14. Hukuk Dairesi 2015/18630 E. , 2017/6210 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Davacı vekili tarafından, davalı aleyhine 19.12.2014 gününde verilen dilekçe ile önalım hakkına dayalı tapu iptali ve tescil talebi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın kabulüne dair verilen 17.06.2015 günlü hükmün Yargıtayca incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:
K A R A R
Dava, önalım hakkına dayalı olarak tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
Davalı cevap dilekçesinde, taşınmazın dedesinin kardeşi ..." e ait olduğunu, onun ölümünden sonra oğlu... e intikal ettiğini, ... in ölümünden sonra da mirasçıların kendi rızaları ile vekaletlerini babası ..." e verdiklerini, ailenin ve mirasçılarının rızasını alarak tapuda taşınmazı kendi üzerine tescil ettirdiğini, tapuda satış olarak gerçekleştirilen işlemin gerçekte akrabalar arasında yapılmış bir hibe olduğunu bu nedenle önalım hakkının kullanılamayacağını ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece; davalının satın aldığı payların babası ... e ait olmadığı, babasının tapu maliklerinin vekili sıfatıyla tapuda satış işlemi yaptığı, davalı ile pay satışı yapan kişi arasında akrabalık bağının bulunmaması sebebiyle satış işleminin aslında bağış olarak kabul edilemeyeceği ve yasal şartların oluştuğu gerekçesiyle davanın kabulüne dair karar verilmiştir.
Hükmü davalı vekili temyiz etmiştir.
Somut olayda; dava konusu taşınmaz ...mahallesinde kayıtlı 45 ada 9 nolu parsel olup 5/36 payı davalı... adına kayıtlıdır. 08.12.2014 tarihli akit tablosuna göre ... ... ... ... ... ... ... ve ... a vekaleten ... hisselerinin tamamını toplamda 18.200 TL bedel ile ..." e satmıştır.
Davalı, satışa vekalet eden ..." in oğlu olup, babasının dedesi ... ile satıcıların murisi...in babası... in kardeş olması nedeniyle arasında akrabalık ilişkisi bulunmaktadır.
Uyuşmazlık akrabalar arasındaki satış işleminin gerçekte hibe olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu"nun 2013/2268 Esas, 2015/1437 Karar sayılı 27.05.2015 tarihli ilamında da açıklandığı üzere;
Kanuni önalım hakkından sözedebilmek için, paylı mülkiyet hükümlerine tabi bir taşınmazdaki payın üçüncü şahsa satılması halinde önalım hakkı doğar. Önalım hakkının konusu pay satışıdır. Buna göre gerçek bir satışın konusu olmayan ve satım niteliğinde bulunmayan pay temliklerinde yasal önalım hakkı doğmayacaktır. Bu kapsamda temlikin hibe şeklinde olması halinde hibede bir malın bedelsiz olarak üçüncü kişinin mülkiyetine geçirilmesi amaçlandığı ancak satış amaçlanmadığından önalım hakkı kullanılamayacaktır. Zira önalımda, önalım hakkını kullanan kişinin payı satın alana ödemekle yükümlü olduğu bedel hibede mevcut değildir.
Payı satın alan tarafından temlik işleminin satış olarak gösterilmekle birlikte gerçekte hibe olduğu savunmasında bulunulması halinde, diğer bir anlatımla hibe ile temlikin amaçlandığının iddia edildiği hallerde kural olarak payı temlik alan davalı muvazaalı resmi işlemin tarafı olduğundan ve hiç kimse kendi muvazaasına dayanamayacağından muvazaa iddiasının dinlenemeyeceği açıktır.
Somut uyuşmazlıkta davalı akrabalık ilişkisi nedeniyle hibe işleminin görünürde satış işlemi olarak gösterildiği savunmasında bulunarak, 20.03.1957 tarih 1956/12 Esas, 1957/2 Karar İçtihadı Birleştirme kararını iddiasına dayanak yapmıştır.
Anılan İçtihadı Birleştirme kararının hem bağlayıcı olan sonuç kısmında ve hem de açıklayıcı olan gerekçe kısmında özel bir hukuki statüyü ifade eden "mirasçı" teriminin tek başına kullanılmasından özenle kaçınılmış ve daha geniş olan "akraba" kavramına yer verilmiştir.
Öte yandan, anılan kararda muvazaa iddiasının mevcudiyeti halinde yol gösterici olarak bu halde akdin amacının tespitinin zorunlu olduğu, akrabalar arasında yapılan her temlikte somut uyuşmazlığın niteliğine göre temlikin hibe veya miras hukukuyla ilgili amaçlarla yapılmış olup olmadığının yöntemince ispatı aranmalı ve ispatı halinde önalım hakkının kullanılmasının mümkün olamayacağının gözetilmesi gerektiği vurgulanmıştır.
O halde, davalının savunması doğrultusunda taraflarca gösterilen tanıklar dinlenip tüm deliller toplandıktan sonra işin esasına yönelik bir karar verilmesi gerekirken, mahkemece yazılı gerekçelerle davanın kabulüne yönelik hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup kararın bozulması gerekmiştir.
Kabule göre de; 6100 sayılı HMK"nun 297/2 maddesi gereğince hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir. Bu nedenle hüküm sonucunda iptaline ve davacı adına tesciline karar verilen payın hüküm sonucunda açıkca gösterilmesi ve infaza elverişli hüküm kurulması gerektiğinin düşünülmemesi de doğru değildir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin yatırılan harcın istek halinde yatırana iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 13.09.2017 tarihinde oybirliği ile karar verildi.