HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, mahrum kalınan ürünün kazanç kaybının ödetilmesi istemine ilişkindir.
Yerel mahkemece, davanın reddine dair verilen karar davacılar vekilinin temyizi üzerine, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde yazılı gerekçeyle bozulmuş; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Direnme kararını, davacılar vekili temyize getirmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacıların zilyetliğinde bulunan ve idareye ecri misil ödedikleri taşınmazların davalılar tarafından işgal edilmesi nedeniyle davacıların mahrum kaldıkları ürünün kazanç kaybını talep edip edemeyecekleri noktasında toplanmaktadır.
Olayın çözümlenmesi için öncelikle zilyetlik kavramı ve zilyedin hakları üzerinde durulmalıdır:
Zilyetlik, bir kimsenin bir eşyayı fiili hakimiyeti altında bulundurması, bir eşya üzerinde fiili kudret kullanması olarak tanımlanır. Nitekim MK.m.973 hükmüne göre "bir şey üzerinde fiilî hâkimiyeti bulunan kimse, onun zilyedidir."
Zilyetlik, eşyalardan ekonomik bakımdan yararlanmak, onları kullanmak ve bu kullanma ve yararlanma ile ilgili her türlü maddi ve hukuki fiilleri icra etmek için eşyalar üzerinde fiili kudret kullanmak, yani eşyaları fiili hakimiyet altında bulundurmak, tutmak demektir.
Bir kimsenin bir eşyayı bu suretle fiili hâkimiyeti altında bulundurması, eşya üzerinde fiili kudret kullanması, o kimsenin zilyet sayılması için yeterlidir. Zilyetlik için, fiili hâkimiyet altında bulunan eşyanın mutlaka da zilyedin mülkü olması şart değildir. Başka bir deyişle, zilyet olanın, eşya üzerinde kendisine zilyet olma yetkisini veren bir hakkının bulunması gerekmez; hakimiyet altındaki eşyanın başkasına ait olmasının zilyetlik üzerinde hiçbir etkisi yoktur. Hatta bir eşyayı haklı bir sebep olmaksızın elinde bulunduran kimse dahi zilyettir.
Zilyedin, eşya üzerinde kendisine zilyet olma yetkisini veren bir hakka sahip bulunup bulunmaması, zilyetlik bakımından önemli değildir. Bunun içindir ki, hiç kimse zilyede hangi hakka dayanarak zilyet olduğunu soramaz. Fakat hayat deneyimlerinden edinilen bilgilere göre, herkes zilyedin zilyet olma yetkisini veren ayni veya şahsi bir hakka sahip bulunduğunu kabul eder. Bu hakkın türü de, kişinin zilyetliği kullanış biçiminden anlaşılır. Bu sebepledir ki, zilyetliğin hakların dış görünüşü, hakların bir tür dışarıya yansıyış şekli olduğundan da söz edilir. Başka deyişle zilyetlik, eşyalar üzerindeki hakları üçüncü kişilere karşı tanıtma aracıdır; hukuki deyimle zilyetlik haklara karinedir (MK. m. 985 vd).
Zilyede tanınan bu iktidar ve yetkiler, kendisine zilyet olma yetkisini veren ayni veya şahsi bir hakkı bulunup bulunmadığı göz önünde tutulmaksızın verilmiştir. Bunlar, zilyede eşyayı fiili hâkimiyeti altında bulundurmasından dolayı ve sadece bu sebeple tanınmıştır. Diğer bir deyişle zilyetlik, zilyet olma yetkisini veren herhangi bir ayni veya şahsî haktan ayrı olarak, başlı başına korunmuştur.
Hukuk düzeni, zilyetliği düzenlerken zilyet olma yetkisini veren hakla meşgul olmaz; hatta böyle bir hakkın mevcut olup olmadığını bile araştırmaz. Bir eşyayı fiili hakimiyetinde bulunduran kimseye bu iktidar ve yetkilerin tanınması için önemli olan tek husus, hukukun aradığı şartlarla fiili bir kudretin, fiili bir hakimiyetin mevcut olup olmadığıdır.
Bunun içindir ki zilyetlik, iddia edildiği gibi sadece bir fiili durum, bir fiili olgu veya kendisine bazı hukuki sonuçlar bağlanan bir hukuki fiil değildir. Zilyetlik aynı zamanda eşyayı fiili hakimiyet altında bulundurmaktan doğan bir hukuki yetki ve iktidar ile ödevleri de gösteren ve düzenleyen hukuki bir kurumdur (Turgut AKINTÜRK, Eşya Hukuku, İstanbul 2009, s. 107- 108).
Zilyet, eşyayı kendi fiili hakimiyetinde bulundurma, ondan ekonomik bakımdan faydalanma yetkisine sahiptir. Bu durumun doğal sonucu olarak eşyadan ekonomik olarak faydalanmasının engellenmesi halinde oluşan zararın karşılanmasını talep edebilecektir.
Bu açıklamalardan sonra somut olay değerlendirildiğinde, mülkiyeti maliye hazinesine ait ancak davacıların zilyetlikleri altında bulunan taşınmazlara davalılar E.ve M..O.."un ekin ekmek suretiyle müdahalede bulundukları ve mahkemece bu davalılar yönünden müdahalelerinin men’ine karar verildiği, davacılar bu süre zarfında taşınmazı kullanamamalarından kaynaklanan zararlarını diğer bir deyişle mahrum kalınan ürünün kazanç kaybının ödetilmesini talep ettikleri anlaşılmaktadır. Yukarıda da açıklandığı üzere zilyedin taşınmazdan ekonomik olarak faydalanma hakkı bulunmakta olup, bunun engellenmesi halinde oluşacak zararın müdahalede bulunanlardan talep etme hakları vardır.
Hal Böyle olunca; Yerel Mahkemece, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyularak, davacıların zilyetlikleri altında bulunan taşınmazlara davalıların müdahaleleri sonucu oluşan zararlarını talep etmeleri hukuken mümkün olduğundan işin esasına girilerek davacıların zararlarının kapsamı belirlenerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken; yanılgılı gerekçeyle önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç : Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma ilamında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanun"un 440/1.maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 06.12.2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.