(...Davacı, davalı ile imzaladıkları portokol gereğince adi ortaklık kurduklarını, kar ve zararın eşit paylaşılacağının kararlaştırıldığını, sözleşme uyarınca ortaklığın restaurantın işletilmesi ile ilgili olduğunu, 25.12.1995 tarihinde başlattıkları ortaklık ilişkisine konu işyerinin 17.08.2009 tarihinde kapanması sonucunda ortaklığın bitirildiğini, ortaklık devam ederken işyerinde çalışan işçilerin Eskişehir İş mahkemesinde açtıkları işçi alacaklarından doğan davaların aleyhine sonuçlandığını ve bu işçilere toplam 44.500 TL ödemede bulunduğunu, davalının %50 ortaklık hissesi bulunduğundan ödeme nedeni ile ½ sinden sorumlu olduğunu ileri sürerek 22.125 TL alacağının tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı,davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, taraflar arasında M. Restaurant adlı işyerinin 25.12.1995 tarihinden itibaren işletilmesi hususunda %50’şer hisseler oranında adi ortaklık ilişkisinin bulunduğunu, davacı tarafça açıkca adi ortaklığın feshi ve tasfiyesinin istenmediğinden işyerinde daha önceden çalışan işçilere yapılan bir kısım tazminat ödemelerinin doğrudan diğer adi ortaktan istenmesinin mümkün olmadığı gerekçeleri ile davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı ile davalı arasında adi ortaklık sözleşmesi olduğu ihtilafsızdır. Davacı eldeki davada ortaklığa konu işyerinde önceden çalışan işçilere yaptığı ödemelerden davalının hisesi oranında sorumlu olduğu iddiası ile eldeki davayı açmıştır. Davacının bu talebi adi ortaklığın fesih ve tasfiye talebini de içermektedir. Hal böyle olunca adi ortaklık sözleşmesi gereği taraflar arasındaki ilişkinin B.K nun 520 vd maddeleri gereğince tasfiyesi gerekir. BK"nun 538.maddesinde belirtildiği gibi tasfiye, bütün hesapların görülüp ortaklığın aktif ve pasif bütün mal varlığının belirlenip ortakların birbirleri ile alacak verecek ve ortaklıktan dolayı olan ilişkilerinin kesilmesi yoluyla ortaklığın sona erdirilmesi malların paylaşılması ya da satış yoluyla elden çıkarılmasıdır. Ortaklık sözleşmesinde hüküm bulunduğu takdirde tasfiyenin bu sözleşmedeki hükümlere göre yapılması asıldır. Böyle bir hükmün bulunmaması halinde ise tasfiyenin bu defa BK"nun 539.maddesindeki sıra takip edilerek yapılması gerekir. Açıklanan bu hukuki olgular karşısında öncelikle ortaklığın sona erdiği tarih itibariyle aktif ve pasif mal varlığı belirlenmeli, ortaklığı yöneten ve idareci ortaktan ortaklık hesabını gösterir hesap istenilmeli, verilen hesapta uyuşmazlık çıktığı takdirde taraflardan delilleri sorularak toplanmalı, bu şekilde belirlenen mal varlığının ne şekilde tasfiye edileceği taraflardan sorulmalı, tasfıyede anlaştıkları takdirde ona göre karar verilmelidir. Taraflar tasfiye konusunda anlaşamadıkları takdirde, mahkeme tayin edeceği tasfiye memuru marifetiyle tespit edilen ortaklık mallarının mevcut olanların satılmasına şayet bu mallar mevcut değilse değerleri bilirkişi marifetiyle belirlenip, elde edilen gelirden veya malların belirlenen değerlerinden öncelikle ortaklığın borçları ödendikten sonra kalan kısmın taraflar arasında paylaştırılmasına karar verilmelidir. Mahkemece adi ortaklığın tasfiyesinden sonra davalının davacıya borçlu olup olmadığının belirlenerek sonucuna uygun karar verilmesi gerekirken yanlış değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup, hükmün bozulması gerekir...)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu"nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, adi ortaklığa konu işyerinde önceden çalışan işçilere yapılan ödemelerden davalının hissesine düşen miktarın tahsili istemine ilişkindir.
Mahkemenin, davanın reddine dair verdiği karar, davacı Namık S. vekilinin temyizi üzerine, Özel Daire"ce yukarıda yazılı gerekçelerle bozulmuş; yerel mahkemece, önceki kararda direnilmiştir. Hükmü davacı Namık S. vekili, temyiz etmiştir.
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacı ortağın, adi ortaklığa konu işyerinde önceden çalışan işçilere yaptığı ödemelerden davalı ortağın hissesi oranında sorumlu olduğu iddiası ile eldeki davanın açılmış olmasının, aynı zamanda adi ortaklığın fesih ve tasfiye talebini de içerip içermediği, noktasında toplanmaktadır.
Hemen belirtilmelidir ki, taraflar arasında kurulan ve restaurant işletilmesini konu alan adi ortaklığın fiilen 17.08.2009 tarihinde sona erdiği, akabinde burada çalışan bir kısım kişilerin, işçilik alacaklarının (kıdem ve ihbar tazminatı ile ücretli izin ve fazla mesai alacaklarının) tahsili için Eskişehir İş Mahkemesi"nde dava açtıkları, dava sonunda hükmedilen işçilik alacaklarını davacının ödemesi üzerine, davalının hissesine düşen miktarın tahsili için eldeki davanın açıldığı dosya kapsamından anlaşılmaktadır.
Öte yandan, davacı vekili ilk kararı temyizinde sunduğu dilekçesinde talebi içerisinde adi ortaklığın tasfiyesi isteminin de bulunduğunu açıklamıştır.
Görüldüğü üzere, fiilen sona eren adi ortaklık için yapılan giderin davalı ortaktan tahsili için dava açılması talebinde, ortaklığın fesih ve tasfiyesi isteğinin de bulunduğunun kabulü gerekir. Zira, bu durum, usul ekonomisi ilkesine de uygun düşmektedir.
Nitekim, Hukuk Genel Kurulu"nun 25.11.1983 gün ve 1981/13-86 E-1983/1210 K. sayılı ilamında da aynı ilke benimsenmiştir.
Hukuk Genel Kurulu"nda yapılan görüşme sırasında bir kısım üyeler; “basit giderler için adi ortaklığın tasfiyesine gidilemeyeceğini, asıl olanın adi ortaklığın ayakta tutulması olduğunu, işçilik alacaklarının tahsili için ortaklığın tasfiyesine gidilemeyeceğini, yerel mahkemenin tasfiyeye gitmeksizin sadece şartlarının oluşması halinde alacağa hükmedebileceğini, bunun için ortaklığın tasfiyesine gerek olmadığını” ileri sürmüş iseler de; bu görüş kurul çoğunluğu tarafından yukarıda belirtilen gerekçeyle kabul edilmemiştir.
Şu halde; mahkemece, davacının talebi içerisinde adi ortaklığın fesih ve tasfiye isteğinin de bulunduğunun kabulü dolayısıyla, ortaklığın tasfiyesinden sonra davalının davacıya borçlu olup olmadığının belirlenerek, varılacak uygun sonuç uyarınca uyuşmazlıkla ilgili bir karar verilmesi gerekir.
Hal böyle olunca; yerel mahkemece, açıklanan tüm bu hususlar göz ardı edilerek, hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç : Davacı Namık S. vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile; direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma ilamında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 Sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanunun 440.maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 23.10.2013 gününde oyçokluğu ile karar verildi.