![Abaküs Yazılım](/3.png)
Esas No: 2012/10-296
Karar No: 2012/438
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2012/10-296 Esas 2012/438 Karar Sayılı İlamı
- HİZMET TESPİT DAVASI
- SİGORTALI SAYILMA
- İŞE GİRİŞ BİLDİRGESİ
- ZORUNLU DAVA ARKADAŞLIĞI
- ÇALIŞMANIN İSPATI
- İŞÇİLİK ALACAKLARI
- DAVALARIN BİRLEŞTİRİLMESİ
- BİRLEŞEN DAVA HAKKINDA KARAR VERİLMEMESİ
- HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU(MÜLGA) (1086) Madde 74
- HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU(MÜLGA) (1086) Madde 388
- HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU(MÜLGA) (1086) Madde 389
- HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU (HMK) (6100) Madde 59
- HUKUK MUHAKEMELERİ KANUNU (HMK) (6100) Madde 167
- 1982 ANAYASASI (2709) Madde 60
- SOSYAL SİGORTALAR VE GENEL SAĞLIK SİGORTASI KANUNU (5510) Madde 2
- SOSYAL SİGORTALAR VE GENEL SAĞLIK SİGORTASI KANUNU (5510) Madde 5
- SOSYAL SİGORTALAR VE GENEL SAĞLIK SİGORTASI KANUNU (5510) Madde 79
"İçtihat Metni"
Taraflar arasındaki “hizmet tespiti” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Samsun 1. İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 06.07.2009 gün ve 2006/2118 E. - 2009/380 K. sayılı kararın incelenmesi davalılar ile davacı vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 10.Hukuk Dairesinin 14.02.2011 gün ve 2009/12912 E. ve 2011/1568 K. sayılı ilamı ile;.
(...Eksik bildirilen çalışma süresinin tespitine ilişkin davanın yasal dayanağı, 506 Sayılı Yasanın 79/10. maddesidir. Anılan Yasanın 6. maddesinde ifade edildiği üzere “sigortalı olmak hak ve yükümünden kaçınılamaz ve feragat edilemez.” Anayasal haklar arasında yer alan sosyal güvenliğin yaşama geçirilmesindeki etkisi karşısında, sigortalı konumunda geçen çalışma sürelerinin saptanmasına ilişkin davaların, kamu düzenine ilişkin olduğu, bu nedenle özel bir duyarlılık ve özenle yürütülmesinin zorunlu ve gerekli bulunduğunun gözetilmesi zorunludur. Bu bağlamda, hak kayıplarının ve gerçeğe aykırı sigortalılık süresi edinme durumlarının önlenmesi, temel insan haklarından olan sosyal güvenlik hakkının korunabilmesi için, bu tür davalarda tarafların gösterdiği kanıtlarla yetinilmeyip, gerek görüldüğünde re’sen araştırma yapılarak kanıt toplanabileceği de göz önünde bulundurulmalıdır.
Belirtilen ilkeler ışığında, davacının çalışmasının gerçekliği, işin ve işyerinin kapsam ve niteliğiyle süresinin belirlenebilmesi amacıyla; tespite konu çalışmalara ilişkin olarak taraflarca sunulanların dışında herhangi bir belge veya kanıt mevcut ise dosyaya katılıp, yazılı belgelerin aksinin eşdeğerde delillerle kanıtlanması gereği üzerinde durularak, kayıtlarda görünmeyen çalışmaların hangi nedenlerle kayıtlara geçmediği ya da bildirim dışı kaldığı yönü gereğince ve yeterince araştırılıp; yazılı belge ibraz olunamayan çalışma süreleri yönünden ise, o dönemde sigortalı ile birlikte çalışan ve işyeri kayıtlarında adı bulunan kişilerin somut bilgi ve görgülerine başvurulmalı, bu nitelikte tanık bulunamadığı takdirde, komşu işyeri çalışanı veya işyeri sahipleri ile çalışmaya ilişkin bilgisi bulunan kişilerin tanıklıklarına başvurularak; yeterli ve gerekli tüm soruşturma yapılmalıdır. Davacının 17/01/2001-31/10/2005 tarihleri arası çalışmaları, kesintili ve kısmi biçimde Kuruma bildirilmiştir. Davacının dönem bordroları celbedilmişse de, şahsi dosyasının celbi, işe giriş bildirgesi öncesi ve sonrasının bildirim dışı kalmasının nedenlerinin araştırılması gerekir. Uyuşmazlık konusu yönler, hiçbir kuşku ve duraksamaya yer bırakmayacak biçimde çözümlenip; tüm kanıtlar değerlendirilerek karar verilmelidir.
O halde, davalılar vekillerinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve karar bozulmalıdır…) gerekçesiyle bozularak, dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN : Davalı SGK vekili
Davalı Abdullah ve Ali vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, davacının davalı işverenlere ait iş yerinde 01.12.1998-01.05.2006 arasında hizmet akdi ile çalıştığının tespiti istemine ilişkindir.
Davacı vekili; müvekkili davacının, kardeş olan davalılara ait işyerinde 01.12.1998 tarihinde çalışmaya başladığını, hizmet cetvelinde işe giriş tarihinin 2001 yılı olarak göründüğünü beyanla, davacının 01.12.1998-01.05.2006 tarihleri arasında Abdullah ve Ali"nin müştereken işlettiği işyerinde çalıştığının tespitine karar verilmesini istemiştir.
Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili; davacının 17.01.2001 tarihinde 1003904 tescil numaralı Ali’nin işlettiği işyerine girdiğini, 10.12.2003 tarihinde ayrıldığını, 25.07.2005 tarihinde diğer davalı Abdullah tarafından işletilen işyerine girdiğini ve 31.10.2005 tarihine kadar bu işyerinden 97 gün çalışmasının bulunduğunu, 2006 yılında herhangi bir çalışmasının olmadığını, davanın kamu düzeninden olması sebebi ile re’sen araştırma yapılması gerektiğini beyanla davanın reddini savunmuştur.
Davalı Ali ile Abdullah; yargılamaya katılmamış, savunmada bulunmamıştır.
Yerel mahkemece; istemin kabulü ile “davacı Melek "in 01.12.1998-01.05.2006 tarihleri arasında kesintisiz ve fasılasız bir şekilde davalı Abdullah ve Ali"nin müştereken işlettiği işyerinde işçi olarak çalıştığının tesbitine, bildirilen sürelere bildirilmesi gereken sürelerin eklenmesine” karar verilmiştir.
Davalı SGK., Ali ve Abdullah vekillerinin temyizleri üzerine Özel Dairece; yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle kararın bozulmasına karar verilmiştir.
Mahkemece, önceki gerekçelerle direnilmiş; hükmü, Sosyal Güvenlik Kurumu, Ali Aktürk ve Abdullah Aktürk vekilleri temyize getirmiştir.
Hukuk Genel Kurulu"ndaki görüşme sırasında işin esasına geçilmeden önce, davada taraf teşkilinin sağlanıp sağlanmadığı hususu birinci ön sorun olarak tartışılmıştır.
Ön sorun olgusu şöyledir;
Tesbit kararı verilen 25.07.2005-31.10.2005 tarihleri arasındaki dönemde dava dışı F. Tekstil ve Giyim San. Tic. Ltd. Şti. adına tescilli iş yerinden bildirim yapıldığı halde, bu dönem için adı geçen şirketin de yöntemince davaya dahil edilip taraf teşkili sağlanmadan şirket ortakları Ali ve Abdullah’ın aleyhine hüküm kurulmuştur.
Öncelikle bir davanın birden fazla kişi tarafından veya birden fazla kişi aleyhine açılabilmesi için aynı tarafta yer alanlar arasında hukuksal bir bağlantının bulunması gerekir. Hukukumuzda, bu bağlantı karşılığını, dava arkadaşlığı kurumunda bulmakta; zorunlu ve ihtiyari dava arkadaşlığı olmak üzere iki ana başlık altında; zorunlu dava arkadaşlığı da yine kendi içinde maddi ve şekli olmak üzere ikili ayrımla düzenlenmektedir.
Dava konusu olan hak, birden fazla kişi arasında ortak olup da bu hukuki ilişki hakkında mahkemece bütün ilgililer için aynı şekilde ve tek bir karar verilmesi gereken hallerde dava arkadaşlığının maddi bakımdan mecburi olduğunun kabulü gerekir. Diğer bir ifadeyle, bir hakkın birden fazla kişi tarafından birlikte veya birden fazla kişiye karşı kullanılmasının, zorunlu olduğu hallerde, bu hak dava konusu edildiği zaman o hakla ilgili birden fazla kişi zorunlu dava arkadaşı durumundadır. Dava arkadaşlığının hangi hallerde mecburi olduğu maddi hukuka göre belirlenir. Zorunlu dava arkadaşlığında; dava arkadaşları arasındaki ilişki çok sıkı olduğundan, davada birlikte hareket etmek durumundadırlar. Mahkeme ise, dava sonunda zorunlu dava arkadaşlarının hepsi hakkında aynı ve tek bir karar verecektir. Zorunlu dava arkadaşlığında dava konusu olan hak tektir ve dava arkadaşı sayısı kadar müddeabih bulunmamaktadır.
Bazı hallerde ise, birden fazla kişiye karşı birlikte dava açılmasında maddi bir zorunluluk olmadığı halde, kanun; gerçeğin daha iyi ortaya çıkmasını, taraflar arasındaki hukuki ilişkinin doğru sonuca bağlanmasını sağlamak için, birden fazla kişiye karşı dava açılmasını usulen zorunlu kılmıştır ki, bu durumda şekli bakımdan mecburi dava arkadaşlığı söz konusudur. Böyle bir davada, dava arkadaşları hakkında tek bir karar verilmesi veya dava arkadaşlarının hep birlikte ve aynı şekilde hareket etme zorunluluğunun varlığından söz edilemez.
Açıklanan bu mecburi dava arkadaşlığı halleri dışında ise dava arkadaşlığı ihtiyaridir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nun “Mecburi Dava Arkadaşlığı” başlıklı 59. maddesine göre; “(1) Maddi hukuka göre, bir hakkın birden fazla kimse tarafından birlikte kullanılması veya birden fazla kimseye karşı birlikte ileri sürülmesi ve tamamı hakkında tek hüküm verilmesi gereken hallerde, mecburi dava arkadaşlığı vardır.”
Şeklinde düzenleme getirilmiştir.
Şu durumda; maddede açıkça sayılan, dava konusu hak ve borcun ortak olması, birden fazla kişinin ortak bir işlem (örneğin sözleşme) ile borç altına girmiş olması, davanın birden fazla kişi hakkında aynı (veya benzer) sebepten doğmuş olması, hallerinde birden çok kimsenin birlikte dava açması olanaklı olduğu gibi, birlikte aleyhlerine de dava açılabilir.
Davanın birden fazla kişi hakkında aynı veya benzer sebepten doğması haline gelince; aynı sebepten maksat yalnız hukuki sebep olmayıp, bir olaya, yani aynı vakıaya ve fakat farklı hukuki sebeplere dayanılarak da birden fazla kişinin dava açması veya dava edilmesi olanaklıdır. Örneğin, sebepsiz iktisap hükümlerine göre sorumlu olan kişilere karşı ve haksız fiili birlikte işleyen kişilere karşı birlikte dava açılabilir. Burada da ihtiyari dava arkadaşlığı söz konusudur.
Öte yandan, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nun “Davaların Birleştirilmesi” başlıklı 167. maddesinde;
“…(4) Davaların aynı veya birbirine benzer sebeplerden doğması ya da biri hakkında verilecek hükmün diğerini etkileyecek nitelikte bulunması durumunda, bağlantı var sayılır.” denilmektedir.
Tüm bu açıklamalar ışığında hizmet tesbiti davaları yönünden taraf teşkilinin belirlenmesinde öncelikle, sigortalı hizmetin tespiti davalarının hukuksal niteliği ve yargılama yöntemi üzerinde durulmasında yarar vardır;
Sosyal güvenlik hakkı, bireylerin geleceğe güvenle bakmalarını sağlayan bir hak olup, aynı zamanda, sosyal hukuk devleti içerisinde yer alan ve bu ilkeyi oluşturan temel kavramlardan birisidir. Bu esası göz önüne alan Anayasa koyucu “Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler” başlığı altında “sosyal güvenlik hakkını” da düzenlemiş ve 60. madde ile “herkes sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar” hükmünü getirmiştir.
Görüldüğü gibi vatandaşlara bu konuda anayasal bir hak tanınırken, Devlete de, onların bu haktan yararlanmasını sağlayacak şartları hazırlama görevi yüklenmiştir. Bu anayasal görevin yerine getirilmesi için getirilen yasal düzenlemeler ve kurulan kurumların görevleri de bu bilinçle değerlendirilmelidir.
16/06/2006 tarih ve 26200 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 31/05/2006 tarih ve 5510 sayılı Kanunun 106. maddesi ile mülga olmasına rağmen olayda uygulama yeri bulan 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 79/10. maddesi genel olarak sosyal güvenliğin sağlanması araçlarından birisidir. Söz konusu düzenlemenin özel amacı ise, kanunun diğer maddeleriyle birlikte değerlendirildiğinde daha açık biçimde ortaya çıkar.
Yine aynı yasanın 6. maddenin 1. fıkrasında “çalıştırılanlar işe alınmakla kendiliğinden sigortalı olurlar” denilmekte; 3. fıkrasında da “sigortalı olmak hak ve yükümünden vazgeçilemeyeceği” düzenleme altına alınmaktadır.
Gerçekten, işe başlamakla sigortalılık niteliği kazanılır ve sigorta kollarına tabi olunur. Ne var ki, tek başına sigortalılık bazı sigorta kollarının sağladığı birtakım haklardan yararlanmak için yeterli değildir. Bunun için belli bir süreden beri sigortalı olmak ve/veya o sigorta kolu için belli bir prim ödeme gün sayısına ulaşmak gerekir. Sigortalı hakkındaki böylesine önemli bilgilerin, bu doğrultuda işlem yapılabilmesi için Kuruma ulaşması gerekir. Bunu sağlamak için de sigortalı çalıştıran işverenlere sosyal sigorta ilişkisi çerçevesinde bazı yükümlülükler getirilmiştir.
Sigortalı hizmetin tespiti davasında, davacı tespitini istediği süreler bakımından sigortalı niteliğini taşıması gerekir; bu husus, taraf sıfatına sahip olunabilmesi için şarttır. Burada sözü edilen sigortalı, zorunlu sigortalıdır. Sigortalı hizmetin tespiti davasını açabilecek olan zorunlu sigortalılar ise; kanunun lafzından ve yorumundan çıkan şekliyle, iş ilişkisi kural olarak hizmet akdine dayanan, SSK m. 3’teki istisnalara girmeyen ve işini işverene ait işyerlerinde yapan kişilerdir. Bu kişilerin İş Kanunu kapsamında olmaları gerekmez. İş ilişkisi hizmet akdine dayanan kişilerin yanında memuriyet ilişkisine dayanarak çalıştırılan koruma bekçileri (SSK m. 2/2) ile istisna akdine dayanarak çalıştırılan sanatçı, düşünür ve yazarlar (SSK Ek m.10) da sigortalı sayılmışlardır.
Sigortalı sayılmada önem taşıyan bir diğer husus da işin işverene ait bir işyerinde yapılmasıdır. Kanun işyerini SSK m. 2’de belirtilen sigortalıların işlerini yaptıkları yer olarak tanımlamış, eklentileri ve araçları da işyerinden saymıştır (SSK m. 5). Görüldüğü gibi, işyeri tanımlanırken sigortalı esas alınmıştır.
Diğer taraftan, Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 79/10. maddesinde sigortalı hizmetin tespiti davasının kime karşı açılacağı konusunda bir düzenleme yoktur. Ancak, yargı kararları ile davanın işveren ile birlikte Kuruma karşı da açılması gereği vurgulanmaktadır. Gerçekten, Sosyal Sigortalar Kurumu tespit ilamını aldığında işverenden o döneme ait prim belgelerini vermesini ister. Aksi halde, bunlar Kurumca re’sen düzenlenir. Tespit edilen döneme ilişkin primler de, gecikme zammı ve faizi ile birlikte Kurum tarafından tahsil olunur. Ayrıca tespit edilen hizmet süresi, prim ödeme gün sayısı ve aylık kazanç toplamları Kurum tarafından yapılacak yardımlarda ve bağlanacak aylıklarda dikkate alınır. Bu yüzden, Kurumun sonucunda alınacak ilamı infaz edeceği ve hak alanını ilgilendiren bir davada taraf olması doğaldır. Dava sadece işverene veya Kuruma karşı açılmışsa, davacıya diğerini de davaya dahil etmesi için süre verilecektir. Kanunda açık bir hüküm bulunmamasına rağmen, sosyal sigorta ilişkisinin ve hizmet tespiti davasının özellikleri göz önünde tutularak bu husus kabul edilmiştir.
Davacı, hizmet tespiti davasında belli bir dönemdeki çalışmalarının tespitini ister. Bu istek, dava dilekçesinde açıkça belirtilmiş olmasa da prime esas kazançlarının ve prim ödeme gün sayılarının tespiti talebini de içerir. Mahkeme ilamı işverenin Kuruma vermediği bildirgeler yerine geçecek belge niteliğindedir. Tespit edilen dönemde işveren tarafından yatırılmış primler varsa bunların o dönemdeki toplam prim ödeme gün sayısından indirilerek karar verilmesi gerekir.
Yargıtay’ın yerleşmiş içtihatlarında tespit için incelemenin hangi sıraya göre yapılması gerektiği belirtilmiştir. Buna göre, öncelikle SSK m. 79/10’da sözü geçen belgelerin işverence verilip verilmediği veya çalışmanın Kurumca tespit edilip edilmediği araştırılacaktır. Belgeler verilmişse yada çalışma Kurumca tespit edilmişse, dava hukuki yarar yokluğundan reddedilecektir. Sonra, tespiti istenen dönemde kişinin sigortalı niteliği taşıyıp taşımadığı, (işyerinin o dönemde gerçekten varolup olmadığı, kanun kapsamında veya kapsama alınacak nitelikte bulunup bulunmadığı, yapılan işin kanun kapsamına girip girmediği vb.) araştırılmalıdır.
Hizmet sigortalı bir hizmet değilse, dava taraf sıfatının yokluğundan reddedilmelidir. Çalışma iddiasının gerçeğe uygunluğu, ancak bu koşullar varsa inceleme konusu yapılabilecektir.
Çalışma olgusu her türlü delille ve bu arada tanık beyanı ile de ispatlanabilir. İşe giriş bildirgesinin işlevi Kurumu sigortalının çalışmaya başladığından haberdar etmek olduğundan, bildirgenin verilmiş olması mutlaka çalışıldığını göstermez. Bu nedenle, çalışma olgusunun ispatı başka delillere ihtiyaç gösterir. Sigortalı hizmetin tespiti için verilen kararlarda, bu davaların özel bir duyarlılık gerektirdiği ve suiistimallere açık olduğu düşünülmelidir.
Sosyal güvenlik hakkının kişiye sıkı sıkıya bağlı bir hak olması sonucunda, işverenin kabulü ya da davacının feragati tek başına hükme etkili olmaz (HUMK m. 95). Feragat veya kabule rağmen hâkim delilleri hep birlikte değerlendirerek bir karara varacaktır. Yine aynı nedenle, bu davalarda yemin teklif olunamaz (HUMK m. 346). Buna rağmen hâkim taleple bağlıdır (HUMK. m. 74). Talepten fazlaya karar verilebilmesi ancak davalının muvafakatiyle mümkündür (HUMK. m. 185/2). Kurum sigortalı hizmetin tespiti davası sonucunda mahkemenin verdiği ilamın gereğini yerine getirmek zorundadır. Aksi halde, davacı infaz hukuku çerçevesinde ilgili mercilere başvurabilir.
Sosyal Güvenlik hakkı kamu düzenine ilişkin olduğundan, bu hakka ilişkin davalarda kendiliğinden araştırma ilkesi uygulanır. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalar, daha çok tarafların dava konusu üzerinde serbestçe tasarruf edemeyecekleri davalardır. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda hâkimin kararını (hükmünü) tarafların bildirmiş oldukları vakıalara dayandırılabilmesi için, onların varlığına kanaat getirmiş olması gerekir. Taraflar arasında çekişmeli olmayan vakıaları da hâkim kendiliğinden inceleme konusu yapar. Bundan başka hâkim tarafların ileri sürmedikleri vakıaları da kendiliğinden araştırıp kararını bu vakıalara dayandırabilir ve davanın ispatı için bütün delillere kendiliğinden başvurabilir.
Bu davalarda işverenin çalışma olgusunu kabulü ya da reddinin tek başına hukuki bir sonuç doğurmayacağı da göz önünde tutulmalıdır(Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 24.6.2009 gün ve 2009/21-249 E. 2009/291 K.).
Eldeki davada; mahkemece, davacının 25.7.2005 tarihinden itibaren 1047632 tescil numaralı Ferasat Tekstil Tic. Ltd. Şti. den Kuruma bildirilmişse de davalılar Ali ve Abdullah "ın F.Tekstil ve Giyim Sanayi Tic. Ltd. şti. nin ortakları olduğunu, Kurum kayıtlarına göre davacının, Ali işyerinde çalışırken bu işyerinden ayrılıp, Ali"nin kurucu ortağı olduğu F. Tekstil Ltd. Şti. den işe girdiğinin anlaşıldığı, ancak bu şirketin adresinin “U. mah. B. caddesi” olduğu, Ali "nin adresinin ise “organize sanayi bölgesi” olduğu, davacının, Ali "nin işyerinden çıkıp F. Tekstil Ltd. Şti. adlı işyerine girdiğine dair işe giriş bildirgesi bulunmadığı, dinlenen tanıklarında davacının sanayi bölgesinde bulunan işyerinde çalıştığını beyan ettikleri, bu nedenle davacının Ali işyerinden çıkıp F.Tekstil işyerinde yeniden işe girmediği ve Ali ’nin sanayi bölgesindeki işyerinde çalıştığı kabul edilerek sonuca gidildiğine göre; SSK hizmet cetvelinde görülen ve kurum tarafından kabul edilen dava dışı F. tekstil Tic. Ltd. Şti. adına tescilli …. sicil nolu iş yerinden yapılan 25.07.2005 tarihinden itibaren 97 günlük bildirimin gerçeğe aykırı olduğunun tesbit edilmesi halinde iptal edilmesi gerekecek ve bu durumda da Kurum tarafından dava dışı F.tekstil Tic. Ltd. Şti."ne 506 sayılı yasanın 140. maddesi ve 5510 sayılı Yasanın 102 maddesinde düzenlenen idari para cezası yaptırımı uygulanması gerekebilecektir. Bu nedenle davacının 25.07.2005 tarihinden sonraki 97 günlük çalışmasının gerçek çalışma olup olmadığının tesbitinde dava dışı F. Tekstil Ltd. Şti.’nin hukuki yararı bulunduğu açıktır. Buna göre, hizmet tesbiti davasının özellikleri de dikkate alınarak F.Tekstil Ltd. Şti. nin davaya dahil edilerek toplanacak delillere göre bir karar verilmesi gerektiği gerekçesi ile ön sorun oy birliği ile kabul edilmiştir.
Direnme hükmünün bu değişik gerekçe ile bozulması gerekmektedir.
Eldeki dava ile birliştirilen işçilik alacaklarının tahsili istemli dava hakkında bir karar verilmemiş olması hususu da ikinci ön sorun olarak tartışılmıştır.
Ön sorun olgusu şöyledir;
Davacı tarafından davalı işverenler aleyhine açılan işçilik alacaklarının tahsili istemli dava dosyasının Samsun 1. İş Mahkemesi’nin 21.11.2011 gün, 2009/420 E., 2011/583 K sayılı Kararı ile eldeki dava dosyası ile birleştirilmesine karar verildiği halde işçilik alacakları istemi ile ilgili olumlu, olumsuz bir karar verilmemiş olması hususu ön sorun olarak tartışılıp değerlendirilmiştir.
Burada öncelikle hükmün kapsamında bulunması gereken unsurların üzerinde durulmasında yarar vardır.
Bilindiği üzere 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) 01.10.2011 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş; 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK) kanun yollarına ilişkin hükümleri ayrık olmak üzere yürürlükten kaldırılmıştır.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nun “Hükmün Kapsamı” başlıklı 297. maddesine göre; “…(1) Hüküm "Türk Milleti Adına" verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:
c) Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri.
(2) Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.” şeklinde düzenlenmiştir.
Açıklanan hükümlerin ortaya koyduğu bu biçim yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir. Aksi hal, hükmün infazında tereddüt ve ihtilaflar yaratır.
Nitekim, uzun süre uygulanan mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu(HUMK)"nun 388 ve 389. maddelerinde de yer alan benzer hükümler nedeniyle, Yargıtay"ın yerleşmiş görüşü de bu yöndedir.
Hukuk Genel Kurulu"nun 19.6.1991 gün 323/391;10.9.1991 gün 281/415 ; 25.9.1991 gün 355/440; 05.12.2007 gün ve 2007/3-981/936 ; 23.01.2008 gün ve 2008/14-29/4; 30.12.2009 gün ve 2009/2-595-2009/603; 10.11.2010 gün ve 2010/20-626-2010/568; 13.07.2011 gün ve 2011/13-516- 2011/529 sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.
6100 sayılı HMK’nun yürürlüğünden sonraki dönemde de Hukuk Genel Kurulu’nun 05.10.2011 gün ve 2011/20-607 E.-604 K.; 28.03.2012 gün ve 2012/12-131-257 K.sayılı kararlarıyla bu ilkeler aynen kabul edilmiştir.
Somut olayda da; davacı vekili, birleşen dosya ile işçilik alacakları talebinde bulunduğu halde, direnme kararında tarafların iddia ve savunmaları özetlenirken birleşen dosyadaki talep ve savunmaya yer verilmemesi, ayrıca hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekirken, birleşen dosya hakkında olumlu yada olumsuz bir karar verilmeyerek, 6100 sayılı HMK’nun 297/1-c, 2. Fıkraları ve mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK)"nun 388 maddesi gözetilmeksizin yazılı biçimde karar verilmesi doğru değildir. Bu hali ile hükmün yukarıda belirtilen unsurları içermediği gerekçesi ile ön sorun oy birliği ile kabul edilmiştir.
Direnme hükmünün bu değişik gerekçe ile de bozulması gerekmektedir.
İşin esasının incelenmesinde ise;
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç: Davalılar vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarda açıklanan değişik nedenlerle ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,5521 sayılı İş mahkemeleri Kanunun 8/3. fıkrası uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 04.07.2012 gününde, oybirliği ile karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.