Esas No: 2012/6-239
Karar No: 2012/411
Karar Tarihi: 27.06.2012
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2012/6-239 Esas 2012/411 Karar Sayılı İlamı
- ÖNALIM HAKKINA DAYALI OLARAK TAPU İPTAL VE TESCİL DAVASI
- ÖNALIM HAKKININ NİTELİĞİ
- YENİLİK DOĞURAN HAK
- ŞUF"A HAKKI
- MİRASÇILAR-AKRABALAR ARASI SATIŞ
- TÜRK MEDENİ KANUNU (4721) Madde 732
"İçtihat Metni"
Taraflar arasındaki “önalım hakkına dayalı tapu iptal ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Görele Sulh Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 02.04.2010 gün ve 2008/501 E., 2010/157 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 6.Hukuk Dairesinin 28.12.2010 gün ve 2010/6489-14378 sayılı ilamı ile;
(...Dava, önalım hakkına konu edilen payların iptali ile davacı adına tesciline ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı, dava dilekçesinde, davacının paydaşı olduğu 26.10.1987 tarih ve 4,5,6, 7 sırada ve 3.8.2005 tarih 2. sırada kayıtlı taşınmazların paydaşı Ayşe’nin paylarını 20.3.2007 tarihinde 5000 TL bedelle davalıya sattığını belirterek önalım hakkı nedeniyle davalı adına kayıtlı payların iptali ile davacı adına tescilini istemiştir. Davalı vekili, dava konusu payların davalının amcasının eşi olan satıcı paydaş tarafından davalıya hibe edildiğini, davalının annesinin ölümü üzerine altı yaşından itibaren davalıya yengesi Ayşe ’nin bakıp büyüttüğünü, bu sebeple davalının babasının vefa borcunu ödemek amacıyla davaya konu edilen payları çok düşük bir bedelle Ayşe ’ye sattığını, Ayşe ’nin da söz konusu payları eşinin vasiyeti üzerine tekrar davalıya bağışladığını önalım hakkının kullanılamayacağını, tapuda satış görünse de yapılan temlikin aslında bağış olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
Önalım hakkına konu edilen taşınmazlardaki paylarını satan Ayşe davalının amcası Nazmi’nin eşi yani yengesi olup üçüncü derecede kayın hısımıdır. Taraflar arasındaki uyuşmazlık davalının 27.3.1957 tarih 12/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı kapsamında kalıp kalmadığı, buna bağlı olarak davacının önalım hakkını kullanıp kullanamayacağı noktasındadır. Anılan İçtihadı Birleştirme Kararı’na göre ortak mülkiyetin paydaşının payını karı ve kocaya, evlada yahut akrabaya temlik etmesi halinde şeklen satış akdi bulunsa bile gerçekte miras hukuku ile ilgili amaçların yada hibe gibi düşüncelerin hakim olduğu durumlarda önalım hakkı kullanılamaz. İçtihadı Birleştirme Kararın’da sözü edilen akrabadan kastedilenin miras hukuku anlamında mirasçı sıfatını taşıyan akraba olduğunu anlamak gerekir. Çünkü mirasçı sıfatını taşımayan diğer akrabalara yapılan satışlar miras endişesi yaşamamaktadır. (Feyzi N. Feyzioğlu sh.270, Fikret Arık mirasçıya satışlarda şufa cereyan eder mi SBFD.C.12, No 4, 1957 Sh.214) Miras Hukuku’nun ancak mirasçı olan akrabayı ilgilendireceği kuşkusuzdur. Her akraba mirasçı olmayabilir. Miras hukukunda yasal mirasçıların kimler olduğu Medeni Kanunu’nun 495 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir.
Paylı mülkiyetin paydaşı miras hissesini ileride kendisine mirasçı olacak kimseye veya akrabasına sattığında sözü edilen İçtihadı Birleştirme Kararı’nın uygulanabilmesi için tapudaki işlem tarihinde satan ile alan kişi arasında birbirine mirasçı olacak bir ilişkinin bulunması gerekir. Zira gücünü ve kaynağını doğrudan doğruya kanundan alan, taşınmaz mülkiyetinin kısıtlamalarından olan önalım hakkı gerçek satışlar için söz konusudur. Gerek doktrinde gerekse uygulamada satış sözleşmesinin tarafı olan kişinin kendi muvazaasına dayanamayacağı tartışmasızdır. Sözleşmenin tarafı yaptığı sözleşme ile bağlıdır. Bu halin tek istisnası olan miras hukukuna ilişkin olarak yapılan temlik veya hibenin satış şeklinde gösterilmesinde uzaktan yakından akraba olan herkesin tarafı olduğu işlemin muvazaalı olduğunu ileri sürmesi kaynağını kanundan olan önalım hakkının engellenmesine ve kanunun dolanılmasına yol açar. Akrabalık kavramının geniş tutulmasının yol açacağı bu durum ve 27.3.1957 tarih 12/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı’nın temel amacı esas alındığında ancak mirasçı durumunda bulunan akrabalar arasında yapılan satışlarda önalım hakkının kullanılamayacağı kabul edilmelidir. Tüm bu açıklamalar karşısında payını satan kişinin kayın hısımı olan davalı İçtihadı Birleştirme Kararında bahsedilen akraba kapsamı dışında kalmaktadır. Bunun sonucu olarak üçüncü şahıs durumunda olan davalı akdin tarafı olduğundan hibe savunmasında bulunamaz. O halde tapuda yapılan işlem gerçek bir satış olduğundan davacının önalım hakkını kullanmasında bir engel bulunmamaktadır. Mahkemece davacıya önalım bedelini depo etmesi için uygun süre verilmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Hüküm bu nedenle bozulmalıdır…)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN : Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, ÖNALIM HAKKINA DAYALI OLARAK TAPU İPTAL VE TESCİL istemine ilişkindir.
Davacı vekili, davacının paydaşı olduğu 26.10.1987 tarih ve 4,5,6,7 sırada ve 3.8.2005 tarih 2. sırada kayıtlı taşınmazların paydaşı Ayşe ’nin paylarını 20.3.2007 tarihinde 5.000.- TL bedelle davalıya sattığını belirterek önalım hakkı nedeniyle davalı adına kayıtlı payların iptali ile davacı adına tescilini istemiştir.
Davalı vekili, dava konusu payları Ayşe ’nin davalıya bağışladığını önalım hakkının kullanılamayacağını, belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemenin, dava konusu payları Ayşe "nin davalı Adil "e tapuda satış olarak göstermiş ise de, aslında bu işlemin gerçekte bağış niteliğinde olduğunu, satıcı Ayşe ile davalı arasında akrabalık bağının mevcut olduğunu bu itibarla davacının önalım hakkını kullanamayacağı gerekçesi ile davanın reddine dair verdiği karar; Özel Dairece, yukarıda metni aynen yazılı gerekçe ile bozulmuş; mahkemece, önceki gerekçeler genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiş; direnme kararını davacı vekili temyize getirmiştir.
Açıklanan maddi olgu, iddia ve savunma ile bozma ve direnme kararlarının kapsamları itibariyle Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; 20.03.1957 tarih 1956/12 E. 1957/2 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanabilmesi için payını devreden ile devralan arasında mirasçılık ilişkisinin bulunmasının gerekip gerekmediği; burada varılacak sonuca göre davacının önalım hakkını kullanıp kullanamayacağı noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümünde, öncelikle önalım hakkının niteliğinin açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
Bilindiği üzere paylı mülkiyette paydaşlar arasında ortak idare ve kullanma durumu söz konusu olduğundan paydaşların birbirlerini bilmeleri ve tanımaları önem taşımaktadır. Bu ihtiyacın gereği olarak paydaşlar arasına yabancı bir kişinin girişini engellemek, taşınmazın daha küçük parçalara ayrılmasını önleyebilmek, hisselerin mümkün olduğu kadar hissedar elinde toplanmasını temin etmek amacıyla paylı taşınmazlarda hissedarın temlik hakkı sınırlandırılarak kanuni önalım hakkı tanınmıştır.
Önalım hakkı taşınmaz mal mülkiyetinin kanundan doğan takyitlerinden olup 26.12.1951 gün ve 1/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında yenilik doğuran bir hak olduğu belirtilmiştir.
Öte yandan 20.06.1951 gün 5/13 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında ise ön alım hakkının hukuki niteliği, “Şufa hakkı, mefşu hissenin üçüncü şahsa satılması ve satışa ıttıladan itibaren bir ay içinde kullanılmış olması gibi muayyen şartlar altında kullanılacak yenilik doğurucu bir haktır ki, şefinin bu hakkı kullandığı yolundaki tek taraflı irade beyanının müşteriye vasıl olmasıyla yeni bir hukuki vaziyet meydana getirilmesine yarar. Bu hakkın kullanılmasıyla şefi yeni bir akit yapmaya hacet kalmaksızın müşteriye halef olur” şeklinde açıklanmaktadır.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “Yasal Önalım Hakkı-Önalım Hakkı Sahibi” başlıklı 732. maddesinde “paylı mülkiyette bir paydaşın taşınmaz üzerindeki payını tamamen veya kısmen üçüncü kişiye satması halinde, diğer paydaşlar önalım hakkını kullanabilirler” hükmü öngörülmüştür.
Anılan düzenlemede önalım hakkının açık bir tarifi yapılmamakla birlikte temel prensibin mülkiyet serbestisi ve tasarruf yetkisi olduğu gözetilerek paydaşın temlik hakkı sınırlandırılırken bu sınırlandırma sınırlı tutularak sadece satım akitleri için önalım hakkı öngörülmüştür.
Bu husus yukarıda içeriği açıklanan 20.06.1951 gün ve 5/13 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da benimsenmiş; kararın gerekçesinde, taşınmaz mülkiyetinin takyitlerinden olan kanuni önalım hakkının taşınmazda hisse sahibi bulunan şahsa, diğer bir kimsenin payının üçüncü kişiye satılması halinde o hisse müşteriye neye mal olmuş ise o miktar ile ve belli bir süre içinde satın almak yetkisini veren ayni bir hak olduğu ifade edilmiştir.
Açıkça görüldüğü üzere kanuni önalım hakkından söz edebilmek için paylı mülkiyet hükümlerine tabi bir taşınmazdaki payın üçüncü şahsa satılması gerekmektedir; önalım hakkının konusu pay satışıdır.
Gerçek bir satışın konusu olmayan, satım niteliğinde olmayan pay temliklerinde yasal önalım hakkı doğmayacaktır. Önalım hakkının payın satışındaki şartlar dahilinde kullanılması gerektiğinden, payı paradan başka bir karşılıkla iktisap edenlerden, onu, aynı şartlarla yerine getirmek suretiyle temellük etmeye imkan bulunmamaktadır.
Bu kapsamda temlikin hibe şeklinde olması halinde, hibede bir malın bedelsiz olarak üçüncü kişinin mülkiyetine geçirilmesi amaçlandığından önalım hakkı kullanılamayacaktır. Zira önalımda, önalım hakkını kullanan kişinin payı satın alana ödemekle yükümlü olduğu bedel hibede mevcut değildir, önalım hakkını kullananın hiçbir bedel ödemeden payın kendisine devrini istemesi mümkün değildir.
Payı satın alan tarafından temlik işleminin satış olarak gösterilmekle birlikte gerçekte hibe olduğu savunmasında bulunulması halinde, diğer bir anlatımla hibe ile temlikin amaçlandığının iddia edildiği hallerde, payı temlik alan davalı muvazaalı resmi işlemin tarafı olduğundan ve hiç kimse kendi muvazaasına dayanamayacağından muvazaa iddiasının dinlenmeyeceği de açıktır.
Somut uyuşmazlıkta ise, davalı hisseleri devreden kişi ile aralarında yakın akrabalık ilişkisi bulunduğunu, hibe işleminin görünüşte satış işlemi olarak gösterildiğini savunarak, 20.03.1957 tarih ve 1956/12 E. 1957/2 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına dayanmıştır.
Uyuşmazlığın çözümünde anılan “İçtihadı Birleştirme Kararı”nın kapsamı ve amacı önem taşımakta olup, anılan kararın uygulanabilmesi için işlemin tarafları arasında doğrudan mirasçılık ilişkisinin bulunması gerekip gerekmediği hususunun değerlendirilmesi ve çözümlenmesi gerekmektedir.
20.03.1957 tarih 1956/12 E. 1957/2 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının bağlayıcı olan sonuç kısmında, “Müşterek mülkün hissedarı, hissesini karı ve kocaya evlada veyahut akrabaya temlik etmesi halinde şeklen satış akdi bulunsa bile hakikatte satıştan gayri miras hukukuna müteferri maksatların veya hibe gibi mülahazaların hakim olduğu ahvalde Medeni Kanunun hakiki satışlarda kabul eylediği şufa hakkının cereyan etmeyeceğine” karar verildiği belirtilmiştir.
Anılan kararın açıklayıcı olan gerekçe kısmında, “miras hukukuna müteallik kaidelere tevkifan veya sair mülahazalarla kendi evladına veya akrabasına satış yapması halinde de şufa cereyan edip etmeyeceği noktasının…mülahaza olunmak icap eder. Bu gibi akrabaya satışta ortada satış akdinin bir unsuru olan bedel zikredilmiş olsa bile bunu mücerret bir satış olarak kabul etmeye imkan yoktur. Çünkü burada mümellikin maksadı malının bedelini almak değil, belki akrabalık münasebeti dolayısıyla onu tesahüp etmek ve yerine geçmektir” açıklamasına yer verilmiştir.
Görüldüğü üzere kararın hem bağlayıcı olan sonuç kısmında ve hem de açıklayıcı olan gerekçe kısmında özel bir hukuki statüyü ifade eden “mirasçı” teriminin tek başına kullanılmasından özenle kaçınılmış ve daha geniş olan “akraba” kavramına da yer verilmiştir. Bu halde, kararın sadece satış tarihi itibariyle ‘doğrudan mirasçı’ olan kişileri kapsamına aldığının kabulü mümkün değildir.
Öte yandan, anılan karar muvazaa iddiasının mevcudiyeti halinde yol gösterici olarak, bu halde akdin amacının tespitinin zorunlu olduğunu, “müşterinin, bayiin mirasçısı olması” hususunun akdin vasfını tayinde değerlendirilecek bir emare olduğunu belirtmiştir. Temlik işleminin taraflarının birbirlerine akraba olmasının ötesinde “mirasçı” olması hususu akdin amacının satış olup olmadığını tayinde bir emare olarak kabul edilmiş ve “mirasçı” kavramına bu noktada özel olarak yer verilmiştir.
Başka deyişle, pay devri işleminin doğrudan mirasçılar arasında yapılması durumunda, bu işlemin gerçekte ‘satış’ olmayıp ‘bağış’ olduğu yönünde bir emare bulunması noktasında, mirasçılık sıfatı önem taşımaktadır.
Yukarıda yapılan açıklamaların ışığında 20.03.1957 tarih 1956/12 E. 1957/2 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının, sözleşmede taraf olan kişinin işlemde muvazaa savunmasında bulunamayacağı ve bunu her türlü delille ispat edemeyeceği kuralının istisnası olduğu görülmektedir. Anılan kararın uygulanabilmesi için öncelikle satışın, satış tarihi itibariyle doğrudan mirasçılar arasında yapılması gerekmeyip, temlikin taraflarının akraba olması yeterlidir. Temlikin akrabalar arasında satış şeklinde yapılmış olması halinde ise bu kez İçtihadı Birleştirme Kararının aradığı “hibe veya miras hukukuyla ilgili amacı”nın bulunup bulunmadığı hususunun, diğer bir ifade ile akrabalar arasında yapılan her temlikte somut uyuşmazlığın niteliğine göre temlikin hibe veya miras hukukuyla ilgili amaçlarla yapılmış olup olmadığının yöntemince ispatı aranmalı ve ispatı halinde önalım hakkının kullanılmasının mümkün olamayacağı kabul edilmelidir.
Somut olayın özelliğine göre, paylı mülkiyete tabi taşınmazda paydaş olan dava dışı Ayşe ’nin payını devrettiği davalı Ali ’nin yengesi olduğu, diğer paydaş davacının ise davalının amcası olup süresinde önalım hakkını dava yolu ile kullandığı anlaşılmaktadır. Davalı, tarafı olduğu temlik işleminin muvazaalı olduğu gerçekte hibe amacı ile işlem yapıldığını ve hibe amacı ile yapılan temliklerde önalım hakkı kullanılamayacağını savunmuştur.
Bu açıklamalar ışığında, temlik işleminin tarafları arasında yenge-yeğen ilişkisi bulunması ve tarafların akraba olması karşısında Yerel Mahkemenin, “20.03.1957 tarih 1956/12 E. 1957/2 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanabilmesi için temlik işleminin tarafları arasında akrabalık ilişkisi bulunmasının yeterli olduğu, doğrudan mirasçılık ilişkisinin aranması gerekmediğine” ilişkin direnme kararı yerindedir.
Ne var ki, temlikin hibe veya miras hukukuyla ilgili amaçlarla yapıldığı hususunun yöntemince kanıtlanıp kanıtlanamadığına yönelik diğer temyiz itirazları Özel Dairece incelenmemiştir. Dosyadaki tüm deliller incelenerek bu konuda bir karar verilmek üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekmektedir
S O N U Ç : Yukarıda açıklanan nedenlerle, temlik işleminin tarafları arasında akrabalık ilişkisinin bulunmasının yeterli olduğu, doğrudan mirasçılığın aranması gerekmediğine ilişkin direnme uygun olup, temlikin hibe veya miras hukukuyla ilgili amaçlarla yapıldığı hususunun yöntemince kanıtlanıp kanıtlanamadığına yönelik diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 6.HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, miktar itibari ile karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 27.06.2012 gününde oybirliği ile karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.