Taraflar arasındaki “takibin iptali ve borçlu olmadığının tespiti” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 4. Asliye Ticaret Mahkemesince takibin iptaline, hukuki yarar yokluğundan borçlu olmadığının tespiti isteminin reddine dair verilen 28.05.2009 gün ve 2008/678 E.,2009/242 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 01.06.2010 gün ve 2009/9371 E., 2010/6779 K. sayılı ilamı ile ;
(...Davacı vekili, müvekkilinin alacaklısı olduğu çek bedelini tahsil ettikten sonra kendi cirosunu iptal etmeden borçlunun dava dışı Ö.. Turizm Ltd.Şti. yetkilisi, Ö.. Y.."a verdiğini daha sonra çekin keşide tarihinin kimyasal madde ile değiştirilerek müvekkili aleyhine icra takibine başlanıldığını, müvekkilinin takibe konu çek nedeniyle borçlu olmadığının tespitini ve icra takibinin iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, müvekkili aleyhine yapılan icra takibine itiraz edilmediğinden kesinleştiğini, müvekkilinin dava konusu çekte ciranta olduğunu, kambiyo senetlerinde soyutluk ilkesi gereğince davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece yapılan yargılama sonucunda davaya konu çekin keşide tarihi üzerinde tahrifat yapılması nedeniyle ibrazın süresinde olmadığı, bu nedenle çek vasfını taşımadığı, bu çeke dayanılarak kambiyo senetlerine mahsus yolla takip yapılamayacağından icra takibi nedeniyle davacının borçlu olmadığının tespitine, çek nedeniyle borçlu olmadığının tespitine ilişkin talebin ise davacının hukuki yararı olmadığından reddine karar verilmiş, hüküm davalı vekilince temyiz edilmiştir.
Mahkemece takibin iptaline karar verilmesi doğru ise de hukuki yarar yokluğundan menfi tespit davasını reddedilmesi doğru değildir. Zira, tahrifata konu çekten ötürü davacı hakkında kambiyo senetlerine mahsus takip yapılamazsa da, her zaman genel haciz yolu ile takip yapılabileceği gibi, dava da açılabilir. Bu bakımdan, mahkemece gerekli inceleme araştırma yapılarak, menfi tespit davası bakımından da, esasa ilişkin bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ve yanılgılı gerekçeyle yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir. ..”)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle,yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava; icra takibinden sonra açılan takibin iptali ve borçlu olmadığının tespiti istemine ilişkindir.
İzmir 11.İcra Müdürlüğünün 2008/7299 sayılı takip dosyasında: Davalı/alacaklı tarafından 23.06.2008 tarihinde borçlular aleyhine 24.05.2008 keşide tarihli 10.500,00 TL bedelli çeke dayalı olarak 10.500,00 TL asıl alacak, 209,71 TL işlemiş faiz, 31,50 TL komisyon, 525,00 TL karşılıksız çek tazminatı olmak üzere toplam 11.266,21 TL alacağın avans işlemlerine uygulanan reeskont faizi ile birlikte tahsili için kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ile takibe girişilmiş; Örnek 10 ödeme emri davacı borçluya 26.06.2008 tarihinde tebliğ edilmiştir.
Davacı/borçlu vekili, müvekkilinin alacaklısı olduğu çek bedelini tahsil ettikten sonra kendi cirosunu iptal etmemesinden yararlanılarak çekin keşide tarihinin kimyasal madde ile değiştirilerek davalı alacaklı tarafından müvekkili aleyhine icra takibine başlanıldığını, ifadeyle, tahrifata uğramış çek nedeniyle müvekkili aleyhine kambiyo senetlerine mahsus yolla başlatılan takibin iptalini ve çeke dayalı olarak borçlu olmadığının tespitini istemiştir.
Davalı/alacaklı vekili, kambiyo senetlerinde soyutluk ilkesi gereğince keşideci tarafından çekin keşide edilmesinin borç ilişkisinin kurulduğuna karine olduğunu belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece, takibe konu çekteki tahrifat nedeniyle, takip alacaklısının elinde yazılı belge bulunmadığı anlaşıldığından, davacı hakkında kambiyo senetlerine mahsus takip yoluyla takip yapamayacağından davaya konu İzmir 11.İcra Müdürlüğünün 2008/7299 esas sayılı dosyasında davcının davalıya borçlu olmadığının tespiti ile takibin iptaline ve davaya konu çek vasfını haiz bir belge bulunmadığından davacının bu çeke dayanarak borçlu olmadığının tespiti isteminde hukuki yararı olmamakla borçlu olmadığının tespiti isteminin reddine karar verilmiştir.
Hükmü davalı alacaklı vekili kabul edilen kısım ve reddedilen kısım yönünden de vekalet ücreti hükmedilmemesi noktasından temyiz etmiş; davacı borçlu vekili hükmün onanmasını istemiştir.
Davalı alacaklı vekilinin temyiz üzerine Özel Dairece; yukarıda açıklanan nedenlerle bozulmuştur.
Mahkemece, davalı alacaklı vekilinin temyizinin kapsamı ve borçlu vekilinin kararın onanmasını isteyerek temyiz etmemesi karşısında davacının menfi tespit davasının reddine ilişkin hükmün kesinleştiği, davalı/alacaklı vekilinin vekalet ücretine hasren temyiz isteminde bulunmasına karşın, dairece işin esası yönünden kesinleşmiş olan kararın bozulmasına olanak bulunmadığı gerekçesiyle önceki hükümde direnilmiştir.
Hükmü davalı alacaklı vekili temyize getirmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu"nun önüne gelen uyuşmazlık; mahkemenin kısmen kabul kısmen redde ilişkin ilk kararının sadece davalı alacaklı tarafından temyiz edilmiş olmasına ve temyiz dilekçesinin kapsamına göre; özel dairece davanın kabul edilen bölümünün doğru olduğuna işaret edildikten sonra, kararın sadece redde ilişkin bölümünün esasına yönelik olarak serdedilen bozma nedeninin aleyhe bozma yasağı kapsamında kalıp kalmadığı ve usuli kazanılmış hakka aykırılığın bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümüne yönelik olarak öncelikle, “usuli kazanılmış hak” ve " aleyhe bozma yasağı" kavram ve kurumlarının açıklanmasında yarar vardır:
Hemen belirtilmelidir ki, taraflardan yalnız birinin temyiz etmiş olduğu hüküm, temyiz eden tarafın aleyhine bozulamaz; aleyhe bozma yasağı olarak adlandırılan bu hal, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 307/4 (mülga 1412 s.CMUK.m.326, IV) maddesinde açıkça hükme bağlandığı halde, hukuk yargılaması yönünden, ne 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda ne de 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda açık bir hükümle düzenlenmiş değildir.
Ne var ki, Yargıtay’ın yerleşik uygulamasında; hükmün temyiz edenin aleyhine bozulması halinde, hükmü temyiz etmemiş olan diğer taraf lehine karar verilmiş olacağı, bu durumun hakimin tarafların iddia ve savunmaları ile bağlı olduğu, talep dışı karar veremeyeceği ilkesine aykırı düşeceği (1086 s.HUMK.m.74; 6100 s.HMK. m.25,26), usuli kazanılmış hakların zedeleneceği yaklaşımı ile aleyhe bozma yasağının hukuk usulünde de geçerli olacağı kabul edilmektedir.
Vurgulamakta yarar vardır ki, genel kural aleyhe bozma yasağı ise de kamu düzenine ilişkin hususlar hakkında aleyhe bozma yasağının uygulanmasına olanak bulunmamaktadır. Kamu düzenine ilişkin hususları hâkim (ve Yargıtay) kendiliğinden gözetme ile yükümlü olduğundan Yargıtay’ın, kamu düzenine aykırı bir husustan dolayı hükmü temyiz edenin aleyhine (temyiz etmemiş olan tarafın lehine) bozması olanaklıdır.
Daha açık ifadeyle, kamu düzenine aykırılığın söz konusu olmadığı durumlarda hukuk yargılamasında da aleyhe bozma yasağı söz konusudur. Aleyhe bozma yasağının kabul edilmesinde etkili olan hususlardan birisi de usuli kazanılmış hakların hukuk düzenince korunmasıdır.
1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu(HUMK)’nda gerekse de 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu(HMK)’nda “usuli kazanılmış hak” kavramına ilişkin açık bir düzenleme yer almamaktadır.
Bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş; öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez ana ilkelerinden biri haline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.
Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usuli kazanılmış hak” olgusunun, bir çok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır:
Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı ya da geçmişe etkili yeni bir kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma ilamına uyulmakla oluşan usuli kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır (9.5.1960 gün ve 21/9 sayılı YİBK).
Benzer şekilde; uygulanması gereken bir kanun hükmün, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesi’nce iptaline karar verilirse, usuli kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir (HGK.nun 21.01.2004 gün, 2004/10-44 E, 19 K.).
Bu sayılanların dışında ayrıca; görev konusu, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı, harç ve maddi hataya dayanan bozma kararlarına uyulmasında olduğu gibi kamu düzeni ile ilgili konularda da usuli kazanılmış haktan söz edilemez (Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü-6. Baskı, cilt 5, 2001).
Usuli kazanılmış hakkın hukuki sonuç doğurabilmesi için; bir davada, ya taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan bir hakkın varlığından söz edilebilmesi gerekir (YHGK"nun 03.03.2004 gün ve 2004/18-140 E.,2004/135 K. Ve 20.01.2004 gün ve 2004/1-46 E.,2004/6 K.).
Tüm açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde:
Mahkemenin takibin iptali yönünden kabule, menfi tespit istemi yönünden redde ilişkin hükmünü; kararın menfi tespit yönünden redde ilişkin kısmı aleyhine olan borçlu/davacı temyiz etmemiştir. Hükmü temyiz eden davalı/alacaklı ise, kararın kabul edilen takibin iptaline ilişkin bölümünün ve ayrıca reddedilen kısım yönünden de lehlerine vekalet ücreti takdir edilmemesini temyize getirmiştir. Hükmü temyiz etmeyen davacı/borçlu temyize cevabında da hükmün onanmasını istemiştir.
Şu haliyle, mahkemenin kısmi redde ilişkin kararı aleyhine olan davacı yanca temyiz edilmemekle, davacı yönünden kesinleşmiştir. Davalının temyizi de sadece kendisi aleyhine olan vekalet ücretine hükmedilmemesi yönelik olmakla, işin esası da davalı yönünden kesinleşmiştir. Davalı tarafın dilekçesinde yer verdiği “resen görülecek nedenler” açıklamasının kendisinin aleyhine olacak hususları kapsadığı düşünülemez.
Hukuk yargılamasında hakimin tarafların taleplerinden fazlaya hükmedemeyeceği ilkesi Yargıtay’ca yapılan temyiz incelemesinde de geçerlidir. Somut olayda, kamu düzenine aykırılığa ilişkin bir hal de söz konusu olmadığına göre, davacı tarafın, aleyhine verilen kararı temyiz etmemekle davalı taraf lehine gerçekleşen usulü kazanılmış hakkın Yargıtay’ca da gözetilmesi gerekir. Özel Dairenin direnmeye konu bozma ilamına mahkemece uyulması ve bozma gereğince işin esasına girilmesi, sonuçta da davacının davasının kabulü ile borçlu olmadığının tespitine karar verilmesi halinde temyiz eden davalı alacaklının aleyhine bir sonuç doğacaktır ki, bunun kabulüne olanak bulunmamaktadır. Öyle ise, davalı/alacaklının lehine verilen red kararının, yine onun temyizi üzerine aleyhine bozulması da olanaklı değildir.
Açıklanan nedenlerle mahkemece, işin esası yönünden kesinleşen bir konu hakkında yeniden yargılama yapılmasının usuli kazanılmış hak ilkesi ve aleyhe bozma yasağı karşısında usulen mümkün olmayacağı gerekçesine dayalı direnme kararı yerindedir.
Ne var ki, davalı/alacaklı vekilinin reddedilen kısım yönünden vekalet ücretine yönelik temyizi, bozma nedenine göre Özel Dairece incelenmemiştir.O halde, davalı/alacaklı vekilinin davanın reddedilen kısmı yönünden vekalet ücretine ilişkin temyiz itirazının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
SONUÇ: Yukarda açıklanan nedenlerle, temyiz edilmemekle kesinleşen bir konu hakkında yeniden yargılama yapılmasının usuli kazanılmış hak ve aleyhe bozma yasağı karşısında mümkün olmayacağı gerekçesine dayalı DİRENME UYGUN OLUP; davalı/alacaklı vekilinin kararın reddedilen kısmı yönünden vekalet ücretine yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için DOSYANIN 19.HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 07.03.2012 gününde oyçokluğuyla karar verildi.