden ayıran önemli diğer bir kriter, işin yönetim ve denetiminin kime ait olduğudur. İşçi, işverenin yönetim ve denetim sorumluluğu altında bulunan bir organizasyon içinde yer alır. Çalışma saatleri ve işin yapılacağı yer işverence belirlenir. İş araçları ve dokümantasyonu genelde işverence sağlanır. Bu konudaki alt bir kriter ise çalışanın kendisi, başkası ya da bir hizmet organizasyonu kapsamında iş yapması olgusudur. İşçinin işveren tarafından önceden belirlenen amaca uyma yükümlülüğü var iken, bağımsız çalışan açısından böyle bir zorunluluk bulunmamaktadır. İşçinin önceden iş koşullarını ve işin yapılması sırasında kullanılacak araçları seçme yetkisi ya da işin yapılacağı yer ve zamanı belirleme serbestisi yoktur. Çalışan kişi işin yürütümünü kendi organize etse dahi, üzerinde iş sahibinin belirli ölçüde kontrol ve denetimi söz konusuysa, iş sahibine bilgi ve hesap verme yükümlülüğü varsa, doğrudan iş sahibinin otoritesi altında olmasa da bağımlı çalışan olduğu kabul edilebilir. Çalışanın işini kaybetme riski olmaksızın verilen görevi reddetme hakkına sahip olması (ki bu iş görme borcunun bir ifadesidir) durumunda, çalışan kişinin “bağımsız çalışan” olduğu kabul edilmelidir. Vekilin dilediği zaman sözleşmeyi sona erdirme hakkı, işverene karşı mutlak olmamakla birlikte bir ölçüde bağımsızlığını ortaya koymaktadır. Oysa işçi, işin gerçekleştirilmesi yönünden amaca uygun olmadığını düşündüğü bir talimatı, işverenin ısrarı karşısında yerine getirmek zorundadır.
    Çalışanın münhasıran aynı iş sahibi için çalışması da, tek başına yeterli olmasa da aralarında bağımlılık ilişkisi bulunduğuna kanıt oluşturabilir.
    4857 sayılı Kanun"un 13. maddesinde, işçinin normal haftalık çalışma süresinin tam süreli çalışan emsal işçiye göre önemli ölçüde daha az olarak belirlendiği iş sözleşmesi “kısmî süreli iş sözleşmesi” olarak tanımlanmıştır. Çalışma süresi aynı kanunun 63. maddesinde haftada en çok 45 saat olarak açıklanmıştır. Yukarıda değinilen 13. maddede emsal işçiden söz edilmiş olmakla, kısmî süreli iş sözleşmesinin belirlenmesinde esas alınacak haftalık normal çalışma süresi, tam süreli iş sözleşmesi ile çalışan emsal işçiye göre belirlenecektir. Kanun"un 63. maddesinde yazılı olan haftalık iş süresi azamîdir. Buna göre o işkolunda emsal bir işçinin ortalama haftalık çalışma süresi haftalık 45 saati aşmamak şartıyla belirlenmeli ve bunun önemli ölçüde azaltılmış olup olmadığına bakılmalıdır.
    İş Kanununa İlişkin Çalışma Süreleri Yönetmeliği"nin 6. maddesinde, “ İşyerinde tam süreli iş sözleşmesi ile yapılan emsal çalışmanın üçte ikisi oranına kadar yapılan çalışma kısmî süreli çalışmadır”. Gerekçede “üçte ikisinden az” olan çalışma ifadesi kullanılmışken, yönetmelikte üçte iki oranına kadar yapılan çalışmalar kısmî çalışma sayılmıştır. Bu durumda emsal işçiye göre 45 saat olarak belirlenen normal çalışmanın taraflarca 30 saat ve daha altında kararlaştırılması halinde, kısmî süreli iş sözleşmesinin varlığından söz edilir.
    Yukarıda yer alan bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde, öncelikle, davacının 23.06.2006-27.09.2006 tarihleri arasında bildirimi yapılan 1004515 sicil numaralı işyerinin kime ait olduğu ve bu işyeri ile davalı şirketlere ait işyerleri arasında organik bağ bulunup bulunmadığı tespit edilerek 23.06.2006 tarihinden önceki çalışmaların tespiti bakımından dava tarihi itibariyle hak düşürücü sürenin gerçekleşip gerçekleşmediği değerlendirilmelidir.
    Ayrıca, davalı şirketlerin dava konusu döneme ilişkin ortaklık yapısı ve yönetici bilgilerini içerir ticaret sicil kayıtları araştırılarak şirketler arasındaki bağlantı tespit edilmelidir.
    Bununla birlikte, işyerinde işlerin iş yerine bağlı sürekli hamallarla mı yoksa piyasa hamallarıyla mı yapıldığı hususu, her gün hamala ihtiyaç olup olmadığı, davacıya her gün iş verilip verilmediği, çalışmanın tam zamanlı çalışmaya dayanıp dayanmadığı, ücretin kim tarafından ödendiği ve ödenen ücret miktarı ile nasıl ödendiği (günlük, haftalık, aylık) hususlarını belirlemek, davalı işyerine ait ihtilaf konusu dönem puantaj kayıtlarını, ücret tediye bordrolarını, hasta sevk kağıtlarını, yaptığı işe göre davacının isim ve imzasını taşıyan fatura, sevk ve irsaliye belgesi ile benzeri her türlü belgeyi getirtmek, ilgili meslek/ticaret odasından davalı işyerine ait kapasite raporunu, tüm vergi beyannamelerini getirtip gerektiğinde keşif yaparak işyerinin mekan ve büyüklüğünü/fiziki şartlarını, ciro, elektrik, su tüketimi ve her türlü veri gözetilmek suretiyle çalışması gereken sigortalı sayısını, alanında uzman ilgili meslek mensubu, mali müşavir ve hukukçudan oluşan bilirkişi heyetinden rapor alarak belirlemek, bu raporda dava konusu dönemdeki dönem bordrolarında çalıştığı bildirilen sigortalı sayısı ile de karşılaştırma yapılmasını sağlamak, davacının serbest meslek erbaplığından dolayı vergi veya Bağ-Kur kaydının bulunup bulunmadığını araştırmak, bu yönde piyasa hamallarının bağlı bulunduğu Serbest Hamallar Odası veya Yük Taşıyıcıları Odası vs. gibi bir oda veya dernek varsa davacının kaydı olup olmadığını sormak, dava konusu döneme ilişkin müfettiş raporları olup olmadığını sormak, dava konusu dönemde davacı ile birlikte çalışan ve işverenin bordrolarında kayıtlı kişiler ile komşu veya benzeri işleri yapan işverenler ve bu işverenlerin çalıştırdığı bordrolara geçmiş kişiler resen saptanarak somut bilgi ve görgülerine başvurmak, yapılan işin niteliği dikkate alındığında kısmi çalışma yapılması mümkün olduğundan çalışmanın varlığını, süresini ve sürekliliğini, çalışmanın kısmi ya da tam gün olup olmadığını belirlemek gerekmektedir.
    Hâl böyle olunca direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda açıklanan ilave gerekçe ve nedenlerle bozulmasına karar verilmesi gerekmiştir.
    SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda açıklanan ilave gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcın yatırana geri verilmesine karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 20.06.2019 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.





    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi