(“...İcra mahkemesince verilen kararların İİK. 365/2. maddesi uyarınca kesinleşmeden infazı mümkün bulunduğundan mahkemece şikayetin reddi yerine yazılı gerekçe ile kabulüne karar verilmesi isabetsizdir....”)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Karşı taraf/alacaklı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
İstek, memur işlemini şikayete ilişkindir.
Şikayetçi/borçlu/şirket vekili, müvekkili borçlu ile karşı taraf/takip alacaklısı arasındaki bir başka icra takibi nedeniyle karşı taraf/alacaklı tarafça ödeme emri gönderilmeden, müvekkilinin borca itiraz ettiğini, yapılan yargılama sonucunda alacaklının talebi kabul edilerek müvekkilinin % 20 icra inkar tazminatı ve yargılama giderleri ile sorumlu tutulduğunu, anılan kararın müvekkili tarafından temyiz edildiğinden kesinleşmediğini, icra hakimliklerince verilen inkar tazminatlarına ilişkin kararların icraya konulabilmesi için kesinleşmesi gerektiğini belirterek takibin iptalini istemiştir.
Yerel Mahkemece, şikayetçi aleyhine İcra Hukuk Mahkemesince hükmedilen inkar tazminatı ve vekalet ücreti alacağının kesinleşmeden icra takibine konu edilemeyeceği, kabul edilerek şikayetin kabulü ile takibin iptaline karar verilmiştir.
Karşı taraf/alacaklı taraf vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece; yukarıda başlık bölümünde yazılı gerekçeyle bozulmuş; yerel mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Direnme kararını, karşı taraf/alacaklı vekili temyize getirmiştir.
Dosya kapsamından, şikayetçi/borçlu şirket hakkında şikayet tarihinden önce 18.12.2008 tarihinde iflas kararı verilerek tasfiyeye girdiği ve yargılama aşamasında da 19.01.2010 tarihinde de tasfiye kapanış onayı yapılarak Ticaret Sicil Memurluğu"ndaki kaydının silindiği anlaşılmakla, Hukuk Genel Kurulu"nda yapılan görüşmeler sırasında, işin esasına girilmeden önce, bu olgu karşısında , şikayetçi/borçlu şirketin eldeki kanun yolunda aktif husumet ehliyetinin bulunup bulunmadığı hususu ön sorun olarak incelenmiştir.
Ön sorunun çözümüne yönelik olarak, öncelikle, “dava ehliyeti” ve “taraf sıfatı” kurum ve kavramları üzerinde durulmalıdır;
Dava ehliyeti, kişinin bizzat veya vekili aracılığıyla bir davayı davacı veya davalı olarak takip etme ve usuli işlemleri yapabilme ehliyetidir. Dava ehliyeti, medeni hakları kullanma ehliyetinin usul hukukunda büründüğü şekildir; dolayısıyla, medeni hakları kullanma ehliyetine (fiil ehliyetine) sahip gerçek ve tüzel kişiler dava ehliyetine de sahiptirler.
Taraf sıfatına gelince; bir hakkı dava etme yetkisi (dava hakkı) kural olarak o hakkın sahibine aittir. Bir hakkın sahibinin kim olduğu, dolayısıyla o hakkı dava etme yetkisinin kime ait olduğu, (o davada davacı sıfatının kime ait olacağı) tamamen maddi hukuk kurallarına göre belirlenir. Ancak, bir davanın davacısının o dava yönünden davacı sıfatına sahip bulunmadığının belirlenmesi halinde, mahkeme dava konusu hakkın mevcut olup olmadığını inceleyemeyeceği ve sıfat yokluğundan davanın reddine karar vermek zorunda olduğu için, taraf sıfatı usul hukukunun da düzenleme alanındadır.
Eş söyleyişle, sıfat, dava konusu sübjektif hak (dava hakkı) ile taraflar arasındaki ilişkidir. Taraf ehliyeti, dava ehliyeti ve davayı takip yetkisi, davanın taraflarının kişilikleriyle ilgili olduğu halde, taraf sıfatı dava konusu sübjektif hakka ilişkindir (Baki Kuru- Ramazan Arslan- Ejder Yılmaz, Medeni Usul Hukuku, 7. baskı, Ankara 1995, s. 231).
Bu nedenle davanın tarafları, taraf ehliyetine sahip olmalıdır. Yani bir davada taraf olabilmek için, ya hakiki şahıs; ya da hükmi şahıs olmak gerekir. Zira taraf ehliyeti, medeni hukukun haklardan istifade ehliyetine tekabül eder (Saim Üstündağ, Medeni Yargılama Hukuku, C. I-II, 7. Baskı, İstanbul 2000, s. 288).
Ticaret şirketlerinin taraf ehliyetinin son bulması konusuna gelince;
6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu(TTK)’nun “hükmü şahsiyetin devamı” başlıklı 208. maddesine göre; “Tasfiye haline giren şirket, ortaklarla olan münasebetlerinde dahi tasfiye sonuna kadar ve ehliyeti 232 nci madde hükmü mahfuz kalmak kaydiyle, tasfiye gayesiyle mahdut olarak hükmi şahsiyetini muhafaza ve ticaret unvanını (Tasfiye halinde) ibaresini ilave suretiyle kullanmakta devam eder.”
Yine, aynı Kanunun “şirket unvanının sicilden terkini” başlıklı 449. maddesine göre; “Tasfiyenin sona ermesi üzerine şirkete ait ticaret unvanının sicilden terkini tasfiye memurları tarafından sicil memurluğundan talep olunur. İşbu talep üzerine terkin keyfiyeti tescil ve ilan olunur.” hükmünü içermektedir.
Bir ticaret şirketinin taraf bulunduğu bir dava devam ederken şirket tasfiye haline girerse, şirketin taraf ehliyeti son bulmaz. Zira, şirketin tüzel kişiliği tasfiye amacıyla sınırlı olmak üzere devam eder (TTK m. 208, 449). Şirket davada taraf olarak kalmayı sürdürür; yalnız, şirket davada tasfiye memurları tarafından temsil edilir (TTK m. 219, 450; Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, C. I, İstanbul 2001, s. 935, aynı yönde görüş için bkz. İlhan E. Postacıoğlu, Medeni Usul Hukuku Dersleri, 6. Bası, İstanbul 1975, s. 209). Ancak ortaklık, ticaret sicilinden kaydı silininceye kadar tüzel kişiliğini korur. Bu nedenle, gerek infisah gerekse fesih kararı, anonim ortaklığın sonunu değil, tasfiye işlemlerinin başlangıcını ifade eder (Hasan Pulaşlı, Şirketler Hukuku Temel Esaslar, 10. Baskı, 2011, s. 511; İsmail Doğanay, Türk Ticaret Kanunu Şerhi, C. II, 4. Baskı, 2004, s. 1309).
Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 10.06.2009 gün ve 2009/11-173 E. -2009/247 K sayılı ilamında da; iflas eden şirketin ticaret sicilinden kaydı silinmekle dava ve taraf ehliyetinin sona ereceği kabul edilmiştir.
Somut olayın açıklanan ilkeler çerçevesinde değerlendirildiğinde:
Şikayetçi/borçlu şirket hakkında 18.12.2008 tarihinde iflas kararı verilerek şirket tasfiyeye girmiş; bu tarihten sonra 23.02.2010 tarihinde şikayetçi/borçlu şirket tarafından eldeki şikayet başvurusu yapılarak, icra hakimliklerince verilen inkar tazminatlarına ilişkin kararların icraya konulabilmesi için kesinleşmesi gerektiği belirtilerek, takibin iptaline karar verilmesi istenmiştir.
Yargılama sırasında 19.01.2010 tarihinde şikayetçi/borçlu şirketin tasfiye kapanış onayı yapılarak Ticaret Sicil Memurluğu"ndaki kaydı silinmiştir.
Yukarıda da belirtildiği üzere şirket hakkında iflas kararı verilmesi ve hatta bu kararın kesinleşmesi ile taraf sıfatı hemen sona ermemekte, şirketin tüzel kişiliği tasfiye amacıyla sınırlı olarak devam etmekte; ancak iflas kapanış onayı yapılarak Ticaret Sicil Memurluğu’ndaki kaydının silinmesi durumunda ve bu tarih itibariyle tüzel kişiliği ve dava ehliyeti sona ermektedir.
Hal böyle olunca; Mahkemece, açıklanan yönler göz ardı edilerek ve şikayetçi/borçlu şirketin iflas ettiği ve tasfiye kapanış onayı yapılarak Ticaret Sicil Memurluğu"ndaki kaydı da silindiğinden aktif dava -dolayısıyla da şikayet başvurusunda bulunma- ehliyetinin yokluğu nedeniyle şikayetin reddine karar verilmesi gerekirken kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Direnme kararı açıklanan bu değişik nedenlerle bozulmalıdır.
S O N U Ç : Karşı taraf/alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda gösterilen değişik nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde peşin alınan harcın yatırana iadesine, 14.03.2012 gününde oybirliği ile karar verildi.