Esas No: 2015/3516
Karar No: 2019/648
Karar Tarihi: 13.06.2019
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2015/3516 Esas 2019/648 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
Taraflar arasındaki “tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Kahramanmaraş İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 30.04.2013 tarihli ve 2010/616 E., 2013/352 K. sayılı kararın davalı ... vekili ile davalı işveren vekilince temyizi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 12.02.2014 tarihli ve 2013/20905 E., 2014/2518 K. sayılı kararı ile;
“...Dava, hizmet tespiti istemine ilişkindir.
Mahkemece, ilamında belirtildiği şekilde davanın kabulüne karar verilmiştir.
Davalı şirkete ait işyerinde 03.09.2004 tarihinde çalışmaya başladığı yönünde hakkında “Sigortalı İşe Giriş Bildirgesi” düzenlenen davacının 03.09.2004-15.08.2005 döneminde adına tam gün üzerinden eksiksiz bildirim ve prim ödemelerinin gerçekleştirildiği belirgin olup, bu işyerinde ön muhasebe elemanı olarak 01.02.2001-15.08.2005 tarihleri arasında hizmet akdine dayalı olarak geçen ve Kuruma bildirilmeyen çalışma sürelerinin tespitine ilişkin davada; Mahkemece, davanın kabulüyle, istem aynen hüküm altına alınmıştır.
Somut olayda; Mahkemece, yapılan araştırma ve inceleme, hüküm kurmaya yeterli ve elverişli değildir.
Davanın yasal dayanağı 506 sayılı Kanunun 79. maddesinin onuncu fıkrası olup, anılan Kanunun 6. maddesinde yer alan, sigortalı olmak hak ve yükümünden kaçınılamayacağı ve vazgeçilemeyeceği yönündeki düzenleme ile anayasal haklar arasında yer alan sosyal güvenliğin yaşama geçirilmesindeki etkisi göz önünde bulundurulduğunda, sigortalı konumunda geçen çalışma sürelerinin saptanmasına ilişkin bu tür davaların kamu düzeni ile ilgili olduğu ve özel bir duyarlılıkla ve özenle yürütülmeleri gerektiği açıktır. Bu bağlamda, hak kayıpları ile gerçeğe aykırı sigortalılık süresi edinme durumlarının önlenmesi ve temel insan haklarından olan sosyal güvenlik hakkının korunabilmesi için, tarafların gösterdiği kanıtlarla yetinilmeyip, gerek görüldüğünde, mahkemece, kendiliğinden araştırma yapılarak, delil toplanması gerekmektedir.
Dosya kapsamına göre; davacının, ihtilaf konusu dönemde davalı şirket tarafından Kahramanmaraş Belediyesine, Kahramanmaraş Valiliğine, Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesine, Kahramanmaraş Tarım İl Müdürlüğüne ve Kahramanmaraş Emniyet Müdürlüğüne verilen faturalar ve teklif mektuplarındaki yazıların kendisine ait olduğu iddiası bakımından, bahse konu belgeler üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmadığı anlaşılmıştır.
Şu halde, Mahkemece; öncelikle, anılan belgeler üzerindeki yazıların davacıya aidiyeti yönünden bilirkişi incelemesi yaptırılmalı, bunun dışında sigortalının kayıtlarda gözükmeyen çalışmalarının hangi nedenlerle kayıtlara geçmediği, ya da, bildirim dışı kaldığı hususu, gereğince, yeterince araştırılmalı, toplanan tüm kanıtlar değerlendirildikten sonra, elde edilecek sonuca göre, hüküm kurulmalıdır.
Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın, eksik inceleme sonucu, yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O hâlde, davalılar vekillerinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır...”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, hizmet tespiti istemine ilişkindir.
Davacı, 01.02.2001-15.08.2005 tarihleri arasında davalı şirkete ait işyerinde kesintisiz olarak çalıştığını, işveren tarafından çalışmalarının 03.09.2004 tarihinden itibaren davalı Kuruma bildirilmeye başlandığını ve 15.08.2005 tarihinde işine son verildiğini ileri sürerek 01.02.2001-15.08.2005 tarihleri arasında davalı işyerinde geçen çalışmalarının tespitine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı ... vekili, fiili çalışma olgusunun hiçbir tereddüte yer bırakmayacak şekilde kanıtlanması gerektiğini belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı işveren vekili, davacının davalı işyerinde 03.09.2004-15.08.2005 tarihleri arasında çalıştığını ve bu sürenin Kuruma bildirildiğini, 15.08.2005 tarihinde mazeret bildirmeden işyerini terk ettiğini ve işe gelmediğini belirterek davanın reddinin gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece, davacının 03.09.2004-15.08.2005 tarihleri arasındaki çalışmalarının davalı işveren tarafından Kuruma bildirildiği ve 03.09.2004 tarihinde çalışmaya başladığına ilişkin olarak Kuruma verilen işe giriş bildirgesindeki imzanın davacının eli ürünü olmadığının tespit edildiği, davacının davalı işyerinde geçen çalışmalarının blok niteliğinde olduğu ve iş akdinin sona erdiği tarih ile davanın açılış tarihi dikkate alındığında hak düşürücü sürenin geçmediği, tanık beyanları ile dosya kapsamında toplanan diğer deliller birlikte değerlendirildiğinde davacının 01.02.2001-03.09.2004 tarihleri arasında davalı işyerinde çalıştığı kanaatine varıldığı belirtilerek davanın kabulüne karar verilmiştir.
Davalı ... vekili ile davalı işveren vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece yukarıda karar başlığında açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece, davacının 23.03.2011 tarihinde mahkemeye intikal eden dilekçesine istinaden Kahramanmaraş Belediye Başkanlığına yazılan müzekkereye söz konusu belgelere arşivde rastlanılmadığı şeklinde cevap verildiği, Kahramanmaraş Gıda, Tarım ve Hayvancılık İl Müdürlüğüne yazılan müzekkerede belge asıllarının Defterdarlık Muhasebe Müdürlüğüne gönderildiği şeklinde cevap verildiği ve davacı vekili tarafından bu belgelerdeki yazı ve rakamların davacıya ait olmadığının bildirildiği, Kahramanmaraş Valiliğine hangi birime müzekkere yazılması gerektiğine ilişkin bilgi verilmemesi nedeni ile müzekkere yazılmadığı ve nitekim ikmalen cevap verilemeyeceğinin belli olduğu, Kahramanmaraş Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesine yazılan müzekkereye verilen cevapta davalıdan herhangi bir mal alımı olmadığının bildirildiği, davacının 22.08.2012 havale tarihli dilekçesine istinaden yeniden yazılan müzekkereye belgelerin Kahramanmaraş Defterdarlığına gönderildiği şeklinde cevap verildiği ve Kahramanmaraş Defterdarlığı tarafından da fatura aslının 2005 yılında Sayıştay Başkanlığına gönderildiğinin bildirildiği, Kahramanmaraş İl Emniyet Müdürlüğüne yazılan müzekkereye davalı şirketin 2001-2004 yılları arasında yapılan ihalelere katılmadığı şeklinde cevap verildiği, bu durumdu bilirkişi incelemesi yaptırılmasının fiilen mümkün olmadığı, işyerinde çalışan başka işçilerin de hizmet süresinin eksik bildirildiğinin bazı tanıklar anlatımları ile ortaya çıktığı, davacının kayıtlarda gözükmeyen çalışmalarının hangi nedenlerle kayıtlara geçmediği ya da bildirim dışı kaldığı hususuna ilişkin olarak mahkemece resen veya talep üzerine toplanılması mümkün bir delil olmadığı belirtilerek ve önceki gerekçelerle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı, davalı ... vekili ile davalı işveren vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda 01.02.2001-03.09.2004 tarihleri arasındaki dönemde davalı şirket tarafından Kahramanmaraş Belediyesine, Kahramanmaraş Valiliğine, Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesine, Kahramanmaraş Tarım İl Müdürlüğüne ve Kahramanmaraş Emniyet Müdürlüğüne verilen faturalar ve teklif mektupları üzerindeki yazıların davacıya aidiyeti yönünden bilirkişi incelemesi yaptırılmasının mümkün olup olmadığı ve davacının dava konusu dönemde kayıtlarda gözükmeyen çalışmalarının hangi nedenlerle kayıtlara geçmediği veya bildirim dışı kaldığı hususunun tespiti bakımından yapılan araştırmanın yeterli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu"nun 01.10.2008 günü yürürlüğe giren geçici 7. maddesinde, “…bu Kanunun yürürlük tarihine kadar 506 sayılı, 1479 sayılı, 2925 sayılı, bu Kanun ile mülga 2926 sayılı, 5434 sayılı Kanunlar ile 506 sayılı Kanunun Geçici 20"nci maddesine göre sandıklara tâbi sigortalılık başlangıçları ile hizmet süreleri, fiilî hizmet süresi zammı, itibarî hizmet süreleri, borçlandırılan ve ihya edilen süreler ve sigortalılık sürelerinin tabi oldukları kanun hükümlerine göre değerlendirilir” yönünde düzenleme bulunmaktadır.
Bu durumda, 01.10.2008 tarihinden önceki döneme ilişkin hizmet tespiti uyuşmazlıklarında 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu; bu tarihten sonraki dönem bakımından ise 5510 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanması gerekecektir.
Öncelikle ifade edilmelidir ki, mülga 506 sayılı Kanun ve 5510 sayılı Kanun’un 4. maddesinin birinci fıkrasının “a” bendi kapsamında sigortalı niteliğini kazanmanın koşulları başlıca üç başlık altında toplanmaktadır.
Bunlar: a) Çalışma ilişkisinin kural olarak hizmet sözleşmesine dayanması, b) işin işverene ait iş yerinde ya da iş yerinden sayılan yerlerde iş organizasyonu içerisinde yapılması, c) çalışanın 506 sayılı Kanun"un 3. maddesinde (5510 sayılı Kanun"un 6. maddesi) belirtilen istisnalardan olmaması şeklinde sıralanabilir. Sigortalı olabilmek için bu koşulların bir arada bulunması zorunludur.
506 sayılı Kanun’un 2. maddesine göre, bu Kanun anlamında sigortalı olarak çalışabilmenin temel koşulu, hizmet sözleşmesine dayalı çalışmanın bulunmasıdır. Bu anlamda bir sözleşme, hizmet sözleşmesi olarak kabul edilmediğinde 506 sayılı Kanun anlamında sigortalıktan da söz edilemeyecektir.
İşçi ve sigortalı kavramlarının tanımında hizmet sözleşmesinden hareket edilmekteyse de, 4857 sayılı İş Kanunu ile yürürlükten kaldırılan 1475 sayılı İş Kanunu’nda ve 506 sayılı Kanun"da bu sözleşmenin tanımına ilişkin bir hükme yer verilmemiştir. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 8. maddesinde, “İş sözleşmesi, bir tarafın (işçi) bağımlı olarak iş görmeyi, diğer tarafın (işveren) da ücret ödemeyi üstlenmesinden oluşan sözleşmedir.” tanımlaması yapılmıştır. Belirtmek gerekirse, 4857 sayılı İş Kanunu’nda “Hizmet akdi” sözcüğü terkedilmiş, yerine “İş sözleşmesi” ifadesi kullanılmıştır.
Hizmet akdi, 818 sayılı Borçlar Kanunu"nun 313. maddesinin 1. fıkrasında ise, “Hizmet akdi, bir mukaveledir ki onunla işçi, muayyen veya gayri muayyen bir zamanda hizmet görmeyi ve iş sahibi dahi ona bir ücret vermeği taahhüt eder.” şeklinde tanımlanmıştır. Bu tanımda sadece hizmet ve ücret unsurları belirgin iken, 4857 sayılı Kanun’da daha önce Anayasa Mahkemesi ve öğretinin de kabul ettiği gibi “bağımlılık” unsuruna da yer verilmiştir.
5510 sayılı Kanun’un 3/11. maddesinde ise, hizmet akdinin 22.04.1926 tarihli ve 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda tanımlanan hizmet akdini ve iş mevzuatında tanımlanan iş sözleşmesini veya hizmet akdini ifade edeceği belirtilmiştir. Görüldüğü üzere, 506 sayılı Kanun döneminde sigortalı niteliğini kazanmanın koşulları 5510 sayılı Kanun döneminde de farklılık arz etmemektedir.
Hemen belirtilmelidir ki, 5510 sayılı Kanunun atıf yaptığı 818 sayılı Kanun 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu ile yürürlükten kaldırılmıştır. 6098 sayılı Kanun’un 393. maddesinin birinci fıkrasına göre, hizmet sözleşmesi “işçinin işverene bağımlı olarak belirli veya belirli olmayan süreyle işgörmeyi, işverenin de ona zamana ve yapılan işe göre ücret ödemeyi üstlendiği sözleşmedir.” Bu haliyle 5510 sayılı Kanun"un 3/11. maddesi uyarınca 818 sayılı Borçlar Kanunu’na yapılan atfın artık 6098 sayılı Kanun’un 393/1. maddesine yapıldığının kabulü gerekecektir.
Sigortalılık niteliğinin kazanılması açısından işveren ile çalıştırılan kişi arasında hizmet sözleşmesinin yapılması tek başına yeterli değildir. Ayrıca işin işverene ait iş yerinde ya da iş yerinden sayılan yerlerde yapılması gerekmektedir. Mülga 506 sayılı Kanun"un 5. maddesine göre iş yeri, bir hizmet sözleşmesine dayanarak bir veya birkaç işveren tarafından çalıştırılanların işlerini yaptıkları yerdir. İşin niteliği ve yürütümü bakımından iş yerine bağlı bulunan yerlerle dinlenme, çocuk emzirme, yemek, uyku, yıkanma, muayene ve bakım, beden veya meslek eğitimi yerleri, avlu ve büro gibi diğer eklentiler ve araçlar da iş yerinden sayılır.
Ayrıca 5510 sayılı Kanun"un Geçici 7. maddesi uyarınca, uygulama yeri bulan 506 sayılı Kanun"un 2. ve 6. maddelerinde öngörülen koşulların oluşmasıyla birlikte çalıştırılanlar, kendiliğinden sigortalı sayılırlar. Ancak, bu kimselerin ayrıca aynı Kanun"un 3. maddesinde sayılan istisnalara girmemesi gerekir. Çalıştırılanların, başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın sigortalı niteliğini kazanmaları 506 sayılı Kanun"un 6/1. maddesinde yer alan açık hüküm gereğidir.
Ne var ki, sigortalıların bazı haklardan yararlanmaları öncelikle kuruma bildirilmeleri, belirli süre prim ödemiş olmaları ve kanunun gerektirdiği bilgilerin açık bir şekilde bilinmesi koşullarına da bağlıdır. Anılan bilgi ve belgelerin kuruma ulaştırılmaması veya eksik ulaştırılması hâlinde ise bildirimsiz (kaçak) çalıştırma olgusu ortaya çıkacaktır. Bu durum, prim ve gelir vergisi ödememek için işverenlerce sıklıkla başvurulan bir yol olup, ülkenin gerçeklerinden biridir. İşte bu noktada, işçinin bir takım yasal haklardan yararlanabilmesi için sigortalı hizmetinin tespitini istemesi gereği ortaya çıkmaktadır.
Hizmet tespiti davası 506 sayılı Kanun’un 79/10. maddesinde, 01.10.2008 tarihinden sonraki dönemler yönünden ise 5510 sayılı Kanun’un 86. maddesinde düzenlenmektedir.
Mülga 506 sayılı Kanun"un 79. maddesinde, “Yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları kurumca tespit edilmeyen sigortalıların hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde mahkemeye başvurarak hizmet tespiti isteyebilecekleri”; 01.10.2008 tarihinden sonraki dönemler yönünden ise 5510 sayılı Kanun’un 86. maddesinde, “Aylık prim ve hizmet belgesi veya muhtasar ve prim hizmet beyannamesi işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları Kurumca tespit edilemeyen sigortalılar, çalıştıklarını hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak beş yıl içerisinde iş mahkemesine başvurarak, alacakları ilâm ile ispatlayabilirlerse, bunların mahkeme kararında belirtilen aylık kazanç toplamları ile prim ödeme gün sayıları dikkate alınır.” şeklinde düzenlenmiştir.
Sigortalı tarafından açılan hizmet tespiti davasında her türlü delille kanıtlanabilen çalışma olgusunun usulünce belirlenmesinden sonra, bu çalışmanın sigortalı çalışma olup olmadığı; ardından da ücret olgusu ve çalışılan zaman üzerinde durulmalıdır.
Sosyal güvenlik hukukunun hem kamu hukuku, hem de özel hukuk alanında kalan özellikleri dikkate alındığında, özellikle hizmet tespiti davalarında kendiliğinden araştırma ilkesinin ağır bastığı görülür. Gerçekten hizmet tespiti davaları, taraflarca hazırlama ilkesi kapsamı dışında olup, kendiliğinden araştırma ilkesi söz konusudur.
Sigortalılık başlangıç tarihi ve hizmet tespitine yönelik davaların kamu düzenini ilgilendirdiği ve bu nedenle özel bir duyarlılık ve özenle yürütülmesi icabettiği Yargıtay’ın yerleşmiş içtihadı gereği olduğundan, kamu düzenini ilgilendiren hizmet tespiti davalarında, hâkimin özel bir duyarlılık göstererek delilleri kendiliğinden toplaması ve sonucuna göre karar vermesi gerekir. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı bu davalarda ispat yükü, bir tarafa yüklenemez.
Öte yandan, hizmet tespiti davalarının amacı, hizmetlerin karşılığı olan sosyal güvenlik haklarının korunması olduğundan, tespiti istenen dönemde kişinin sigortalı niteliği taşıyıp taşımadığı ile yapılan işin kanun kapsamına girip girmediği araştırılmalıdır. Çalışma iddiasının gerçeğe uygunluğu ancak bu koşullar varsa inceleme konusu yapılabilecektir.
Çalışma olgusu her türlü delille ispatlanabileceğinden, bu davalarda iş yerinde tutulması gerekli dosyalar ile kurumdaki belge ve kanıtlardan yararlanılmalı, ücret bordroları getirtilmeli, müfettiş raporları olup olmadığı araştırılmalı, mümkün oldukça tespiti istenen dönemde iş yerinin yönetici ve görevlileri, iş yerinde çalışan öteki kişiler ile o iş yerine komşu ve yakın iş yerlerinde, tarafları veya iş yerini bilen veya bilebilecek durumda olanlar zabıta marifetiyle araştırılarak saptanmalı, sigortalının hangi işte hangi süre ile çalıştığı, çalışmanın konusu, sürekli, kesintili, mevsimlik mi olduğu, başlangıç ve bitiş tarihleri ve alınan ücret konularında beyanları alınarak, tanıkların sözleri değerlendirilirken bunların inandırıcılığı üzerinde durulmalı, verdikleri bilgilere nasıl vakıf oldukları, işveren ve işçiyle, iş yeriyle ilişkileri, bazen uzun yılları kapsayan bilgilerin insan hafızasında yıllarca eksiksiz nasıl taşınabileceği düşünülmeli, beyanları diğer yan delillerle desteklenmelidir.
Bu amaçla tanıkların, hizmet tespiti istenen tarihte, iş yeri veya komşu iş yeri sigortalısı ya da işvereni olup olmadıkları araştırılmalı, davalı Kurumdan, bu kişilerin belirtilen tarihte sigortalılık bildirimlerinin hangi iş yerinden yapılmış olduğu da sorularak, elde edilen bilgilerin ifadelerde belirtilen olgularla örtüşüp örtüşmediği de irdelenmeli, iş yerinin kapsam, kapasite ve niteliği ile bu beyanlar kontrol edilmelidir.
Diğer taraftan bu davalarda, işverenin çalışma olgusunu kabulü ya da reddinin tek başına hukuki bir sonuç doğurmayacağı da göz önünde tutulmalıdır.
Nitekim açıklanan hususlar Hukuk Genel Kurulunun 07.04.2012 tarihli ve 2012/21-137 E., 2012/433 K.; 12.06.2013 tarihli ve 2012/10-635 E. 2013/823 K. ve 25.09.2013 tarihli ve 2013/21-182 E. 2013/2013/1401 K. sayılı kararlarında da benimsenmiş ve açıkça belirtilmiştir.
Yukarıdaki bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde, dosya kapsamında ifadelerine başvurulan bordro tanıklarının beyanlarından davacının davalı işyerinde çalıştığı, bu çalışmanın hangi tarihte başladığının belirlenebilmesi bakımından bir kısım bordro tanıklarının davacının evlendiği tarihte davalı işyerinde çalışmakta olduğunu ve evlenmeden yaklaşık 10 ay önce işyerinde çalışmaya başladığını beyan ettikleri, nüfus kaydına göre davacının 21.09.2001 tarihinde evlendiği, alınan tanık beyanlarının davacının çalışmalarının belirlenmesi açısından yeterli olduğu, mahkemece yapılan araştırmaya rağmen davacının delil dilekçelerinde bildirdiği faturalar ve teklif mektuplarına ulaşılamadığı, tanık beyanlarının yeterli olması nedeniyle söz konusu belgeler üzerindeki yazıların davacıya aidiyeti yönünden bilirkişi incelemesi yaptırılmasının davacının talebi yönünde bir etkisinin bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Hâl böyle olunca, yerel mahkemenin yukarıda açıklanan hususlara değinen direnme kararı yerindedir.
Bu nedenle, direnme kararı onanmalıdır.
Diğer taraftan, davalı şirketin unvanı Şirikçiler Dayanıklı Tüketim Malları Sanayi ve Ticaret A.Ş. olmasına rağmen karar başlığında Şirikçiler Dayanıklı Tük. Mal. Tar. Hay. Gıda Tekstil San. Ve Tic. A.Ş. olarak yazılmış ise de mahallinde düzeltilebilecek maddi hata olarak değerlendirilmiştir.
SONUÇ : Davalı ... vekili ve davalı işveren vekilinin temyiz itirazlarının ayrı ayrı reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan gerekçelerle ONANMASINA, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 13.06.2019 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.