10. Hukuk Dairesi 2017/6671 E. , 2019/7896 K.
"İçtihat Metni"Mahkemesi : İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesi
No : 2017/2257-2017/1453
Mahkemesi : İzmir 14. İş Mahkemesi
No : 2016/393-2017/261
Dava, 1479 sayılı Yasa kapsamında Bağ-Kur sigortalılığının tespiti ile yaşlılık aylığı bağlanması istemine ilişkindir.
İlk Derece Mahkemesince, hükümde belirtilen gerekçelerle davanın kısmen kabulüne dair verilen karara karşı davalı kurum vekili tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesince verilen kararın, davalı Kurum vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi ... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
I-İSTEM
Davacı, esnaf olarak 24.02.1992 - 20.05.1999 tarihleri arasındaki hizmetlerinin tespiti ile emeklilik hakkını kazanması için gereğinin yapılmasını talep etmiştir.
II-CEVAP
Kurum vekili; 1479 sayılı Yasada, geçmiş dönem sigortalılık süresinin tespitine olanak veren hüküm bulunmadığını beyanla davanın reddi gereğini savunmuştur.
III-MAHKEME KARARI
A-İLK DERECE MAHKEME KARARI
Mahkemece yapılan yargılama sonucu, "Davanın KISMEN KABULÜNE, davacının 24.02.1992-20.05.1999 tarihleri arasında 1479 sayılı Kanuna tabi Bağ-Kur sigortalısı olduğunun tespitine, Şu aşamada yaşlılık aylığı şartları yerine gelmediğinden bu yöndeki talebinin REDDİNE," karar verilmiştir.
B-BAM KARARI
Davacının 13.06.1991 tarihinde 1479 sayılı Yasa kapsamında tescilinin yapılmış olması nedeniyle, 24.02.1992 - 20.05.1999 tarihleri arası dönemde vergi kaydı nedeniyle tescil edilmesi gerektiği, 1479 sayılı Yasanın Geçici 18. maddesinin burada uygulama olanağının bulunmadığı anlaşılmakla, mahkemenin bu süreler yönünden davacının bağ-kur sigortalısı olduğunun tespitine ilişkin kararının yerinde olduğu, tahsis talebi yönünden ise, 1479 sayılı Yasa kapsamında yaşlılık aylığı bağlanabilmesi için prim borcu ve ferilerinin ödenmiş olması gerektiği, bu kapsamda yargılama sürecinde tahsis koşulları oluşmadığı gibi bu yönde bir istinaf talebi de bulunmadığı anlaşılmakla, istinaf sebepleri ile bağlılık kuralı çerçevesinde davalı Kurum vekilinin ileri sürdüğü istinaf sebeplerinin yukarda sıralanan gerekçeler ışığında yerinde olmadığı, ayrıca, kamu düzenine ilişkin konularda da kararın esasına etkili bir aykırılık bulunmadığı anlaşıldığı gerekçesiyle istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
IV-TEMYİZ KANUN YOLUNA BAŞVURU VE NEDENLERİ:
Davalı Kurum vekili, 1479 sayılı Yasanın geçici 18. maddesi uyarınca geriye dönük tescilin mümkün olmadığını, Kurum işleminin mevzuata uygun olduğunu, eksik inceleme sonucu hüküm kurulduğunu beyanla kararın bozulmasını istemiştir.
V-İLGİLİ HUKUK KURALLARI VE İNCELEME:
10.7.1997-1.6.1998 tarihleri arasında 506 sayılı Yasaya tabi 322 gün sigortalılığı bulunan davacının, 24.2.1992-20.5.1999 tarihleri arasında 1479 sayılı Yasaya tabi sigortalı kabul edildiği, anılan tarihler arasındaki 506 sayılı Yasaya tabi sigortalılığının 1479 sayılı Yasaya tabi sigortalılığı ile çakıştığı anlaşılmaktadır.
Davada öncelikle çözülmesi gereken sorun, davacının çakışan dönemde hangi yasal düzenleme çerçevesinde sigortalı olduğu hususudur.
01.04.1972 tarihinde yürürlüğe giren 1479 sayılı Kanunun 24 ve 25. maddelerinde “...kendi adına ve hesabına çalışanlar olarak nitelendirilen bağımsız çalışanlardan kanunla kurulu meslek kuruluşlarına yazılı olan gerçek kişiler...”, “meslek kuruluşuna yazılarak çalışmaya başladıkları tarihten itibaren” zorunlu Bağ-Kur sigortalısı sayılmışken, anılan maddelerde 19.04.1979 gün ve 2229 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik ile meslek kuruluş kaydı zorunluluğu kaldırılarak, “kendi adına ve hesabına” çalışma koşulu ve belirtilen nitelikte çalışmaya başlama tarihi sigortalılık niteliğini kazanmak için yeterli kabul edilmiştir.20.04.1982 tarihinde yürürlüğe giren 2654 sayılı Kanun ile yapılan düzenlemede, kendi adına ve hesabına çalışma koşuluna ek olarak “gerçek ve götürü usulde gelir vergisi mükellefi olanlar” için mükellefiyetin başlangıç tarihinden, “kendi adına ve hesabına bağımsız çalışmakla beraber gelir vergisinden muaf olanlardan kanunla kurulu meslek kuruluşlarına usulüne uygun olarak kayıtlı olanlar” kayıtlı oldukları tarihten itibaren sigortalı sayılmaktadır.
22.03.1985 tarihinde yürürlüğe giren 3165 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikte ise, bu kez, kendi adına ve hesabına bağımsız çalışanlardan; “gerçek ve götürü usûlde gelir vergisi mükellefi olanlar, Esnaf ve Sanatkarlar Siciline kayıtlı bulunanlar veya kanunla kurulu meslek kuruluşuna usulüne uygun kayıtlı bulunanlardan” gelir vergisi mükellefi olanlar, mükellefiyetin başlangıç tarihinden, gelir vergisinden muaf olanlar ile vergi kaydı bulunmayanlar da Esnaf ve Sanatkarlar Siciline veya kanunla kurulu meslek kuruluşlarına kayıt oldukları tarihten itibaren kendiliğinden sigortalı sayılmışlardır.
02.08.2003 tarihinde yürürlüğe giren 4956 sayılı Kanun ile getirilen düzenlemede de; kendi adına ve hesabına bağımsız çalışanlardan; “gelir vergisi mükellefi olanlar ile, gelir vergisinden muaf olanlardan Esnaf ve Sanatkar Sicili ile birlikte kanunla kurulu meslek kuruluşuna usulüne uygun olarak kayıt olanlar” sigortalı sayılmışlardır.
Hâl böyle olunca, mahkemece, öncelikle ihtilaf konusu dönemde, çakışan dönemde, 1479 sayılı Yasa kapsamında sigortalı olarak kabul edilmesi gereken süre, kuşku ve duraksamaya neden olmayacak şekilde belirlenmelidir. Anılan dönemde, davacının 1479 sayılı Yasa kapsamında sigortalılık şartlarını taşımadığının tespiti halinde, çakışan dönemde davacının 506 sayılı Yasa kapsamında sigortalı olduğu kabul edilerek karar verilmelidir.
Yukarıda açıklanan ilkeler ışığında yapılacak araştırma sonucu, çakışan dönemde 1479 sayılı Yasaya tabi sigortalılık şartlarının varlığı halinde ise; 01.10.2008 tarihi öncesi dönem yönünden sosyal güvenlik sistemimizde çifte sigortalılığın söz konusu olmaması nedeniyle, aynı döneme rastlayan gerçek ve fiili çalışmalardan hangisinin kişinin hayatında ekonomik olarak baskın çalışma niteliği taşıdığı hususunda, vergi ve maliye kayıtları getirtilmek, belirtilen dönemde beyan edilen gelirler saptanmak suretiyle bu çerçevede davacı; emek ve mesaisini ağırlıklı olarak hangi sigortalı çalışmaya tahsis ediyorsa, ekonomik yönden geçimini hangi çalışmadan sağlıyorsa o çalışmaya üstünlük tanınmalı, davalı Kuruma 506 sayılı Yasa kapsamında bildirilen hizmetlerin eylemli olup olmadığı araştırılmalı, davacının ekonomik yönden yaşamına etkin olan çalışmanın hangisi olduğu kuşkuya yer bırakmayacak şekilde belirlenmeli, varılacak sonucuna göre çakışan dönemde davacının tabi olduğu sigortalılık belirlenerek varılacak sonuca göre karar verilmelidir.
Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın, eksik inceleme ve hatalı değerlendirme sonucu, yazılı şekilde hüküm kurulması, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O hâlde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10.Hukuk Dairesinin istinaf başvurusunun esastan reddine dair kararının kaldırılarak İlk Derece Mahkemesince verilen hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ : İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 10. Dairesi kararının HMK’nın 373/1 maddesi gereği kaldırılarak temyiz edilen ilk derece mahkemesi hükmünün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, kararın bir örneğinin Bam"a, dosyanın kararı veren İlk derece Mahkemesine gönderilmesine, 24.10.2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.