10. Hukuk Dairesi 2018/3788 E. , 2019/8468 K.
"İçtihat Metni"Bölge Adliye
Mahkemesi : ... Bölge Adliye Mahkemesi 33. Hukuk Dairesi
Dava, 1479 sayılı Yasa kapsamında sigortalılık başlangıç tarihinin tespiti istemine ilişkindir.
İlk Derece Mahkemesince, hükümde belirtilen gerekçelerle davanın kabulüne dair verilen karara karşı davalı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine,... Bölge Adliye Mahkemesi 33. Hukuk Dairesince istinaf isteminin esastan reddine dair karar verilmiştir.
... Bölge Adliye Mahkemesi 33. Hukuk Dairesince verilen kararın temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi ... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
I-İSTEM
Davacı vekili dilekçesinde özetle; Müvekkilinin 16.04.1986 tarihinden itibaren sigortalı olarak kaydının bulunduğunu, ilk işe giriş bildirgesinin 16.04.1986 tarihinde verilmiş olmasına ve geriye dönük bütün primlerinin de yatırılmış olmasına rağmen davalı kurumun müvekkilinin tescilini 04/10/2000 tarihi olarak kurum kayıtlarına geçirdiğini, müvekkilinin söz konusu hatanın düzeltilmesi için 08/11/2016 tarih ve 15230507 sayılı dilekçe ile müracaatta bulunduğunu ancak kurumun 22/11/2016 tarih ve 90868901 sayılı yazısı ile müracaatının kuruma kanundaki sürelere uygun olarak başvurusunun olmadığı gerekçesi ile kabul edilmediğinin bildirildiğini, 3165 sayılı kanun ile 1479 sayılı kanunda yapılan 22/03/1995 sayılı değişiklik ile müvekkilinin sigorta başlangıç tarihinin vergi mükellefiyet başladığı tarih olan 16/04/1986 tarihinden itibaren başlatılması gerektiğinin tespitini talep ve dava etmiştir.
II-CEVAP
Davalı vekili cevap dilekçesinde ve duruşmadaki beyanında özetle; 01.04.1972 tarihinde yürürlüğe giren 1479 sayılı yasanın 24. maddesi sigortalılığın başlangıcı için kendi nam ve hesabına bağımsız çalışma olgusu yanında ayrıca kanunla kurulu meslek kuruluşlarına kayıtlı olma koşulunun getirildiğini, davacının fiili olarak bağ-kur sigortalısı olarak çalıştığını kurum kayıtlarına eşdeğer belgelerle ispatlaması gerektiğini, usul ve yasaya aykırı dayanaksız olan davanın reddini savunmuştur.
III-MAHKEME KARARI
A-İLK DERECE MAHKEME KARARI
Davacının 29.04.2002 tarihinde Bağ-Kur"a giriş bildirgesi doldurarak Kuruma başvurduğu, 619 sayılı Kanun Hükmünde Kararname"nin geçici 1. maddesinin Anayasa Mahkemesinin 08.08.2001 tarihinde yürürlüğe giren kararı ile iptal edilmiş olması ve 4956 sayılı Kanun ile 1479 sayılı Kanuna eklenen geçici 18. madde hükmünün ise, Kanunun yayım tarihi olan 02.08.2003 tarihinden itibaren yürürlüğe girmiş olması dikkate alındığında, davacının kuruma süresinde başvuruda bulunmuş olduğu, bu nedenle 16.04.1986 tarihinden başlayarak devam eden gelir vergisi mükellefiyeti nedeniyle, 16.04.1986 - 04.10.2000 tarihleri arasındaki dönemde 1479 sayılı Kanun kapsamında zorunlu Bağ-Kur sigortalısı sayılması gerektiği sonucuna varılmış ve davacının davasının kabulüne dair karar verilmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİ
Davalı SGK vekili; 1479 sayılı Kanuna 2654 sayılı Kanun ile eklenen geçici 13.madde, 619 sayılı KHK, 4956 sayılı Yasa ile eklenen geçici 18.madde ve 5510 sayılı Yasa"nın 8.maddesi gereğince davacının süresinde tescil başvurusu, prim ödemesi ve borçlanma talebi olmadığından Bağ-Kur sigortalısı olduğunun tespitini talep edemeyeceğini belirterek istinaf başvurusunda bulunmuştur.
B-BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ KARARI:
İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 33. Hukuk Dairesinin 05.04.2018 günlü ilamı ile; Dosyadaki bilgi ve belgelerin tetkikinde; 01.01.1961 doğumlu olan davacının 26.04.2002 tarihli işe giriş bildirgesi ile 04.10.2000 tarihinden itibaren 1479 sayılı Yasa"ya tabi Bağ-Kur sigortalısı olarak kayıt ve tescilinin yapıldığı, 16.04.1986-31.12.1995 ve 01.01.1996 - 27.04.2005 tarihleri arasında vergi kaydının, 15.04.1986-17.05.2006 tarihleri arasında oda, 16.01.1989 - 23.05.2006 tarihleri arasında sicil kaydının bulunduğu, Bağ-Kur giriş bildirgesinin verildiği 26.04.2002 tarihinde 619 sayılı KHK ile 4956 sayılı Yasa ile değişik 1479 sayılı Kanun"un geçici 18.maddesi hükmünün yürürlükte olmadığı, davacının 26.04.2002 tarihinde verilen Bağ-Kur giriş bildirgesine istinaden anılan tarih itibariyle yürürlükte bulunan mevzuat hükümlerine göre vergide kayıtlı olduğu süreler yönünden Bağ-Kur sigortalısı sayılması gerektiği, mahkeme kararında usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığı anlaşılmakla, davalı Kurum vekilinin istinaf başvurusunun reddine dair karar verilmiştir.
V-TEMYİZ NEDENLERİ:
Davalı Kurum avukatı tarafından, davacı hakkında yapılan işlemlerin yerinde olduğu ve sigortalı olmaması gerektiği gerekçesi ile temyiz edilmiştir.
V-İLGİLİ HUKUK KURALLARI VE ESASIN İNCELEMESİ
Uyuşmazlık, somut olay bakımından 1479 sayılı Kanun (Esnaf Bağ-Kur) kapsamında 02.10.1983 tarihinin davacı için sigorta başlangıcı sayılıp sayılmayacağı noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle hukuki yarar ve sigortalılık başlangıcı kavramlarının değerlendirilmesi gerekmektedir.
Medeni usul hukukunda hukuki yarar, mahkemeden hukuksal korunma istemi ile bir davanın açılabilmesi için davacının bu davayı açmakta (veya mahkemeden hukuksal korunma istemekte) bir çıkarının bulunmasıdır.
Hukuk Genel Kurulunun 24.06.1992 gün ve 1992/1-347 E., 1992/396 K. ve 30.05.2001 gün ve 2001/14-443 E., 2001/458 K. sayılı kararlarında da belirtildiği üzere buna hukuki korunma (himaye) ihtiyacı da denir (Rechts-schutzbedürfnis). Mahkemelerden hukuki himaye istenmesinde, himayeye değer bir yarar olmalıdır.
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda öğreti ve yargısal kararların bu uygulaması aynen benimsenerek, davacının dava açmakta hukuki yararının bulunması “Dava Şartları” başlıklı 114 üncü maddesinin 1 inci fıkrasının (h) bendinde açıkça dava şartları arasında sayılmıştır.
Bilindiği üzere mahkemeden istedikleri hukuki korunmaya göre davalar eda davaları, tespit davaları ve inşai davalar olarak ayrılmaktadır.
Eda davalarında, bir şeyin yapılması, bir şeyin verilmesi veya bir şey yapılmaması istenmekte iken; inşai (yenilik doğuran) davalar ile de var olan bir hukuki durumun değiştirilmesi, kaldırılması veya yeni bir hukuki durumun yaratılması istenir. İnşai (yenilik doğurucu) davanın kabulü ile yeni bir hukuki durum yaratılır ve hukuksal sonuç genellikle bir yargı kararı ile doğar.
Tespit davaları ise bir hukuki ilişkinin var olup olmadığının tespitine ilişkin davalar olup, konusunu hukuki ilişkiler oluşturur. Bu dava türü ile bir hukuksal ilişkinin varlığı veya yokluğu saptanmaktadır. Bu davalarda davacının amacı ve dolayısıyla talep sonucu, bir hukuki ilişkinin varlığının ya da yokluğunun veyahut içeriğinin belirlenmesi olup, istemin kabule şayan olabilmesi için bu davanın konusunu oluşturan hukuki ilişkinin var olup olmadığının mahkemece hemen tespit edilmesinde davacının menfaatinin (hukuki yararının) bulunması gerekir.
Uyuşmazlıktaki tespit istemi 1479 sayılı Kanun kapsamında sigorta başlangıcı kavramına dayalı olup, istemde hukuki yarar bulunup bulunmadığının açığa kavuşturulması yönünde bu konuya kısaca değinilmesi yerinde olacaktır.
Sigortalılık başlangıç tarihi, talep eden açısından Kanun kapsamında sigortalı sayılmasını gerektirecek biçimde ilk defa çalışmaya başladığı tarih olmakla birlikte, sigortalı açısından önemi "sigortalılık süresi" yönünden taşıdığı değerdir.
Sigortalılık başlangıç tarihinin tespiti davası bir (1) günlük çalışmanın tespiti niteliğinde olduğundan hizmet tespiti davasının bir türüdür. Bu dava türleri hizmet tespiti davaları gibi kamu düzenine ilişkindir.
01.03.1965 tarihinde yürürlüğe giren 17.07.1964 tarih ve 506 sayılı Kanun"unda uzun vadeli sigorta kolları bakımından sigortalılık süresi 108 inci maddede “Malullük, yaşlılık ve ölüm sigortalarının uygulanmasında nazara alınacak sigortalılık süresinin başlangıcı, sigortalının, yürürlükten kaldırılmış 5417 ve 6900 sayılı Kanunlara veya bu kanuna tabi olarak ilk defa çalışmaya başladığı tarihtir.
Tahsis işlerinde nazara alınan sigortalılık süreleri, bu sürenin başlangıç tarihi ile, sigortalının tahsis yapılması için yazılı istekte bulunduğu tarih, tahsis için istekte bulunmuş olmayan sigortalılar için de ölüm tarihi arasında geçen süredir.” şeklinde düzenlenmiştir. Ayrıca 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun"da uzun vadeli sigorta kolları bakımından sigortalılık süresi 38 inci maddede “Malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarının uygulanmasında dikkate alınacak sigortalılık süresinin başlangıcı; sigortalının, mülga 2/6/1949 tarihli ve 5417 sayılı İhtiyarlık Sigortası Kanununa, mülga 4/2/1957 tarihli ve 6900 sayılı Malûliyet, İhtiyarlık ve Ölüm Sigortaları Hakkında Kanuna, 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununa, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanununa, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanununa, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununa ve 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununa, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun geçici 20 nci maddesi kapsamındaki sandıklara veya bu Kanuna tâbi olarak malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tabi olarak ilk defa kapsama girdiği tarih olarak kabul edilir. Uluslararası sosyal güvenlik sözleşmeleri hükümleri saklıdır.
Bu Kanunun uygulanmasında 18 yaşından önce malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tâbi olanların sigortalılık süresi, 18 yaşını doldurdukları tarihte başlamış kabul edilir. Bu tarihten önceki süreler için ödenen malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primleri, prim ödeme gün sayılarının hesabına dâhil edilir.
Aylık bağlama işlemlerinde dikkate alınan sigortalılık süreleri, sigortalılığın başlangıç tarihi ile sigortalının aylık bağlanması için yazılı istekte bulunduğu, aylık bağlanması için istekte bulunmayan sigortalılar için ise ölüm tarihi arasında geçen süredir. 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamındaki sigortalılar bakımından sigortalılık süresi; sigortalılığın başlangıç tarihi ile 48 inci maddeye göre yetkili makamdan emekliye sevk onayının alınarak görevi ile ilişiğinin kesildiği ayın son günü arasında geçen süredir.
Vazife malûllüğü aylığı almakta iken, çalışmaya başlamaları nedeniyle haklarında uzun vadeli sigorta hükümleri uygulananlar için malûllük, yaşlılık ve ölüm aylığı bağlanmasında veya toptan ödeme yapılmasında esas alınacak sigortalılık süresi, prim ödeme gün sayısı ve prime esas kazancın hesaplanmasında, vazife malûllüğü aylığı bağlandığı tarihten önceki süreler dikkate alınmaz.” şeklinde düzenlenmiştir.
506 sayılı Kanunun 108 inci maddesi ve 5510 sayılı Kanunun 38 inci maddesi değerlendirildiğinde sigorta başlangıcının yaşlılık aylığından yararlanma şartları arasında olan “sigortalılık süresini” doğrudan etkilediği görülmektedir. Ne var ki 2.9.1971 tarihli 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu ve 17.10.1983 tarihli ve 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu kapsamında sigorta başlangıcının talep eden açısından hukuki sonucu olarak “sigortalılık süresini” belirlemesi yönünden etkisi bulunmamaktadır. Çünkü her iki kanun kapsamında da yaşlılık aylığına hak kazanmak için sigortalılık süresi değil primi ödenmiş günler asıldır.
Somut olay bakımından davacının 1479 sayılı Kanun kapsamında talep ettiği 1 günlük hizmet tespitinin yaşlılık aylığı bağlanırken herhangi bir katkısı olmayacağından hukuki yararı bulunmamaktadır (HGK 31.5.2017 t. 2015/21-840 E, 2017/1042 K.).
Eldeki davada ise, Mahkemece; hukuki yarara ilişkin yukarıda yapılan açıklamalar gereğince 1479 sayılı Kanuna dayalı sigortalılık tespit davalarında; sigorta başlangıcının belirlenmesinde hukuki yarar bulunmadığı gözetilerek, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun "Hâkimin davayı aydınlatma ödevi" başlıklı 31 inci maddesi ile "Tarafların Dinlenilmesi" başlıklı 144 üncü maddesi kapsamında, davacı tarafa talebinin hangi tarihler arasındaki sürelere ilişkin olduğu açıklattırılarak, uyuşmazlık konusu kesin olarak belirlendikten sonra, yargılama yapılarak, elde edilecek sonuca ve davacının talebine uygun şekilde, infaza elverişli bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O hâlde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 33. Hukuk Dairesinin istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin kararının kaldırılarak İlk Derece Mahkemesince verilen hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 33. Hukuk Dairesi kararının HMK’nın 373/1 maddesi gereği kaldırılarak, temyiz edilen ilk derece mahkemesi hükmünün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, dosyanın kararı veren İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 12/11/2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.