Esas No: 2021/7724
Karar No: 2022/3253
Karar Tarihi: 28.04.2022
Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 2021/7724 Esas 2022/3253 Karar Sayılı İlamı
7. Hukuk Dairesi 2021/7724 E. , 2022/3253 K."İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Davacılar vekili tarafından, davalılar aleyhine 14/09/2010 gününde verilen dilekçe ile TMK'nun 713/2. maddesine dayalı tapu iptali ve tescil istenmesi üzerine Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin bozma ilamına uyularak yapılan duruşma sonunda; davanın kabulüne dair verilen 10/03/2020 günlü hükmün Yargıtayca incelenmesi davalılar vekili tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün evrak incelenerek gereği düşünüldü:
K A R A R
I. DAVA
Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkili ...’ın dava konusu 138 ada 350 No’lu parselin (öncesi tapulamanın 164 sayılı parseli) bir kısmını 1975 yılında davalıların mirasbırakanı ...’ndan satın aldığını, satın aldığı tarihten itibaren taşınmazdaki bu kısmı aralıksız ve çekişmesiz olarak malik sıfatıyla müvekkilinin kullandığını, kayıt maliki ...’nun 1979 yılında öldüğünü, onun ölümünden sonra da müvekkilinin taşınmaz üzerinde bina yapmak ve ağaç dikmek suretiyle tasarrufta bulunduğunu, zilyetlik süresinin 35 yılı aştığını ve bu süreç içerisinde taşınmazın arsa vasfına dönüştüğünü ileri sürerek, dava konusu taşınmazda müvekkilinin satın aldığı kısma ilişkin tapu kaydının iptali ile müvekkili adına tescilini talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalılar vekili cevap dilekçesinde, dava konusu taşınmazın müvekkilleri ya da mirasbırakanları tarafından hiçbir zaman davacıya satılmadığını ve teslim edilmediğini, TMK'nun 713/2'inci fıkrasında yer alan “...20 yıl önce ölmüş...” ibaresinin Anayasa Mahkemesinin 17.03.2011 tarihli ve 2009/58 E. 2011/15 K. sayılı ilamıyla Anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle iptal edildiğini, bu nedenle davanın yasal dayanağının bulunmadığını belirterek, davanın reddini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 05/03/2013 tarihli ve 2013/5 Esas, 2013/113 sayılı Kararıyla; davanın reddine karar verilmiştir.
IV. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1.İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
2.Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 09.05.2014 tarihli ve 2013/13299 Esas, 2014/9072 sayılı Kararıyla; mahkemece, yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmiş ise de yapılan araştırma ve incelemenin hüküm kurmaya yeterli bulunmadığı; yerel mahkemenin kararına dayanak oluşturan TMK'nın 713/2’inci fıkrasındaki; "…ölmüş…" sözcüğünün Anayasa Mahkemesince iptaline ilişkin kararı ile bu karar yayımlanana kadar hükmün yürürlüğünün durdurulmasına dair kararının somut olayın çözümünde öncelikli sorun olduğu ifade edilerek, yürürlüğün durdurulması karar tarihi olan 17.03.2011 tarihinden önce hak sahipleri yararına kazanma koşulları oluşmuş, malik 20 yıl önce ölmüş ve 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise bu tür hak sahiplerinin de dava açma yönünden kazanılmış hakları olduğunun kabulü gerektiği, bu nedenle bu tür hak sahiplerinin 17.03.2011 tarihinden önce veya sonra dava açmalarının bir öneminin bulunmadığı belirtilerek, hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
3.Bozma kararına karşı davalılar vekilinin karar düzeltme istemi, anılan Dairenin 19.01.2015 tarihli ve 2014/16764 Esas, 2015/1008 sayılı Kararıyla reddedilmiştir.
B. İlk Derece Mahkemesince Bozmaya Uyularak Verilen Karar İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile davacı tarafından zilyet edinildiği ve bu zilyetliğinin 20 yıldan fazla sürdüğünün sübuta erdiği gerekçesiyle davanın kabulüne ve 138 ada 1059 (eski 350) parsel sayılı taşınmazın 30.10.2019 havale tarihli fen bilirkişisi raporu ve ekli krokisinde (C) harfi ile gösterilen 614,15 m2’lik kısmının tapu kaydının iptali ile aynı ada son parsel numarası verilmek suretiyle davacı adına tesciline karar verilmiştir.
VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davalılar vekili temyiz dilekçesinde özetle; bozma ilamının gereğinin yerine getirilmediğini, dosyada belirlenen mahalli bilirkişileri kabul etmemekle birlikte aleyhe olan tespit, değerlendirme ve hesaplamaları da kabul etmediklerini, dava konusu taşınmazın 1986 yılında kesinleşen kadastro tespiti sonucu müvekkillerinin mirasbırakanı adına kayıtlanmış olup 3402 sayılı yasada öngörülen 10 yıllık hak düşürücü süre geçtikten sonra bu davanın açıldığını, kadastro tutanağında davacının isminin geçmediği gibi süresi içerisinde tutanağa itiraz da edilmediğini, davacının 1975 yılından beri zilyet olduğu iddiasının gerçeği yansıtmadığını, taşınmazın 1998-2011 yıllarına ait vergilerini ödediklerini bildirmiştir.
C. Gerekçe
1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme
Uyuşmazlık, davanın kabulü kararının eksik incelemeye ve hatalı değerlendirmeye dayalı olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
2. İlgili Hukuk
1.Kural olarak, tapulu bir taşınmazın veya tapuda kayıtlı bir payın kazandırıcı zamanaşımı ve zilyetlik yoluyla edinilmesi mümkün değildir. Ancak, kanunun açıkça izin verdiği ve düzenlediği ayrık durumlarda tapulu bir yerin veya tapuda kayıtlı bir payın koşulları oluştuğu takdirde kazandırıcı zamanaşımı ve zilyetlik yoluyla edinilmesi mümkün olabilir. Kanunun açıkça izin verdiği hallerden biri de TMK'nın 713/2'inci maddesindeki düzenlemelerdir. Anılan maddede, “aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılmayan veya 20 yıl önce ölmüş, ya da hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedi de o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir” denilmiştir.
2.Kazanma koşulları oluştuğu takdirde iptal ve tescile karar verilebilmesi için dava konusu taşınmaz bölümünün ifrazının mümkün olması gerekir. 21/06/1987 tarihli 3402 sayılı Kadastro Kanununun 15'inci maddesinin son fıkrası hükmüne göre, ayırmayı gerektiren taksimlerde ayırma tarihindeki imar mevzuatı dikkate alınır. Taşınmazın ifrazının mümkün olup olmadığının Çevre ve Şehircilik Bakanlığı İl Çevre ve Şehircilik Müdürlüğünden sorularak belirlenmesi gerekmektedir.
3. Değerlendirme
1.Çekişme konusu 138 ada 350 parsel sayılı taşınmaz dava tarihinden sonra muhtelif tarihlerde hükmen ifrazlara uğramış, keşif tarihi itibariyle 350 No'lu parsel 1059 No'lu parsel olmuş ve yargılamaya bu parsel üzerinden devam edilmiştir. Avlulu kagir evler vasfı ile tapuda kayıtlı iş bu parselin yüzölçümü 4486,70 m2’dir.
2. Midyat Belediye Başkanlığının 24.12.2012 tarihli ve 3317 sayılı yazı cevaplarına göre 138 ada 350 parsel sayılı taşınmazın imar işlemine tabi tutulduğu anlaşılmıştır. Belediyenin 02.06.2017 tarih 719 sayılı yazı cevabında kayıtlarda yapılan incelemede 138 ada 350 parsel No'lu taşınmaza rastlanmadığı bildirilmiştir.
2.TMK’nın 713/2'inci maddesine dayalı olarak açılan davalarda, düzenlemeden anlaşılacağı üzere taşınmazın tamamının veya bölünebilir bir parçasının zilyetlik yoluyla kazanılması mümkün ise de somut olayda, davacı taraf lehine zilyet bulunduğu taşınmazın 614,15 m2 bölümünün 138 ada 1059 No'lu parsel sayılı taşınmazdan ifrazının mümkün olup olmadığı araştırılmaksızın, yazılı şekilde tapu kaydının iptali ile davacı adına tesciline karar verilmesi doğru değildir.
VII. KARAR
Açıklanan sebeplerle; davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile temyiz olunan mahkeme kararının BOZULMASINA, peşin yatırılan harcın yatırana iadesine,
kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 28.04.2022 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
I- Davacı vekili 14.9.2010 tarihli dava dilekçesinde; müvekkili davacı ...’ın dava konusu 138 ada 350 parselin bir kısmını 1975 yılında davalıların murisi ...’ndan satın aldığını, satın aldığı tarihten bu yana taşınmazı aralıksız çelişmesiz malik sıfatı ile zilyet olarak kullanıldığını, zilyetlik süresinin 35 yılı aşkın olduğunu, kayıt maliki ...’nun 1979 yılında öldüğünü, ölümünden itibaren 25 yılı aşkın bir süreden beri taşınmaz üzerinde tasarrufta bulunduğunu belirterek, kullandığı yer bakımından taşınmazın tapu kaydının iptali ile vekil edeni adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmesini istemiştir.
Davalılar uyuşmazlık konusu taşınmazın tappulu olduğunu, murisleri tarafından hiçbir zaman davacı tarafa satılmadığını ve teslimde edilmediğini, harici satışın geçersiz bulunduğunu, TMK'nun 713/2. fıkrasında yer alan 20 yıl önce ölmüş ibaresinin Anayasa Mahkemesinin 17.03.2011 tarih ve 2009/58 Esas, 2011/15 Karar sayılı ilamıyla Anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle iptal edildiğini, böylece davanın yasal dayanağının kalmadığını, yurtdışında bulunuyor olmalarından dolayı açılan ve hukuki dayanaktan yoksun davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
II- Midyat 2. Asliye Hukuk Mahkemesi 5.3.2013 tarihli ve 2013/5 E. 2013/113 K. sayılı kararında; taşınmaz üzerinde 20 yaşından küçük bina bulunduğunu, dinlenen yerel bilirkişi ve tanık beyanlarından zilyetliğin maddi olgularla desteklenmediğini, davacının 20-25 yıldan beri dava konusu taşınmazı satın alarak işgal ettiği açıklanmış ise de davacının 20 yıldan fazla bir zaman diliminde taşınmazı işgal ettiğine dair somut delil elde edilemediğini belirterek sabit olmayan davanın reddine karar vermiştir.
Hükmün davacı tarafından temyiz edilmesi üzerine, 8. Hukuk Dairesi ilk derece mahkemesi kararını bozmuştur.
III- 8. Hukuk Dairesinin bozma kararı ve bu karara ilişkin değerlendirmeler.
A) 8. Hukuk Dairesi 9.5.2014 tarihli ve 2013/13299 E. 2014/9072 K. sayılı bozma ilamında;
1- Davanın, TMK'nun 713/2. fıkrasında yer alan maliki 20 yıl ölmüş bulunan ve bu nedenle tapu kaydının hukuki nedenini yitirdiği gerekçesiyle TMK'nun 713/1 ve 2. fıkraları gereğince açılan mülkiyetin aktarılmasına ilişkin tapu iptali ve tescili davası olduğunu,
2- Somut olayda çözümlenmesi gereken öncelikli sorunun; yerel mahkemenin kararına dayanak oluşturan TMK'nun 713/2. fıkrasındaki; “…ölmüş…” sözcüğünün Anayasa Mahkemesince iptaline ilişkin kararı ve bu karar yayımlanana kadar hükmün yürürlüğünün durdurulması kararının eldeki davaya etkisinin ne olacağı hususu bulunduğunu,
3- Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 153/2. fıkrasında; Anayasa Mahkemesinin, bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemeyeceğini vurguladıktan sonra aynı maddenin 5. fıkrasında da “iptal kararlarının geriye yürüyemeyeceği” hükmünün bulunduğunu,
Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürümemesinin asıl olduğunu, bu bakımdan idari yargıdaki iptal kararlarının beyan edici, açıklayıcı nitelikte olduğu halde Türk Anayasa Yargısındaki iptal kararlarının genelde kurucu (inşai-yenilik doğurucu) nitelikte bulunduğunu,
Bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde, tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların (kazanılmış hakların) korunmasının hukuk devletinin bir gereği olduğu, o nedenle hukuksal ve maddi alanda etkisini göstermiş hukuk kuralları uyarınca tamamlanmış ve sonuçlarını doğurmuş bulunan kazanılmış haklara Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün geriye yürüyemeyeceğinin kabulünün kaçınılmaz olduğunu belirterek, konuyla ilgili genel değerlendirmelerine, özet olarak maddeler halinde aşağıda yer verilmiştir.
a) TMK'nun 713/2. fıkrasına dayalı olarak açılan davaların başarıya ulaşması; bu fıkrada belirtilen koşullar yanında aynı zamanda 713/1. fıkrasındaki koşulların da gerçekleşmiş bulunmasına bağlıdır. Bu nedenle 1. fıkradaki koşulların araştırılıp belirlenmesi zorunludur.
b) 04.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararından önce 743 sayılı TKM'nin 639 (TMK.nun 713). maddesine dayalı olarak açılan davalarda mülkiyetin hangi tarihte doğacağı ve kazanılacağı konusu gerek uygulamada ve gerekse doktrinde oldukça tartışmalı idi. 04.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararı ile; “kazandırıcı zamanaşımı yoluyla tapusuz taşınmazların edinilmesine ilişkin TMK'nun 639/1. maddesine göre verilen tescil kararları inşai-ihdası (yapıcı-kurucu-yenilik doğurucu) nitelikli kararlardır. Mülkiyet hakkı bu kararların kesinleştiği anda kazanılır.” görüşü benimsenmişti.
c) TMK'nun 713/5. fıkrasının son cümlesinde ise; “Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.” ilkesi getirilmiştir. Bu ilke 1.1.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Kanunla anılan fıkraya eklenmiştir. TMK'nun 713/5. fıkrasına eklenen ibare ile mülkiyet hakkının tüm kazanma koşullarının oluşması ile 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda kazanılacağı açıklandığına ve bu konuda hiçbir duraksama söz konusu olamayacağına göre 17.3.2011 tarihinden once 20 yıllık kazanma süresi ve 2. fıkrada açıklanan maliki 20 yıl önce ölmüş olan kişi bakımından söz konusu süreler dolmuş ise bunlar açısından kazanılmış hakkın varlığının kabulü gerekmektedir.
B) 8. Hukuk Dairesince, yukarıda yapılan değerlendirmeler de gerekçe gösterilerek eksik incelemeye dayanılarak hüküm verildiğinden ilk derece mahkemesi hükmünün bozulmasına karar verilmiştir.
C) 8. Hukuk Dairesinin 9.5.2014 tarihli ve 2013/13299 E. 2014/9072 K. sayılı bozma ilamının değerlendirilmesi.
1.Dava konusu taşınmaz, tapuya kayıtlı olup tapu maliki dava tarihinden önce ölmüş ise de, kanuni mirasçısı mevcut olup, davada kendilerine husumet yöneltilmiştir.
Tapuda kayıtlı bir taşınmazın kazandırıcı zamanaşımı ile iktisap edilebilmesi için kanuni dayanağının olması ve kanunda öngörülen şartların zilyet yararına oluştuğunun mahkemece sabit görülmesi gerekir.
Bu davanın hukuki dayanağını teşkil eden 4721 sayılı Kanunun 713 üncü maddesinin 2 nci fıkrasında yer alan "…ölmüş…" sözcüğü, Anayasa Mahkemesinin 17.03.2011 gün ve 2009/58 Esas, 2011/52 Karar sayılı kararıyla iptal edilmiş ve bu hükmün yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmiştir.
2. Dava konusu olayla ilgili 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 713. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “ölmüş ise” sözcüğü Anayasa Mahkemesince iptal edilmesine rağmen iptal edilen hükmün, Kanunun aynı maddesinin beşinci fıkrasının son cümlesinde yer alan "Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.” hükmü gerekçe yapılarak, derdest uyuşmazlıklara uygulanmasıyla ilgili meseleler.
Bu meselenin çözümü için iki konunun açıklığa kavuşturulması gerekecektir.
1) Birinci husus, derdest davaların dayanağını oluşturan asıl hüküm iptal edilmiş olmasına rağmen, kanunun başka bir hükmüne dayanılarak Anayasa Mahkemesince iptal edilen hükme geçerlik kazandırılarak uyuşmazlığın çözülüp çözüleyeceğidir.
6100 sayılı HMK’nın 33. maddesi uyarınca hâkim, Türk hukukunu resen uygular.
06.1958 gün 15/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararında da vurgulandığı gibi, bir davada dayanılan maddi vakıaları açıklamak tarafların, bu olguları hukuken nitelendirmek, uygulanacak kanun maddelerini arayıp bulmak ve doğru olarak yorumlayıp uygulamak da hâkimin görevidir. Bu nedenle tarafların hukuki nitelendirmeyi doğru yapmak zorunluluğu yoktur. Başka bir ifadeyle hâkim, bildirilen hukuki sebeplerle bağlı olmayıp, hukuki sebebi kendiliğinden bulup uygulamakla sorumludur.
Anayasa Mahkemesinin iptal kararı öncesi kesinleşen mahkeme kararları hariç, derdest uyuşmazlıkların Anayasaya aykırılığı tespit edilmiş olan kurallara göre görülüp çözümlenmesi Anayasanın üstünlüğü prensibine ve hukuk devleti ilkesine bağdaşmaz.
2) İkinci husus ise; dava konusu olaylara uygulanan 743 sayılı Kanunu Medeninin 639. maddesiyle, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 713. maddesi hükümleri aynı olmayıp, 743 sayılı Kanunda bulunmayan, 4721 sayılı Kanunla kabul edilen 713. maddesinin beşinci fıkrasının geçmişe yürüyüp yürümeyeceğidir.
4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 713. maddesinin beşinci fıkrasının son cümlesinde yer alan "Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.” hükmü yeni bir hüküm olup, 1 Ocak 2002 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin yürürlüğe girdiği 4 Ekim 1926 tarihinden ilga edildiği 1 Ocak 2002 tarihine kadar yürürlükte bulunan konuyla ilgili 639. maddesine ve Yargıtayın 4.12.1998 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararına göre; Türk Kanunu Medenisinin 639 maddesine dayanılarak kazandırıcı zamanaşımı yoluyla taşınmazların edinilmesine ilişkin tescil kararıyla yeni bir hukuki durumun ortaya çıktığına, hâkimin kararının kurucu bir nitelik taşıdığına, bu kararın kesinleştiği tarihten ileriye yönelik olarak sonuç doğurduğuna ve mülkiyet hakkının bu kararların kesinleştiği anda kazanıldığına hükmedilmiştir.
4721 sayılı Kanunun 713. maddesinin beşinci fıkrasında yer alan “Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.” hükmü, ilk kez 1 Ocak 2002 tarihinde yürürlüğe girmiş olup 4722 sayılı Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun hükümleri değerlendirilmeden, bu hükmün 1 Ocak 2002 tarihinden önceki olaylara uygulanacağını varsaymak bile anılan bozma kararındaki eksik değerlendirmeleri gösötermeye yetmektedir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ve 8. Hukuk Dairesi kararlarında; 1 Ocak 2002 tarihinden önceki zilyetlik sürelerine, yürürlükte bulunmayan 4721 sayılı Kanunun 713. maddesinin beşinci fıkra hükmü uygulanmış ve hatta 20 yıllık sürenin 2002 yılından önce dolduğu ve mülkiyetin beşinci fıkra gereğince kazanıldığı tespiti yapılarak, mülkiyet önceden kazanıldığı gerekçesiyle Anayasa Mahkemesinin 17.3.2011 tarihinde verdiği iptal kararının geçmişe yürütüleyeceği ifade edilmiştir.
IV- Konuyla ilgili mevzuat ve hükümleri
1- 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının;
a) “Mülkiyet hakkı” kenar başlıklı 35. maddesinde; “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”,
b) “Milletlerarası andlaşmaları uygun bulma” kenar başlıklı 90. maddesinin son fıkrasında, “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.”,
2- Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin;
Sözleşmenin mülkiyet hakkına yönelik 1 No’lu Ek Protokolün 1. maddesinde, her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı bulunduğu; bir kimsenin, ancak kamu yararı sebebiyle ve kanunda öngörülen şartlara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabileceği belirtilmiştir.
3- 3402 sayılı Kadastro Kanununun;
“Amaç” kenar başlıklı 1. maddesinde; “Bu Kanunun amacı, ülke koordinat sistemine göre memleketin kadastral veya topoğrafik kadastral haritasına dayalı olarak taşınmaz malların sınırlarını arazi ve harita üzerinde belirterek hukukî durumlarını tespit etmek suretiyle 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun öngördüğü tapu sicilini kurmak, mekânsal bilgi sisteminin alt yapısını oluşturmaktır.”, hükmüne yer verilmiştir.
Kadastro Kanunu uyarınca, ilk tesis kadastrosu yapılan, ülke koordinat sistemine göre memleketin kadastral veya topoğrafik kadastral haritasına dayalı olarak sınırları arazi ve harita üzerinde belirtilerek hukukî durumları tespit edilen bir taşınmaz ile sınırları dağ, dere, tepe, komşu parselini okuyan, nerede bulunduğunu tespit etmenin zor olduğu ve miktarı konusunda net ve kesin bilgi içermeyen eski tapu kayıtları arasında fark bulunmaktadır. Kadastro Kanununda yer alan hükümlerin niteliği ve öngördüğü sonuçlar nedeniyle bir tasfiye kanunu olduğundan bahsedilir.
Kanunun 12. maddesinin dördüncü fıkrasında, kadastrosu tamamlanan çalışma alanı içerisinde kalan eski tapu kayıtlarının, işleme tâbi kayıt niteliğini kaybedeceği; bu kayıtlara dayanılarak kadastro ve tapu sicil müdürlüklerinde işlem yapılamayacağı, belirtilmiştir.
743 sayılı Kanunu Medeninin 639. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan, “Tapu sicilinde maliki kim olduğu anlaşılamayan veya 20 sene evvel vefat etmiş yahut gaipliğine hüküm verilmiş bir kimsenin uhdesinde mukayyet olan bir gayrimenkulü aynı şerait altında yedinde bulunduran kimse dahi o gayrimenkulün, mülkü olmak üzere tescilini talep edebilir.” hükmü uyarınca, ilk tesis kadastrosu yapılmayan, eski tapu kayıtlarına göre işlem gören tapulu taşınmazların, zilyetlikle mülk edinilmesi mümkün ise de, ülke koordinat sistemine göre memleketin kadastral veya topoğrafik kadastral haritasına dayalı olarak sınırları arazi ve harita üzerinde belirlenen, malikinin kim olduğu da yazılmak suretiyle hukukî durumları tespit edilen tapulu bir taşınmazın, hâla zilyetlikle mülk edinilebileceğini söyleyebilmek, yukarıda yer verilen Anayasa ve uluslarası insan hakları sözleşmesi hükümlerini görmezden gelmeyi ifade eder.
4- 3/12/2001 tarihli ve 4722 sayılı Türk Medenî Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun;
a) “Geçmişe etkili olmama kuralı” kenar başlıklı 1. maddesinde; “Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önceki olayların hukukî sonuçlarına, bu olaylar hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmişse kural olarak o kanun hükümleri uygulanır.
Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten önce yapılmış olan işlemlerin hukuken bağlayıcı olup olmadıkları ve sonuçları, bu tarihten sonra dahi, yapıldıkları sırada yürürlükte bulunan kanunlara göre belirlenir.
Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten sonra gerçekleşen olaylara, Kanunda öngörülmüş ayrık durumlar saklı kalmak kaydıyla, Türk Medenî Kanunu hükümleri uygulanır.”
b) “Hak düşürücü süreler ve zamanaşımı süreleri” kenar başlıklı 20. maddesinde;
“Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girmesinden önce işlemeye başlamış bulunan hak düşürücü süreler ile zamanaşımı süreleri, Türk Kanunu Medenîsi hükümlerine tâbi olmaya devam ederler. Ancak söz konusu süreler, Türk Medenî Kanununun belirlediği süreden uzun ise, bu Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra, bu Kanunda belirlenen sürenin geçmesiyle dolmuş olur.”
Hükmüne yer verilmek suretiyle, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununa yönelik uygulamalarda derhal uygulama ilkesi benimsenmiş olup bu ilke, hukuk güvenliğinin daha genel anlamda hukuk devleti ilkesinin bir gereğidir. Özel hukuk alanında ve özellikle medeni hukuk kurallarının uygulanmasında, kural olarak her kanun, eğer tersini öngören bir hüküm taşımıyorsa, ancak yürürlüğe girdiği tarihten sonraki zamanda meydana gelen olaylara ve ilişkilere uygulanır; o tarihten önceki zamana rastlayan olaylara ve ilişkilere uygulanmaz. Hukuk güvenliği bunu gerektirir.
4722 sayılı Kanunla, toplum barışının temel dayanağı olan hukuka ve özellikle kanunlara karşı güveni sağlamak amaçlandığı için, kendi bünyesinde farklı bir uygulama tarihi içermeyen bir kanunun kural olarak geriye yürümeyeceği (geçmişe etkili olamayacağı) esası kabul edilmiştir.
4722 sayılı Kanunun 20. maddesi uyarınca, Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girmesinden önce işlemeye başlamış bulunan hak düşürücü süreler ile zamanaşımı süreleri, Türk Kanunu Medenîsi hükümlerine tâbi olmaya devam edeceğinden, 4721 sayılı Kanunun 713. maddesinin beşinci fıkrasının yürürlüğe girdiği 1 Ocak 2002 yılından önce işlemiş zilyetlik sürelerine bu fıkra uygulanamaz.
4721 sayılı Kanunun 713. maddesinin beşinci fıkrası uygulanarak, kazandırıcı zamanaşımı yoluyla bir taşınmazın mülkiyetinin mahkeme kararına gerek kalmaksızın, kanun gereğince kendiliğinden kazanılabilmesi için zilyetliğin, beşinci fıkranın yürürlüğe girdiği 1 Ocak 2002 tarihinden itibaren hesaplanması gerekir. Bu yorum, zilyet aleyhine daraltıcı bulunabilirse de lehine yorum yapılan kişilerin Anayasanın 35. maddesiyle korunan mülkiyet ve miras hakkı sahipleri olduğu gerçeği karşısında hukuka ve adalete daha uygun bir değerlendirme içermektedir.
Aksi yorum, 2002 yılından önceki zilyetlik sürelerine, beşinci fıkranın sonuçlarının uygulanmasını, dolayısıyla 4722 sayılı Kanun hükümlerine aykırı olarak beşinci fıkranın geriye yürütülmesini, Anayasada ve uluslararası sözleşmelerde temel insan hakları arasında sayılmayan zilyetliğe, haklı olmayan bir şekilde mülkiyet ve miras hakkının üstünde bir değer atfedilmesine sebebiyet verecektir.
5- Dava konusu olaya uygulanacak olan 743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin 639. maddesiyle, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 713. maddesi hükümleri aynı olmayıp farklı hükümler içermektedir.
a) 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun; “Olağanüstü zamanaşımı” başlıklı 713. maddesinin beşinci fıkrasında yer alan “Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.” hükmü, 743 sayılı Türk Kanunu Medenîsinin karşılığı olan 639. maddesinde yer almamaktaydı.
743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin yürürlüğe girdiği 4 Ekim 1926 tarihinden ilga edildiği 1 Ocak 2002 tarihine kadar yürürlükte bulunan konuyla ilgili 639. maddesine ve Yargıtay 4.12.1998 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararına göre; Türk Kanunu Medenisinin 639 maddesine dayanılarak kazandırıcı zamanaşımı yoluyla taşınmazların edinilmesine ilişkin tescil kararıyla yeni bir hukuki durumun ortaya çıktığına, hâkimin kararının kurucu bir nitelik taşıdığına, bu kararın kesinleştiği tarihten ileriye yönelik olarak sonuç doğurduğuna ve mülkiyet hakkının bu kararların kesinleştiği anda kazanıldığına hükmedilmiştir.
b) 4721 sayılı Kanunun 713. maddesinin beşinci fıkrasında yer alan “Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.” hükmü, ilk kez 1 Ocak 2002 tarihinde yürürlüğe girmiş olup bu hükmün geçmişe yürütülüp yürütülmeyeceği konusunun, 4722 sayılı Kanunun intikal hükümleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.
6- Bu davalar hakkında kararları bulunan Yargıtay 8. Hukuk Dairesi ile Hukuk Genel Kurulu, bahsi geçen beşinci fıkrayı geriye yürüterek 2002 yılından çok önceki tarihlerde zilyetlikle kazanma şartlarının gerçekleştiğini ve zilyet lehine kazanılmış hak doğduğu gerekçesiyle Anayasa Mahkemesinin 2011 tarihli 713. maddesindeki iptal kararının uygulanamayacağına yönelik kararlar verirken, “iptal kararlarının geçmişe etkili olamayacağını tartışmış, ancak sonradan yürürlüğe giren beşinci fıkranın geçmişe yürütülemeyeceğine ilişkin bir değerlendirmesine” rastlanmamıştır.
Aynı kararlarda, zilyet davacının 20 yıllık zamanaşımı süresi sonunda mülkiyeti doğrudan kazandıkları ve mahkeme kararının inşai nitelik taşımayacağı kabul edilerek zilyet lehine hatalı değerlendirmelerde bulunulmuştur.
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi ile Hukuk Genel Kurulunun isabetli bulmadığımız kararlarında, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun;
- 599. maddesinde yer alan, mirasçıların, mirasbırakanın ölümü ile mirası bir bütün olarak, kanun gereğince kazanacakları; kanunda öngörülen ayrık durumlar saklı kalmak üzere mirasçıların, mirasbırakanın aynî haklarını, alacaklarını, diğer malvarlığı haklarını, taşınır ve taşınmazlar üzerindeki zilyetliklerini doğrudan doğruya kazanacağına ilişkin hükmünün,
- 705. maddesinde yer alan, kural olarak taşınmaz mülkiyetinin kazanılmasının, tescille olacağı; miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyetin tescilden önce kazanılacağını hükme bağlayan kanun hükmünün yeterince tartışılmadığı; Anayasa ve uluslararası metinlerde korunmasına yönelik hüküm bulunmayan zilyedin kazanılmış hakkından bahsedilerek bunun öne çıkarıldığı, miras ve mülkiyet hakkı sahiplerinden neden üstün hak sahibi bulunduğunun tatmin edici bir şekilde gerekçelendirilemediği düşünülmektedir.
V- Dava konusu olaya uygulanacak kanun hükümlerinin yorumlanması ve çatışan hakların tespit edilmesi.
Dava konusu olayda çatışan haklar; bir tarafta zilyetlik, diğer tarafta ise mülkiyet ve miras hakları bulunmaktadır. Mülkiyet ve miras hakkı Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle korunmuştur. Zilyetlik ve buna bağlı haklar ise Türk Medeni Kanununda düzenlenmiştir.
Kamu hürriyetlerinin karşıtı olarak, kişi hürriyetleri kavramı içerisinde yer alan mülkiyet hakkı, temel haklardan biri sıfatıyla pek çok ulusal anayasada yer aldığı gibi uluslararası insan hakları sözleşmelerinde de yer almıştır.
Zilyetlik ise temel insan hakları arasında sayılmadığı gibi, anayasalarda ve uluslararası sözleşmelerde korunmasına yönelik hükümlere yer verilmemiştir.
Davacı lehine olan 713. maddesindeki “ölmüş yada” ibaresi Anayasaya aykırı bulunarak iptal edilmiştir. Anayasa Mahkemesi, iptal kararının Resmî Gazete’de yayımlanmasına kadar yürürlüğün durdurulmasına karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi iptal kararlarının geriye yürümemesi, kazanılmış hakları etkilememesi Anayasanın 153. maddesinde hükme bağlanmış olup, bu konuda bir tereddüt bulunmamaktadır.
Tartışmalı olan konu, davacının müktesep hakkının olup olmadığıdır. Nasıl ki Anayasa Mahkemesinin iptal kararları geriye yürümez ise 1.1.2002 tarihinde yürürlüğe giren ve daha önceki 743 sayılı Kanunun 639. maddesinde yer almayan 713. madde hükümleri de geriye yürümez. Bu nedenlerle, davacının müktesep hakkından bahsedilemez.
4721 sayılı Kanunun 705. maddesi ve 743 sayılı Kanunun 633. maddesi uyarınca, kural olarak taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olur. Ancak miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır.
Dava konusu taşınmaz tapuda kayıtlı olduğundan, maliki ve mirasçıları belirlidir. Anayasa Mahkemesinin iptal kararında da ifade edildiği gibi Medenî Kanunun "Taşınmaz mülkiyetin kazanılması” kenar başlıklı 705. maddenin ikinci fıkrası uyarınca, mirasta mülkiyet tescilden önce kazanılacağından davalılar, murisleri Süleyman’ın kayden maliki olduğu dava konusu taşınmaz üzerindeki mülkiyet hakkını, murislerinin ölümü tarihinde, kanun gereğince tescilsiz olarak kazanmış bulunmaktadırlar.
Eğer müktesep bir hakkın varlığından söz edilmesi gerekiyorsa o hak, davalılara murislerinin ölümü ile kanun hükmü gereği intikal eden miras ve mülkiyet hakkıdır. Davalıların murislerin ölümü ile kazandıkları miras ve mülkiyet hakkı, sonradan kabul edilen ve 1/1/2002 tarihinde yürürlüğe giren 713. madde hükmü geriye yürütülerek ellerinden alınamaz.
Ancak, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin anılan bozma kararında, her ne kadar Anayasa Mahkemesince 713. maddedeki “ölmüş yada” ibaresi iptal edilmiş ise de kazanılmış (müktesep) hakkın söz konusu olduğu durumlarda Anayasa Mahkemesinin bu iptal kararlarının uygulanamayacağı belirtilmiştir.
Dava konusu olaya uygulanan 4721 sayılı Kanunun 713. maddesi yorumlanırken, davalıların miras ve mülkiyet haklarını koruyan diğer hükümlerle, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı birlikte nazara alınmalı, miras ve mülkiyet hakkını üstün tutan değerlendirme yapılmalıdır.
4722 sayılı Kanun hükümleri uyarınca 1.1.2002 tarihinden sonra uygulanması gereken beşinci fıkra hükmünün, yürürlükte olmadığı geçmiş döneme yürütülerek, Anayasaya aykırılığı tespit edilen “maliki 20 yıl önce ölmüş” hükmünün canlı tutulması ve sonuç olarak mülkiyet ve miras hakkı aleyhine daraltıcı, yetersiz ve çelişkili değerlendirmelerle taşınmazı kullananlar lehine yorum ve değerlendirmelerde bulunulması hukukun genel ilkelerine, Anayasanın mülkiyet hakkını düzenleyen 35. maddesine, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin mülkiyet hakkını düzenleyen EK 1 Nolu Protokolünün 1. Maddesine ve Anayasa Mahkemesinin 17/3/2011 tarihli kararına aykırılık oluşturacaktır.
Somut olaya gelince; tapu maliki ölmüş ise zilyet lehine zilyetlikle kazanım koşullarından olan Türk Medeni Kanununun 713 üncü maddesinin 2 nci fıkrasında yer alan "…ölmüş…" sözcüğü, Anayasa Mahkemesinin 17.03.2011 gün ve 2009/58 Esas, 2011/52 Karar sayılı kararıyla iptaline ve yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmiştir. Yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı gibi Anayasa Mahkemesinin iptal kararı, sonrasında derdest tüm davalarda etkisini göstereceğinden iptal edilen kanun maddesinin hiç bir surette uygulama imkanı kalmamıştır.
Bu durumda, ölmüş kişi adına kayıtlı taşınmazın üçüncü kişiler tarafından zilyetlikle iktisabına ilişkin kanun hükmü artık yürürlükte olmadığına göre yollamalara dayanılarak canlandırmak ve zorlama yorumlarla uygulamaya çalışmak mümkün olmamalıdır.
Açıklanan gerekçelerle, davanın reddine karar verilmesi için hükmün bozulması gerekirken, sayın çoğunluğun ilk derece mahkemesi kararının değişik gerekçeyle bozulması yönündeki görüşüne katılamıyoruz.
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.