10. Hukuk Dairesi 2017/5781 E. , 2019/8611 K.
"İçtihat Metni"
Mahkemesi :İş Mahkemesi
Dava, rücuan tazminat istemine ilişkindir.
Mahkemece, ilamında belirtildiği şekilde davanın reddine karar verilmiştir.
Hükmün, davacı Kurum vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
1- Davanın yasal dayanağını oluşturan 506 sayılı Kanun’un 26’ncı maddesinin birinci fıkrasında işverenin sorumluluğu, ikinci fıkrasında ise üçüncü kişilerin sorumluluğu düzenlenmiştir. Zararlandırıcı sigorta olayında; devlet adına sosyal güvenlik kanunlarını uygulamakla görevli Sosyal Güvenlik Kurumu birinci kişi, risklerin gerçekleşmesi halinde sigortalının ya da hak sahiplerinin Kurumdan yardım görmesi için primleri ödeyen işveren ikinci kişi konumundadır. Bunun dışında kalanlar ise üçüncü kişi olarak tanımlanmaktadır.
818 sayılı Borçlar Kanununun 332/1"inci maddesinde belirtilen işçi - işveren arasındaki akde aykırılık eylemleri ve bu çerçevede maddenin 2"nci fıkrası gereğince işverenin akde aykırı davranışları (işçi sağlığı ve iş güvenliğinin gerektirdiği önlemlerin alınmaması vs.) sonucu 26/1"inci maddeyle yapılan ilişkilendirme ile bir bakıma akde aykırı hareketten doğan tazminat davaları hakkındaki hükümlere tabii olmakla; zamanaşımının, işverenler açısından uygulanması gereken Borçlar Kanununun 125"inci maddesine göre on yıl olduğu belirtilmelidir.
506 sayılı Kanun’un 26’ncı maddesinde üçüncü kişiler aleyhine açılan rücu davalarının tabi olduğu zamanaşımı süresine ilişkin açık hüküm bulunmamaktadır. Üçüncü kişi ile sigortalı arasında akdi bir ilişki söz konusu değildir. Ancak anılan maddenin ikinci fıkrasında Borçlar Kanununa yollamada bulunulmuştur. Hal böyle olunca; üçüncü kişiler aleyhine açılan davaların, Borçlar Kanunu’nun 60’ıncı maddesinde gösterilen bir ve on yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğu sonucuna ulaşılmaktadır.
Öte yandan işveren vekili, 506 sayılı Kanunun 4"üncü maddesinde, “İşveren nam ve hesabına işin yönetimi görevini yapan kimseler, "İşveren vekilidir.” şeklinde tanımlanmış, anılan maddenin devamındaki, “Bu kanunda geçen işveren deyimi işveren vekilini de kapsar. İşveren vekili, bu Kanunda belirtilen yükümlülüklerinden dolayı aynen işveren gibi sorumludur.” hükmü ile işveren vekilinin sorumluluğunun kapsamı belirlenmiştir. Bu kapsamda işveren vekilinin de, zamanaşımı yönünden aynen işveren gibi sorumlu olacağı gözetilmelidir.
Borcu ortadan kaldırmamakla birlikte yerine getirmekten kaçınma yetkisi veren zamanaşımı defi, ancak bunu ileri süren taraf yönünden sonuç doğurmakta olup, bir başka anlatımla, mahkemece kendiliğinden gözetilemez, ancak yasal süre içerisinde ileri sürüldüğü takdirde değerlendirilmesi gerekir ve başlangıcı da; “zarar ve faile ıttıla” tarihidir. Bilindiği üzere zarar ve faile ıttılanın birlikte gerçekleşmesi gerekir ve sadece birinin gerçekleşmesi zamanaşımı süresinin başlaması için yeterli değildir. Zarara ve faile ıttıla, Kurumun yetkili organının ıttılaı olduğundan, zararın ıttıla tarihi sigortalı ya da hak sahibine bağlanan gelirler yönünden tahsis onay tarihi, masraf ve ödemeler yönünden sarf ve ödeme tarihidir. Faile ıttılanın ise özel bir duyarlılıkla araştırılıp incelenmesi gerekmektedir. Uygulamada, Kurum müdahil olmuş ise devam eden ceza davasında verilen mahkûmiyet kararının kesinleştiği tarih, Kurum sigorta müfettişi veya Çalışma Bakanlığı iş müfettişi raporunun Kurumun yetkili makamlarına intikal tarihi ya da ilk rücu davasının açıldığı tarih, faile ıttıla tarihi olarak kabul edilmektedir.
Ayrıca özellikle belirtilmelidir ki, zamanaşımı defi davanın esası hakkında her türlü muameleye manidir. Bu sorun halledilmeden davanın esası incelenemez (11.1.1940 tarihli 15/70 sayılı İçt. Bir. Kararı)
2- Diğer yandan, 506 sayılı Kanunun 87. maddesi hükmünde tanımlandığı üzere taşeron; bir işte ya da bir işin bölüm veya eklentilerinde asıl işverenden iş alan ve kendi adına sigortalı çalıştıran 3. kişidir. Asıl işveren taşeron ilişkisinin varlığı için öncelikle işin başka bir işverenden alınmış olması, bir başka ifade ile asıl işverenin işverenlik sıfatına devredilen iş dolayısıyla sahip olması, asıl işyeri ya da işyerinden sayılan yerlerde kendi adına işçi çalıştırıyor olması gerekir.İşin belirli bir bölümünde değil de tamamının bir bütün halinde ya da bölümlere ayrılarak başkalarına devredildiği, işten bu yolla tamamen el çekildiği, sigortalı çalıştırılmadığı için işveren sıfatının haiz olunmadığı durumda ise, bunları devralan kişiler alt işveren, devredenlerde asıl işveren olarak nitelendirilemeyecektir. Aracı sıfatının kazanılmasında diğer koşullar ise, asıl işverenden istenilen işin, asıl iş yada işyeriyle ilgili işin bir bölümünde veya işyeri eklentilerinde alınmış olması ve bu işte işi alanın kendi işçilerinin çalıştırılması ve bu nedenle de işveren sıfatına sahip olunmasıdır.
Somut olayda, kazanın davalılardan ... ve ... adına davacı Kuruma kayıtlı bina inşaatı işyerinde meydana geldiği gözetilerek, anılan davalıların asıl işveren olduğu, davalılardan ... İnş.Tur. San. Ltd.Şti." nin ise inşaatın alçıpan işlerini üstlendiği ve tanık beyanlarından şirket ortağı davalı ..." nun kaza günü sigortalıyı işe aldığı ve işe giriş bildirgesi verildiği gözetilerek alt işveren oldukları, ceza davasında kusurlu bulunan inşaatın şantiye şefi ..." ın ise 3.kişi olduğu anlaşılmaktadır. Ancak, Mahkemece verilen davanın reddine dair kararın gerekçesinde; alt işveren konumunda olan davalılardan ... İnş.Tur. San. Ltd.Şti. ve şirket ortağı ..."nun "sorumlu olmadığı düşünülmüştür." ibaresinden sonra "üçüncü kişi yönünden ... ve ... sorumlu değildir" denilerek çelişkili ve yanılgılı tespit ile adı geçen davalılar alt işveren iken, 3.kişi kabul edilmiştir.
Ayrıca, diğer davalılar yönünden zamanaşımının varlığı kabul ile dava reddedilmiştir. Ancak, zamanaşımı defi sadece asıl işverenler vekili tarafından ileri sürülmüş olup, diğer davalılar yönünden mahkemece kendiliğinden gözetilemeyeceği dikkate alınmamıştır. Asıl işverenler yönünden ise zamanaşımı başlangıç tarihi, tahsis onay tarihi olan 25.12.2009 olup, dava tarihi 19.04.2013 itibari ile on yıllık süre dolmamıştır.
Kaldı ki asıl işverenler ... ve ..." ya dava dilekçesi ayrı ayrı 19.07.2013 tarihinde tebliğ edilmiş, davalılar vekilleri tarafından 15.11.2013 tarihli davaya cevap dilekçesi ile zamanaşımı definde bulunulmuştur.
5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu"nun 7. maddesine göre, iş mahkemelerinde sözlü yargılama usulü uygulanır. Ancak, 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 447. maddesi ile sözlü yargılama usulü kaldırılmış, aynı Kanun"un 316. ve devamı maddeleri gereğince iş davaları için basit yargılama usulü benimsenmiştir. Sözlü yargılama usulünün uygulandığı dönemde zamanaşımı def"i ilk oturuma kadar ve en geç ilk oturumda yapılabilir. Ancak, 6100 sayılı Kanun"un yürürlükte olduğu dönemde 319. madde hükmü uyarınca savunmanın değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin verilmesiyle başlayacağından, zamanaşımı defi cevap dilekçesi ile ileri sürülmelidir. Zamanaşımı def"inin cevap dilekçesinin ıslahı yoluyla ileri sürülmesi de mümkündür.(Yargıtay HGK. 04.06.2011 gün 2010/9-629 E. 2011/ 70. K.)
Bu itibarla, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 317 ve 319. maddeleri uyarınca dava dilekçesinin davalı tarafa tebliği üzerine iki haftalık süre içerisinde cevap vermesi ve bu dilekçe ile zamanaşımı def"inde bulunması gerekmektedir. Belirtilen süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı def"inin geçerli sayılabilmesi için davacı tarafın açıkça muvafakat etmesi gerekir. Diğer bir deyişle süre geçtikten sonra ileri sürülen zamanaşımı def"ine davacı taraf muvafakat etmezse zamanaşımı def"i dikkate alınamaz.
Somut olayda, davalı taraf cevap dilekçesinde zamanaşımı def"inde bulunmuş ise de cevap dilekçesinin yasal sürede verilip verilmediği irdelenmemiştir.
Bu nedenle, yukarıda açıklanan maddi ve hukuki esaslar doğrultusunda zamanaşımı definin inceleme önceliği bulunduğundan, mahkemece diğer yönlere bakılmaksızın değerlendirme yapılması gerektiği dikkate alınarak; öncelikle zamanaşımı definin süresinde olup olmadığı, zamanaşımı definde bulunanın sıfatı gözetilerek zamanaşımının varlığı araştırılıp incelenmesi, elde edilecek sonuca göre karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm tesisi, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O halde, davacı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve sair hususlar incelenmeksizin hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle sair hususlar incelenmeksizin BOZULMASINA, 14.11.2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.